Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

99

 

004 - NİSÂ' SÛRESİ

 

CÜZ :

5

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

135

"Ey îmân edenler! Adaleti dimdik ayakta tutan (kavvam), velev kendiniz yahut ana-babanız ve akrabanız aleyhinde olsun Allah için şâhidlik edenler olun. Çünkü zengin olsun, fakir olsun Allah, her ikisine de (himaye için sizden) daha yakındır, O halde arzuları (heva)nıza uyup adaletten şaşmayın. Eğer dilinizi eğer bükerseniz veya (şâhidlikten) kaçınırsanız, Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

A- "Ey îmân edenler! Adaleti dimdik ayakta tutan (kavvam) velev kendiniz yahut ana-babanız ve akrabanız aleyhinde olsun Allah için şâhidlik edenler olun. Çünkü zengin olsun, fakıîr olsun Allah, her ikisine de (himaye için sizden) daha yakındır."

Adaleti bütün işlerde ikame etmek, dimdik ayakta tutmak için hakkıyla uğraşan ve Allah (celle celâlühü) rızası için şâhidlik eden kimseler olun. İsterse o şâhidlik:

kendi aleyhinizde bir hakkın ikrarı ya da ana-babanız ve akrabanız aleyhinde olsun.

- veya aleyhinde şâhidlik edeceğiniz kimseden size bir zarar gelsin. Aleyhinde şâhidlik edilen kimse,

ister âdete göre rızası istenen ve gazabından sakınılan bir zengin,

ister herkesin acıdığı bir fakir olsun.

Ne zenginin rızasını kazanmak arzusuyla, ne de fakire acımak duygusuyla yalan şahidlikte bulunmayın. Çünkü Allahü teâlâ, zenginlere de, fakirlere de sizden daha yakındır. Eğer onların aleyhinde şâhidlik etmek, onların gerçekten iyiliğine olsaydı, Allah (celle celâlühü) bu şahıdliği emir buyurmazdı.

B- "O halde arzuları (heva)nıza uyup adaletten şaşmayın."

Arzularınıza, heva ve heveslerinize uymayın. Zira arzulara uyulduğu takdirde zulüm ihtimali doğar. Zulümden de korkmak ve sakınmak gerekir.

Bir diğer tefsire göre:

insanlar arasında adaleti gerçekleştirmek istememek suretiyle arzularınıza uymayın;

ya da insanlar arasında adaleti gerçekleştirmek isteyip de arzularınıza uymayın;

veya haktan ayrılmak istemek suretiyle arzularınıza uymayın.

C- "Eğer dilinizi eğer bükerseniz veya (sahidlikten) kaçınırsanız şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır."

Eğer ki, dilinizi hak olan şahadetten, yahut adaletten eğer bükerseniz, onu lâyikı veçhile ifâ etmezseniz, yahut şahidlikten cayar veya sakınırsanız, bilin ki, Allahü teâlâ, bütün bu yaptıklarınızdan haberdardır. Binaenaleyh bunun cezasını mutlaka verir.

136

"Ey îmân edenler! Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin. Kim Allah'ı, meleklerini, Kitablarını, Resullerini ve âhıiret gününü inkâr ederse muhakkak ki haktan uzak bir dalâlete düşmüş olur."

A- "Ey îmân edenler ! Allah'a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a îmân edin."

Bu hıtab bütün Müslümanlaradır. Yani bunlara îmânda sebat ve devam edin ve îmânda itminanı (gönül kanışı) ve yakıîni (kesinlik derecesini) artarın veya tahkiki îmân ile îmân edin. Zira bazı Müslümanların îmânı icmalidir.

İkinci Kitabtan maksad, bütün semavî Kitabları kapsayan Kitab cinsidir. Nitekim Bakara 2/285. ile Nisa 4/136. ve Tahrim 66/12. âyetlerinde "Kitab" kelimesi "Kütüb / Kitablar" şeklinde çoğul olarak zikredilir.

Eski semavî Kitablara îmân etmek, o Kıtablarm her birinin Allahü teâlâ katından muayyen bir Resule, ümmetini, onlar için şeriat olarak seçtiği emirlere ve yasaklara irşad etmek için nazil olduğuna inanmaktır. Ancak bu Kıtablarm her birine olan îmân,

onlardan her birine ayrı ayrı bir hususiyet atfetmek anlamında değildir,

o Kitabların içerdikleri hükümlerin hepsinin hâlâ geçerli oldukları anlamında da değildir ;

hâlâ geçerli olan hükümlerinin de, o eski Kitabların parçaları olmaları itibariyle de değildir.

Fakat o Kitabların hepsine olan îmân,

Allah'ın (celle celâlühü) son Resulüne indirilen Kitaba îmânda münderic bulunması,

o eski semavî Kitabların hükümlerinin nesholuncaya kadar yürürlükte kalması,

nesholunmayan hükümlerinin de, nesh ve tebdilden masun bu Kitab-ı Celıl'in (Kur’ân'ın) hükümlerinden olması itibariyledir.

Nitekim Bakara (2) sûresinin 285. âyetinin tefsirinde geçti.

Bir diğer görüşe göre ise, bu âyetin hitabı, Tevrat ehli mü'mmleri içindir. Çünkü rivâyete göre, Abdullah b. Selâm ile kızkardeşinin oğlu Selâm e, kardeşinin oğlu Seleme, Esed b. Kâ'b, Üsyed b. Kâ'b, Sa'lebe b. Kays ve Yamîn b. Yamîn adlarındaki şahıslar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) e gelip dediler ki:

"- Biz sana, senin Kitabına, Mûsa'ya, Tevrat'a ve Uzeyr'e îmân ediyoruz (İnna nü'minü bike ve bikitabike ve bimûsâ ve't-tevrati ve u'zeyri) ; ama bunun dışındaki Kitabları ve Peygamberleri inkâr ediyoruz (ve nekfüru bima sevâhü mine'l-kütübi ve'r-rusuli)."

Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"- Hayır (Bel), Allah'a, Resulü Muhammed'e, Kitabı Kur’ân'a ve ondan önceki bütün semavî Kitablara îmân edin (Aminû billahi ve rasûlihi muhammedin ve kitabihi'l-kur'âni ve bikülli kitabin kâne kablihi)!"

Onlar da:

"- Hayır, biz böyle îmân etmeyiz!" dediler.

İşte o zaman bu âyet nazil oldu.

Bunun üzerine onlar da hepsine îmân ettiler.

Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) Onlara, bu îmânlarından önce de Tevrat'a îmân ettikleri Tevrat'ı da kapsar şekilde Kitablara îmân etmelerini emir buyurması, yukarıda belirtildiği gibi Kur’ân'a olan îmân zımnında Tevrat'a îmândır; yoksa eski îmânları değildir. Bir de, bu emredilen îmânda onları, tasdik noktasında Tevrat ile diğer Kitabları eşit tutmaya sevk anlamı vardır. Çünkü semavî Kitablar Allahü teâlâ katından nazil olma vasfında müşterektir.

Başka bir görüşe göre, bu âyetin hitabı iki Kitab (Tevrat ile incil) ehli içindir. Yanı semavî Kitabların yalnız birine değil, hepsine îmân edin. Bu emir, her taifeye, Kitabların cinsine îmân zımnında kendi Kitablarına da îmân emridir.

Bir diğer görüşe göre anılan hitap, münafıklar içindir. Yani yalnız dillerinizle değil, kalblerinizle îmân edin, demektir.

B- "Kim Allahı, meleklerini, kıtablarını ve âhiret gününü inkâr ederse muhakkak ki, haktan uzak bir dalâlete düşmüş olur."

Bunların birini inkâr eden bir kimse, artık bir daha yolunu bulamayacak kadar hedeften sapmıştır.

1-İmanı emreden cümlede melekler ve âhiret günü olmadığı halde küfrü anlatan bu cümleye melekler ve ahıret günü de ilâve edilmiştir. Çünkü bunlardan birinin inkârı halinde îmân asla tahakkuk etmez.

2-Burada yine îmân cümlesinden far İdi olarak Kitablar ve Resuller çoğul olarak zikredilmiştir. Çünkü Kitablar dan veya Resullerden birini inkâr etmek, hepsini inkâr etmek gibi küfürdür.

3-İman cümlesinde önce Resulün zikredilmesi, ondan sonra Kitabın ona indirildiğini ifade etmek içindir.

4-Bu cümlede, melekler ve Kitablar Resullere takdim edilmiştir. Çünkü melekler, Kitabların indirilmesinde Allahü teâlâ ile Resuller arasında vâsıta olmuşlardır.

137

"Şüphesiz ki onlar önce îmân sonra inkâr ettiler. Sonra yine îmân ve sonra yine inkâr ettiler. Sonra da inkârlarını artırdılar. Allah, onları asla bağışlamayacak ve doğru yola iletmeyecektir.

Tâbıî ulemasından Katâde'ye göre bunlar Yahudîlerdir. Çünkü onlar:

önce Mûsa'ya (aleyhisselâm) îmân ettiler;

sonra buzağıya tapmakla kâfir oldular;

sonra Mûsâ (aleyhisselâm), Tûr'dan yanlarına dönünce, yine îmân ettiler;

sonra Isa (aleyhisselâm) ile İncil'i inkâr etmekle yine kâfir oldular;

sonra da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) î inkâr etmekle küfürlerini arttırdılar."

Bir görüşe göre de bunlar, ırtidatları tekerrür ve küfürde ısrar eden ve daha da ileri giden bir kavimdi.

İşte Allahü teâlâ, onları ne bağışlayacak, ne de onlara hidâyet edecektir. Çünkü onların küfürden tevbe edip îmânda sebat göstermeleri imkânsızdır. Zira onların kalblerine küfür basılmış ve irtidad içlerine sindirilmiştir. Onlara göre îmân, en değersiz şeydir. Yoksa bu ilâhî kelâm, "onlar ihlaslı olarak da îmân etseler, îmânları kabul olunmaz ve bağışlanmazlar" anlamında değildir.

138

"Münafıklara kendileri için can yakıcı (elîm) bir az ab olduğunu müjdele."

Bu âyet zahirde îmân edip de kalben defalarca inkâr eden ve küfür ile nifaklarını arttıranlarla ilgilidir. Burada uyarma yerine tebşir kelimesinin kullanılması istihza içindir.

139

"Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler onların yanında izzet (kuvvet ve galebe) mi arıyorlar? Şüphesiz ki bütün izzet Allah indir."

A- "Mü'minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler onların yanında izzet (kuvvet ve galebe) mi arıyorlar."

Mü'minleri bırakıp da kendilerine kâfirleri dost ve yardımcı edinenler münafıklardı. Münafıklar:

"- Nasıl olsa Muhammed'in işi başarıya ulaşmaz; onun için siz, Yahudileri dost edinmeye çaksın!" diyorlardı.

İşte bu âyet, onların görüşlerini reci ve ibtal ile onların umut ve arzularının hüsranını açığa vurur. Ve aynızamanda şu soruyu sorar:

"- Onlar, kâfirlerin dostluğuyla kuvvet ve üstünlük mü arıyorlar?"

B- "Şüphesiz ki bütün izzet Allah'ındır."

Bu cümle, inkârı istifhamın ifade ettiği görüşün bâtıl ve ve o görüşte olanların sonlarının hüsran olduğunun sebebini vuzuha kavuşturur. Çünkü bütün kuvvet, kudret ve galibiyet Allahü teâlâ'ya münhasırdır ve

"Oysa bütün kuvvet, ancak Allah'ın, Resulünün ve mü'minlerindir." (Münafıkun 63/8) âyetinde ifade edildiği gibi Allahü teâlâ'dan ve O'nun dostlarından başkasıyla üstünlük sağlamak bâtıl ve imkânsızdır.

Bir diğer görüşe göre ise bu cümle, mahzûf bir şart cümlesinin cevabıdır. Yani eğer onların yanında kuvvet arıyorlarsa, bilsinler ki, bütün kuvvet Allah'ındır.

140

"Allah, size Kitab (Kur’ân)da şunu da indirdi:

Allah'ın âyetlerinin inkâr ve onlarla istihza edildiğini duyduğunuz zaman onlar başka bir söze dalın caya kadar yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki. Allah, münafıklarla kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır."

A- "Allah, size Kitab (kur'an)da şunu da indirdi:

Allah'ın âyetlerinin inkâr ve onlarla istihza edildiğini duyduğunuz zaman onlar başka bir söze dalıncaya kadar yanlarında oturmayın."

Bu hitab, doğrudan doğruya münafıklara olup onların sayılan cinayetlerinin gerektirdiği kınamanın daha da ağırını ifade ettiği gibi, onların hallerinin son derece çirkin ve isyanlarının had safhada olduğunu bildirir.

Bundan önce bir ara (mutariz a) cümlesiyle,

bütün kuvvet ve kudretin Allah'a aid olduğu,

kâfirleri dost edinmek için bir sebeb bulunmadığı,

belirtilmişti. Şimdi onlarla beraber oturmanın da sakıncasına işaret ediliyor ve bu sakıncanın devamı süresince onlarla beraber oturmaya yasak getiriliyor. Fakat yine de bazılarının kâfirleri dost edinmeye devam ettikleri görülüyor. Oysa Allahü teâlâ daha önce Mekke'de indirdiği bir âyetle "Allah'ın inayetlerinin inkâr ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar, başka bir söze dahncaya kadar yanlarında oturmayın." buyurmuştu.

Mekke döneminde yasağı getiren En'am (6) sûresinin 68. âyetidir. Şöyle ki:

"Ayetlerimiz hakkında ileri geri konuşanları gördüğünde, onlar başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir."

İşte bu âyet, onlarla dostluk kurmak ve onlardan kuvvet almak şöyle dursun, o çirkin halde oldukları zaman, onlarla beraber oturmayı bile men eder.

Ayetler kelimesinin ısm-i celile izafe edilmesi, "Allah'ın âyetleri / âyati-llâh" denmesi, âyetleri şereflendirmek (teşrif), onların yüce kadrini ve onları inkâr etmenin korkunçluğunu belirtmek içindir.

1-Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) e nazil olan âyetlerde özellikle ona hitab ediliyorsa bu, aynı zamanda onun ümmetine hitab ediliyor demektir.

2-Onlardan yüz çevirmeyi gerektiren şey, onların âyetler hakkında inkâr ve istihza yolu laflara daldıklarının bilinmesidir. Bundan dolayıdır ki bu hal,

bir âyette görme (rüyet) (6/68),

diğer bir âyette işitme (istima) (4/140) şeklinde ifade edilmiştir.

Onlardan yüz çevirmekten maksad, onların meclisinden kalkmak suretiyle onların söylediklerine karşı olduğunu göstermektir yoksa yalnız kalben onlara muhalefet etmek veya yüzünü döndürmek değildir.

B- "Yoksa siz de onlar gibi olursunuz."

Bu cümle istinafı olup indirilen (Allah size Kitabda şunu indirdi:) şeye dahil değildir; nehyin illetini belirtir. Yani o lafların konuşulduğu sırada onlarla beraber oturmayın; eğer bunu yaparsanız küfürde ve azaba istihkakda onlar gibi olursunuz.

C- "Şüphe yok ki Allah, münafıklarla kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır."

Bu cümle, o kâfirlerle beraber oturanların, onlar gibi sayılmalarını mûcib azab ortaklığını ve onların küfürde o kâfirler gibi sayılmalarının illetini belirtir.

Münafıklardan murad,

ya muhatablardır; buna göre zamir makamında münafıklar kelimesinin zahir olarak kullanılması, onların nifakını tescil etmek ve bu hükmün sebebinin, nifak olduğunu belirtmek içindir;

ya da münafıkların cinsidir ve muhatablar da öncelikle onlara dahildir.

Münafıkların, kâfirlerden önce zikredilmesi, muhataplara olan ceza va'dinı ağırlaştırmak içindir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1574  H : 982)

 

İRŞÂD, EBU'S-SUÛD TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç