Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

112

 

005 - MÂİDE SÛRESİ

 

CÜZ :

6

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

32

Bu ecilden Beni İsraîle kitabda bildirmiştik ki, her kim bir nefsi bir nefis mukabili veya yer yüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir adamın hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur; Celâlim hakkı için Resullerimiz onlara beyyinelerle geldiler de sonra içlerinden bir çoğu bütün bunların arkasından hâlâ yer yüzünde fesad ve cinayette israf etmekte bulunuyorlar

(.........) Sırf bundan dolayı, ya'ni Adam oğlunun kardeşini hem de salih ve müttekı ve hayrıhah bir kardeşini bile bigayri hakkın öldürmesi bir emri vakı' ve bu kıssa mazmununun Beni İsraîle bihakkın müntabık olmasından nâşidir ki, (.........) Beni İsraîl üzerine şöyle yazdık: ya'ni onlara indirilmiş olan kitablarda emrimizle şu hukümler yazılıb farz ve kanun kılındı ki, (.........) her kim nüfusi insaniyyeden bir nefsi ne kısas icab eden bir katli nefis, ne de Yer yüzünde kanını heder edecek bir fesad mukabili olmıyarak, ya'ni bu iki sebebden biri bulunmıyarak katlederse (.........) bunun kendisi de dahil olduğu halde -bütün nâsı katletmiş gibi olduğu muhakkak»- Çünkü bigayri hakkın birini katl eden katil, umumiyyet üzere hakkı hayatı tanımamış, kanların hurmetini, nefislerin ısmetini hetketmiş, katli nefse yol açmış, sairlerine de cür'et vermiş olur. Binaenaleyh bir kimseyi öldüren herkesi öldürmüş gibi Allah’ın gazabına ve azabı azîmine müstehık olur da hakkı hayatı kalmaz, demi heder ve katli vacib ölur. İşte bigayrı hakkın katli nefs böyle bir zararı ammdır, Bu gibi katillere bâis ve zararı âmmı müstelzim olacak ve asayişi umumîyi ıhlâl edecek fesad, şekavet ıhtilâl de böyledir. Bunun için böyle bir katil veya müfsidi katleden herkesi kalt etmiş gibi değil, belki ıhkakı hakketmiş veya bir tahlıs yapmış olur. (.........) her kim de bir nefsi ihya eder ya'ni afvetmek veya katline mani' olmak veya her hangi

bir sebebi helâkten kurtarmak suretile bakai hayatına sebeb olursa (.........) sanki insanların cemi'sini ihya etmiş, birine yaptığını -kendisi de dahil olduğu halde- hepsine yapmış gibi olur.». Ma'lûmdur ki, her hangi bir teşbih, muşebebeh ile müşebbehünbihin her cihette ve cemi'ı ahkâmda müsavi olmalarını ıktıza etmez. Binaenaleyh bundan umuma müteallık olan katil veya ihyanın bir kişiye müteallık katl-ü ihyadan hiç bir veçhile farkı yoktur demek anlaşılmamalıdır. Her iki fıkradeki teşbihlerden maksad, katli nefsin zararı, ihyai nefsin de menfaati âmm olduğunu vazıhan anlatmak ve binaenaleyh katle karşı kısasan ve yer yüzünde fesad cürmüne karşı cezaen katl-ü ı'damın meşruiyyetini tesbit ile katle taarruzdan terhib ve muhafazai hayata tergibdir. Fakat burada iki sual vardır:

Evvelâ Beni İsraîle bu ahkâmın yazılıb vacib olması niçin (.........) olsun? Vaktile Kabilin Habili o suretle öldürmüş olması Beni İsraîle bu ahkâmın vücubı için ne münasebetle sebeb-ü ıllet olabiliyor? Bunu Beni İsraîle tahsısın vechi nedir? (.........) buyurulmak lâzım gelmez mi idi? İşte bundan dolayı Hasen ve Dahhâk mezkûr kıssadaki katlin bizzat Hazret-i Âdem’in iki sulbî oğulları arasında değil, Beni İsraîlde vuku' bulduğuna ve iki Âdem oğlundan murad Beni İsrâilden iki kişi demek olduğuna ve Beni İsraîlde böyle bir katil vak'asının vukuu bu ahkâmın nüzulü için bir sebebi mahsus teşkil ettiğine zahib olmuştu. Fakat Cumhurın beyanına göre kıssa böyle değildir. O halde bunu şöyle anlamak lâzım gelir: (.........) kıssaya değil, kıssanın manzumunundaki maanii müessireye raci'dir. Şöyle ki, insan öldürmek haddi zatında büyük bir zulüm ve netaici husran-ü nedametten başka bir şey olmıyan büyük bir cinayettir. İnsan olanların bundan son derece sakınmaları icab eder.

Halbuki beşeriyyetle bu zulüm emri vakı'dir. Hattâ iki Âdem oğlunun biri iyi bir kardeşine bu zulmü pek hazîn bir surette yapmış ve felâketi dillere destan olmuştur. Bu evvelâ bir kasdi menfaatten değil, mücerred bir kasdi ızrardan, bir hased-ü nefsaniyyetten neş'et etmiş, hem de ihtirasın galeyanına müsaid bir hal içinde değil. Allah’a arzedilen bir ibadetin, bir kurban takdim etmenin kabul edilib edilmemesinden ve Allah’ın iradesine razı olmamak daıyesinden neş'et eden bir hased, bir hased ki, buna karşı en yüksek bir hissi takvâ ile ibraz edilen hayırhahlık, müsalemetperverlik ve insanlığın her türlü hissiyyatı necibesini gıcıklamaya kâfi gelecek olan en ahlâkî, en akılâne nasayıh ve tahziratı ma'neviyye asla müfid olmuyor. Bil'âkis bütün bunları cinayetin esbabı müşevvikası yerine koyuyor. Kendine karşı elini kaldırmiyan, kaldırmak istemiyen ve iyi bir kardeş olmaktan başka bir arzu beslemeyen o güzel kardeşine, «seni öldürmek ne kolay, ne tatlı şeymiş» diyerek saldırıb kıydırıyor. Sonra da husranlara, nedametlere düşürüyor ve öyle bir hali felâkete getiriyor ki, mukaddema o yüksek kardeşinin sarıh ve vazıh nasayih-ü irşadatını dinlemiyen o kafa emri İlâhî ile en sonunda ciyfeler arkasında dolaşan bir karganın harekâtından eyvahlar çekerek dersi intibah almağa ve ona gıbtalar ederek nedametler çekmeğe mecbur oluyor. İşte beşeriyyette katli nefis cinayetinin bir emri vakı' olmasından naşı buna karşı mukavemet ve kısas sureti umumiyyede bir hakkı meşru' olduğu gibi bilhassa bu vak'a veya bu kıssada cinayete saik olan ve icrasını teshil eden haleti ruhiyye, ezcümle hased-ü nefsaniyyet ve mukavemeti fi'liyye olmadığı zaman tatvi'ı cinayet hasleti Beni İsraîlde pek bariz ve kıssanın mazmunu bunların ahvaline temamen mutabık olduğundan dolayı bunlar hakkında daha ziyade ahkâmı şedîde inzal buyurulmuş, hem kısas hem de

(.........) cürmüne karşı i'dam cezası farz kılınmış, ferdin hakkı hayatı, umumun hakkı hayatına müsavi ve ferdi tahlıs umumu tahlıs ma'nâsında olduğu anlatılmıştır. Acaba bunlarda hâlâ bu haleti ruhiyye mevcud mudur? Binaenaleyh bu şiddete hâlâ lüzum var mıdır? Ve bu huküm elyevm cari olmalı mıdır? Yoksa mücerred nasıhat kâfi midir? (.........) alimallah bunlara bizim nice Resullerimiz beyyinat ile geldiler, bu babda açık ve kat'î bürhanlarla beyanatta bulundular (.........) ba'dehu bunların bir çoğu bundan sonra da (.........) yer yüzünde hâlâ israf etmekte, fursat bulundukça katl-ü fesadda bîpervâ ifrat eylemektedirler.»- Hattâ bundan sonradır ki, Peygamberleri öldürmeğe kalkıştılar ve nice nice ıhtilâller çıkardılar. Binaenaleyh Arz üzerinde bunlar ve bu gibi müsrifler mevcud oldukça bunlara karşı yalnız beyyinatı kavliyye ve Uhreviyye ile iktifa olunmayıb beyyinatı fi'liyye olan ahkâmı şedîde tatbikı umum insanların hakkı hayatın sıyanet ve yer yüzünde icrayı fesada mümanaat etmek için her zaman bir kanunı haktır. Filvakı': (.........)

(.........)

Bu âyetin sebeb-i nüzulü hakkındaki rivayetler şunlardır:

1- Ehli kitâbdan bir kavm hakkında nâzil olmuştur ki, Hazret-i Peygamber ile beyinlerinde ahd-ü misak akdetmişlerdi, nakzı ahdettiler ve yol kesib yer yüzünde fesad yapmağa kalkıştılar. [İbn-i Abbastan bir rivayet]

2- Müşrikîn hakkında nâzil olmuştur. (İkrimeden ve Hasenî basrîden ve Atadan rivayet).

3- Vak'aları meşhur olan Ureyneliler hakkında nâzil olmuştur ki, Ukül, Ureyne ve Beciyleden bir kısım halk yoksulluk ve hastalık içinde oldukları halde Medineye gelmişler, izharı islâm eylemişler, Resulullah kendilerini zekâttan toplanan beytülmal develerinin ra'y olundukları mahalle gönderek bunların sütlerinden içib geçinmelerini ve marazlarını da bu develerin siydikleriyle tedavi etmelerini emretmiş, varmışlar. Bir müddet sonra temamen kesbi sıhhat edib iyileştikten sonra irtidad etmişler, çobanları öldürüb develeri sürmüşler ve yolları kesib ırza da tecavuz ederek kaçmışlar, fakat ta'kıb olunub yakalanmışlardı (Enes İbn-i Malik, Urve İbnizzübeyr ve daha ba'zı zevattan rivayet).

4- Ebû bürde dahi denilen Hilâl İbn-i Uveymiri eslemînin kavmı hakkında nâzil olmuştur ki, Resulullah bu Hilâl ile «ne lehine ne aleyhine muavenet etmemek, ona gelen müslimanlar emanlı olub heyecana düşürülmemek, kezalik her kim Resulullaha gitmek üzere Hilâla uğrarsa emanlı olub heyecana düşürülmemek» üzere akdi müvadea etmiş idi. Bir gün Beni kinaneden bir kısım halk müsliman olmak maksadile gelirken Hilâlın kavmine uğramış, o gün de Hilâl orada yokmuş, kavmi tutmuşlar bunların yollarını kesmişler ve kendilerini katledib mallarını almışlardı. Bu rivayetlerin mecmuundan anlaşıldığı üzere âyetin nuzulü her halde kat'ı tarık şekavetile alâkadardır. Fakat ba'zıları bu hukmün küffara mahsus olduğuna, ba'zıları da füssakı müslimîne dahi şamil bulunduğuna kail olmuşlardır ki, ekser Fukahanın kavli de budur.

Resulullaha muharebe aklen ve adeten mümkin olabilirse de Allah ile muharebe ne aklen ne de şer'an mümkin olmadığından her halde mecazdır. Halbuki bir lâfzın hem hakıkat hem mecaz olması caiz olamaz. Binaenaleyh burada muharebe hem Allah’a ve hem Resulüne taallûku i'tibariyle mecaz olmak lâzım gelir. Şu halde muharebe lâfzı ya Allah ve resulünün evamir-ü ahkâmına muhalefetten mecazdır. Veya o evamir-ü ahkâmı tatbik ve icra eden İbadullaha muharebeden mecazdır. Sonra bu muharebenin ma'nâyı ma'rufile açık muharebe olmadığı da

gerek siyaktan ve gerekse esbabı nüzulden anlaşılmaktadır. Zira görülüyor ki, bunda esaret ve cizye gibi ahkâm yoktur. Ekser

Müfessirîn ve Fukaha harbin aslı bir selb ma'nâsını mütezammın olmak i'tibariyle bu muharebeden murad kat'ı tarık demek olduğunu beyan etmişler ve buna sirkati kübrâ namını vermişlerdir. Ba'Zıları da gerek şehir haricinde ve gerek dahilinde olsun (.........) ya'ni açıktan hırsızlığa cür'et demişlerdir. Bu ma'nâlar ise harbîi Mehız, müste'min muahid, zimmî, küffardan vakı' olabileceği gibi fesekai müslimîn tarafından da olabilir. Velhasıl bunlar, yekdiğerini himaye ederek toplanıb bir kuvvei mânia teşkil eyliyen ve bu suretle gerek müslimanların ve gerek islâm tabi'ıyyet veya ahdında bulunanların canlarına veya mallarına veya ırzlarına kasd ve asayişlerini ıhlâl eyliyen şekaveti ictimaiyye ve siyasiyye erbabıdır. Ve bu âyette bunların cezası olan haddi şer'î beyan olunmuştur. Şöyle ki,

33

Fakat Allah’a ve Resulüne harbetmeğe kalkışan ve Yer yüzünde fesada çalışanların cezası, taktil olunmalarından veya asılmalarından veya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesinden veya bulundukları yerden nefyedilmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onlara Dünyada çekecekleri bir zillettir, Âhırette ise kendilerine azîm bir azâb vardır

(.........) Allah’a ve Resulüne muharebe eden -ya'ni Allah’ın ve Resulünün evamir-ü ahkâmına fi'len muhalefet ile Allah’a ve Resulullaha harb vaz'ıyyeti alan (.........) ve Yer yüzünde fesad için sa'yeyleyen- cana veya mala veya ırza tesallut veya hars-ü nesli ihlâke teşebbüs ve tesebbüb ile nizamı hakkı ve asayişi halkı ıhlâl ve ifsad için çalışan kimselerin cürümlerinin derecelerine göre cezaları şundan ıbarettir:

(.........) Taktil edilmeleri -

Ya'ni katil yapmışlar ise kısasan değil, afvi caiz olmamak üzer hadden katledilmeleri (.........) veya taslib olunmaları- ya'ni hem katil yapmışlar, hem de mal almış veya ırza tecavüz etmişlerse hayyen salbedilib süngü ile katlolunarak, yahud katlolunduktan sonra meyyiten salbedilerek teşhir

edilmeleri (.........) veya ellerinin ve ayaklarını çapraz kesilmesi -ya'ni katl yapmamışlar da yalnız mal almışlar ise biri sağdan biri soldan olmak üzere birer ellerile birer ayaklarının kesilmesi (.........) veya Arzdan nefyedilmeleri- ya'ni bunların hiç birini yapmış olmayıb yalnız yolu tehdid etmişler ise yer yüzünden nefyolunmaları- habsedilmeleri veya bulundukları yerden diğer bir yere sürülmeleri.».İşte Allah’a ve Resulüne harb vaz'ıyeti alarak teşhiri silâh edib sâıy bil'fesad olanların derecelerine göre muayyen olan cezaları, ya'ni haddi şer'îleri bu suretle taktil veya taslib veya taktı' veya nefiyden ibarettir. Ma'lûmdur ki, Her hangi bir harbin mahiyyeti bu dördün birinden hâli kalmaz ve bu cezalar bunların iltizam ettikleri ef'alin lâzımı mahiyyeti olarak bihakkın mukabilleridir. Atâdan, Katadeden, Hasenden buradaki terdidlerin, ya'ni (.........) harfi atfinin tahyir için olduğuna dair ba'zı rivayetler vardır. Buna nazaran veliyyülemir bunlara bu dört cezadan birini tatbika mecbur, fakat ıktızayı maslâhata göre bunlardan birinin ta'yininde muhayyerdir demek olur. Lâkin Cumhur bunun gerek rivayeten ve gerek dirayeten doğru olmadığını ve terdidin tahyir için değil, balâda gösterildiği üzere derecati cürme göre tevzi-ü taksim için olduğunu ve binaenaleyh veliyyülemrin bu babda hakkı hıyarı olmayıb cürmün derecesine göre ikame haddile mükellef bulunduğunu, meselâ habsi lâzım geleni katı', kat'ı lâzım geleni katil ve yalnız katli lâzım geleni salb edemeyeceği gibi bunun aksini de yapamayacağını ve hiç bir vechle hakkı afvi olmadığını beyan etmişlerdir. Filvakı' katili habs ile iktifa ve katil olmıyanı salb edebilmek gibi rivayeten ve dirayeten gayrı ma'kul bir tahyir ma'nâsının butlanı aşikârdır. Fakat biz burada şunu söyliye biliriz ki, (.........) haddi zatında tahyîre ve taksime muhtemildir. Gerçi burada taksim ve tevzi' rivayeten ve dirayeten müreccah ve muhtardır. Fakat bununla tahyîr ıhtimalinin alel'ıtlak bâtıl ve sakıt olması da lâzım gelmez. Çünkü nefyi kat'a, kat'ı katle, katli salbe çıkarabilecek vechile teşdidi ceza suretinde bir tahyir aslâ câiz olamamakla beraber bil'akis salbi katle, katli kat'a kat'ı habse tenzil edebilecek veçhile tahfifi ceza suretinde bir hayır ve bir salâhiyyet mülâhaza edilmesi ma'kul ve mümkindir. Tahyir ıhtimali haddi zatında mevcud ve ba'zı rivayetle de merviy olduğu halde bu imkân büsbütün inkâr edilemez ve edilmeyince de zaten (.........) olduğu cihetle ıhtilâfı hal-ü zemana göre muhaffifi ceza olmak üzere ladelıktıza bu ıhtimali dahi ı'mal etmek sahih olabilecektir. Bu ma'nâ bir lâfzı ayni zemanda hem tahyir hem de tenvîa hamlederek iki ma'nayı bir delâlette cem' etmek değil, muhtalif ahval ve muhtelif zamanlara göre iki ma'nayı bilmünavebe mülâhaza ederek bir nevi' tahyire muhtemil taksim ile (.........) her şüpheden âri bir ma'nâ ahzetmektir ki, hem haddin ma'nâsına hem o kavaidi umumiyyeden olan tahfif ahkâmına pek muvafıktır.

Malûmdur ki, salbin asıl ma'nası kollarından bir yere germektir. Netekim Salib bundan me'huzdur. İmamı Şafiî Hazretlerinin salbin meyten yapılmasını, ya'ni evvelâ katledilib müsliman ise namazı da kılındıktan sonra salb-ü teşhir olunmasını tercih eylemiştir ki, erfak olduğunda şüphe yoktur. Arzdan nefye gelince: esasen nefiy, ı'dam ma'nasına olmadığı zahirdir. O halde berhayat olan bir kimsenin bütün Arzdan nefyi ancak habs demek olabilir ki, lisanı Arabda nefiy bu ma'nâya da müsta'mel olduğunda ıhtilâf yoktur. İmamı a'zam Ebû Hanife Hazretleri ve ekser ehli luğat bu ma'nayı ıhtiyar etmişlerdir. Gerçi bulunduğu beldeden diğer bir beldeye çıkarmaya veya darı islâmdan çıkarmaya dahi nefiy denilebilirse de bunun ikisi de mahzurdan salim olmadığı için tecviz olunmamıştır. Çünkü maksad def'ı şerdir. Halbuki bir şekıyyi diğer bir beldeye sevketmek orada bulunan ıbadullahı ızrardan hali olmaz, büs bütün dari islâmdan dari harbe çıkarmak ise harbîlere bir şahsın ilhakını tervic eylemek demek olduğundan hiç câiz olmaz demişlerdir. Maamafih eşhas ve mevakıın ıhtilâfına göre mahzurı mezkûrun vârid olmıyacağı anlaşılırsa diğer bir beldeye nefyin câiz olduğuna kail olanlar da vardır. Ezcümle Ömer İbn-i Abdül'azîz Hazretlerinden bu ma'nâ mervîdir. Mukaddemâ, Tihamenin aksasında «Dehlek», Habeşte «Nâsı'» birer menfâ idi denilmiştir. Lisanımızda da nefiy bu ma'nâya müsta'meldir. Birisi eğer bunlar katl yapmış ve mal almış ve tutulmuş iseler hadleri ikame olunur ve eğer tutulmamış iseler ilel'ebed ta'kıb olunurlar. İşte bu surette nefiyden murad bunların hukûmetten korkarak bir beldeden bir beldeye mütemadiyen kaçıb gitmeleridir.

İkincisi mücerred ıhafe ile kalmış ve katil yapmamış ve mal almamış olanlar dahi mütemadiyen ta'kıb olunur. Fakat tutuldukları zaman ta'zir ve hapsedilirler, bunlar hakkında da nefiyden murad yalnız hapistir. İmamı Şafiînin nefyi böyle iki hale göre i'mal etmesi bizim tahyir ve taksim mes'elesindeki ıhtarımıza şebihtir. Bir de Şafiînin bu ifadesi hapsin had değil, ta'zir mahiyyetinde olduğunu göstermektedir. Filvakı' mıkdarı habis, muayyen olmadığına göre böyle olmak lâzım gelir. Şu halde bunun haddolması aslı habse nazarandır.

İşte Allah’a ve Resulüne muharebe eden ve yer yüzünde fesad için sa'yedenlerin cezaları başka bir şey değil, ya katlolunmak, ya salbolunmak, ya elleri ayakları «min hılâfin» kesilmek veya arzdan nefyolunmaktadır. Fakat bu kasrı ceza mutlak değil, izafîdir. Zira (.........) bu ceza bunların sıfr Dünyadaki zillet-ü rezaletleridir. Bundan başka (.........) bunlar için Âhırette pek büyük bir azab daha vardır. -Ki, o bunların hiç biriyle kabili kıyas değildir.

34

Ancak elinize geçirmezden evvel tevbe edenleri olursa biliniz ki, Allah gafur, rahîmdir

(.........) Ancak sizin kudretiniz kendilerini istilâ etmeden, derdestleri tahakkuk eylemeden evvel tevbe etmiş olanlar müstesnadırlar (.........) o vakıt bilinizki Allah şübhesiz gafur, rahîmdir.- Binaenaleyh bu suretle tevbekâr olanlar hakkında hukukullah da'vası ta'kıb edilmez ve zikrolunan hududdan hiç birisi ikame olunmaz. Ancak hukukı şahsıyye da'vası kalır. Katl yapmışlar ise veresei maktul diler afvederler, diler bilmuhakeme sabit olduktan sonra kısas ettirebilirler. Tevbe ile sakıt olan huküm, katlin hadden vücubı istifasıdır. Cevazı değildir. Kezalik mal almışlar ise mal sahibleri mallarının istirdad veya tazminini taleb ve da'vada muhtardırlar. Sonra gerek böyle ve gerekse harb vaz'ıyyeti almadan sâî bilfesad olanlar hakkında gerek hukukullah ve gerek hukukı ıbad dolayısiyle ülül'emrin bir te ta'zir salâhiyyeti vardır ki, haddi icab edecek dereceye baliğ olmıyan münkerâtta tatbık edilir. Tafsılâtı Fıkha aittir. Kaidei umumiyyesi şudur: (.......) = bir münker irtikâb eden her şahıs ta'zir olunabilir». Şimdi: (.........)

(.........)

35

Ey o bütün îman edenler! Allahdan korkun ve ona yaklaşmağa vesile arayın ve onun yolunda mücahede edin ki, felâha irebilesiniz

(.........) Ey Allah’a ve Resulüne îman edenler! siz o nakzı misak edenlere, o kâfirlere o fasıklara, o sâ'ı bilfesad olanlara benzemeyiniz de (.........) Allah’a ittika ediniz -Allah’ın cezasından, azabından korkunuz, çirkinliklerden sakınınız, şayed bir günâha düşdünüzse hemen tevbe ediniz- zira anladınız ki, gafur rahîm olan Allah’ın azab-ü ıkabı da pek büyüktür. Fakat takvayı yalnız fenalık yapmamaktan ve mücerred kaçınmaktan ıbaret menfi bir haslet telakkı etmeyiniz. Kıssada dinlediniz ki, müttekı Âdem oğlunun kardeşinin tasmim ettiği cinayete karşı bile Allah korkusile elini uzatmak istememesi ve mücerred nasıhat ile iktifa etmesi, kendisini katlden kurtarmağa kâfi gelmedi. Binaenaleyh seyyiattan kaçınmakla iktifa etmeyib tam ma'nasile ittika ediniz de Allah’ın vikayesine girmek ve mağfiret-ü rahmetine irmek için (.........) Allah’a yakınlık için vesile de teharri ediniz. En münasib esbaba teşebbüs ile mahabbeti İlâhiyyeye şayan güzel ameller yapmağa iradenizi sarf eyleyiniz de (.........) ve Allah yolunda, dini islâm uğurunda, tarikı müstakım üzerinde bezli vus' ile mücahede ediniz- enfüsî, afakî mevani-u müşkilâta göğüs gerib hak düşmanlarını yeniniz».

Lisanımızda ma'ruf olduğu üzere «vesile» kendisiyle bir maksuda tevessül olunan, ya'ni tekarrub edilen sebeb, sebebi kurbet demektir ki, «mabihittekarrüb» ma'nâsına sadece kurbet dahi ta'bir olunur. Netekim Hasen, Mücahid, Ata, Abdullah İbn-i Kesir gibi bir çok müfessirîni eslâf» (.........) diye tefsir etmişlerdir. Katade Allah’a tâat ve razı olacağı amel ile tekarrüb ediniz diye anlatmış, Suddî de (.......) = ya'ni istemek ve kurbet» diye ifade etmiştir ki, hem ibtigayi hem vesileyi beyandır. İbn-i zeyd de «mahabbet, Allah’a kendinizi sevdirmeğe çalışınız» demiş ve (.........) âyetini okumuştur. Binaenaleyh hasıli ma'nâ: «Biz mü'miniz Allah bizi mücerred îman ile sever deyib de lâübaliy olmayınız, Allahdan korkunuz, fena ahlâktan ve fena amelden sakınınız, sonra yalnız korkmak ve sakınmakla da kalmayınız iradenizi sarf edib esbaba da teşebbüs ediniz, Allah’ın emirlerini iyfa eyleyiniz ve bununla da kalmayıb Allah’a yaklaşmak için daima vesile arayınız, her fursattan bilistifade kendi gönlünüz ve hüsni ârzunuzla feraız ve

vacibat haricinde güzel güzel işler, rızayı ilâhîye muvafık ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendinizi Allah’a sevdirmek isteyiniz, isteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız» demek olur. Ve bunda (.........) hadîsi kudsîsi mazmununun münderic olduğu zahirdir. «Vesile Cennetde bir menziledir (.......) Hadîs-i şerifi de vesilenin ehemmiyeti Uhreviyyesini nâtıktır. Hasıli vesile lâzımdır. Ve onu bulmak için isteyüb aramak ve tevessül etmek de lâzımdır. Çünkü vesilenin vesilesi de îman ve ittika ile taleb-ü iradedir. Ve şu halde asıl vesile Allah’a kasdı tekarrüb ve ârzuyi tehabbüddür. Ve işte (.........) bu kasd-ü niyyet ile teharri esbabı ve ahlâkı hamîde ve a'mali saliha gibi rızaullaha muvafık vesaili hasene istihzarile ubudiyyet için sayi âmirdir. Ve bunun içindir ki, buna mücahede emri terfık edilmiştir. Îman, ittika ile, ittika, ibtigai vesile ile, ibtigai vesile mücahede ile tekemmül eder. İmdi iymandan sonra bu üç emri iyfa ediniz ve bunlara da inanıb icra eyleyiniz ki, (.........) felâh bulmayı ümid edesiniz.»- Zira:

36

Şübhesiz o küfredenler bütün Arzdaki ve daha bir o kadarı onların olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar kendilerinden kabul edilmez, onlara elîm bir azab vardır

(.........) Hiç şübhe yok ki, o küfredenler (.........) kıyamet gününün azabından fidye verib nefislerini kurtarmak için bilfarz bütün Arzdaki şeylerin mecmuu daha bir misliyle beraber kendilerinin olsa -hepsini feda etmek isterler amma (.........) Kendilerinden kabul olunmaz (.........) ve onlara mahsus elîm bir azab vardır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(Ö :  M :1942  H :1361)

 

ELMALILI - ORİJİNAL - (TÜRKÇE)

 

HANEFî

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç