Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

83

 

004 - NİSÂ' SÛRESİ

 

CÜZ :

5

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

34

Erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. Bunun sebebi, Allah'ın onlardan bazısını bazısından üstün kılması bir de erkeklerin, harcamaları kendi mallarından yapmalarıdır. İyi kadınlar, itaatkâr olanlar ve Allah'ın, korunmasını emrettiği şeyleri, kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Size karşı gelmelerinden korktuğunuz kadınlara nasihat edin. Yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse aleyhlerine başka bir yol aramayın. Şüphesiz ki Allah, yücedir, büyüktür .

Erkekler, kadınları terbiye etme, idare etme gibi hususlarda onlar üzerine hakimlerdir. Erkeklerin bu hakimiyeti, Allah'ın, erkekleri vücutça kadınlardan daha güçlü olarak yaratması ve evin geçimini erkeğe yüklemesindendir. Saliha kadınlar kocalarına itaat ederler. Kocaları evlerinde bulunmadığı zamanlarda da namuslarını korurlar. Onların böyle yapması, Allah'ın onları bu şekilde yaratarak korumasmdandır. Onlar, kocalarının mallarını boş yere harcamazlar. Size karşı gelmelerinden korktuğunuz kadınlara Allah’ı hatırlatarak, ondan korkmasını söyleyerek nasihatta bulunun. Yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse onları ağır bir şekilde olmamak üzere dövün. Şâyet bundan sonra size itaat ederlerse artık onlara eziyet vermek için başka bir yola başvurmayın. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür. Kadınlara haksızlık ettiğiniz takdirde onların haklarını sizden alır.

Âyet-i kerime’de "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, erkeklerin, kadınları terbiyede, onları, Allah'ın üzerlerine farz kıldığı haklarını yerine getirmelerinde sevk ve idare etmeleridir. Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "Erkekler kadınların üzerine hakimdirler, âmirdirler. Kadınlar, Allah'ın, îtaat etmelerini emrettiği hususlarda erkeklere itaat etmek durumundadırlar. Bu da kadının, erkeğin ailesine iyi davranması ve onun malını muhaza etmesidir. Erkeğin kadından üs tünlüğü ise kadını bakma yükümlülüğünde olması ve geçimi sağlamak için ça lışmasıdır.

Hasan-ı Basri, Katade ve İbn-i Cüreyc bu âyetin, karısını döven bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Hasan-ı Basri diyor ki: "Bir adam karısını dövdü. Kadın Resûlüllah’a gelip kocasını şikâyet etti. Resûlüllah da kocasına kısas uygulamak istedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." âyetini indirdi. Resûlüllah adamı çağırıp âyeti ona oku du ve buyurdu ki: "Ben bir şey yapmak istemiştim ama Allah daha başkasını di ledi."

Zühri bu âyeti gözönünde bulundurarak "Koca ile kan arasında cana kıy ma sözkonusu olmadıkça kısas yoktur." demiştir. Yani koca karısını öldürmedikçe, karısını dövmesinden dolayı kendisine kısas yapılamaz."

Âyet-i kerime’de iyi hanımların sıfatları belirtilirken şu sıfatlar zikredilmiştir. "Salihat" Bu ifadeden maksat, "Dinleri hususunda doğru olan ve iyi amel işleyenler." demektir."Kanitat" Bu ifadeden maksat, ise Katade, Mücahid, Abdullah b. Abbas, Süddi ve Slifyan es-Sevriye göre "İtaatkâr olanlar" demektir."Hafızanın Lilğayb" Bu ifadeden maksat ise "Kocalarının, yanlarında bulunmadığı sırada, kendilerini namahremlerden ve kocalarının mallarını da başkalarından koruyanlar" demektir.

Resûlüllah, saliha kadınları vasıflandırarak bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

"Kişinin sahip olduğu şeylerin en hayırlısını size bildireyim mi? O şey saliha bir kadındır. Kocası kendisine baktığında onu sevindirir. Emrettiğinde itaat eder. Yanında bulunmadığında da namusunu ve malını muhafaza eder. Ebû Davud, K. ez-Zekât, bab: 32, Hadis No: 1644 / ibn-i Mace, K. en-Nikâh, bab: 5 Hadis No: 1857

Âyeti kerime, saliha kadınları zikretmiş ve mü’minlere üstü kapalı bir şe kilde bunlara iyi davranmalarını emretmiş ve bunlardan itaatsiz olanların da cezalandırılmalarını beyan etmiştir.

Âyet-i kerime’de: "Size karşı gelmelerinden korktuğunuz kadınlara nasi hat edin." buyurulmaktadır. Burada zikredilen "Korktuğunuz" fiilinin, bir kısım müfessirler tarafından "Bildiğiniz" mânâsında olduğu zikredilmiştir. Buna göre erkeklerin, sırf kanaatleriyle değil kadınların itaatsizliklerini fiilen bilmeleriyle onlara öğüt vermeleri söz konusudur.

Muhammed b. Ka'b ise burada zikredilen "Korkmak"tan maksadın "Se zinlemek" olduğunu söylemiştir.

Âyette geçen ve "Karşı gelme" diye tercüme edilen kelimesi nin asıl mânâsı "Bir şeyin diğerinden yüksek olmasıdır." Buradaki mânâsı ise:

"Kadının, kocasına karşı itaatsiz olması ve ona buğuz etmesidir." Âyet-i kerime’de, böyle oldukları hissedilen kadınlara nasihat edilmesi emredilmektedir. Bu nasihattan maksat ise kadınlara, Allah’tan korkmaların ve kocalarına karşı gelerek Allah'ın haram kıldığı bir şeyi yaptıkları takdirde günah işlediklerini kendilerine bildirmektedir.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Yataklarından ayrılın." diye tercüme edilen ifadesi, Abdullah b. Abbas ve Said b. Cübeyr tarafından "Yataklan içinde onlardan uzak durun." Yani aynı yatakta yatmakla birlikte onlarla cinsi münasebette bulunmayın." şeklinde izah edilmiştir.

Yine Abdullah b. Abbas ve Said b. Cübeyrden nakledilen diğer bir görü şe göre bu ifadeden maksat, "Yataklarınızdan uzak durduklarından dolayı onlar la konuşmayı kesin ki onlar tekrar yataklarınıza dönmek zorunda kalsınlar." de mektir.

Mücahid, Şa'bi, İbrahim en-Nehai, Miksem, Muhammed b. Ka'b el-Kurezi ve Katadeye göre ise bu ifadeden maksat, "Onların yataklarını terkedin ve onlarla birlikte yatmayın." demektir.

Yine Abdullah b. Abbas, İkrime ve Ebudduhadan nakledilen diğer bir gö rüşe göre bu ifadeden maksat, "Kadınların, sizin yataklarınızı terketmelerinden dolayı onlara ağır sözler söyleyin." demektir.

Taberi diyor ki: “kelimesinin kökü mastarının Arapçada üç mânâsı vardır. Birincisi, bir kişinin diğeri ile konuşmasıdır. Diğer mânâsı, bir kimsenin diğeri ile lüzumsuz yere ve çokça konuşmasıdır. Üçüncü bir mânâsıise "Deveyi iple ayağından bağlamaktır." Kaba konuşma mânâsı ifa de edilmek istendiğinde bu kelime dört harfli olarak kullanılır ve denir. Âyette geçen bu kelime üç harfli kökten türetildiğine göre bu kelimenin, yukarı da zikredilen üç mânânın dışında bir mânâ ifade etmesi mümkün değildir.

Allahü teâlâ, itaatsizliği hissedilen kadına ilk önce, kocasının, üzerinde bu lunan haklarını yerine getirmesi için kendisine öğütte bulunmasını emretmiştir. Bundan sonra da kadına karşı belli bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Bu itibarla kadını düzeltmek için öğütte bulunulması emredildikten sonra onlarla cinsi temas yapılmamasının veya onlarla konuşmayı kesmenin emredilmiş oldu ğunu söylemek elbette ki isabetli değildir. Aksi takdirde bir taraftan onlara, va zifelerini yerine getirmelerine dair öğütte bulunulması emredilmiş olur diğer ta raftan da onların, vazifelerini yerine getirmelerine engel olunması emredilmiş olur. Ayrıca Resûlüllah bir müslümanm diğer müslüman kardeşiyle üç günden fazla dargın durmasının helal olmadığını beyan etmiştir. Hatta dargın durma ha li helal bile olsaydı erkeğin karısıyla konuşmamasının bir faydası olmazdı. Zira bu halde kadın erkeğe karşı itaatsiz durumdadır. Erkeğin onunla konuşmaması onu rahatsız etmez bilakis memnun eder. Onunla cinsi münasebette bulunmada böyledir. O halde kanst kendisine buğuz eden bir erkeğe, onun buğuzunu artıra cak şekilde davranmasının emredilmiş olduğu nasıl düşünülebilir? Madem ki kelimesini, "Konuşmama ve cinsi münasebette bulunmama." şeklinde yorumlamak doğru değildir o halde kelimeyi, "Bağlamak" mânâsına almak ve bu ifadeden maksadın da "Siz, karılarınızı, yatıp kalktıkları evlere bağlayın." demek olduğunu söylemek daha isabetlidir. Nitekim bu hususta Resûlüllahtan nakledilen şu hadis-i şerifler, âyetin bu bölümünün mânâsının, tercih ettiğimiz şekilde olduğuna işaret etmektedir. Hakim b. Muaviye el-Kuşeyri diyor ki:

"Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizden birimizin karısının üzerinde bulu nan hakkı nedir? Resûlüllah buyurdu ki: "Yediğin zama onu yedirmen giydiğin zaman da onu giydirmen, yüzüne vurmaman, onu takbih etmemen (aşağılama man) ve ev hariç ondan uzak durmamalıdır. Ebû Davud, K. en-Nikah, bab: 42, Hadis No: 2142 / İbn-i Mâce K. en-Nikah, bah: 3, Hadis No: 1850

Diğer bir Rivâyette Muaviye el-Kuşeyri diyor ki: "Dedim ki: "

"Ey Allah'ın Resulü, karılarımıza karşı neyi yapıp neyi yapmamamız ge rekir?" Resûlüllah buyurdu ki: "Kadınlar sizin tarlanızdır. Sen tarlana dilediğin şekilde yaklaş. Yediğinden onu yedir, giydiğinden onu giydir. Fakat onun yüzü nün çirkin olduğunu söyleme. Ve onu dövme. Ebsu Davud, K. en-Nikah, bab: 42, Hadis No: 2143

Hasan-ı Basri demiştir ki: "Kadın kocasına itaatsizlik ettiği zaman koca ona iyilikle öğüt versin. Eğer kabul ederse mesele yoktur. Aksi takdirde koca onu ağır olmayacak bir şekilde dövsün. Şâyet kadın, normal haline dönecek olursa mesele yoktur. Yine de düzelmezse kocanın ondan bir şeyler alarak onu boşaması helaldir.

Âyet-i kerime’de "Onları dövün." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Kadınların size itaatsizlik etmeleri halinde önce onlara dilinizle nasihat edin. Yine ısrar ederlerse bu defa onları evlerine bağlayın ve onları dövün ki Allah’ın kendilerine farz kıldığı itaat vaziefelerini yerine getirsinler." burada zikre dilen dövme, ağır bir şekilde olmayan dövmedir. Nitekim Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas, Katade, İkrime, Süddi, Muhammed b. Ka'b ve Hasan-ı Basri bu âyette zikredilen dövmeden maksadın, ağır olmayacak şekilde dövme olduğunu söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas, ağır olmayacak şekilde dövmenin, misvak ve benzeri şeylerle dövmek olduğunu, Hasan-ı Basri ve Ata da, etkili olmayacak bir şekilde dövme olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Ata, Resûlüllah’ın, ağır olmayacak şekilde dövmeyi "Misvakla dövme ve etkili olmayacak şekilde dövme" olarak izah ettiğini söylemiştir.

Âyet-i kerime’de: "Eğer size itaat ederlerse aleyhlerine başka bir yol aramayın." buyurulmaktadır. Bunun mânâsı şudur: "Ey erkekler size karşı gelmekten koltuğunuz karılarınız, kendilerine öğüt vermeniz halinde size itaat edecek olurlarsa onlardan yataklarda uzak durmayın. İtaat etmeyecek olurlarsa yataklarda onlardan uzak durun ve onları dövün. Şâyet onlar size itaat etmeye dönerler ve vazifelerini yapacak olurlarsa artık onlara eziyet vermek için bir yol aramayın. Çeşitli bahaneler ileri sürerek onlara karşı helal olmayan şeyleri yap mayın. Mesela, "Sen beni sevmiyorsun." diyerek onları dövmeye kalkışmayın. Zira onların üzerine düşen, size itaat etmeleridir. Sizi sevip sevmemeleri ellerin de olan bir şey değildir. Kendinizi zorla onlara sevdirmeye kalkışarak onları dövmeyin ve onlara eziyet etmeyin. Burada erkeğin hakimeyeti bir diktatörlük veya bir köleleştirme hakimeyeli değildir. Burada ki hakimeyet, sevk ve idare etme ve yön verme hakimiyetidir. Allah'ın, kainat nizzamı için koymuş olduğu kanunlar gereği, aileyi sevk ve idare eden problemlerini Üstlenen ve onları besleyen bir reisin, ailenin başında bulunması gerekmektedir. Böylece aile mazbut bir aile ol sun, kendisinden beklenen vazifeleri yerine getirsin. Erkek, Allah'ın, kendisine bahşettiği akli üstünlüğü, irade ve kararlılık yeteneği, çalışıp didinerek ocukların ve eşinin geçimini temin etme zifesi gereği bu aile reisliği sorumluluğunu üstlenmeye daha layıktır. Bu ilibarla ale re isliği erkeğe verilmiştir. Fakat bu reislik, üstünlük ve derece bakımından yükseklik olmaktan öte, sorumluluk ve yükümlülük makamıdır.

35

Eğer koca ile karının aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar arayı düzeltmek isterlerse Allah onları uyuşmaya muvaffak kılar. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.

Ey insanlar, karının kocasına itaatsizliği yüzünden veya kocanın, karısına karşı olan vazifelerini yerine getirmemesi yüzünden aralarının açılacağından korkarsanız, aralarını bulmak için her iki taraftan da birer hakem tayin edin. O iki hakem, samimiyetle onların aralarını bulmak isterlerse Allah onları muvaffak kılar. Çünkü Allah onların kalblerinde olanı çok iyi bilendir, yaptıklarından haberdardır. Herkese amelinin karşılığını verecektir.

Görüldüğü gibi âyet-i kerime’de, birbirleriyle geçinemeyen koca ve karıdan herbirinin ailesinden birer hakem gönderilmesi emredilmektedir. Karının geçimsizlik yapması, kocasına karşı gelmesiyle ve Allah'ın, kocasına karşı kendisini yükümlü kıldığı vazifeleri yerine getirmemesiyle ortaya çıkar. Kocanın geçimsizliği ise, karısını iyilikle tutmaması veya güzellikle salıvermemesiyle ortaya çıkar. İşte böyle bir geçimsizliğin var olması halinde eşlerin, aile bağları kopmadan önce herbirinin ailesinden birer hakem gönderilerek uzlaştırılmaları veya uygun bir şekilde ayrılmaları emredilmektedir.

Müfessirler, gönderilecek bu hakemleri seçip tayin etme vazifesinin kimlere ait olduğu, hakemlerin yetkilerinin neler olduğu ve bu yetkilerin sınırını kimlerin tayin edeceği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.

a- Süddi ve Hazret-i Aliden nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen hakemleri, karı ve koca, ailelerinden seçerek bizzat kendileri tayin ederler. Yetkilerini de yine kendileri belirlerler. Hakemler, tesbit edilen bu yetkiler dahilinde hareket ederler. İki tarafı uzlaştırır veya ayrılmalarına karar verebilirler. Onların bu kararları taraflan bağlar. Bu hususta. Esbat, Süddinin şunlan söylediğini rivâyet etmiştir:

Koca, geçimsiz olan karısından uzak durduktan ve onu dövmesinden son ra kadın yine de geçimsizliğine devam eder ve kocasını sıkıntıya düşürecek şe kilde davranacak olursa koca kendi ailesinden bir hakem kan da kendi ailesin den birer hakem gönderirler. Karı hakemine der ki: "İşi sana bıraktım. Eğer ko cama dönmemi emredecek olursan dönerim. Şâyet ayıracak okusan da ayrılırız. "Kadın, hakemine meselesini anlatır. Şâyet nafaka istiyorsa onu belirtir. Kocası na dönmek istiyor da buna engel olan. sevmediği bazı şeyler varsa onların da gi derilmesini ister. Yahut da bu kadın, hakemine, boşanmak istediğini bildirir.

Erkek de kendi ailesinden bir hakem gönderir ve onu kendisine hakem ta yin eder ve ona, kansma ihtiyacı olduğunu ve onu boşamak istemediğini, dolayısiyle karısının istediklerini ona vereceğini ve harcamalan artıracağını söyler. Şâyet o karıyı istemiyorsa vekiline: "O kadının benim üzerimde bulunan hakkı ne ise onu ver. Benim de onun üzerinde bulunan hakkım ne ise onu al ve onu benden boşa." der. Böylece erkek te kanyı boşayıp boşamama hususunda işi ha keme bırakmış olur. Sonra iki hakem bir araya gelirler. Her biri, vekili olduğu tarafın isteğini diğerine aktarır ve biri, müvekkilinin isteğini gerçekleştirmeye çalışır. Şâyet iki hakem bir karar üzerinde ittifak edecek olurlarsa bu karar iki taraf için de geçerlidir. Bu karar ister boşanma isterse aralarını bulma şeklinde olsun. Şâyet sadece kadın hakem gönderir de erkek göndermemekte ısrar ede cek olursa, hakem gönderinceye kadar kadına yaklaşamaz.

Bu hususta Ubeyde es-Selmani de şunlan söylemiştir. "Bibirleriyle geçinemeyen bir karı koca Hazret-i Aliye geldiler. Onların yanında birer grup insan da vardı. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) dedi ki: "Bir hakem erkeğin ailesinden bir hakem de kadının ailesinden seçin." Sonra seçilen hakemlere dedi ki: "Vazifenizin ne olduğunu biliyor musunuz? Sizin vazifeniz, onlar birlikte yaşamak isterlerse onları birleştirmeniz, ayrılmak isterlerse onları ayırmanızdır." Bunun üzerine kadın, "Ben, lehimde de olsa aleyhimde de olsa Allah'ın kitabına razıyım." dedi. Erkek ise: "Ben ayrılmaya hayır diyorum." dedi. Bunun üzerine Ali (radıyallahü anh) dedi ki: "Yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki o kadının kabul ettiğini sen de kabul etme den buradan aynlamazsın."

b- Hasan-ı Basri, Katade, Kays b. Said, Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeydden nakledilen diğer bir görüşe göre, geçimsizliğe düşen koca ve karının ailele rinden birer hakemi Devlet idarecisi veya onun vekili durumundaki kimse tayin eder. Bu hakemlerin sadece, taraflardan kimin haksız kimin haklı olduğunu tes bit etme yetkileri vardır. Bunların, karı kocanın ayrılmalarına dair karar verme yetkileri yoktur. Bu hususta Muhammed b. Kâ'b el-Kurezi diyor ki:

"Ali b. Ebi Talib (radıyallahü anh), birbirleriyle geçinemeyen kan ve kocadan her birinin ailelerinden birer hakem tayin ederdi. Karının ailesinden tayin edilen hakem kocayı huzuru na alarak: "Ey filan, kanndan hoşlanmadığın şeyler nelerdir?" diye sorardı. Ko ca da: "Ben ondan şu ve şu hususlarda hoşlanmıyorum." derdi. Hakem de: "Şa yet kadın senin hoşlanmadığın şeyleri bırakır da istediğin şeyleri yapacak olursa sen onun hakkında Allah’tan korkar, yiyeceği ve giyeceği hususunda ona, senin üzerine vacip olduğu şekilde davranır mısın?" diye sorardı. Eğer koca: "Evet" derse bu defa kocanın hakemi kanyı huzuruna alır ve ona: "Kocanın, senin ho şuna gitmeyen taraflan nelerdi?" diye sorardı. Kadın da kocanın söylediği şekil de şikâyetlerini bildirirdi. Hakem de, şikâyetlerinin giderilmesi halinde kocası na itaat edip etmeyeceğini sorardı. Eğer kadın "Evet" derse Hazret-i Ali kan ile ko cayı birleştirirdi. Görüldüğü gibi bu görüşte olan âlimlere göre hakemlerin vazifesi sadece karı kocadan haksız olanı tesbit etmek ve onu, haksızlığından vaz geçirmeye zorlamaktır. Kadının boşanmasına karar verme ise erkeğe aittir. Ha kemlerin boşanmaya karar verme yetkileri yoktur.

c- Abdullah b. Abbas, Muhammed b. Şirin, Said b. Cübeyr, Âmir eş-Şa'bi, İbrahim en-Nehai, Ebû Seleme b. Abdurrahman ve Kadı Şüreyhten nakledilen diğer bir görüşe göre hakemleri, Devlet idarecisi veya onun vekili tayin eder. Hakemlerin, kan ve kocanın beraberliklerini devam ettirmelerine veya ayrılmalarına dair karar vermeye yetkileri vardır ve bu kararlar karı kocayı bağlayıcıdır.

Bu hususta Ali b. Ebi Talha, Abdullah b. Abbasın şunları söylediğini ri vÂyet etmektedir: "Şâyet kan ile kocanın arası bozulacak olursa, Allahü teâlâ, er keğin ailesinden salih bir kimse, kadının ailesinden de salih bir kimse olmak üzere iki hakem tayin edilmesini emretmiştir. Hakemler kusurun kimde olduğu na bakarlar. Şâyet kusuru işleyen koca ise kanyı ondan uzaklaştırırlar ve onu, nafaka ödemeye mecbur ederler. Şâyet kusur işleyen kan ise onu, kocasıyla be raber yaşamaya mecbur ederler. Ve onun nafakasını keserler. Şâyet hakemler, karı kocanın ayrılmaları veya birlikte yaşamalan hususunda ittifak edecek olurlarsa bu görüşler de geçerlidir. Hakemler, karı kocanın birlikte yaşamalarını uy gun görürler de eşlerden biri razı olur diğeri razı olmayacak olur sonra da bunlardan biri ölecek olurssa, razı olan, razı olmayana mirasçı olur. Fakat razı ol mayan, razı olana mirasçı olamaz.

Şa'bi diyor ki: "Bir kadın kocasına itaatsizlik etti. Onlar Kadı Şüreyhe müracaat ettiler. O da: "Erkeğin ve kadının ailelerinden birer hakem tayin edin." dedi. Hakemler karı kocanın durumlarını incelediler ve ayrılmalarını uygun gördüler. Bu karar erkeğin hoşuna gitmedi. Bunun üzerine Kadı Şüreyh "Bu iki Hakem niçin tayin edildi?" dedi. Ve Hakemlerin kanaatlerini geçerli saydı.

İkrime b. Halid, Abdullah b. Abbasın şunları söylediğini rivâyet ediyor. "Ben ve Muaviye iki Hakem olarak tayın edildik." Bunları Hazret-i Osman tayin etmiş ve onlara demişti ki: "Karı kocanın beraberliklerini devam ettirmelerini uy gun görürseniz onları bir araya getirin. Ayrılmalarını uygun görürseniz onları aynın."

Taberi diyor ki: "Eğer koca ile karının aralarının açılmasından korkarsanız erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin." âyetinin izahında, tercihe şayan olan şu görüştür. Allahü teâlâ, müslümanlara, birbirlerini sıkıntıya düşüreceklerinden korkulan koca ve karının durumlarını görüşmek üzere iki hakem gönderilmesini emretmiştir. Bu emrini müslümanlardan sadece belli kimselere tahsis etmemiştir. Bütün müslümanlar, bu mesele hakkında hakem tayin etmenin, karı kocaya veya müslümanîarı yöneten idareci ye ait olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu hakemleri tayin etmenin sadece karı kocaya mı ait olduğu yoksa sadece Devlet idarecesine mi ait olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Bu konuda hakem tayin etmenin sadece karı kocaya veya sadece Devlet idarecesine ait olduğuna dair Resûlüllahtan herhangi bir haber zikredilmemiştir. Ümmet de bu hususta ihtilaf etmiştir. Madem ki durum böyledir o halde âyeti, bütün ümmetin icma ettiği şekilde izah etmek daha uygundur. O da hakemi ya karı kocanın tayin etmesidir veya Devlet idarecisinin tayin etmesidir. Bunların dışında herhangi bir kimsenin hakem tayin etmesi caiz değildir. Zira âyetin za hiri her iki tayin durumunu da kapsar mahiyettedir. Buna göre bu âyette zikredi len hakemleri:

a- Karı koca seçmiş olabilir: Bu durumda gerek karı koca gerekse seçe cekleri hakemler, birbirlerine karşı tam bir hür iradeye sahip olduklarından, karı kocanın, hakemleri çeşitli şekillerde yetkili kılmalan ve onlara genel veya sınırlı vekalet vermeleri mümkündür.

aa- Karı koca tayin edecekleri hakemlere genel bir yetki vererek onları, leh ve aleyhlerine karar vermekte vekil tayin etmiş olabilirler. Bu takdirde hakemlerin vekalet sınırları içinde kalmaları şartıyla verdikleri kararlar karı kocayı bağlar.

bb- Karı koca, tayin ettikleri hakemlere sınırlı bir vekalet vermiş olabilirler. Mesela taraflardan biri, hakemine sadece lehine olan konularda yetki verir aleyhine olan konularda vermez. Yahut, her iki taraf ta hekemlerine, leh ve aleyhlerine olacak hususlarda yetki vermemiş olabilirler. Yahut da her iki taraf ta sadece lehlerine olan susuşlarda yetki vermiş olabilirler. Veya sadece aleyhle rine olacak konularda yetki vermemiş olabilirler. Bütün bu durumlarda hakemlerin ancak ikisinin de yetkilerinin birleştiği hususlarda karar verme yetkileri vardır. Birinin yetkili diğerinin yetkisiz olduğu hususlarda karar verme hakları yoktur. Şâyet karı koca, seçtikleri hakemlere karar verme yetkisini vermezler de onları sadece haklıyı va haksızı tesbit edip Devlet idarecisi huzurunda, gerekirse şahitlik etmeleri için tayin etmiş olurlarsa bu gibi hakemlerin, karı kocanın durumlarında herhangi bir değişiklik yapmaları mümkün değildir. Mesela bunlar, karının boşanmasına karar veremezler. Nafaka veya boşanma bedeli gibi bir mal almaya veya ödemeye karar veremezler. Şâyet verecek olularsa onların bu ka rarlan karı kocayı bağlamaz.

Taberi diyor ki: "Eğer denecek olursa ki: "Karı kocanın tayin ettikleri kimseler bu son izah edilen durumda olurlarsa bunlara hakem demenin mânâsı nedir?" Cevaben denilir ki: "Karı kocanın tayin ettiği bu kimselere burada ha kem denmesinin mânâsı müfessirler tarafından iki şekilde açıklanmıştır:

1- Dehhaka göre bunlar sadece haklıyı ve haksızı tesbit eden bilirkişilerdir. Bunlaın verecekleri raporlara göre Devlet idarecisi karar verir.

2- Diğer bir kısım âlimlere göre ise âyette zikredilen hakemlerden mak sat, Hâkimlerdir. Ancak bu hakimler, karı kocanın kendilerine yetki verdikleri konularda hüküm verebililer.

Taberi devamla diyor ki: "Bunlara ister bilirkişi densin ister hakim densin bunların her ikisinin veya herhangi birinin, taraflardan aleyhine hüküm verile nin rızası olmadıkça, karı kocanın ayrılmalarına veya onlardan herhangi birin den mal alınmasına dair karar verme yetkileri yoktur. Ancak Allahü teâlânın, eşleri birbirlerine karşı yükümlü kıldığı haklar hususunda karar verebilirler ki bu da, erkeğin kadına infakta bulunması ve onu iyilikle tutmasıdir. Bunun dışında bir karan ne bu hakemler verebilirler ne Devlet idarecisi verebilir ne de bir baş kası. Çünkü erkek haksız olursa Devlet idarecesi ondan sadece kadının hakkını alma yetkisine sahiptir. Kadın haksız olursa erkek ondan bedel olarak onu boşayabilir. Bu bakımdan koca ile karının ayrılmalarına kocadan başkası karar vere mez. Kadından da, rızası olmadan zorla mal alıp kocaya vererek onu boşatmaya kimsenin yetkisi yoktur.

b- Hakemleri Devlet idarecisi seçmiş olabilir. Bu durumda hakemlerin, eşlerin ayrılmalarına dair karar vermeleri ancak eşlerin, kendilerini bu hususta yetkili kılmalanyla mümkün olabilir. Keza bu hakemlerin, kadından ancak onun rızasıyla mal alınmasına karar verme yetkileri vardır. Buna mukabil bu kimseler, gerektiğinde Devlet idarecisinin huzurunda şahitlik etmeleri için karı kocadan haklı ve haksız olanı tesbit ederler, onların aralarını bulmaya çalışırlar. An cak Devlet idarecisinin Hakem tayin edebilmesi için karı kocanın ona şikâyette bulunmaları ve Devlet idarecisinin de şahsen haklıyı ve haksızı o anda tesbit edecek durumda olmaması gerekir. Aksi takdirde Devlet idarecisinin hakem ta yin etmesinin bir anlamı kalmaz.

36

Allah’a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanında bulunan arkadaşa, yolcuya, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz ki Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.

Ey insanlar, Allah’a itaatta boyun eğin. Sadece onu rab edinin. Emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ona kulluk edin. Rablıkta ve ibadette hiçbir şeyi ona ortak koşmayın. Anneye babaya iyilikte bulunun. Anne ve babanız tarafın dan olan akrabalarınıza, babası ölen yetimlere, ihtiyaç sahibi olan yoksullara, akrabalık bakımından veya mesafe yönünden yakınınız olan komşulara yine ak rabalık bakımından ve mesafe yönünden uzakta olan komşulara, yanınızda bulunan yol arkadaşınıza hanımınız ve sizden ayrılmayan kimselere ve sahibolduğunuz kölelere iyi davranın. Şüphesiz ki Allah, kölelerine iyi davranmayan ki birlileri ve insanlara karşı böbürlenenleri sevmez.

Âyet-i kerime’de: "Allah’a ibadet edin ona hiçbir şeyi ortak koşmayın." buyurulmaktadır. Allahü teâlâ burada, sadece kendisine kulluk edilmesini, canlı cansız, mevcut veya hayali olan, hiçbir şeyin kendisine ortak koşulmamasını emretmektedir. Çünkü kulu yoktan var eden, rızıklandıran, ona çeşitli lütuflarda bulunan ve bütün yaratıklarını sevk ve idare ederek büyütüp besleyen O’dur. Bu itibarla kulun onu tanıması ve hakkıyla takdir etmesi gerekir.

Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

"Ey Muaz, sen, Allah'ın, kulları üzerindeki hakkını, kulların da Allah’tan bekledikleri hakları nedir biliyor musun?" Muaz diyor ki: "Allah ve Resulü da ha iyi bilir." dedim. Bunun üzerine Resûlüllah buyurdu ki: "Allah'ın, kullan üze rindeki hakkı, ona ibadet etmeleri ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamalandır. Kulların Allah’tan bekledikleri hakları ise, kendisine herhangi bir şeyi ortak koşma yan kimseye azap etmemesidir Buhari, K. el-Cihad, bab: 46, K. el-Libas, bab: 101 / Müslim, K. el-İman, bab: 48, 49 Hadis No: 30

Âyet-i kerime’de: "Anaya babaya iyilik edin." buyurulmaktadır. Allah tea la kişinin, ana ve babasına iyilik etmesini emretmektedir. Bu âyette olduğu gibi diğer bir çok âyette de, kendisine kulluk edilmesini emretmesinin hemen arka sından anaya babaya itaat edilmesini emretmektedir. Bu da onlara itaat ve iyilik etmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu hususta şu âyetlerde buyuruluyor ki: Rabbin kesinlikle emretti ki ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanır ve düşkünleşirse, bezginliğini hissettirir şekilde onlara öf bile deme, azarlama. Onlara güzel ve tatlı sözler söyle. İsra sûresi, 17/23 "Bana ve anne babana şükret" dedik. Kıyamet günü dönüş ancak banadır. Lokman sûresi 31/14

Âyet-i kerime’de: "Akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edin." buyurulmaktadır. Bu hususta Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:

"Yoksula sadaka vermek, sadece sadaka vermektir. Akrabaya sadaka ver mek ise iki şeydir. Hem sadaka vermek hem de akrabalık bağını devam ettir mektir. Tirmizi, K. ez-Zekât, bab: 26, Hadis No: 658/Nesâî, K. ez-Zekât bab: 82/İbn-i Mace, K. ez-Zekât bab: 28, Hadis No: 1844

Yetimlere iyilik mevzuunda ise Resûlüllah efendimiz, şehadet parmağı ile orta parmağını göstererek buyurmuştur ki:

"Kendi akrabası olsun yabancı olsun bir yetimi bakıp besleyen ile ben, cennette işte şunlar gibi yan yana olacağız. Müslim, K. ez-Zühd, bab: 42, Hadis No : 2983 / Buhari, K. et-Talâk, bab: 25, K. el-Edeb bab: 24

Yoksullara iyilik hususunda da Resûlüllah efendimiz şöyle buyurmaktadır;

"Bir dul kadının ve bir yoksulun yardımına koşan kimse, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir. Buhari, K. el-Edeb, bab: 26 / Müslim, K. ez Zühd, bab: 41, Hadis No: 2982

Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır: "Komşulara iyilik edin." Bu konuda da Resûlüllah efendimiz şöyle buyuruyor:

"Cebrâil bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki (Allah'ın emriyle) komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim. Buhari, K. el-Edeb, bab: 28 / Müslim, K. el-Birr, bab: 140, 141. Hadis No. 2624

"Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etme sin. Buhari, K. el-Edeb, bab: 31 / Müslim, K. el-İman, bab: 75 Hadis No: 47

Yine âyet-i kerime’de: "Sahip olduğunuz kölelere iyilik edin." buyurulmaktadır. Resûlüllah efendimizden bu konuda şu hadis-i şerif Rivâyet edilmekte dir: "Ma'rur diyor ki: " 'Rebze' denilen yerde Ebuzer ile görüştüm. Kendisi de kölesi de aynı elbiseden giymişlerdi. Ona bunun sebebini sordum bana şu ceva bı verdi. "Ben bir adamla tartışmış ve onu, anasından dolayı ayıplamıştım. Resûlüllah da bu sebeple bana şöyle buyurmuştu:

"Ey Ebuzer, sen onu, anasından dolayı nasıl ayıplıyorsun? Demek ki sen hâlâ üzerinde cahiliyet kalıntıları taşıyan bir kimsesin. Sahip olduğunuz kardeşleriniz (köleleriniz) sizin yardımcılarınızdır. Allah onları sizin elinizin altında bulundurmuştur. Kimin elinin altında bir kardeşi bulunursa ona yediğinden ye-dirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara, güçlerinin yetmeyeceği bir iş yüklemeyin. Şâyet yükleyecek oluşanız onlara yardım Buhari, K. el-Edeb, bab: 22 / Müslim, K. el-Eyman, bab: 40, Hadis No: 161

Âyette geçen ve "Yakın komşu" diye tercüme edilen ifa desi, Abdullah b. Abbas, Katade, Mücahid, Dehhak ve İbn-i Zeyd tarafından "Soy bakımından akraba olan komşu." diye izah edilmiş, Meymun b. Mihran ta rafından da "Dinen yakın komşu" Yani Müslüman komşu şeklinde izah edilmiştir.

Taberi

birinci görüşün doğru olduğunu, ikinci ve üçüncü görüşlerin ise âyetin zahirine ters düştüğünü, bu itibarla sahih olmadıklarım söylemiştir.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Uzak komşu" diye tercüme edilen ifadesi, Abdullah b. Abbas, Katade, Süddi, Mücahid, İkrime, İbn-i Zeyd ve Dehhak tarafından "Soy bakımından uzak olan komşu." Yani müslüman olmayan komşu" diye izah edilmiştir. Bunlar da Yahudi ve Hristiyanlardır.

Taberi diypr ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, "Soy bakımından uzak olan komşu" diyen görüştür. Bu komşu ister Müslüman olsun ister Yahudi, isterse Hristiyan. Zira bundan önce ifade edilen komşu akraba olan komşudur. Bu komşu da "Akraba olmayan komşu" diye izah edildiği takdirde Âyet-i kerime daha genel kapsamlı olarak anlaşılır. Böylece bütün komşulara iyi davranılmasının emredildiği anlaşılmış olur.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Yanında bulunan arkadaşa" diye tercüme edi len ifadesi, Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Katade, Mücahid, İkrime, Hazret-i Ali, Abdullah b. Mes'ud, Süddi ve Dehhak tarafından "Yol culuk arkadaşı" diye izah edilmiş, Abdurrahman b. Ebi Leyla, İbrahim en-Nehai, Abdullah b. Abbas ve yine Hazret-i Ali ve Abdullah b. Mes'ud tarafından "Kişi nin yanında bulunan katısı." şeklinde izah edilmiş yine Abdullah b. Abbas ve İbn-i Zeyd tarafından "Kişiden faydalanmak için ondan ayrılmayan arkadaş" şeklinde izah edilmiştir.

Taberi diyor ki: "Bu ifade hakkında doğru olan söz, "Bundan maksat kişi nin yanında bulunan herhangi bir arkadaştır." şeklindeki sözdür. Zira âyetin ifadesi buna müsaittir. Buna göre âyetin bu bölümünün ifadesine "Yolculuk arkadaşi"da "Kişinin karısı" da "Ondan faydalanmak için yanında bulunan arkadaşı"da girmektedir. Allahü teâlâ bu gibi bütün arkadaşlara iyi davranılmasını emretmiştir. Zira bir arkadaşın diğer bir arkadaş üzerine hakkı vardır. Nitekim bu hususta Resûlüllah’ın şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir.:

"Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı için hayırlı olandır. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusu için hayırlı olandır. Tirmizî, K. el-birr, bab: 28, Hadis No: 1944

Yine Resûlüllah'ın, bir arkadaşıyla giderken, bineğinden inip bir ağaçlığa girdiği, oradan iki dal kesip getirdiğinde eğrisini kendisi alıp düzgünü arkadaşına verdiği, arkadaşının da "Ey Allah'ın Resulü, anam babam sana feda olsun. Düzgün olan dal sana daha layıktır." demesi üzerine "Hayır ey filan, şüphesiz ki her arkadaş, kendisine arkadaşlık yapanın arkadaşlığından sorumludur. Velev ki bu arkadaşlık bir an için olsun." buyurulmuştur.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Yolcu" dîye tercüme edilen keli mesinden maksat, Mücahid, Katade ve Rebi' b. Enese göre "Yolculuk yaparken birine uğrayan"dır.

Yine Mücahid, Katade, ve Dehhaktan nakledilen diğer bir görüşe göre bu kimseden maksat misafirdir.

Taberi diyor ki: "Bu kelimenin doğru izahı, bundan maksadın, "Yolcu" olduğunu söyleyen izahtır. Bu izaha göre yolcu olan kimse, bir günah işlemek için yolculuk yapmaması şartıyla, mü’min bir kardeşininn yardımına muhtaç olursa onun, yolcuya yardım etmesi, misafir olmak isterse onu misafir etmesi, bineğe muhtaç olursa ona bir binek temin etmesi gerekir.

Âyet-i kerime’nin sonunda "Şüphesiz ki Allah, kibirlenen ve övünen kim seyi sevmez." buyurulmaktadır. Bu hususta Ebû Reca'nın şunları söylediği riva yet edilmektedir. "Kölelerine kötü davranan herkesi, kibirlenen ve övünen biri olarak görürsün. Zira Allahü teâlâ, "Kölelerinize iyi davranın." buyurduktan son ra "Şüphesiz ki Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez." buyurmuştur. Annesine babasına kötü davranan herkesin de zorba ve isyankâr olduğunu gö rürsün. Zira Allahü teâlâ, Hazret-i İsanın "Allah beni anneme hürmetkar kıldı. O beni asla zalim ve isyankâr yapmadı. Meryem sûresi, 19/32diye söylediğini beyan etmiştir.

37

Bunlar cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği emrederler. Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz , kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.

Bu kibirlenen ve övünenler, Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri harca mada cimrilik yaptıkları gibi başkalarına da cimrilik yapmalarını emrederler. Allah'ın, lütfundan kendilerine göndermiş olduğu kitapları Tevrat ve İncilde zikrettiği Muhammedin vasıflarını gizlerler. Biz, Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük eden, Muhammedin Peygamberliğini yalanlayan kâfirler için hor ve hakir düşürücü bir azap hazırladık.

Hadremi, Mücahid, Katade ve Süddi bu âyet-i kerime’nin Yahudiler hakkında indiğini, burada ifade edilen cimrilikten maksadın ise Resûlüllah'ın isim ve sıfatlarını insanlardan gizlemeleri olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre âyet-i kerime’nin bu bölümünün izahı şöyledir: "Şüphesiz ki Allah, böbürlenen ve övünen kişileri sevmez. Onlar o kimselerdir ki Muhammedin isim ve sıfatları hakkındaki bilgileri insanlara öğretme hususunda cimri davranırlar ve bu bilgilere sahip olan insanlara da cimri davranmalarını emrederler. Bunlar, Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği Tevrattaki bu gibi isimleri gizlerler.

İbn-i Zeyd ve Abdullah b. Abbas ise bu âyet-i kerime’nin Yahudiler hakkında indiğini ancak burada zikredilen cimriliklerinden maksadın, mallarını harcamada cimrilik etmeleri olduğunu ve gizlediklerinden maksadın da Resûlüllah’ın sıfatlarını gizlemeleri olduğunu söylemişlerdir.

Bu hususta Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbasın şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "Yahudilerden Kerdem b. Zeyd, Üsame b. Habib, Nafi b. Ebi Nafi, Bahri b. Amir, Huyey b. Ahtab ve Rifaa b. Zeyd, Ensardan, Yahudilerle oturup kalkan, onların nasihatlarım dinleyen sahabilere geldiler ve dediler ki: "Sizler mallarınızı harcamayın. Zira sizlerin, mallarınızı bitirerek fakirliğe düşeceğinizden korkuyoruz. İnfak etmekte acele etmeyin. Çünkü sizler, yayrın ne olacağını bilemezsiniz." İşte bunun üzerine Allahü teâlâ: "Bunlar cimrilik ederler, Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. (Yani Hazret-i Muhammedin Peygamber olma nimetini gizlerler) âyetini indirdi.

Taberi diyor ki: "Âyetin izahında tercihe şayan olan görüş

birinci görüştür. Zira âyet-i kerime’de onların hem cimrilik ettikleri hem de başkalarına cimri davranmayı emrettikleri beyan edilmektedir. Buradaki cimrilikten maksadın mali yönden cimrilik olduğu söylenecek olursa bu takdirde hiçbir ümmette görülmeyen ve herkes tarafından yadırganan bir şey yapmış oldukları söylenir ki o günün toplumu içinde yaşayan insanların bu hale düşmüş olmaları beklenmez. Zira insanlar bizzat kendileri cimri olsalar da başkalarına mali yönden cimri davranmayı emredemezler. Çünkü cimrilik her topluluk ve her fert tarafından kınanan cömertlik ise herkes tarafından övülen ve takdir edilen bir haslettir. Bu sebeplerle bu âyette zikredilen cimrilikten maksadın "Bilgileri saklama cimriliği" olduğunu söylemek daha isabetlidir. Ancak buradaki cimrilik, mallarını Allah yolunda harcamaya karşı cimri davranma olarak alınırsa, Abdullah b. Abbastan da nakledildiği üzere böyle bir cimriliğin olması beklenir. Âyeti bu şekil de yorumlamaya da yol açılmış olabilir.

Hazret-i Ebubekir (radıyallahü anh) demiştir ki:

"Cimrilikten daha büyük bir hastalık ne vardır? Buhari, K. el-Meğazi, bab: 73/ Ahmed b. Hanbel; Müsned, C. 3 S. 308

Resûlüllah efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde:

"Cimrilikten kaçının zira cimrilik, sizden öncekileri helak etmiştir. O cimrilik onların, kanlarını akıtmaya ve kendilerine haram kılınanları helal saymaya sevketmiştir. Müslim, K. el-Birr, bab: 56 Hadis No. 2578/ Ahmed b. Hanbel, Müsned, b,s S. 160 buyurmuştur.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç