32
Bu ecilden Beni İsraîle kitabda bildirmiştik ki, her kim
bir nefsi bir nefis mukabili veya yer yüzünde bir fesadı olmaksızın öldürürse
sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur, kim de bir adamın hayatını kurtarırsa
bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur; Celâlim hakkı için Resullerimiz
onlara beyyinelerle geldiler de sonra içlerinden bir çoğu bütün bunların
arkasından hâlâ yer yüzünde fesad ve cinayette israf etmekte bulunuyorlar
(.........) Sırf bundan
dolayı, ya'ni Adam oğlunun kardeşini hem de
salih ve müttekı ve hayrıhah bir kardeşini bile bigayri hakkın öldürmesi bir
emri vakı' ve bu kıssa mazmununun Beni İsraîle bihakkın müntabık olmasından
nâşidir ki, (.........) Beni İsraîl üzerine
şöyle yazdık: ya'ni onlara indirilmiş olan
kitablarda emrimizle şu hukümler yazılıb farz ve kanun kılındı ki,
(.........) her kim nüfusi insaniyyeden bir
nefsi ne kısas icab eden bir katli nefis, ne de Yer yüzünde kanını heder edecek
bir fesad mukabili olmıyarak, ya'ni bu iki
sebebden biri bulunmıyarak katlederse (.........)
bunun kendisi de dahil olduğu halde -bütün nâsı katletmiş gibi olduğu muhakkak»-
Çünkü bigayri hakkın birini katl eden katil, umumiyyet üzere hakkı hayatı
tanımamış, kanların hurmetini, nefislerin ısmetini hetketmiş, katli nefse yol
açmış, sairlerine de cür'et vermiş olur. Binaenaleyh bir kimseyi öldüren herkesi
öldürmüş gibi Allah’ın gazabına ve azabı azîmine müstehık olur da hakkı hayatı
kalmaz, demi heder ve katli vacib ölur. İşte bigayrı hakkın katli nefs böyle bir
zararı ammdır, Bu gibi katillere bâis ve zararı âmmı müstelzim olacak ve asayişi
umumîyi ıhlâl edecek fesad, şekavet ıhtilâl de böyledir. Bunun için böyle bir
katil veya müfsidi katleden herkesi kalt etmiş gibi değil, belki ıhkakı
hakketmiş veya bir tahlıs yapmış olur. (.........)
her kim de bir nefsi ihya eder ya'ni afvetmek
veya katline mani' olmak veya her hangi
bir sebebi helâkten kurtarmak suretile bakai hayatına sebeb
olursa (.........) sanki insanların cemi'sini
ihya etmiş, birine yaptığını -kendisi de dahil olduğu halde- hepsine yapmış gibi
olur.». Ma'lûmdur ki, her hangi bir teşbih, muşebebeh ile müşebbehünbihin her
cihette ve cemi'ı ahkâmda müsavi olmalarını ıktıza etmez. Binaenaleyh bundan
umuma müteallık olan katil veya ihyanın bir kişiye müteallık katl-ü ihyadan hiç
bir veçhile farkı yoktur demek anlaşılmamalıdır. Her iki fıkradeki teşbihlerden
maksad, katli nefsin zararı, ihyai nefsin de menfaati âmm olduğunu vazıhan
anlatmak ve binaenaleyh katle karşı kısasan ve yer yüzünde fesad cürmüne karşı
cezaen katl-ü ı'damın meşruiyyetini tesbit ile katle taarruzdan terhib ve
muhafazai hayata tergibdir. Fakat burada iki sual vardır:
Evvelâ Beni İsraîle bu
ahkâmın yazılıb vacib olması niçin (.........)
olsun? Vaktile Kabilin Habili o suretle öldürmüş olması Beni İsraîle bu ahkâmın
vücubı için ne münasebetle sebeb-ü ıllet olabiliyor? Bunu Beni İsraîle tahsısın
vechi nedir? (.........) buyurulmak lâzım
gelmez mi idi? İşte bundan dolayı Hasen ve Dahhâk mezkûr kıssadaki katlin bizzat
Hazret-i Âdem’in iki sulbî oğulları arasında değil, Beni İsraîlde vuku'
bulduğuna ve iki Âdem oğlundan murad Beni İsrâilden iki kişi demek olduğuna ve
Beni İsraîlde böyle bir katil vak'asının vukuu bu ahkâmın nüzulü için bir sebebi
mahsus teşkil ettiğine zahib olmuştu. Fakat Cumhurın
beyanına göre kıssa böyle değildir. O halde bunu şöyle anlamak lâzım gelir:
(.........) kıssaya değil, kıssanın
manzumunundaki maanii müessireye raci'dir. Şöyle ki, insan öldürmek haddi
zatında büyük bir zulüm ve netaici husran-ü nedametten başka bir şey olmıyan
büyük bir cinayettir. İnsan olanların bundan son derece sakınmaları icab eder.
Halbuki beşeriyyetle bu zulüm emri vakı'dir. Hattâ iki Âdem
oğlunun biri iyi bir kardeşine bu zulmü pek hazîn bir surette yapmış ve felâketi
dillere destan olmuştur. Bu evvelâ bir kasdi
menfaatten değil, mücerred bir kasdi ızrardan, bir hased-ü nefsaniyyetten neş'et
etmiş, hem de ihtirasın galeyanına müsaid bir hal içinde değil. Allah’a
arzedilen bir ibadetin, bir kurban takdim etmenin kabul edilib edilmemesinden ve
Allah’ın iradesine razı olmamak daıyesinden neş'et eden bir hased, bir hased ki,
buna karşı en yüksek bir hissi takvâ ile ibraz edilen hayırhahlık,
müsalemetperverlik ve insanlığın her türlü hissiyyatı necibesini gıcıklamaya
kâfi gelecek olan en ahlâkî, en akılâne nasayıh ve tahziratı ma'neviyye asla
müfid olmuyor. Bil'âkis bütün bunları cinayetin esbabı müşevvikası yerine
koyuyor. Kendine karşı elini kaldırmiyan, kaldırmak istemiyen ve iyi bir kardeş
olmaktan başka bir arzu beslemeyen o güzel kardeşine, «seni öldürmek ne kolay,
ne tatlı şeymiş» diyerek saldırıb kıydırıyor. Sonra da husranlara, nedametlere
düşürüyor ve öyle bir hali felâkete getiriyor ki, mukaddema o yüksek kardeşinin
sarıh ve vazıh nasayih-ü irşadatını dinlemiyen o kafa emri İlâhî ile en sonunda
ciyfeler arkasında dolaşan bir karganın harekâtından eyvahlar çekerek dersi
intibah almağa ve ona gıbtalar ederek nedametler çekmeğe mecbur oluyor. İşte
beşeriyyette katli nefis cinayetinin bir emri vakı' olmasından naşı buna karşı
mukavemet ve kısas sureti umumiyyede bir hakkı meşru' olduğu gibi bilhassa bu
vak'a veya bu kıssada cinayete saik olan ve icrasını teshil eden haleti ruhiyye,
ezcümle hased-ü nefsaniyyet ve mukavemeti fi'liyye olmadığı zaman tatvi'ı
cinayet hasleti Beni İsraîlde pek bariz ve kıssanın mazmunu bunların ahvaline
temamen mutabık olduğundan dolayı bunlar hakkında daha ziyade ahkâmı şedîde
inzal buyurulmuş, hem kısas hem de
(.........) cürmüne karşı
i'dam cezası farz kılınmış, ferdin hakkı hayatı, umumun hakkı hayatına müsavi ve
ferdi tahlıs umumu tahlıs ma'nâsında olduğu anlatılmıştır. Acaba bunlarda hâlâ
bu haleti ruhiyye mevcud mudur? Binaenaleyh bu şiddete hâlâ lüzum var mıdır? Ve
bu huküm elyevm cari olmalı mıdır? Yoksa mücerred nasıhat kâfi midir?
(.........) alimallah bunlara bizim nice
Resullerimiz beyyinat ile geldiler, bu babda açık ve kat'î bürhanlarla beyanatta
bulundular (.........) ba'dehu bunların bir
çoğu bundan sonra da (.........) yer yüzünde
hâlâ israf etmekte, fursat bulundukça katl-ü fesadda bîpervâ ifrat
eylemektedirler.»- Hattâ bundan sonradır ki,
Peygamberleri öldürmeğe kalkıştılar ve nice nice ıhtilâller
çıkardılar. Binaenaleyh Arz üzerinde bunlar ve bu gibi müsrifler mevcud oldukça
bunlara karşı yalnız beyyinatı kavliyye ve Uhreviyye ile iktifa olunmayıb
beyyinatı fi'liyye olan ahkâmı şedîde tatbikı umum insanların hakkı hayatın
sıyanet ve yer yüzünde icrayı fesada mümanaat etmek için her zaman bir kanunı
haktır. Filvakı': (.........)
(.........)
Bu âyetin sebeb-i nüzulü
hakkındaki rivayetler şunlardır:
1- Ehli kitâbdan bir kavm hakkında nâzil olmuştur ki,
Hazret-i Peygamber ile beyinlerinde
ahd-ü misak akdetmişlerdi, nakzı ahdettiler ve yol kesib yer yüzünde fesad
yapmağa kalkıştılar. [İbn-i Abbastan bir
rivayet]
2- Müşrikîn hakkında nâzil olmuştur.
(İkrimeden ve Hasenî basrîden ve Atadan rivayet).
3- Vak'aları meşhur olan Ureyneliler hakkında nâzil
olmuştur ki, Ukül, Ureyne ve Beciyleden bir kısım halk yoksulluk ve hastalık
içinde oldukları halde Medineye gelmişler, izharı islâm eylemişler,
Resulullah kendilerini zekâttan toplanan
beytülmal develerinin ra'y olundukları mahalle gönderek bunların sütlerinden
içib geçinmelerini ve marazlarını da bu develerin siydikleriyle tedavi
etmelerini emretmiş, varmışlar. Bir müddet sonra temamen kesbi sıhhat edib
iyileştikten sonra irtidad etmişler, çobanları öldürüb develeri sürmüşler ve
yolları kesib ırza da tecavuz ederek kaçmışlar, fakat ta'kıb olunub
yakalanmışlardı (Enes İbn-i Malik, Urve İbnizzübeyr ve
daha ba'zı zevattan rivayet).
4- Ebû bürde dahi denilen Hilâl İbn-i Uveymiri eslemînin
kavmı hakkında nâzil olmuştur ki, Resulullah
bu Hilâl ile «ne lehine ne aleyhine muavenet etmemek, ona gelen müslimanlar
emanlı olub heyecana düşürülmemek, kezalik her kim
Resulullaha gitmek üzere Hilâla uğrarsa
emanlı olub heyecana düşürülmemek» üzere akdi müvadea etmiş idi. Bir gün Beni
kinaneden bir kısım halk müsliman olmak maksadile gelirken Hilâlın kavmine
uğramış, o gün de Hilâl orada yokmuş, kavmi tutmuşlar bunların yollarını
kesmişler ve kendilerini katledib mallarını almışlardı. Bu rivayetlerin
mecmuundan anlaşıldığı üzere âyetin nuzulü her halde kat'ı tarık şekavetile
alâkadardır. Fakat ba'zıları bu hukmün küffara mahsus olduğuna, ba'zıları da
füssakı müslimîne dahi şamil bulunduğuna kail olmuşlardır ki, ekser Fukahanın
kavli de budur.
Resulullaha
muharebe aklen ve adeten mümkin olabilirse de Allah ile muharebe ne aklen ne de
şer'an mümkin olmadığından her halde mecazdır. Halbuki bir lâfzın hem hakıkat
hem mecaz olması caiz olamaz. Binaenaleyh burada muharebe hem Allah’a ve hem
Resulüne taallûku i'tibariyle mecaz olmak lâzım gelir. Şu halde muharebe lâfzı
ya Allah ve resulünün evamir-ü ahkâmına muhalefetten mecazdır. Veya o evamir-ü
ahkâmı tatbik ve icra eden İbadullaha muharebeden mecazdır. Sonra bu muharebenin
ma'nâyı ma'rufile açık muharebe olmadığı da
gerek siyaktan ve gerekse esbabı nüzulden anlaşılmaktadır.
Zira görülüyor ki, bunda esaret ve cizye gibi ahkâm yoktur. Ekser
Müfessirîn ve
Fukaha harbin aslı bir selb ma'nâsını mütezammın olmak i'tibariyle bu
muharebeden murad kat'ı tarık demek olduğunu beyan etmişler ve buna sirkati
kübrâ namını vermişlerdir. Ba'Zıları da gerek şehir haricinde ve gerek dahilinde
olsun (.........)
ya'ni açıktan hırsızlığa cür'et demişlerdir. Bu ma'nâlar ise harbîi
Mehız, müste'min muahid, zimmî, küffardan vakı' olabileceği gibi fesekai
müslimîn tarafından da olabilir. Velhasıl bunlar, yekdiğerini himaye ederek
toplanıb bir kuvvei mânia teşkil eyliyen ve bu suretle gerek müslimanların ve
gerek islâm tabi'ıyyet veya ahdında bulunanların canlarına veya mallarına veya
ırzlarına kasd ve asayişlerini ıhlâl eyliyen şekaveti ictimaiyye ve siyasiyye
erbabıdır. Ve bu âyette bunların cezası olan haddi şer'î beyan olunmuştur. Şöyle
ki,
33
Fakat Allah’a ve Resulüne harbetmeğe kalkışan ve Yer
yüzünde fesada çalışanların cezası, taktil olunmalarından veya asılmalarından
veya ellerinin ayaklarının çapraz kesilmesinden veya bulundukları yerden
nefyedilmelerinden başka bir şey olmaz. Bu onlara Dünyada çekecekleri bir
zillettir, Âhırette ise kendilerine azîm bir azâb vardır
(.........) Allah’a ve
Resulüne muharebe eden -ya'ni Allah’ın ve
Resulünün evamir-ü ahkâmına fi'len muhalefet ile Allah’a ve
Resulullaha harb vaz'ıyyeti alan
(.........) ve Yer yüzünde fesad için
sa'yeyleyen- cana veya mala veya ırza tesallut veya hars-ü nesli ihlâke teşebbüs
ve tesebbüb ile nizamı hakkı ve asayişi halkı ıhlâl ve ifsad için çalışan
kimselerin cürümlerinin derecelerine göre cezaları şundan ıbarettir:
(.........) Taktil
edilmeleri -
Ya'ni katil yapmışlar ise
kısasan değil, afvi caiz olmamak üzer hadden katledilmeleri
(.........) veya taslib olunmaları-
ya'ni hem katil yapmışlar, hem de mal almış
veya ırza tecavüz etmişlerse hayyen salbedilib süngü ile katlolunarak, yahud
katlolunduktan sonra meyyiten salbedilerek teşhir
edilmeleri (.........)
veya ellerinin ve ayaklarını çapraz kesilmesi -ya'ni
katl yapmamışlar da yalnız mal almışlar ise biri sağdan biri soldan olmak üzere
birer ellerile birer ayaklarının kesilmesi (.........)
veya Arzdan nefyedilmeleri- ya'ni bunların hiç
birini yapmış olmayıb yalnız yolu tehdid etmişler ise yer yüzünden
nefyolunmaları- habsedilmeleri veya bulundukları yerden diğer bir yere
sürülmeleri.».İşte Allah’a ve Resulüne harb vaz'ıyeti alarak teşhiri silâh edib
sâıy bil'fesad olanların derecelerine göre muayyen olan cezaları,
ya'ni haddi şer'îleri bu suretle taktil veya
taslib veya taktı' veya nefiyden ibarettir. Ma'lûmdur ki, Her hangi bir harbin
mahiyyeti bu dördün birinden hâli kalmaz ve bu cezalar bunların iltizam
ettikleri ef'alin lâzımı mahiyyeti olarak bihakkın mukabilleridir. Atâdan,
Katadeden, Hasenden buradaki terdidlerin, ya'ni
(.........) harfi atfinin tahyir için olduğuna
dair ba'zı rivayetler vardır. Buna nazaran veliyyülemir bunlara bu dört cezadan
birini tatbika mecbur, fakat ıktızayı maslâhata göre bunlardan birinin
ta'yininde muhayyerdir demek olur. Lâkin Cumhur
bunun gerek rivayeten ve gerek dirayeten doğru olmadığını ve terdidin tahyir
için değil, balâda gösterildiği üzere derecati cürme göre tevzi-ü taksim için
olduğunu ve binaenaleyh veliyyülemrin bu babda hakkı hıyarı olmayıb cürmün
derecesine göre ikame haddile mükellef bulunduğunu, meselâ habsi lâzım geleni
katı', kat'ı lâzım geleni katil ve yalnız katli lâzım geleni salb edemeyeceği
gibi bunun aksini de yapamayacağını ve hiç bir vechle hakkı afvi olmadığını
beyan etmişlerdir. Filvakı' katili habs ile iktifa ve katil olmıyanı salb
edebilmek gibi rivayeten ve dirayeten gayrı ma'kul bir tahyir ma'nâsının butlanı
aşikârdır. Fakat biz burada şunu söyliye biliriz ki,
(.........) haddi zatında tahyîre ve taksime muhtemildir. Gerçi burada
taksim ve tevzi' rivayeten ve dirayeten müreccah ve muhtardır. Fakat bununla
tahyîr ıhtimalinin alel'ıtlak bâtıl ve sakıt olması da lâzım gelmez. Çünkü nefyi
kat'a, kat'ı katle, katli salbe çıkarabilecek vechile teşdidi ceza suretinde bir
tahyir aslâ câiz olamamakla beraber bil'akis salbi katle, katli kat'a kat'ı
habse tenzil edebilecek veçhile tahfifi ceza suretinde bir hayır ve bir
salâhiyyet mülâhaza edilmesi ma'kul ve mümkindir. Tahyir ıhtimali haddi zatında
mevcud ve ba'zı rivayetle de merviy olduğu halde bu imkân büsbütün inkâr
edilemez ve edilmeyince de zaten (.........)
olduğu cihetle ıhtilâfı hal-ü zemana göre muhaffifi ceza olmak üzere ladelıktıza
bu ıhtimali dahi ı'mal etmek sahih olabilecektir. Bu ma'nâ bir lâfzı ayni
zemanda hem tahyir hem de tenvîa hamlederek iki ma'nayı bir delâlette cem' etmek
değil, muhtalif ahval ve muhtelif zamanlara göre iki ma'nayı bilmünavebe
mülâhaza ederek bir nevi' tahyire muhtemil taksim ile
(.........) her şüpheden âri bir ma'nâ ahzetmektir ki, hem haddin
ma'nâsına hem o kavaidi umumiyyeden olan tahfif ahkâmına pek muvafıktır.
Malûmdur ki, salbin asıl ma'nası kollarından bir yere
germektir. Netekim Salib bundan me'huzdur. İmamı
Şafiî Hazretlerinin salbin meyten yapılmasını,
ya'ni evvelâ katledilib müsliman ise
namazı da kılındıktan sonra salb-ü teşhir olunmasını tercih eylemiştir ki, erfak
olduğunda şüphe yoktur. Arzdan nefye gelince: esasen nefiy, ı'dam ma'nasına
olmadığı zahirdir. O halde berhayat olan bir kimsenin bütün Arzdan nefyi ancak
habs demek olabilir ki, lisanı Arabda nefiy bu ma'nâya da müsta'mel olduğunda
ıhtilâf yoktur. İmamı a'zam Ebû Hanife
Hazretleri ve ekser ehli luğat bu ma'nayı ıhtiyar etmişlerdir. Gerçi bulunduğu
beldeden diğer bir beldeye çıkarmaya veya darı islâmdan çıkarmaya dahi nefiy
denilebilirse de bunun ikisi de mahzurdan salim olmadığı için tecviz
olunmamıştır. Çünkü maksad def'ı şerdir. Halbuki bir şekıyyi diğer bir beldeye
sevketmek orada bulunan ıbadullahı ızrardan hali olmaz, büs bütün dari islâmdan
dari harbe çıkarmak ise harbîlere bir şahsın ilhakını tervic eylemek demek
olduğundan hiç câiz olmaz demişlerdir. Maamafih eşhas ve mevakıın ıhtilâfına
göre mahzurı mezkûrun vârid olmıyacağı anlaşılırsa diğer bir beldeye nefyin câiz
olduğuna kail olanlar da vardır. Ezcümle Ömer İbn-i Abdül'azîz Hazretlerinden bu
ma'nâ mervîdir. Mukaddemâ, Tihamenin aksasında «Dehlek», Habeşte «Nâsı'» birer
menfâ idi denilmiştir. Lisanımızda da nefiy bu ma'nâya müsta'meldir.
Birisi eğer bunlar katl yapmış ve mal almış ve
tutulmuş iseler hadleri ikame olunur ve eğer tutulmamış iseler ilel'ebed ta'kıb
olunurlar. İşte bu surette nefiyden murad bunların hukûmetten korkarak bir
beldeden bir beldeye mütemadiyen kaçıb gitmeleridir.
İkincisi mücerred ıhafe
ile kalmış ve katil yapmamış ve mal almamış olanlar dahi mütemadiyen ta'kıb
olunur. Fakat tutuldukları zaman ta'zir ve hapsedilirler, bunlar hakkında da
nefiyden murad yalnız hapistir. İmamı Şafiînin
nefyi böyle iki hale göre i'mal etmesi bizim tahyir ve taksim mes'elesindeki
ıhtarımıza şebihtir. Bir de Şafiînin bu
ifadesi hapsin had değil, ta'zir mahiyyetinde olduğunu göstermektedir. Filvakı'
mıkdarı habis, muayyen olmadığına göre böyle olmak lâzım gelir. Şu halde bunun
haddolması aslı habse nazarandır.
İşte Allah’a ve Resulüne muharebe eden ve yer yüzünde fesad
için sa'yedenlerin cezaları başka bir şey değil, ya katlolunmak, ya salbolunmak,
ya elleri ayakları «min hılâfin» kesilmek veya arzdan nefyolunmaktadır. Fakat bu
kasrı ceza mutlak değil, izafîdir. Zira (.........)
bu ceza bunların sıfr Dünyadaki zillet-ü rezaletleridir. Bundan başka
(.........) bunlar için Âhırette pek büyük bir
azab daha vardır. -Ki, o bunların hiç biriyle kabili kıyas değildir.
34
Ancak elinize geçirmezden evvel tevbe edenleri olursa
biliniz ki, Allah gafur, rahîmdir
(.........) Ancak sizin
kudretiniz kendilerini istilâ etmeden, derdestleri tahakkuk eylemeden evvel
tevbe etmiş olanlar müstesnadırlar (.........)
o vakıt bilinizki Allah şübhesiz gafur, rahîmdir.- Binaenaleyh bu suretle
tevbekâr olanlar hakkında hukukullah da'vası ta'kıb edilmez ve zikrolunan
hududdan hiç birisi ikame olunmaz. Ancak hukukı şahsıyye da'vası kalır. Katl
yapmışlar ise veresei maktul diler afvederler, diler bilmuhakeme sabit olduktan
sonra kısas ettirebilirler. Tevbe ile sakıt olan huküm, katlin hadden vücubı
istifasıdır. Cevazı değildir. Kezalik mal almışlar ise mal sahibleri mallarının
istirdad veya tazminini taleb ve da'vada muhtardırlar. Sonra gerek böyle ve
gerekse harb vaz'ıyyeti almadan sâî bilfesad olanlar hakkında gerek hukukullah
ve gerek hukukı ıbad dolayısiyle ülül'emrin bir te ta'zir salâhiyyeti vardır ki,
haddi icab edecek dereceye baliğ olmıyan münkerâtta tatbık edilir. Tafsılâtı
Fıkha aittir. Kaidei umumiyyesi şudur: (.......)
= bir münker irtikâb eden her şahıs ta'zir olunabilir». Şimdi:
(.........)
(.........)
35
Ey o bütün îman edenler! Allahdan korkun ve ona yaklaşmağa
vesile arayın ve onun yolunda mücahede edin ki, felâha irebilesiniz
(.........) Ey Allah’a ve
Resulüne îman edenler! siz o nakzı misak edenlere, o kâfirlere o fasıklara, o
sâ'ı bilfesad olanlara benzemeyiniz de (.........)
Allah’a ittika ediniz -Allah’ın cezasından, azabından korkunuz, çirkinliklerden
sakınınız, şayed bir günâha düşdünüzse hemen tevbe ediniz- zira anladınız ki,
gafur rahîm olan Allah’ın azab-ü ıkabı da pek büyüktür. Fakat takvayı yalnız
fenalık yapmamaktan ve mücerred kaçınmaktan ıbaret menfi bir haslet telakkı
etmeyiniz. Kıssada dinlediniz ki, müttekı Âdem oğlunun kardeşinin tasmim ettiği
cinayete karşı bile Allah korkusile elini uzatmak istememesi ve mücerred nasıhat
ile iktifa etmesi, kendisini katlden kurtarmağa kâfi gelmedi. Binaenaleyh
seyyiattan kaçınmakla iktifa etmeyib tam ma'nasile ittika ediniz de Allah’ın
vikayesine girmek ve mağfiret-ü rahmetine irmek için
(.........) Allah’a yakınlık için vesile de teharri ediniz. En münasib
esbaba teşebbüs ile mahabbeti İlâhiyyeye şayan güzel ameller yapmağa iradenizi
sarf eyleyiniz de (.........) ve Allah yolunda,
dini islâm uğurunda, tarikı müstakım üzerinde bezli vus' ile mücahede ediniz-
enfüsî, afakî mevani-u müşkilâta göğüs gerib hak düşmanlarını yeniniz».
Lisanımızda ma'ruf olduğu üzere «vesile» kendisiyle bir
maksuda tevessül olunan, ya'ni tekarrub edilen
sebeb, sebebi kurbet demektir ki, «mabihittekarrüb» ma'nâsına sadece kurbet dahi
ta'bir olunur. Netekim Hasen, Mücahid, Ata,
Abdullah İbn-i Kesir gibi bir çok müfessirîni
eslâf» (.........) diye tefsir etmişlerdir.
Katade Allah’a tâat ve razı olacağı amel ile tekarrüb ediniz diye anlatmış,
Suddî de (.......) =
ya'ni istemek ve kurbet» diye ifade etmiştir ki, hem ibtigayi hem
vesileyi beyandır. İbn-i zeyd de «mahabbet, Allah’a kendinizi sevdirmeğe
çalışınız» demiş ve (.........) âyetini
okumuştur. Binaenaleyh hasıli ma'nâ: «Biz mü'miniz Allah bizi mücerred îman ile
sever deyib de lâübaliy olmayınız, Allahdan korkunuz, fena ahlâktan ve fena
amelden sakınınız, sonra yalnız korkmak ve sakınmakla da kalmayınız iradenizi
sarf edib esbaba da teşebbüs ediniz, Allah’ın emirlerini iyfa eyleyiniz ve
bununla da kalmayıb Allah’a yaklaşmak için daima vesile arayınız, her fursattan
bilistifade kendi gönlünüz ve hüsni ârzunuzla feraız ve
vacibat haricinde güzel güzel işler, rızayı ilâhîye muvafık
ameller yaparak kendi tarafınızdan da kendinizi Allah’a sevdirmek isteyiniz,
isteyerek, yalvararak çalışınız ve uğraşınız» demek olur. Ve bunda
(.........) hadîsi kudsîsi mazmununun münderic
olduğu zahirdir. «Vesile Cennetde bir menziledir
(.......) Hadîs-i şerifi de vesilenin ehemmiyeti Uhreviyyesini nâtıktır.
Hasıli vesile lâzımdır. Ve onu bulmak için isteyüb aramak ve tevessül etmek de
lâzımdır. Çünkü vesilenin vesilesi de îman ve ittika ile taleb-ü iradedir. Ve şu
halde asıl vesile Allah’a kasdı tekarrüb ve ârzuyi tehabbüddür. Ve işte
(.........) bu kasd-ü niyyet ile teharri esbabı
ve ahlâkı hamîde ve a'mali saliha gibi rızaullaha muvafık vesaili hasene
istihzarile ubudiyyet için sayi âmirdir. Ve bunun içindir ki, buna mücahede emri
terfık edilmiştir. Îman, ittika ile, ittika, ibtigai vesile ile, ibtigai vesile
mücahede ile tekemmül eder. İmdi iymandan sonra bu üç emri iyfa ediniz ve
bunlara da inanıb icra eyleyiniz ki, (.........)
felâh bulmayı ümid edesiniz.»- Zira:
36
Şübhesiz o küfredenler bütün Arzdaki ve daha bir o kadarı
onların olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için fidye verecek olsalar
kendilerinden kabul edilmez, onlara elîm bir azab vardır
(.........) Hiç şübhe yok
ki, o küfredenler (.........) kıyamet gününün
azabından fidye verib nefislerini kurtarmak için bilfarz bütün Arzdaki şeylerin
mecmuu daha bir misliyle beraber kendilerinin olsa -hepsini feda etmek isterler
amma (.........) Kendilerinden kabul olunmaz
(.........) ve onlara mahsus elîm bir azab
vardır.
|