Erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. Bunun sebebi,
Allah'ın onlardan bazısını bazısından üstün kılması bir de erkeklerin,
harcamaları kendi mallarından yapmalarıdır. İyi kadınlar, itaatkâr olanlar ve
Allah'ın, korunmasını emrettiği şeyleri, kocalarının bulunmadığı zamanlarda da
koruyanlardır. Size karşı gelmelerinden korktuğunuz kadınlara nasihat edin.
Yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse
aleyhlerine başka bir yol aramayın. Şüphesiz ki Allah, yücedir, büyüktür .
Erkekler, kadınları terbiye etme, idare etme gibi
hususlarda onlar üzerine hakimlerdir. Erkeklerin bu hakimiyeti, Allah'ın,
erkekleri vücutça kadınlardan daha güçlü olarak yaratması ve evin geçimini
erkeğe yüklemesindendir. Saliha kadınlar kocalarına itaat ederler. Kocaları
evlerinde bulunmadığı zamanlarda da namuslarını korurlar. Onların böyle yapması,
Allah'ın onları bu şekilde yaratarak korumasmdandır. Onlar, kocalarının
mallarını boş yere harcamazlar. Size karşı gelmelerinden korktuğunuz kadınlara
Allah’ı hatırlatarak, ondan korkmasını söyleyerek nasihatta bulunun.
Yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse onları ağır bir şekilde olmamak
üzere dövün. Şâyet bundan sonra size itaat ederlerse artık onlara eziyet vermek
için başka bir yola başvurmayın. Şüphesiz ki Allah yücedir, büyüktür. Kadınlara
haksızlık ettiğiniz takdirde onların haklarını sizden alır.
Âyet-i kerime’de
"Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat,
erkeklerin, kadınları terbiyede, onları, Allah'ın üzerlerine farz kıldığı
haklarını yerine getirmelerinde sevk ve idare etmeleridir. Bu hususta
Abdullah b. Abbas'ın
şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "Erkekler kadınların üzerine
hakimdirler, âmirdirler. Kadınlar, Allah'ın, îtaat etmelerini emrettiği
hususlarda erkeklere itaat etmek durumundadırlar. Bu da kadının, erkeğin
ailesine iyi davranması ve onun malını muhaza etmesidir. Erkeğin kadından üs
tünlüğü ise kadını bakma yükümlülüğünde olması ve geçimi sağlamak için ça
lışmasıdır.
Hasan-ı Basri,
Katade ve
İbn-i Cüreyc
bu âyetin, karısını döven bir kişi hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu
hususta Hasan-ı Basri
diyor ki: "Bir adam karısını dövdü. Kadın
Resûlüllah’a
gelip kocasını şikâyet etti. Resûlüllah
da kocasına kısas uygulamak istedi. Bunun üzerine
Allahü teâlâ
"Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler." âyetini indirdi.
Resûlüllah
adamı çağırıp âyeti ona oku du ve buyurdu ki: "Ben bir şey yapmak istemiştim ama
Allah daha başkasını di ledi."
Zühri bu âyeti gözönünde bulundurarak "Koca ile kan
arasında cana kıy ma sözkonusu olmadıkça kısas yoktur." demiştir. Yani koca
karısını öldürmedikçe, karısını dövmesinden dolayı kendisine kısas yapılamaz."
Âyet-i kerime’de
iyi hanımların sıfatları belirtilirken şu sıfatlar zikredilmiştir. "Salihat" Bu
ifadeden maksat, "Dinleri hususunda doğru olan ve iyi amel işleyenler."
demektir."Kanitat" Bu ifadeden maksat, ise
Katade,
Mücahid,
Abdullah b. Abbas,
Süddi ve Slifyan
es-Sevriye göre "İtaatkâr olanlar" demektir."Hafızanın Lilğayb" Bu ifadeden
maksat ise "Kocalarının, yanlarında bulunmadığı sırada, kendilerini
namahremlerden ve kocalarının mallarını da başkalarından koruyanlar" demektir.
Resûlüllah,
saliha kadınları vasıflandırarak bir hadis-i
şerifinde şöyle buyurmuştur:
"Kişinin sahip olduğu şeylerin en hayırlısını size
bildireyim mi? O şey saliha bir kadındır. Kocası kendisine baktığında onu
sevindirir. Emrettiğinde itaat eder. Yanında bulunmadığında da namusunu ve
malını muhafaza eder. Ebû Davud, K. ez-Zekât,
bab: 32, Hadis No: 1644 / ibn-i Mace, K. en-Nikâh, bab: 5 Hadis No: 1857
Âyeti kerime, saliha kadınları zikretmiş ve
mü’minlere üstü kapalı bir şe kilde bunlara iyi davranmalarını emretmiş ve
bunlardan itaatsiz olanların da cezalandırılmalarını beyan etmiştir.
Âyet-i kerime’de:
"Size karşı gelmelerinden korktuğunuz kadınlara nasi hat edin." buyurulmaktadır.
Burada zikredilen "Korktuğunuz" fiilinin, bir kısım
müfessirler
tarafından "Bildiğiniz" mânâsında olduğu zikredilmiştir. Buna göre erkeklerin,
sırf kanaatleriyle değil kadınların itaatsizliklerini fiilen bilmeleriyle onlara
öğüt vermeleri söz konusudur.
Muhammed
b. Ka'b ise burada zikredilen "Korkmak"tan maksadın "Se zinlemek" olduğunu
söylemiştir.
Âyette geçen ve "Karşı gelme" diye tercüme edilen
kelimesi nin asıl mânâsı "Bir şeyin diğerinden yüksek olmasıdır." Buradaki
mânâsı ise:
"Kadının, kocasına karşı itaatsiz olması ve ona buğuz
etmesidir." Âyet-i kerime’de,
böyle oldukları hissedilen kadınlara nasihat edilmesi emredilmektedir. Bu
nasihattan maksat ise kadınlara, Allah’tan korkmaların ve kocalarına karşı
gelerek Allah'ın haram kıldığı bir şeyi yaptıkları takdirde günah işlediklerini
kendilerine bildirmektedir.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Yataklarından ayrılın." diye tercüme edilen ifadesi,
Abdullah b. Abbas
ve Said b. Cübeyr
tarafından "Yataklan içinde onlardan uzak durun." Yani aynı yatakta yatmakla
birlikte onlarla cinsi münasebette bulunmayın." şeklinde izah edilmiştir.
Yine Abdullah b.
Abbas ve
Said b. Cübeyrden nakledilen diğer bir görü şe
göre bu ifadeden maksat, "Yataklarınızdan uzak durduklarından dolayı onlar la
konuşmayı kesin ki onlar tekrar yataklarınıza dönmek zorunda kalsınlar." de
mektir.
Mücahid,
Şa'bi,
İbrahim en-Nehai,
Miksem, Muhammed
b. Ka'b el-Kurezi ve Katadeye
göre ise bu ifadeden maksat, "Onların yataklarını terkedin ve onlarla birlikte
yatmayın." demektir.
Yine Abdullah b.
Abbas,
İkrime ve Ebudduhadan nakledilen diğer bir gö
rüşe göre bu ifadeden maksat, "Kadınların, sizin yataklarınızı terketmelerinden
dolayı onlara ağır sözler söyleyin." demektir.
Taberi diyor
ki: “kelimesinin kökü mastarının Arapçada üç mânâsı vardır.
Birincisi,
bir kişinin diğeri ile konuşmasıdır. Diğer mânâsı, bir kimsenin diğeri ile
lüzumsuz yere ve çokça konuşmasıdır. Üçüncü
bir mânâsıise "Deveyi iple ayağından bağlamaktır." Kaba konuşma mânâsı ifa de
edilmek istendiğinde bu kelime dört harfli olarak kullanılır ve denir. Âyette
geçen bu kelime üç harfli kökten türetildiğine göre bu kelimenin, yukarı da
zikredilen üç mânânın dışında bir mânâ ifade etmesi mümkün değildir.
Allahü teâlâ,
itaatsizliği hissedilen kadına ilk önce, kocasının, üzerinde bu lunan haklarını
yerine getirmesi için kendisine öğütte bulunmasını emretmiştir. Bundan sonra da
kadına karşı belli bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Bu itibarla kadını
düzeltmek için öğütte bulunulması emredildikten sonra onlarla cinsi temas
yapılmamasının veya onlarla konuşmayı kesmenin emredilmiş oldu ğunu söylemek
elbette ki isabetli değildir. Aksi takdirde bir taraftan onlara, va zifelerini
yerine getirmelerine dair öğütte bulunulması emredilmiş olur diğer ta raftan da
onların, vazifelerini yerine getirmelerine engel olunması emredilmiş olur.
Ayrıca Resûlüllah
bir müslümanm diğer müslüman kardeşiyle üç günden fazla dargın durmasının helal
olmadığını beyan etmiştir. Hatta dargın durma ha li helal bile olsaydı erkeğin
karısıyla konuşmamasının bir faydası olmazdı. Zira bu halde kadın erkeğe karşı
itaatsiz durumdadır. Erkeğin onunla konuşmaması onu rahatsız etmez bilakis
memnun eder. Onunla cinsi münasebette bulunmada böyledir. O halde kanst
kendisine buğuz eden bir erkeğe, onun buğuzunu artıra cak şekilde davranmasının
emredilmiş olduğu nasıl düşünülebilir? Madem ki kelimesini, "Konuşmama ve cinsi
münasebette bulunmama." şeklinde yorumlamak doğru değildir o halde kelimeyi,
"Bağlamak" mânâsına almak ve bu ifadeden maksadın da "Siz, karılarınızı, yatıp
kalktıkları evlere bağlayın." demek olduğunu söylemek daha isabetlidir. Nitekim
bu hususta Resûlüllahtan
nakledilen şu hadis-i şerifler,
âyetin bu bölümünün mânâsının, tercih ettiğimiz şekilde olduğuna işaret
etmektedir. Hakim b. Muaviye el-Kuşeyri diyor ki:
"Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizden birimizin
karısının üzerinde bulu nan hakkı nedir?
Resûlüllah buyurdu ki: "Yediğin zama onu
yedirmen giydiğin zaman da onu giydirmen, yüzüne vurmaman, onu takbih etmemen
(aşağılama man) ve ev hariç ondan uzak durmamalıdır.
Ebû Davud, K. en-Nikah, bab: 42, Hadis No: 2142 /
İbn-i Mâce K. en-Nikah, bah: 3, Hadis No: 1850
Diğer bir Rivâyette Muaviye el-Kuşeyri diyor ki:
"Dedim ki: "
"Ey Allah'ın Resulü, karılarımıza karşı neyi yapıp
neyi yapmamamız ge rekir?" Resûlüllah
buyurdu ki: "Kadınlar sizin tarlanızdır. Sen tarlana dilediğin şekilde yaklaş.
Yediğinden onu yedir, giydiğinden onu giydir. Fakat onun yüzü nün çirkin
olduğunu söyleme. Ve onu dövme. Ebsu Davud, K.
en-Nikah, bab: 42, Hadis No: 2143
Hasan-ı Basri
demiştir ki: "Kadın kocasına itaatsizlik ettiği zaman koca ona iyilikle öğüt
versin. Eğer kabul ederse mesele yoktur. Aksi takdirde koca onu ağır olmayacak
bir şekilde dövsün. Şâyet kadın, normal haline dönecek olursa mesele yoktur.
Yine de düzelmezse kocanın ondan bir şeyler alarak onu boşaması helaldir.
Âyet-i kerime’de
"Onları dövün." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat şudur: "Kadınların size
itaatsizlik etmeleri halinde önce onlara dilinizle nasihat edin. Yine ısrar
ederlerse bu defa onları evlerine bağlayın ve onları dövün ki Allah’ın
kendilerine farz kıldığı itaat vaziefelerini yerine getirsinler." burada zikre
dilen dövme, ağır bir şekilde olmayan dövmedir. Nitekim
Said b. Cübeyr,
Abdullah b. Abbas,
Katade,
İkrime,
Süddi,
Muhammed
b. Ka'b ve Hasan-ı Basri
bu âyette zikredilen dövmeden maksadın, ağır olmayacak şekilde dövme olduğunu
söylemişlerdir. Abdullah b. Abbas,
ağır olmayacak şekilde dövmenin, misvak ve benzeri şeylerle dövmek olduğunu,
Hasan-ı Basri
ve Ata da,
etkili olmayacak bir şekilde dövme olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca
Ata,
Resûlüllah’ın,
ağır olmayacak şekilde dövmeyi "Misvakla dövme ve etkili olmayacak şekilde
dövme" olarak izah ettiğini söylemiştir.
Âyet-i kerime’de:
"Eğer size itaat ederlerse aleyhlerine başka bir yol aramayın." buyurulmaktadır.
Bunun mânâsı şudur: "Ey erkekler size karşı gelmekten koltuğunuz karılarınız,
kendilerine öğüt vermeniz halinde size itaat edecek olurlarsa onlardan
yataklarda uzak durmayın. İtaat etmeyecek olurlarsa yataklarda onlardan uzak
durun ve onları dövün. Şâyet onlar size itaat etmeye dönerler ve vazifelerini
yapacak olurlarsa artık onlara eziyet vermek için bir yol aramayın. Çeşitli
bahaneler ileri sürerek onlara karşı helal olmayan şeyleri yap mayın. Mesela,
"Sen beni sevmiyorsun." diyerek onları dövmeye kalkışmayın. Zira onların üzerine
düşen, size itaat etmeleridir. Sizi sevip sevmemeleri ellerin de olan bir şey
değildir. Kendinizi zorla onlara sevdirmeye kalkışarak onları dövmeyin ve onlara
eziyet etmeyin. Burada erkeğin hakimeyeti bir
diktatörlük veya bir köleleştirme hakimeyeli değildir. Burada ki hakimeyet, sevk
ve idare etme ve yön verme hakimiyetidir. Allah'ın, kainat nizzamı için koymuş
olduğu kanunlar gereği, aileyi sevk ve idare eden problemlerini Üstlenen ve
onları besleyen bir reisin, ailenin başında bulunması gerekmektedir. Böylece
aile mazbut bir aile ol sun, kendisinden beklenen vazifeleri yerine getirsin.
Erkek, Allah'ın, kendisine bahşettiği akli üstünlüğü, irade ve kararlılık
yeteneği, çalışıp didinerek ocukların ve eşinin geçimini temin etme zifesi
gereği bu aile reisliği sorumluluğunu üstlenmeye daha layıktır. Bu ilibarla ale
re isliği erkeğe verilmiştir. Fakat bu reislik, üstünlük ve derece bakımından
yükseklik olmaktan öte, sorumluluk ve yükümlülük makamıdır.
Eğer koca ile karının aralarının açılmasından
korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem
gönderin. Bunlar arayı düzeltmek isterlerse Allah onları uyuşmaya muvaffak
kılar. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.
Ey insanlar, karının kocasına itaatsizliği yüzünden
veya kocanın, karısına karşı olan vazifelerini yerine getirmemesi yüzünden
aralarının açılacağından korkarsanız, aralarını bulmak için her iki taraftan da
birer hakem tayin edin. O iki hakem, samimiyetle onların aralarını bulmak
isterlerse Allah onları muvaffak kılar. Çünkü Allah onların kalblerinde olanı
çok iyi bilendir, yaptıklarından haberdardır. Herkese amelinin karşılığını
verecektir.
Görüldüğü gibi
âyet-i kerime’de, birbirleriyle
geçinemeyen koca ve karıdan herbirinin ailesinden birer hakem gönderilmesi
emredilmektedir. Karının geçimsizlik yapması, kocasına karşı gelmesiyle ve
Allah'ın, kocasına karşı kendisini yükümlü kıldığı vazifeleri yerine
getirmemesiyle ortaya çıkar. Kocanın geçimsizliği ise, karısını iyilikle
tutmaması veya güzellikle salıvermemesiyle ortaya çıkar. İşte böyle bir
geçimsizliğin var olması halinde eşlerin, aile bağları kopmadan önce herbirinin
ailesinden birer hakem gönderilerek uzlaştırılmaları veya uygun bir şekilde
ayrılmaları emredilmektedir.
Müfessirler,
gönderilecek bu hakemleri seçip tayin etme vazifesinin kimlere ait olduğu,
hakemlerin yetkilerinin neler olduğu ve bu yetkilerin sınırını kimlerin tayin
edeceği hususunda çeşitli görüşler zikretmişlerdir. Bunları şu şekilde özetlemek
mümkündür.
a-
Süddi ve
Hazret-i Aliden
nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen hakemleri, karı ve koca,
ailelerinden seçerek bizzat kendileri tayin ederler. Yetkilerini de yine
kendileri belirlerler. Hakemler, tesbit edilen bu yetkiler dahilinde hareket
ederler. İki tarafı uzlaştırır veya ayrılmalarına karar verebilirler. Onların bu
kararları taraflan bağlar. Bu hususta. Esbat,
Süddinin şunlan
söylediğini rivâyet etmiştir:
Koca, geçimsiz olan karısından uzak durduktan ve onu
dövmesinden son ra kadın yine de geçimsizliğine devam eder ve kocasını sıkıntıya
düşürecek şe kilde davranacak olursa koca kendi ailesinden bir hakem kan da
kendi ailesin den birer hakem gönderirler. Karı hakemine der ki: "İşi sana
bıraktım. Eğer ko cama dönmemi emredecek olursan dönerim. Şâyet ayıracak okusan
da ayrılırız. "Kadın, hakemine meselesini anlatır. Şâyet nafaka istiyorsa onu
belirtir. Kocası na dönmek istiyor da buna engel olan. sevmediği bazı şeyler
varsa onların da gi derilmesini ister. Yahut da bu kadın, hakemine, boşanmak
istediğini bildirir.
Erkek de kendi ailesinden bir hakem gönderir ve onu
kendisine hakem ta yin eder ve ona, kansma ihtiyacı olduğunu ve onu boşamak
istemediğini, dolayısiyle karısının istediklerini ona vereceğini ve harcamalan
artıracağını söyler. Şâyet o karıyı istemiyorsa vekiline: "O kadının benim
üzerimde bulunan hakkı ne ise onu ver. Benim de onun üzerinde bulunan hakkım ne
ise onu al ve onu benden boşa." der. Böylece erkek te kanyı boşayıp boşamama
hususunda işi ha keme bırakmış olur. Sonra iki hakem bir araya gelirler. Her
biri, vekili olduğu tarafın isteğini diğerine aktarır ve biri, müvekkilinin
isteğini gerçekleştirmeye çalışır. Şâyet iki hakem bir karar üzerinde ittifak
edecek olurlarsa bu karar iki taraf için de geçerlidir. Bu karar ister boşanma
isterse aralarını bulma şeklinde olsun. Şâyet sadece kadın hakem gönderir de
erkek göndermemekte ısrar ede cek olursa, hakem gönderinceye kadar kadına
yaklaşamaz.
Bu hususta Ubeyde es-Selmani de şunlan söylemiştir.
"Bibirleriyle geçinemeyen bir karı koca
Hazret-i Aliye geldiler. Onların yanında birer
grup insan da vardı. Hazret-i Ali
(radıyallahü anh)
dedi ki: "Bir hakem erkeğin ailesinden bir hakem de kadının ailesinden seçin."
Sonra seçilen hakemlere dedi ki: "Vazifenizin ne olduğunu biliyor musunuz? Sizin
vazifeniz, onlar birlikte yaşamak isterlerse onları birleştirmeniz, ayrılmak
isterlerse onları ayırmanızdır." Bunun üzerine kadın, "Ben, lehimde de olsa
aleyhimde de olsa Allah'ın kitabına razıyım." dedi. Erkek ise: "Ben ayrılmaya
hayır diyorum." dedi. Bunun üzerine Ali (radıyallahü
anh) dedi ki: "Yalan söylüyorsun. Allah’a
yemin olsun ki o kadının kabul ettiğini sen de kabul etme den buradan
aynlamazsın."
b-
Hasan-ı Basri,
Katade,
Kays b. Said, Abdullah b. Abbas
ve İbn-i Zeydden
nakledilen diğer bir görüşe göre, geçimsizliğe düşen koca ve karının ailele
rinden birer hakemi Devlet idarecisi veya onun vekili durumundaki kimse tayin
eder. Bu hakemlerin sadece, taraflardan kimin haksız kimin haklı olduğunu tes
bit etme yetkileri vardır. Bunların, karı kocanın ayrılmalarına dair karar verme
yetkileri yoktur. Bu hususta Muhammed
b. Kâ'b el-Kurezi diyor ki:
"Ali b. Ebi Talib
(radıyallahü
anh), birbirleriyle geçinemeyen kan ve kocadan
her birinin ailelerinden birer hakem tayin ederdi. Karının ailesinden tayin
edilen hakem kocayı huzuru na alarak: "Ey filan, kanndan hoşlanmadığın şeyler
nelerdir?" diye sorardı. Ko ca da: "Ben ondan şu ve şu hususlarda
hoşlanmıyorum." derdi. Hakem de: "Şa yet kadın senin hoşlanmadığın şeyleri
bırakır da istediğin şeyleri yapacak olursa sen onun hakkında Allah’tan korkar,
yiyeceği ve giyeceği hususunda ona, senin üzerine vacip olduğu şekilde davranır
mısın?" diye sorardı. Eğer koca: "Evet" derse bu defa kocanın hakemi kanyı
huzuruna alır ve ona: "Kocanın, senin ho şuna gitmeyen taraflan nelerdi?" diye
sorardı. Kadın da kocanın söylediği şekil de şikâyetlerini bildirirdi. Hakem de,
şikâyetlerinin giderilmesi halinde kocası na itaat edip etmeyeceğini sorardı.
Eğer kadın "Evet" derse Hazret-i Ali
kan ile ko cayı birleştirirdi. Görüldüğü gibi bu görüşte olan âlimlere göre
hakemlerin vazifesi sadece karı kocadan haksız olanı tesbit etmek ve onu,
haksızlığından vaz geçirmeye zorlamaktır. Kadının boşanmasına karar verme ise
erkeğe aittir. Ha kemlerin boşanmaya karar verme yetkileri yoktur.
c-
Abdullah b. Abbas,
Muhammed
b. Şirin, Said b. Cübeyr,
Âmir eş-Şa'bi,
İbrahim en-Nehai,
Ebû Seleme b. Abdurrahman ve Kadı Şüreyhten
nakledilen diğer bir görüşe göre hakemleri, Devlet idarecisi veya onun vekili
tayin eder. Hakemlerin, kan ve kocanın beraberliklerini devam ettirmelerine veya
ayrılmalarına dair karar vermeye yetkileri vardır ve bu kararlar karı kocayı
bağlayıcıdır.
Bu hususta Ali b. Ebi Talha,
Abdullah b. Abbasın
şunları söylediğini ri vÂyet etmektedir: "Şâyet kan ile kocanın arası bozulacak
olursa, Allahü teâlâ,
er keğin ailesinden salih bir kimse, kadının ailesinden de salih bir kimse olmak
üzere iki hakem tayin edilmesini emretmiştir. Hakemler kusurun kimde olduğu na
bakarlar. Şâyet kusuru işleyen koca ise kanyı ondan uzaklaştırırlar ve onu,
nafaka ödemeye mecbur ederler. Şâyet kusur işleyen kan ise onu, kocasıyla be
raber yaşamaya mecbur ederler. Ve onun nafakasını keserler. Şâyet hakemler, karı
kocanın ayrılmaları veya birlikte yaşamalan hususunda ittifak edecek olurlarsa
bu görüşler de geçerlidir. Hakemler, karı kocanın birlikte yaşamalarını uy gun
görürler de eşlerden biri razı olur diğeri razı olmayacak olur sonra da
bunlardan biri ölecek olurssa, razı olan, razı olmayana mirasçı olur. Fakat razı
ol mayan, razı olana mirasçı olamaz.
Şa'bi diyor ki:
"Bir kadın kocasına itaatsizlik etti. Onlar
Kadı Şüreyhe müracaat ettiler. O da: "Erkeğin
ve kadının ailelerinden birer hakem tayin edin." dedi. Hakemler karı kocanın
durumlarını incelediler ve ayrılmalarını uygun gördüler. Bu karar erkeğin hoşuna
gitmedi. Bunun üzerine Kadı Şüreyh
"Bu iki Hakem niçin tayin edildi?" dedi. Ve Hakemlerin kanaatlerini geçerli
saydı.
İkrime b. Halid,
Abdullah b. Abbasın
şunları söylediğini rivâyet ediyor. "Ben ve Muaviye iki Hakem olarak tayın
edildik." Bunları Hazret-i Osman tayin etmiş ve onlara demişti ki: "Karı kocanın
beraberliklerini devam ettirmelerini uy gun görürseniz onları bir araya getirin.
Ayrılmalarını uygun görürseniz onları aynın."
Taberi diyor
ki: "Eğer koca ile karının aralarının açılmasından korkarsanız erkeğin
ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin." âyetinin izahında,
tercihe şayan olan şu görüştür. Allahü teâlâ,
müslümanlara, birbirlerini sıkıntıya düşüreceklerinden korkulan koca ve karının
durumlarını görüşmek üzere iki hakem gönderilmesini emretmiştir. Bu emrini
müslümanlardan sadece belli kimselere tahsis etmemiştir. Bütün müslümanlar, bu
mesele hakkında hakem tayin etmenin, karı kocaya veya müslümanîarı yöneten
idareci ye ait olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak bu hakemleri tayin
etmenin sadece karı kocaya mı ait olduğu yoksa sadece Devlet idarecesine mi ait
olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Bu konuda hakem tayin etmenin sadece karı kocaya veya
sadece Devlet idarecesine ait olduğuna dair
Resûlüllahtan
herhangi bir haber zikredilmemiştir. Ümmet de bu hususta ihtilaf etmiştir. Madem
ki durum böyledir o halde âyeti, bütün ümmetin icma ettiği şekilde izah etmek
daha uygundur. O da hakemi ya karı kocanın tayin etmesidir veya Devlet
idarecisinin tayin etmesidir. Bunların dışında herhangi bir kimsenin hakem tayin
etmesi caiz değildir. Zira âyetin za hiri her iki tayin durumunu da kapsar
mahiyettedir. Buna göre bu âyette zikredi len hakemleri:
a- Karı koca
seçmiş olabilir: Bu durumda gerek karı koca gerekse seçe cekleri hakemler,
birbirlerine karşı tam bir hür iradeye sahip olduklarından, karı kocanın,
hakemleri çeşitli şekillerde yetkili kılmalan ve onlara genel veya sınırlı
vekalet vermeleri mümkündür.
aa- Karı
koca tayin edecekleri hakemlere genel bir yetki vererek onları, leh ve
aleyhlerine karar vermekte vekil tayin etmiş olabilirler. Bu takdirde hakemlerin
vekalet sınırları içinde kalmaları şartıyla verdikleri kararlar karı kocayı
bağlar.
bb- Karı
koca, tayin ettikleri hakemlere sınırlı bir vekalet vermiş olabilirler. Mesela
taraflardan biri, hakemine sadece lehine olan konularda yetki verir aleyhine
olan konularda vermez. Yahut, her iki taraf ta hekemlerine, leh ve aleyhlerine
olacak hususlarda yetki vermemiş olabilirler. Yahut da her iki taraf ta sadece
lehlerine olan susuşlarda yetki vermiş olabilirler. Veya sadece aleyhle rine
olacak konularda yetki vermemiş olabilirler. Bütün bu durumlarda hakemlerin
ancak ikisinin de yetkilerinin birleştiği hususlarda karar verme yetkileri
vardır. Birinin yetkili diğerinin yetkisiz olduğu hususlarda karar verme hakları
yoktur. Şâyet karı koca, seçtikleri hakemlere karar verme yetkisini vermezler de
onları sadece haklıyı va haksızı tesbit edip Devlet idarecisi huzurunda,
gerekirse şahitlik etmeleri için tayin etmiş olurlarsa bu gibi hakemlerin, karı
kocanın durumlarında herhangi bir değişiklik yapmaları mümkün değildir. Mesela
bunlar, karının boşanmasına karar veremezler. Nafaka veya boşanma bedeli gibi
bir mal almaya veya ödemeye karar veremezler. Şâyet verecek olularsa onların bu
ka rarlan karı kocayı bağlamaz.
Taberi diyor
ki: "Eğer denecek olursa ki: "Karı kocanın tayin ettikleri kimseler bu son izah
edilen durumda olurlarsa bunlara hakem demenin mânâsı nedir?" Cevaben denilir
ki: "Karı kocanın tayin ettiği bu kimselere burada ha kem denmesinin mânâsı
müfessirler
tarafından iki şekilde açıklanmıştır:
1-
Dehhaka göre
bunlar sadece haklıyı ve haksızı tesbit eden bilirkişilerdir. Bunlaın
verecekleri raporlara göre Devlet idarecisi karar verir.
2-
Diğer bir kısım âlimlere
göre ise âyette zikredilen hakemlerden mak sat, Hâkimlerdir. Ancak bu hakimler,
karı kocanın kendilerine yetki verdikleri konularda hüküm verebililer.
Taberi
devamla diyor ki: "Bunlara ister bilirkişi densin ister hakim densin bunların
her ikisinin veya herhangi birinin, taraflardan aleyhine hüküm verile nin rızası
olmadıkça, karı kocanın ayrılmalarına veya onlardan herhangi birin den mal
alınmasına dair karar verme yetkileri yoktur. Ancak
Allahü teâlânın,
eşleri birbirlerine karşı yükümlü kıldığı haklar hususunda karar verebilirler ki
bu da, erkeğin kadına infakta bulunması ve onu iyilikle tutmasıdir. Bunun
dışında bir karan ne bu hakemler verebilirler ne Devlet idarecisi verebilir ne
de bir baş kası. Çünkü erkek haksız olursa Devlet idarecesi ondan sadece kadının
hakkını alma yetkisine sahiptir. Kadın haksız olursa erkek ondan bedel olarak
onu boşayabilir. Bu bakımdan koca ile karının ayrılmalarına kocadan başkası
karar vere mez. Kadından da, rızası olmadan zorla mal alıp kocaya vererek onu
boşatmaya kimsenin yetkisi yoktur.
b- Hakemleri
Devlet idarecisi seçmiş olabilir. Bu durumda hakemlerin, eşlerin ayrılmalarına
dair karar vermeleri ancak eşlerin, kendilerini bu hususta yetkili kılmalanyla
mümkün olabilir. Keza bu hakemlerin, kadından ancak onun rızasıyla mal
alınmasına karar verme yetkileri vardır. Buna mukabil bu kimseler, gerektiğinde
Devlet idarecisinin huzurunda şahitlik etmeleri için karı kocadan haklı ve
haksız olanı tesbit ederler, onların aralarını bulmaya çalışırlar. An cak Devlet
idarecisinin Hakem tayin edebilmesi için karı kocanın ona şikâyette bulunmaları
ve Devlet idarecisinin de şahsen haklıyı ve haksızı o anda tesbit edecek durumda
olmaması gerekir. Aksi takdirde Devlet idarecisinin hakem ta yin etmesinin bir
anlamı kalmaz.
Allah’a ibadet edin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Anaya babaya yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanında bulunan
arkadaşa, yolcuya, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz ki Allah,
kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.
Ey insanlar, Allah’a itaatta boyun eğin. Sadece onu
rab edinin. Emirlerini tutup yasaklarından kaçınarak ona kulluk edin. Rablıkta
ve ibadette hiçbir şeyi ona ortak koşmayın. Anneye babaya iyilikte bulunun. Anne
ve babanız tarafın dan olan akrabalarınıza, babası ölen yetimlere, ihtiyaç
sahibi olan yoksullara, akrabalık bakımından veya mesafe yönünden yakınınız olan
komşulara yine ak rabalık bakımından ve mesafe yönünden uzakta olan komşulara,
yanınızda bulunan yol arkadaşınıza hanımınız ve sizden ayrılmayan kimselere ve
sahibolduğunuz kölelere iyi davranın. Şüphesiz ki Allah, kölelerine iyi
davranmayan ki birlileri ve insanlara karşı böbürlenenleri sevmez.
Âyet-i kerime’de:
"Allah’a ibadet edin ona hiçbir şeyi ortak koşmayın." buyurulmaktadır.
Allahü teâlâ
burada, sadece kendisine kulluk edilmesini, canlı cansız, mevcut veya hayali
olan, hiçbir şeyin kendisine ortak koşulmamasını emretmektedir. Çünkü kulu
yoktan var eden, rızıklandıran, ona çeşitli lütuflarda bulunan ve bütün
yaratıklarını sevk ve idare ederek büyütüp besleyen O’dur. Bu itibarla kulun onu
tanıması ve hakkıyla takdir etmesi gerekir.
Bu hususta
Peygamber efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem)
şöyle buyuruyor:
"Ey Muaz, sen, Allah'ın, kulları üzerindeki hakkını,
kulların da Allah’tan bekledikleri hakları nedir biliyor musun?" Muaz diyor ki:
"Allah ve Resulü da ha iyi bilir." dedim. Bunun üzerine
Resûlüllah
buyurdu ki: "Allah'ın, kullan üze rindeki hakkı, ona ibadet etmeleri ve ona
hiçbir şeyi ortak koşmamalandır. Kulların Allah’tan bekledikleri hakları ise,
kendisine herhangi bir şeyi ortak koşma yan kimseye azap etmemesidir
Buhari, K. el-Cihad, bab: 46, K. el-Libas, bab: 101 /
Müslim, K. el-İman, bab: 48, 49 Hadis No: 30
Âyet-i kerime’de:
"Anaya babaya iyilik edin." buyurulmaktadır. Allah tea la kişinin, ana ve
babasına iyilik etmesini emretmektedir. Bu âyette olduğu gibi diğer bir çok
âyette de, kendisine kulluk edilmesini emretmesinin hemen arka sından anaya
babaya itaat edilmesini emretmektedir. Bu da onlara itaat ve iyilik etmenin ne
kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu hususta şu âyetlerde buyuruluyor ki:
Rabbin kesinlikle emretti ki ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik
edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanır ve düşkünleşirse,
bezginliğini hissettirir şekilde onlara öf bile deme, azarlama. Onlara güzel ve
tatlı sözler söyle. İsra sûresi, 17/23
"Bana ve anne babana şükret" dedik. Kıyamet günü dönüş ancak banadır.
Lokman sûresi 31/14
Âyet-i kerime’de:
"Akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edin." buyurulmaktadır. Bu hususta
Peygamber efendimiz
(sallallahü aleyhi ve sellem)
de bir hadis-i şerifinde
şöyle buyurmaktadır:
"Yoksula sadaka vermek, sadece sadaka vermektir.
Akrabaya sadaka ver mek ise iki şeydir. Hem sadaka vermek hem de akrabalık
bağını devam ettir mektir. Tirmizi, K.
ez-Zekât, bab: 26, Hadis No: 658/Nesâî, K. ez-Zekât bab: 82/İbn-i Mace, K.
ez-Zekât bab: 28, Hadis No: 1844
Yetimlere iyilik mevzuunda ise
Resûlüllah
efendimiz, şehadet parmağı ile orta parmağını göstererek buyurmuştur ki:
"Kendi akrabası olsun yabancı olsun bir yetimi bakıp
besleyen ile ben, cennette işte şunlar gibi yan yana olacağız.
Müslim, K. ez-Zühd, bab: 42, Hadis No : 2983 / Buhari,
K. et-Talâk, bab: 25, K. el-Edeb bab: 24
Yoksullara iyilik hususunda da
Resûlüllah
efendimiz şöyle buyurmaktadır;
"Bir dul kadının ve bir yoksulun yardımına koşan
kimse, Allah yolunda cihad eden kimse gibidir.
Buhari, K. el-Edeb, bab: 26 / Müslim, K. ez Zühd, bab: 41, Hadis No: 2982
Âyet-i kerime’de
şöyle buyurulmaktadır: "Komşulara iyilik edin." Bu konuda da
Resûlüllah
efendimiz şöyle buyuruyor:
"Cebrâil
bana komşu hakkında o kadar tavsiyede bulundu ki (Allah'ın emriyle) komşuyu
komşuya mirasçı kılacağını zannettim. Buhari,
K. el-Edeb, bab: 28 / Müslim, K. el-Birr, bab: 140, 141. Hadis No. 2624
"Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusuna
eziyet etme sin. Buhari, K. el-Edeb, bab: 31 /
Müslim, K. el-İman, bab: 75 Hadis No: 47
Yine âyet-i kerime’de:
"Sahip olduğunuz kölelere iyilik edin." buyurulmaktadır.
Resûlüllah
efendimizden bu konuda şu hadis-i şerif
Rivâyet edilmekte dir: "Ma'rur diyor ki: " 'Rebze' denilen yerde Ebuzer ile
görüştüm. Kendisi de kölesi de aynı elbiseden giymişlerdi. Ona bunun sebebini
sordum bana şu ceva bı verdi. "Ben bir adamla tartışmış ve onu, anasından dolayı
ayıplamıştım. Resûlüllah
da bu sebeple bana şöyle buyurmuştu:
"Ey Ebuzer, sen onu, anasından dolayı nasıl
ayıplıyorsun? Demek ki sen hâlâ üzerinde cahiliyet kalıntıları taşıyan bir
kimsesin. Sahip olduğunuz kardeşleriniz (köleleriniz) sizin yardımcılarınızdır.
Allah onları sizin elinizin altında bulundurmuştur. Kimin elinin altında bir
kardeşi bulunursa ona yediğinden ye-dirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara,
güçlerinin yetmeyeceği bir iş yüklemeyin. Şâyet yükleyecek oluşanız onlara
yardım Buhari, K. el-Edeb, bab: 22 / Müslim, K.
el-Eyman, bab: 40, Hadis No: 161
Âyette geçen ve "Yakın komşu" diye tercüme edilen ifa
desi, Abdullah b. Abbas,
Katade,
Mücahid,
Dehhak ve
İbn-i Zeyd
tarafından "Soy bakımından akraba olan komşu." diye izah edilmiş, Meymun b.
Mihran ta rafından da "Dinen yakın komşu" Yani Müslüman komşu şeklinde izah
edilmiştir.
Taberi
birinci görüşün
doğru olduğunu, ikinci
ve üçüncü
görüşlerin ise âyetin zahirine ters düştüğünü, bu itibarla sahih olmadıklarım
söylemiştir.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Uzak komşu" diye tercüme edilen ifadesi,
Abdullah b. Abbas,
Katade,
Süddi,
Mücahid,
İkrime,
İbn-i Zeyd
ve Dehhak
tarafından "Soy bakımından uzak olan komşu." Yani müslüman olmayan komşu" diye
izah edilmiştir. Bunlar da Yahudi ve Hristiyanlardır.
Taberi diypr
ki: "Bu görüşlerden tercihe şayan olanı, "Soy bakımından uzak olan komşu" diyen
görüştür. Bu komşu ister Müslüman olsun ister Yahudi, isterse Hristiyan. Zira
bundan önce ifade edilen komşu akraba olan komşudur. Bu komşu da "Akraba olmayan
komşu" diye izah edildiği takdirde Âyet-i
kerime daha genel kapsamlı olarak
anlaşılır. Böylece bütün komşulara iyi davranılmasının emredildiği anlaşılmış
olur.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Yanında bulunan arkadaşa" diye tercüme edi len ifadesi,
Abdullah b. Abbas,
Said b. Cübeyr,
Katade,
Mücahid,
İkrime,
Hazret-i Ali,
Abdullah b. Mes'ud,
Süddi ve
Dehhak
tarafından "Yol culuk arkadaşı" diye izah edilmiş, Abdurrahman b. Ebi Leyla,
İbrahim en-Nehai,
Abdullah b. Abbas
ve yine Hazret-i Ali
ve Abdullah b. Mes'ud
tarafından "Kişi nin yanında bulunan katısı." şeklinde izah edilmiş yine
Abdullah b. Abbas
ve İbn-i Zeyd
tarafından "Kişiden faydalanmak için ondan ayrılmayan arkadaş" şeklinde izah
edilmiştir.
Taberi diyor
ki: "Bu ifade hakkında doğru olan söz, "Bundan maksat kişi nin yanında bulunan
herhangi bir arkadaştır." şeklindeki sözdür. Zira âyetin ifadesi buna müsaittir.
Buna göre âyetin bu bölümünün ifadesine "Yolculuk arkadaşi"da "Kişinin karısı"
da "Ondan faydalanmak için yanında bulunan arkadaşı"da girmektedir.
Allahü teâlâ bu
gibi bütün arkadaşlara iyi davranılmasını emretmiştir. Zira bir arkadaşın diğer
bir arkadaş üzerine hakkı vardır. Nitekim bu hususta
Resûlüllah’ın
şöyle buyurduğu Rivâyet edilmektedir.:
"Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşı
için hayırlı olandır. Yine Allah katında komşuların en hayırlısı, komşusu için
hayırlı olandır. Tirmizî, K. el-birr, bab: 28,
Hadis No: 1944
Yine
Resûlüllah'ın, bir arkadaşıyla giderken,
bineğinden inip bir ağaçlığa girdiği, oradan iki dal kesip getirdiğinde eğrisini
kendisi alıp düzgünü arkadaşına verdiği, arkadaşının da "Ey Allah'ın Resulü,
anam babam sana feda olsun. Düzgün olan dal sana daha layıktır." demesi üzerine
"Hayır ey filan, şüphesiz ki her arkadaş, kendisine arkadaşlık yapanın
arkadaşlığından sorumludur. Velev ki bu arkadaşlık bir an için olsun."
buyurulmuştur.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Yolcu" dîye tercüme edilen keli mesinden maksat,
Mücahid,
Katade ve
Rebi' b. Enese
göre "Yolculuk yaparken birine uğrayan"dır.
Yine Mücahid,
Katade, ve
Dehhaktan
nakledilen diğer bir görüşe göre bu kimseden maksat misafirdir.
Taberi diyor
ki: "Bu kelimenin doğru izahı, bundan maksadın, "Yolcu" olduğunu söyleyen
izahtır. Bu izaha göre yolcu olan kimse, bir günah işlemek için yolculuk
yapmaması şartıyla, mü’min bir kardeşininn yardımına muhtaç olursa onun, yolcuya
yardım etmesi, misafir olmak isterse onu misafir etmesi, bineğe muhtaç olursa
ona bir binek temin etmesi gerekir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda "Şüphesiz ki Allah, kibirlenen ve övünen kim seyi sevmez."
buyurulmaktadır. Bu hususta Ebû Reca'nın şunları söylediği riva yet
edilmektedir. "Kölelerine kötü davranan herkesi, kibirlenen ve övünen biri
olarak görürsün. Zira Allahü teâlâ,
"Kölelerinize iyi davranın." buyurduktan son ra "Şüphesiz ki Allah, kibirlenen
ve övünen kimseyi sevmez." buyurmuştur. Annesine babasına kötü davranan herkesin
de zorba ve isyankâr olduğunu gö rürsün. Zira
Allahü teâlâ,
Hazret-i İsanın "Allah beni anneme hürmetkar kıldı. O beni asla zalim ve
isyankâr yapmadı. Meryem sûresi, 19/32diye
söylediğini beyan etmiştir.
Bunlar cimrilik ederler ve insanlara da cimriliği
emrederler. Allah’ın, kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz ,
kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.
Bu kibirlenen ve övünenler, Allah'ın kendilerine
verdiği nimetleri harca mada cimrilik yaptıkları gibi başkalarına da cimrilik
yapmalarını emrederler. Allah'ın, lütfundan kendilerine göndermiş olduğu
kitapları Tevrat ve İncilde zikrettiği
Muhammedin vasıflarını gizlerler. Biz,
Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük eden,
Muhammedin
Peygamberliğini yalanlayan kâfirler için hor ve hakir düşürücü bir azap
hazırladık.
Hadremi, Mücahid,
Katade ve
Süddi bu
âyet-i kerime’nin
Yahudiler hakkında indiğini, burada ifade edilen cimrilikten maksadın ise
Resûlüllah'ın
isim ve sıfatlarını insanlardan gizlemeleri olduğunu söylemişlerdir. Bunlara
göre âyet-i kerime’nin
bu bölümünün izahı şöyledir: "Şüphesiz ki Allah, böbürlenen ve övünen kişileri
sevmez. Onlar o kimselerdir ki Muhammedin
isim ve sıfatları hakkındaki bilgileri insanlara öğretme hususunda cimri
davranırlar ve bu bilgilere sahip olan insanlara da cimri davranmalarını
emrederler. Bunlar, Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği Tevrattaki bu gibi
isimleri gizlerler.
İbn-i Zeyd ve
Abdullah b. Abbas
ise bu âyet-i kerime’nin
Yahudiler hakkında indiğini ancak burada zikredilen cimriliklerinden maksadın,
mallarını harcamada cimrilik etmeleri olduğunu ve gizlediklerinden maksadın da
Resûlüllah’ın
sıfatlarını gizlemeleri olduğunu söylemişlerdir.
Bu hususta Said
b. Cübeyr,
Abdullah b. Abbasın
şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "Yahudilerden Kerdem b. Zeyd, Üsame b.
Habib, Nafi b. Ebi Nafi, Bahri b. Amir, Huyey b. Ahtab ve Rifaa b. Zeyd,
Ensardan, Yahudilerle oturup kalkan, onların nasihatlarım dinleyen
sahabilere
geldiler ve dediler ki: "Sizler mallarınızı harcamayın. Zira sizlerin,
mallarınızı bitirerek fakirliğe düşeceğinizden korkuyoruz. İnfak etmekte acele
etmeyin. Çünkü sizler, yayrın ne olacağını bilemezsiniz." İşte bunun üzerine
Allahü teâlâ:
"Bunlar cimrilik ederler, Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği nimeti
gizlerler. (Yani Hazret-i Muhammedin
Peygamber olma nimetini gizlerler) âyetini indirdi.
Taberi diyor
ki: "Âyetin izahında tercihe şayan olan görüş
birinci görüştür.
Zira âyet-i kerime’de
onların hem cimrilik ettikleri hem de başkalarına cimri davranmayı emrettikleri
beyan edilmektedir. Buradaki cimrilikten maksadın mali yönden cimrilik olduğu
söylenecek olursa bu takdirde hiçbir ümmette görülmeyen ve herkes tarafından
yadırganan bir şey yapmış oldukları söylenir ki o günün toplumu içinde yaşayan
insanların bu hale düşmüş olmaları beklenmez. Zira insanlar bizzat kendileri
cimri olsalar da başkalarına mali yönden cimri davranmayı emredemezler. Çünkü
cimrilik her topluluk ve her fert tarafından kınanan cömertlik ise herkes
tarafından övülen ve takdir edilen bir haslettir. Bu sebeplerle bu âyette
zikredilen cimrilikten maksadın "Bilgileri saklama cimriliği" olduğunu söylemek
daha isabetlidir. Ancak buradaki cimrilik, mallarını Allah yolunda harcamaya
karşı cimri davranma olarak alınırsa,
Abdullah b. Abbastan da nakledildiği üzere
böyle bir cimriliğin olması beklenir. Âyeti bu şekil de yorumlamaya da yol
açılmış olabilir.
Hazret-i Ebubekir (radıyallahü
anh) demiştir ki:
"Cimrilikten daha büyük bir hastalık ne vardır?
Buhari, K. el-Meğazi, bab: 73/ Ahmed b. Hanbel;
Müsned, C. 3 S. 308
Resûlüllah
efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde:
"Cimrilikten kaçının zira cimrilik, sizden öncekileri
helak etmiştir. O cimrilik onların, kanlarını akıtmaya ve kendilerine haram
kılınanları helal saymaya sevketmiştir. Müslim,
K. el-Birr, bab: 56 Hadis No. 2578/ Ahmed b. Hanbel, Müsned, b,s S. 160
buyurmuştur.
|