Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

81

 

004 - NİSÂ' SÛRESİ

 

CÜZ :

5

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

24

"Evli kadınlarla evlenmeniz de size haram kılındı. Ancak Mâlik olduğunuz cariyeler müstesna. Bunlar Allah'ın size yazdıklarıdır. Bunlardan ma'dası (ile) iffetli olarak, zinadan kaçınarak mallarınızdan mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz de size helâl kılındı. O hâlde kendilerinden, faydalandığınız (istimta' ettiğiniz) kadınlara mehirlerini bir fariza olarak verin. Mehrin kesinleşmesinden sonra birbirinizi razı etmenizde bir günah yoktur. Allah, her şeyi hakkıyle bilen (A'lim)dir, hükümlerinde hikmet sahibi (Hakîm)dir."

A- "Evli kadın (muhsane)larla evlenmeniz de size haram kılındı."

"Muhsane", evli kadın demektir. Muhsane denmesi, kocası ya da velisi tarafından harama düşmekten korunduğu içindir.

Evli kadına (fail sıygası ile) "muhsıne" de denir; çünkü evli kadın,

- fercini (namusunu) kocası dışındaki erkeklerden korur,

- ya da kocasını harama düşmekten korur.

Bazı müfessirlere göre (muhsane kelimesinin mastarı olan) "ihsan", Kur’ân'da şu dört mânâda kullanılır:

1- burada olduğu gibi "evlilik";

2- bu âyetteki "muhsinîn" kelimesinde olduğu gibi "iffet";

3- 25. âyette geçen "muhsanât" kelimesinde olduğu gibi "hür";

4- 25. âyette geçen "fe izâ uhsınne" cümlesinde olduğu gibi "İslâm".

Nitekim "uhsınne" fiili, bir görüşe göre, "Müslüman olduklar zaman..." şeklinde tefsir edilmiştir.

Âyetteki "muhsanât" kelimesi, evli kadınlar demek iken, ondan sonra "mine'n- nisa / kadınlardan" kelimesinin zikredilmesi, tekid için olup "muhsanât" kelimesinin, erkeklere de şâmil olma vehmini kaldırmak içindir.

Nitekim "muhsanât" kelimesinin, enfüs'ün (nefislerin) sıfatı olduğu da vehmedilmişim. (Bu vehme göre erkeklere de şâmil olur.)

B- "Ancak mâlik olduğunuz cariyeler müstesna."

Bu istisna, nev'in cinsten ayrılması kabilindendir. Âyette mülkiyet, yeminlere (sağ ellere) isnat edilmiştir ki, kelime kelime tercemesi "sağ ellerinizin mâlik olduğu", demektir. Çünkü mülkiyet, genellikle sağ el ile yapılan bir akidle gerçekleşir. Bu mâlikiyet, köleler ve özellikle kadın köleler için kullanılır. Zaten burada da kastedilen kadın kölelerdir.

Cariyeler hakkında mülkiyet ifâdesinin kullanılması, hür kadınlar hakkında kullanılan nikâh mülkiyetine tekabül ettiği içindir.

Burada akıl sahibi olmayan varlıklara ilişkin "mâ" harfinin kullanılması, cariyelerde bulunan kölelik kusuruna işarettir. (Zira onlar bu sıfatlarından dolayı, hür insanların bütün mükellefiyetleri ile mükellef değillerdir.)

- Cariyelerden murad, ya bütün cariyelerdir.

Bu takdirde istisna, bütün fertlerini değil, fakat bir kısmını tahrim hükmünün dışına çıkarmak içindir. Bunun anlamı şudur:

"Mutlak olarak bütün evli kadınlarla evlenmeniz size haram kılındı, ancak mâlik olduğunuz evli cariyeler müstesna; çünkü onlar, mutlak olarak muharramattan (nikâhları haram olan kadınlardan) değildir. Fakat onlardan nikâhı haram olmayan bir kısım da vardır ki, onlar, kocasız olarak veya

Diğer bir görüşe göre mutlak, olarak (kocaları yanlarında olsa da) esir alınan cariyelerdir; "

- Cariyelerden murad ya da özellikle savaşta esir alınanlardır. Bunun da anlamı:

"Evli kadınlar size haram kılındı, ancak savaşta esir alınan evli kadınlar müstesna; çünkü onların nikâhları kısmen, yani mâlikleri olmayanlar için meşrudur."

Savaşta esir alınan cariyelerin, mâlikleri için kölelik mülkiyeti ile helâl olmaları ise nassın delâletinden çıkar. Çünkü nikâh mülkiyeti ile kölelik mülkiyetinin hükümlerinin illeti aynıdır. Fakat bu helâl olma hükmü âyetin ibaresinden anlaşılmaz. Çünkü bikndiği üzere âyetin nazmı, âyette sayılan nıkâhlanmaları haram olan kadınlara ilişkindir. Burada nikâh mülkiyeti hükmü ile faydalanması haram olan kadınlar beyân edilir. Kölelik mülkiyeti hükmü ile bu kadınlardan faydalanmanın hürmetinin (haram olmasının) sübtitu ise, nassın delâletiyledır. Bunda istisna asla câri değildir. (Yani âyette sayılan muharramâttan, kölelik mülkiyeti ile helâl olan hiçbir kadın yoktur.)

Savaşta esir alınan kadınların, eski kocalarından, bir görüşe göre mübayenet (ayrılık), bir görüşe göre de esaret ile kesin olarak boşanmış sayıldıkları hâlde, bunların âyette evli kadınlardan sayılmaları, insanların o zamanki inançlarına binaendir. Çünkü insanlar, esir alınan kadınların, eski kocalarından boş sayıldıklarını henüz bilmiyorlardı. Nitekim rivâyete göre Ebû Said Sa'd b. Mâlik el-Hudrî (radıyallahü anh) diyor ki:

"Evtas savaşında evli kadınlardan çok esir aldık. Ancak onlarla cinsel ilişkide bulunmak istemedik. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)e sorduk:

"- Ya Resûlallah! Neseblerinı ve kocalarını bildiğimiz kadınlarla nasıl cinsel ilişkide bulunacağız?"

İste bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Biz de o esir kadınları kendimize helâl saydık."

Ebû Said ci-Hudrî'den gelen bir başka rivâyete göre:

"O zaman Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) emri ile bir münâdı, yüksek sesle şunu ilân etti: "Dikkat edin! Hâmile kadınlar doğum yapıncaya, hâmile olmayanlar da âdetten temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişkide bulunmayın!"

Böylece Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) istibrâdan (hamile olmadıkları anlaşıldıktan) sonra onlarla ilişki kurmayı bize mubah kıldı."

Bu hükmün bu âyetin nüzulüne bağlanması, âyetin bu hüküm için nâzıl olduğuna delâlet etmez. Çünkü hükmün bu âyetin nüzulüne bağlanması, âyetin her hangi bir veçhile o hükmü ifâde etmesine bağlıdır; lâfız ve ibare olarak onu ifâde etmesi şart değildir.

Ebû Said el-Hudrî (radıyallahü anh) den gelen bir diğer rivâyete göre de bu âyet-i kerîmenin nüzul sebebi şudur:

"Birtakım evli kadınlar, kocalarından ayrı olarak Resûlüllah'ın yanına hicret ediyorlardı. Bazı Müslümanlar da bu kadınlarla evleniyorlardı. Sonra da bu kadınların eski kocaları çıkıp geliyorlardı. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Müslümanların, o muhacir kadınlarla evlenmesini yasakladı."

Bu rivâyete göre, âyetteki muhsanât, kocalarının da İslâmı ve hicreti tahakkuk eden veya beklenen muhacir kadınlar demektir. İşte bundan dolayıdır ki, o kadınlar Müslüman olup hicret ettikten sonra da ihsan (evli kadın) vasfını zayi etmemişlerdir (onlara yine muhsanat denmiştir).

Bu yasak, tahakkuk etmiş fahrim (kocası da Müslüman olup hicret edenler) içindir ve İslâm ile hicreti beklenenlerin hâlinin bilinmesi halindedir. Yoksa bunların dışındakilerin haram olmakla bir alakası yoktur ve onlara bu isim. (muhsanat / evli) de verilemez. Bunun aksi nasıl olabilir ki, esir alınan kadın ile kocası aynı dinde oldukları hâlde esir alınmakla, aralarındaki alaka kesildiğine göre, Müslüman olup hicret eden kadın ile kocası arasındaki alakanın kesilmesi öncelikle gerçekleşir. Nitekim,

"Eğer sız de onların îmân etmiş kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Bu kadınlar onlara helâl değildir; onlar da bu kadınlara helâl değildir." (Mümtehıne 60/10) mealindeki âyet de, bu gerçeği ifâde eder.

C- "Bunlar Allah'ın size yazdıklarıdır."

Allahü teâlâ, âyette zikredilen kimselerin nikâhının haramlığını size farz olarak yazdı. Siz de Allah'ın (celle celâlühü) farz olarak yazdığı bu hükümlere bağlı kalın.

Bir kırâete göre:

"Kitabellâh" tamlaması, "kütübullah" olarak da okunmuştur. Bunun anlamı, "bunlar, Allah'ın size farzlarıdır" olur.

Diğer bir kırâete göre de:

"Kitabe" kelimesi, mazi fiil olarak "ketebe" şeklinde okunmuştur. Bunun da anlamı, "Allah (celle celâlühü) bunları farz olarak yazdı" olur.

Ç- "Bunlardan başkası ile iffetli olarak, zinadan kaçınarak mallarınızdan mehir vermek suretiyle evlenmek istemeniz de size helâl kılındı."

Âyetin "ve uhıllle leküm - size helâl kılındı" ile başlayan bu cümlesi, daha önceki 23. âyetin "hurrimet a'leyküm / size haram kılındı" ile başlayan cümlesine atıftır. Bu iki cümle arasında "Kitabe-llâhi a'leyküm / Bunlar Allah'ın size yazdıklarıdır" cümlesinin zikredilmesi, zikredilen haramları muhafazaya ziyadesiyle sevketmek içindir.

Bir kırâete göre bu cümledeki "helâl kılındı" anlamındaki "uhılle" fiili, fail sıygasiyla "ehalle / helâl kıldı" olarak da okunmuştur. Bu takdirde anlam:

"Daha önce zikredilen kadınlardan başkasının nikâhı yalnız olarak veya başkasıyla beraber size helâl kılındı, yahut Allah bunu size helâl kıldı." olur.

Bir görüşe göre, burada ifâde edilen helâl kılma hükmü, mutlak olarak bütün haller için değildir ki, bir kadın ile onun halasını veya teyzesini birden almak da bu mutlak ifâdenin kapsamına girsin.

Buradaki başka kadınları helâl kılma hükmü, mutlak değil kısmîdir; ancak bazı hallere, münferid nikâhlamalara mahsustur; bunun da helâl olmasında şüphe yoktur. Bir kadın ile halasını veya teyzesini cem'etmenin (birden almanın) haram olması, buna halel getirmez. Nitekim bilindiği üzere:

1- iddette bekleyen bir kadının nikâhının,

2- üç talakla boşanmış olan bir kadının nikâhının,

3- dört karısı olan bir adamın beşinci bir kadın ile nikâhının,

4- hür kadınla evli bir kimsenin câriye bir kadın ile nikâhının,

5- mulâane yapılan (kocası tarafından zina ile dört kere suçlanan ve beşincisinde lanet okunarak suçlanması tekrar edilen) bir kadının nikâhının hürmeti (haramlığı),

- birincisinde iddetten sonra,

- ikincisinde başka biriyle evlilik yapıp ondan da boşandıktan sonra,

- üçüncüsünde dört karısından birini bosadıktan ve iddeti bittikten sonra,

- dördüncüsünde hür karısını bosadıktan sonra,

- beşincisinde karısını zina ile suçlayan kocanın, kendiliendim tekzib etmesinden sonra nikâhlarının helâl olması, eski hükümlere halel getirmez.

"En tebteğû biemvaliküm / mallarınızla istemeniz" ifâdesi mallarınızı alacağınız kadınların meliklerine sarfetmeniz demektir.

"Muhsinîn" kelimesi, kale, hisar, muhkem, sağlam, koruma, himaye anlamına "hısn "kökünden gelir; iffetli olmak, nefsi ayıplama ve cezayı gerektiren hallerle düşmekten korumak demektir.

"Müsâfihıin" kelimesi, sifah kökün dendir ki, zina ve fuhuş demektir. Bunun mastarı sefh'tir ki, meniyi dökmektir. Zira zinadan maksat budur. Yani edep yerinizi haramdan koruyarak ve meninizi zinakâr kadınlara dökmeyerek, demektir.

D- "O hâlde kendilerinden faydalandığınız (istimta' ettiğiniz) kadınlara mehirlerini bir fariza olarak verin."

Burada faydalanmaya konu olan, ya kadınların kendileridir, ya da onlarla ilgili fiillerdir.

Bu cümle, şart cümlesi olarak da, sıla-mevsûl cümlesi olarak da tefsir edilebilir. Şöyle ki:

1- kadınların hangi ferdinden veya nikâh ve halvet gibi hangi ikimden faydalanıyorsanız,

2- kadınlardan faydalandığınız ferdin veya söz konusu fiillerinin karşılığı olarak takdir edilmiş yahut onlar için size farz kılınmış olan ücretlerini, yani mehirlerini verin.

Mehir, ücret olarak ifâde edilmiş, çünkü melik, kadınların bedenlerinin, kadınlıklarmın ücretidir (bu yoldan elde ettikleri bir nevi güvencelerdir).

E- "Mehrin kesinleşmesinden sonra bırbirinizi razı etmenizde bir günah yoktur."

Mehrin takdirinden sonra kadının, mehrinin bir kısmını kocasına bağışlaması veya tamamından onu ibra etmesi hâlinde hiçbir sorumluluk kalmaz. Nitekim daha önce geçen bir âyette de meâlen:

"Kadınların mehirlerinni gönül hoşluğu ile verin; eğer onlar o mehrin bir kısmını gönül rızâsı ile size bağışlarlarsa, artık onu afiyetle yeyin." (Nisa 4/4) ve diğer bir âyette de:

"Ancak kadınların meliklerinden vazgeçmesi hâli müstesna." (Bakara 2/ 237) buyurulur.

Karşılıklı anlaşmaya, takdir edilen mehri arttırmayı da dahil etmek, erkeklerden sorumluluğun kalkması ile uyuşmaz. Çünkü erkeklerin, kararlaştırılmış mehri artirarak vermelerinde kendileri için bir sorumluluk düşünülemez. Ancak âyette kocalara yapılmış olan hitabın, tağiib (erkeklerin kadınlara galip kılınmaları) yoluyla yapıldığı söylenirse, o zaman bir sakınca kalmaz. Çünkü zevcelerin, kararlaştırılmış mehrin fazlasını almaları hâlinde sorumlulukları düşünülebilir.

Bir görüşe göre de, buradaki karşılıklı rızâ ve anlaşma, nafaka ve benzeri hususlarla ilgilidir.

Bir başka görüşe göre de, bu karşılıklı anlaşma, beraber yaşamak veya ayrılmak ile ilgilidir.

Ancak bu son iki görüşü "min ba'di'l-ferîdah / mehrin kesinleşmesinden sonra" ifâdesi ile bağdaştırmak mümkün değildir. Çünkü bu son iki görüşteki hususların, mehrin kararlaştırılması ile bir bağlantısı yoktur. Ancak eğer bu ayrılmadan, muhalaa (kadının bir bedel karşılığında boşanma hakkını elde etmesi) ise, bu görüşlerin önünde bir engel kalmaz.

Bir görüşe göre de, bu âyetteki "feme-stemta'tüm bihi minhünne fe âtü hünne ücûrahünne / kadınlardan istimtâ ettiğinizde, faydalandığınızda veya kendilerinden faydalandığınız kadınlara ücretlerini hemen verin" cümlesi, müt'a nikâhı hakkında nazil olmuştur ki, bu nikâh, bir gün veya daha fazla, ama belli bir zaman için yapılan nikâhtır. Buna müt'a nikâhı denmiştir. Bu nikâhtan amaç, kadından faydalanmak ve kadının da kendisine verilen ücretten faydalanmasıdır.

Müt'a nikâhı, Mekke-i Mükerreme fethedildiğinde üç gün helâl kılınmıştı. Sonra da bu hüküm nesholundu. Zira rivâyet olunuyor ki, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) müt'a nikâhını helaâl saydıktan sonra ertesi gün:

"Ey insanlar! Ben size müt'a nikâhı ile bu kadınlardan faydalanmanızı emretmiştim; şimdi haberiniz olsun ki, Allah onu kıyamet gününe kadar kesinlikle haram kıldı." diye ilân buyurdu.

Bir görüşe göre ise, müt'â nikâhı, iki kere helâl kılınmış; iki kere de haram kılınmıştır.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) tan rivâyet olunduğuna göre, kendisi ölümüne yakın, müt'a nikâhının caiz olduğuna dâir olan görüşünden dönmüş ve:

"Allah'ım! Müt'a nikâhı ile sarf (dirhem ve dinarın mübadelesi) hakkındaki görüşümden tevbe ediyorum!" demiştir.

{İbn Abbâs'ın ilk görüşüne göre, dirhemin dirhem ile ve dinarın da dinar ile mübadelesi, peşin olduğu takdirde birbirinden fazla da olsa, ribâ (faiz) olmaz.}

F- "Allah, her şeyi hakkıyle bilen (A'lîm) dir, hükümlerinde hikmet sahibi (Hakim) dır."

Allah Teâla, kullarının içinde bulundukları hâl ve şartları hakkıyle bilir ve onlara meşru kıldığı hükümleri hikmetler üzerine bina eder.

25

"Sizden, hür ve mü'min kadınları nikâh lam aya gücü yetmeyen kimse ellerinizin altındaki köle kızlar (cariyeler) dan birini nikâhlasın. Allah, sizin îmânınızı daha iyi bilir. Siz birbirinizdensiniz. O hâlde onları ailelerinin izniyle nikahlayın. Mehirlerini güzelce (ma'rûfa uygun) verin. Oyle ki onlar da iffetli olsunlar, zina etmesinler ve dost tutmasınlar. Evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanır. Bu, içinizden günah işlemekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır. Allah, çok bağışlayıcı (Gafur) dır, çok merhamet eden (Rahîym) dir."

A- "Sizden, hür ve mü'min kadınları nikâhlamaya gücü yetmeyen kimse ellerinizin altındaki köle kızlar (cariyeler) dan birini nikâhlasın."

Muhammed el-Firûzabâdî el-Şirazî (61.1414), "el-Kamusü'l-Muhît" adlı eserinde, "Tavl / imkân" kelimesini, fazlalık, kudret, zenginlik ve genişlik olarak mânâlandırmiştır.

"Muhsanât", (ki muhsane'nin çoğuludur) hür kadınlar demektir. Çünkü memlûke (köle) kadınlar ile mukabele edilmiştir. Hür kadınlara muhsanât denir. Çünkü onların hürriyeti kendilerini, köleliğin zilletinden, müptezel hâlinden ve kusur ile noksanlık gibi diğer sıfatlarından korumuştur.

Bu âyetd kerîmenin zahiri, Ehl-i Kitab olan cariyenin nikâhının asla câız olmadığını ifâde eder. Nitekim Hicaz Fıkıh âlimlerinin görüşü budur, imam Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) ise, bu konudaki nassların umumî olduklarına bakarak Yahudi ve Hıristiyan cariyeleri nikâh etmenin caiz olduğunu söyler. Şu hâlde bu Âyetteki ifâde, efdal (en faziletti) olanı bildirmektedir. Zaten efdal olmasında kimsenin ihtilafı yoktur.

Rivâyete göre İbn Abbâs (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

"Allahü teâlâ'nın bu ümmete bahşettiği geniş imkânlardan bin de, cariyenin, Yahudi ve Hıristiyan kadınların nikâhıdır. Velev ki, bunlarla evlenen zengin olsun." (İbn Abbâsin bu sözüne göre de, âyetteki mâlî olarak imkân bulamama kaydı, efdaliyet içindir.)

B- "Allah, sizin îmânınızı daha iyi bilir."

Bu arızî (mu'terıza) cümle, onları cariyelerin nikâhına akştırmak ve kölelere karşı büyüklük taslamaktan vazgeçirmek, üstünlüğün ve iftihar vesilesinin hasep, nesep olmadığını, yalnız îmân olduğunu belirtmek içindir. Nitekim Allah Teâla bir âyette meâlen şöyle buyurmaktadır:

"Ey insanlar! Şüphesiz ki Biz, sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanişasınız diye, sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz Allah katında en değerimiz, takvaca en üstün olanınızdır." (Hucurât 49/13)

Allahü teâlâ, sizin îmân mertebenizi sizden daha iyi bilir. İnsanların hâlleri de îmânlarına göre nizam bulur; dünya ve âhirette maslahat çarla bunun üzerinde döner, bunların hürriyet ve kölelik ile bir alakası yoktur. Çünkü nice cariyeler vardır ki, onların îmânları, hür kadınların îmânlarından üstündür.

C- "Siz birbiriniz den siniz."

Eğer aradaki müşterek bağdan maksûd olan din ise, insanlar arasında uyumu sağlayan en önemli unsur dindir.

Eğer aradaki müşterek bağdan maksûd olan nesep ve soy ise, bu cümle de diğer bir itirazî cümle olup başka bir cihetten, bu uyumu belirtir.

Bu cümledeki hitab:

- Ya bundan hemen önceki muhataplar içindin nitekim bundan sonra gelecek hitap da onlar içindir. Buna göre, bundan önce gıyabî ifâdeler kullanıldığı hâlde burada doğrudan doğruya hitab zamirleri kullanılması, teşvik ve ünsiyetlerini sağlamak içindir.

- Ya da buradaki hitab, çok daha önceki hitablar gibi diğer Müslümanlara aktır. Maksad onları teşviktir.

Ç- "O hâlde onları ailelerinin izniyle nikahlayın. Meliklerini güzelce (ma'rûfa uygun) verin. Öyle ki onlar da iffetii olsunlar, zina etmesinler ve dost tutmasınlar."

"Ellerinizin altındaki, köle kızlar (cariyeler)dan..." ifâdesinin tefsirinde anlatıldığı gibi, bundan nikâh emri anlaşıldığı hâlde burada ayrıca nikâh emrinin zikredilmesi, câriye nikâhına ziyadesiyle teşvik içindir. Yani siz bu ilâhî emrin açıldığına vâkıf olduktan sonra artık kendinizi onlardan üstün görmeyin ve velilerinin izniyle onları nikahlayın.

Burada,

- cariyelerin velilerinin izninin alınması şart koşulduğu hâlde,

- nikâh akdinin doğrudan doğruya onlar tarafından yapılması şartına yer verilmemesi,

- zımnen bâliğa cariyelerin bizzat nikâh akdini gerçeldeştirmelerinin câız olduğunu bilektir.

Nikahlanan cariyelerin mehirlerini örfe uygun şekilde kendilerine vermekten maksad,

- ödemeyi ertelemeden,

- onlara zarar vermeden,

- onları, mehirlerini ısrarla istemek zorunda bırakmadan şeriat ve âdet örfüne uygun olarak mehirlerini kendilerine vermektir.

Ve zorunlu olarak, kendilerine yapılan ödeme de, velilerinin izniyle olmalıdır. Binâenaleyh meliklerinin kendilerine verilmesinin zikri, bu mehirlerin kendilerine âit olduğu için değil, fakat mehri onların eline vermenin de caiz olduğunu beyân etmek içindir.

Bir görüşe göre ise, bu cümlede muzaf (Arapçada tamlamanın birinci parçası) malızûftur. Yani mehirlerini onların velilerine verin, demektir.

"Ahdan" kelimesi, "hıdn'in çoğuludur. Hıdn, gizli dost demektir. Burada kastedilen mânâ, her birinin birkaç dostu değil, fakat her birinin bir dostu demektir. İstenen iffetli olmak, ne açıktan, ne de gizlice zina etmemektir. Câhiliye döneminde zina bu iki yolla yapılıyordu.

D- "Evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanır."

"Uhsınne" kelimesi, bir kırâete göre fail kalıbı ile "ahsarme" olarak okunmuştur. Bunun anlamı şudur:

Cariyeler, evlenmekle hem kendilerini hem de kocalarının namuslarını koruduktan sonra zina edecek olurlarsa hür bakirelere uygulanan had cezasının yarısı, yani elk kamçı uygulanır. Nitekim evlenmeden önceki cezaları da bu idi.

Şu hâlde burada maksad, hür kadınların zina cezasının evlenmekle değiştiği hâlde cariyelerin cezasının değişmediğini beyân etmektir.

E- "Bu (câriye ile evlenme izni), içinizden günah işlemekten korkanlar içindir."

Cariyelerle evlenme izni de mutlak değil, fakat şehvetinin galebesi yüzünden günaha girme korkusu olanlar içindir.

"A'net / günaha girme" kelimesi, aslında kemiğin kaynamasından sonra kırılması anlamına gelir. Mecaz olarak, insanın iyi hâlinden sonra karşılaştığı meşakkat ve zarar anlamında kullandır.

Bir görüşe göre, burada "anet" kelimesinden murad had cezasıdır. Çünkü bu günaha meyk olan kimsenin bu günaha düşüp de bu yüzden had cezasına mâruz kalmasından endişe edilir. Ancak mü'minin hâkrie uygun olan birinci mânâdır. Çünkü ikinci mânâ, muinine göre mahzurlu olan zina değil, fakat had cezası olduğu vehmini verir.

F- "Sabretmeniz ise sizin için daha hayırlıdır."

Sabrederek nefsinizi, arzu ettiği günahlardan menedip iffetli olarak yaşamanız, cariyelerle evlenmenizden daha hayırlıdır. Çünkü cariyelerle evlenmek, doğacak çocukların köle olması sonucunu doğurur.

Ömer (radıyallahü anh) diyor ki:

"Hür bir erkek, bir câriye ile evlenirse, kendi yarısını (bir parçası sayılan çocuğunu) köle yapmış olur."

Tabiînden Said b. Cübeyr (radıyallahü anh) diyor kı:

"Câriye nikâhı da (sakmcak sonuçları itibariyle) zinaya yakındır."

Câriye ile evlilikten doğan çocukların köle olmasından başka diğer önemli sakıncaları şöyle sıralanabilir:

1- Cariyelerin velilerinin onların üzerindeki hakları, kocalarının haklarından daha kuvvetlidir. Böyle olunca cariyeler, hür kadınlar gibi bütün vakitlerini kocalarına ayıramazlar.

2- Cariyelerin velileri, onları dilediği gibi seferde de, hazarda da istihdam edebilir; onları yerk ve yabancıya, uzak yerlerde yaşayan insanlara da satabilir. Böylece aile düzem tamamen bozulur.

3- Cariyelere, hor ve mübtezel gözüyle bakılır; çalıştırıldıkları işlerin gereği olarak, her yere girer, çıkarlar. Ve bütün bu horluk ve zillet, onları nikahlayana da sirayet eder. Oysa mü'minlere yaraşan zillet değil, izzettir.

4- Cariyelerin melikleri kendi velilerine aittir. Bundan dolayı onlar, ne kendileri mehirlerınden faydalanabilir, ne de onu kocalarına hibe edebilirler. Böylece evlenmeleri, ev düzenine de bir katkı sağlamaz.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

"Hür kadınlar, evi ihya eder, cariyeler ise evi harap eder / el-Haraıru salâhu'l-beyti ve'l-imâü helâküi-beyti."

G- "Allah, çok bağışlayıcı (Gafur) dır, çok merhamet eden (Rahîym)dir."

Allahü teâlâ, son derece mağfiret edicidir; Binâenaleyh cariyeleri nikâh etmeyen mü'minlerin hâline münâfi bazı taksiratını affeder. Ve Allah'ın issize olan rahmeti sonsuz olduğundan dolayıdır kı, cariyeleri nikâh etmeniz için size ruhsat vermiştir,

26

"Allah size tebyin etmek (belirtmek, açıklamak), sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah, her şeyi hakkıyle bilen (A'lîm)dır, hükümlerinde hikmet sahibi (Hakim)dir."

A- "Allah, size tebyin (belirtmek, açıklamak), sizden öncekilerin yollarını size göstermek ve tevbenızi kabul etmek ister."

Bu istinafı kelâm, zilcredilen bu hükümlerin, hidâyete mazhar olan Peygamberlerin ve sâlihlerın yollarına uygun olduklarını izah ve beyân içindir.

Allahü teâlâ,

- kulluk vazifeleri olarak emretiği helâl ve haramları size açıklamak,

- daha önce gelip geçmiş Peygamberlere ve sâlih insanlara uymanız için onların gittikleri yolları size göstermek,

- şer'i hükümlere riâyette gösterdiğiniz takdirde taksirli fiillerden tevbe istiğfar etmeniz hâlinde sizi affetmek ister. Zira pek az mükellef, tevbe ile telâfi edilmesi gereken taksirattan uzak kalabilir yahut Allahü teâlâ, size böylece günahlardan alıkoyacak sebepleri gösterir ve sizi tevbeye veya günahlarınıza keffaret olacak şeylere teşvik buyurur.

B- "Allah, her şeyi hakkıyle bilen (A'lîm)dir, hükümlerinde hikmet sahibi (Haldm)dir."

Allahü teâlâ, bütün eşyayı ve ezcümle size teşri' buyurduğu hükümleri gayet iyi bilmekte ve bütün işlerinde hikmet ve maslahatı gözetmektedir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1574  H : 982)

 

İRŞÂD, EBU'S-SUÛD TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç