Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

95

 

004 - NİSÂ' SÛRESİ

 

CÜZ :

5

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

106

Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok mağfiret edendir, rahmet buyurandır.

Âyetin Anlamı:

Taberî, âyetin şu anlama geldiği kanaatindedir: Hainleri savunmakla kazandığın günahtan ötürü Allah'tan mağfiret dile. Hazret-i Peygamber hainleri savunmayı kararlaştırıp, yahudinin de elini kesmek istediğinden dolayı Allah ona mağfiret dilemesini emretti. Bu, peygamberlerin küçük günah işlemelerini câiz görenlerin görşüdür (Allah'ın salat ve selamı hepsine olsun).

İbn Atiyye der ki: Ancak bu bir günah değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zahire göre ve onların günahsız olduklarına inanarak onları savunmuştur. Âyetin anlamı da şudur: Sen, ümmetin arasında günahkâr kimseler için ve haksızca davalaşanlar için mağfiret dile. Senin insanlar arasındaki konumun ise, davalı tarafları dinleyip, dinlediğine uygun olarak hüküm vermek ve günahkâra mağfiret dilemektir.

Şöyle de denilmiştir: Hazret-i Peygambere teşbih kabilinden mağfiret dilemesi emredilmiştir. Bir kimsenin bir başkasına bir günahtan tevbe etmesini kast etmeksizin tesbih etmesini isteyerek, Allah'tan mağfiret dile demesi gibi.

Şöyle de açıklanmıştır: Burada hitap, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olmakla birlikte asıl maksat, Ubeyrakoğullarıdır. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Ey Peygamber, Allah'tan kork" (el-Ahzab,33/1);

"Eğer... şüphede isen.,." (Yûnus, 10/94)

107

Kendi nefislerine hainlik edenleri savunma. Çünkü Allah, hainlikle direnen günahkârları sevmez.

Yani kendilerine hainlik eden kimseler adına ve lehine delil getirmeye kalkışma. Bu âyet-i kerîme, az önce de geçtiği gibi Useyîr b. Urve hakkında nâzil olmuştur.

Mücadele etmek (savunmak), muhasama (karşılıklı davalaşmak, dava sürmek) demektir. Bu kelime bükmek anlamına gelen 'dan gelmektedir. Sağlam ve güçlü kişi anlamında' tabiri ile doğan kuşuna: denilmesi de buradan gelmektedir.

Bu kelimenin (mücadelenin) yerin yüzü demek olan; 'dan geldiği de söylenmiştir. Çünkü, hasımlardan herbirisi karşı tarafı yere yıkmak ister. el-Accâc der ki:

"Ben, bir halden bir hale geçebiliyorum

Aciz olanı da yerin üzerinde terkediveriyorum

Çaresiz bir şekilde toprağa bulanmış olarak."

Şiirde de görüldüğü gibi el-Cedale; yer demektir. Bu da Arapların: sözlerinden gelmektedir ki, onu yerin üzerinde bırakılmış halde terkettim, demektir.

"Çünkü Allah, hainlikte direnen" çokça hainlik eden

"günahkârları sevmez" böyle kimseden razı olmaz. Onun şanını yükseltmez

Âyet-i kerîmede geçen "havran" çokça hainlik eden, ileri derecede hıyanette bulunan demektir. Çünkü bu kip, mübalağa kiplerindendir. Bunun böyle oluş sebebi ise, yapılan o hainliğin oldukça büyük oluşundandır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

108

İnsanlardan gizlerler de, Allah'tan glzleyemezler. Halbuki onlar O'nun razı olmayacağı sözü geceleyin konuşup düzenledikleri zaman O, beraberlerinde idi. Allah yapacakları berşeyi kuşatıcıdır.

ed-Dahhâk dedi ki: (Ebû Ta'me) zırhı çalınca, evinde bir çukur kazıp zırhı toprağın altına gömdü. Bunun üzerine: "İnsanlardan gizlerler de Allah'tan gizleyemezler" âyeti nâzil oldu. Yüce Allah buyuruyor ki: Zırhınbulunduğuyer Allah'a gizli değildir Çünkü "O, beraberlerindedir" yani, onları gözetleyen ne yaptıklarını tesbit edendir. "İnsanlardan gizlerler" âyetinin, insanlardan gizlenirler anlamında olduğu da söylenmiştir Yüce Allah'ın:

"Geceleyin gizleneni" (er-Râd, 13/10) âyetinde olduğu gibi. Yani, geceleyin gizlenip saklananı demektir. Bunun insanlardan utanırlar anlamına olduğu da söylenmiştir. Bu anlama gelmesi ise, gizleyip saklanma sebebinin utanma oluşundan dolayıdır. "O, beraberlerinde idi" âyetinin anlamı ise; ilmiyle, görmesiyle ve işitmesiyle beraberlerindeydi, demektir. Ehl-i sünnetin görüşü budur. Cehmiyyet Kaderiyye ve Mu'tezile ise, bu ve benzeri âyetlere sarılarak; o her yerdedir derler. Derler ki: Yüce Allah, burada "O, beraberlerinde idi" demesi, O'nun her yerde oluşunu ispatlamaktadır. Çünkü yüce Allah, onların söyledikleri sözler dolayısıyla kendisinin de onlarla birlikte olduğunu tesbit etmektedir.

Ancak bu nitelik cisimlerin sıfatıdır. Yüce Allah ise bundan üstün ve münezzehtir. Nitekim Bişr (el-Mutezüî) yüce Allah'ın-

"Üç kişi kendi arasında fısıldaşmasınki, muhakkak O, onların dördüncüsüdür" (el-Mücadele, 58/7) âyeti hakkında tartışırken şöyle demişti: O, zatı ile her yerdedir. Bu sefer onunla tartışan hasmı şöyle demişti; (Buna göre) O, senin takkenin altında, senin cübbende ve eşeğinin karnında olmalıdır. Allah onların söylediklerinden yücedir, münezzehtir. Bunu Veki' (radıyallahü anhhimahullah) nakletmiştir.

Yüce Allah'ın:

"... Geceleyin konuşup düzenledikleri zaman" âyetinin anlamı, söyledikleri zaman, söyledikleri sözler demektir. Bunu el-Kelbî, Ebû Salih'ten, o, İbn Abbâs'tan nakletmiştir.

"...O'nun razı olmayacağı" yani, kendisine itaat eden kimseler için Allah'ın hoşnut olup beğenmeyeceği

"sözü konuşup düzenledikleri zaman, O beraberlerinde idi". Burada

"söz"den kasıt görüş ve itikattır. Bir kimsenin Mâlik’in ve Şâfiî'nin mezhebi budur, demesine benzer.

"Söz"ün söylenen söz anlamına olduğu da söylenmiştir Çünkü, bizzat söz'ün kendisi bizzat geceden düzenlenmez. (O, fiilen söylenerek geceden söylenmiş, dile getirilmiş olur).

109

İşte siz, bu dünya hayatında onları sallallahü aleyhi ve sellemundunuz diyelim. Ya Kıyâmet günü Allah'a karşı onları kim sallallahü aleyhi ve sellemunacak, yahut onlara kim vekil olacak?

Yüce Allah'ın:

"İşte siz" bununla hırsızlık yapan Beşir'in kavmi kastedilmektedir. Onların, onu alıp kaçmaları ve onun adına tartışmaları, savunma yapmaları anlatılmak istenmektedir.

ez-Zeccâc der ki; kelimesi, o kimseler ki anlamındadır.

"Bu dünya hayatında onları sallallahü aleyhi ve sellemundunuz" onlar adına lehlerine delil getirdiniz, tartıştınız

"diyelim. Ya Kıyâmet günü Allah'a karşı onları kim sallallahü aleyhi ve sellemunacak?" Bu sorunun anlamı, böyle bir tutumu inkâr ve red ve bundan dolayı azardır.

"Yahut onlara kim vekil olacak" Vekil, işleri çekip çeviren demektir. Şanı yüce Allah, bütün mahlukatın işlerini çekip çevirendir Yani: Allah, onları azâbı ile yakalayıp, onları cehenneme atacağı sırada onların işlerini üzerine alıp sallallahü aleyhi ve sellemunacak, üstlenecek hiçbir kimse bulunmayacaktır.

110

Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de, sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ın çokça mağfiret edici, çok merhametli olduğunu görür,

İbn Abbâs der ki: Şanı yüce Allah, bu âyeti kerîme ile Ubeyrakoğullarına tevbe teklifinde bulunmaktadır. Yani:

"Kim" hırsızlık yapmak suretiyle

"bir kötülük yapar, yahut" şirk koşmak suretiyle de

"nefisine zulmeder de, sonra" tevbe etmek suretiyle

"Allah'tan mağfiret dilerse..." Çünkü tevbe olmaksızın dille mağfiret dilemenin faydası yoktur Bunu Âl-i İmrân Sûresinde (3/16. âyetin tefsirinde) açıklamış bulunuyoruz.

ed-Dahhak der ki: Âyet-i kerîme, Hazret-i Hamza'nın katili Vahşi hakkında nâzil olmuştur. O, hem Allah'a şirk koşmuş, hem Hamza'yı öldürmüştü. Daha sonra Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip şöyle demişti: Gerçekten ben pişman olmuş bulunuyorum. Benim tevbem sözkonusu mudur? Bunun üzerine:

"Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de..." âyeti nâzil oldu.

Şöyle de denilmiştir: Bu âyet-i kerîme ile kast edilen, bütün insanları kuşatacak şekilde genel ve kapsamlı bir manadır.

Süfyan, Ebû İshak'tan, o, Ebûl-Esved ve Alkame'den şöyle dediklerini rivâyet etmektedir: Abdullah b. Mes'ûd dedi ki: Her kim Nisa Sûresi'nde yer alan şu:

"Kim bir kötülük yapar, yahut nefsine zulmeder de, sonra Allah’tan mağfiret dilerse, Allah’ın çokça mağfiret edici, çok merhametti olduğunu görür" âyeti ile:

"Şayet kendilerine zulmettiklerinde sana gelip de Allah'tan mağfiret dileselerdi, Peygamber de onlara mağfiret isteyiverseydi, Allah’ı elbette tevbeleri çokça kabul eden, çok merhamet eden bulacaklardı" (en-Nisa, 4/64) âyetlerini okuduktan sonra, mağfiret dilerse ona mağfiret olunur.

Ali (radıyallahü anh)dan da şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan bir hadis işittim mi, Allah onunla beni dilediği kadar faydalandırırdı. Onu, başkasından işittim mi, ona yemin ettirirdim. Ebû Bekir de bana hadis nakletti ve Ebû Bekr doğru söylemiştir. Dedi ki: Her hangi bir kul eğer bir günah işler, sonra abdest alır iki rekat namaz kılar ve Allah'tan mağfiret dilerse, mutlaka Allah ona mağfiret buyurur.

Daha sonra da şu; "Kim bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de, sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ın çokça mağfiret edici, çok merhametli olduğunu görür” âyetini okudu. Müsned, I, 9.

111

Kim bir günah kazanırsa, bunu ancak kendi aleyhine kazanmış olur. Allah çok iyi bilendir, hüküm ve hikmeti sonsuz olandır.

"Kim bir günah kazanırsa" günahı gerektirici bir iş yaparsa

"bunu ancak kendi aleyhine kazanmış olur." Yani, bu işin akıbeti kendi aleyhine döner.

Kazanmak (kesb), insanın kendisi vasıtasıyla kendisine bir fayda sağladığı yahut onun vasıtasıyla kendisine gelecek bir zararı bertaraf ettiği şeydir. O bakımdan yüce Allah'ın fiiline kesb (kazanmak) denilmez.

112

Kim bir hata işler veya bir günah kazanırsa, sonra da onu bir suçsuzun üstüne atarsa, muhakkak büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.

Yüce Allah'ın:

"Kim bir hata İşler veya bir günah kazanırsa" âyetine gelince; burada hatâ (hatîe) ile günah'ın (ism'in) aynı anlamda olduğu söylenmiştir. Lâfızlar farklı olduklarından dolayı te'kid olsun diye tekrarlanmışlardır,

Taberî ise şöyle demektedir: Hatîe (hata) ile günahın (ism'in) ayrı ayrı zikredilmesinin sebebi şudur: Hatâ kistî de olabilir, kasıt dışı da olabilir. Günah ise, ancak kasten yapılır. Şöyle de denilmiştir: Hata, özel olarak kasıt güdülmediği sürece yapılan iştir. Hata yoluyla öldürmek gibi. Hata (hatîe)'nin küçük günah, günahın (ism) ise büyük günah olduğu da söylenmiştir.

Bu âyet-i kerîme lâfzı ile umumidir. Bunun kapsamına bu âyetlerin inişine sebep teşkil eden olaya karışanlar da, başkaları da girmektedir.

Yüce Allah'ın:

"Sonrada onu bir suçsuzun üstüne atarsa" âyetine gelince; suçsuz (beri) ismine dair açıklamalar el-Bakara Sûresi'nde (2/54. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

"Onu" anlamındaki kelimenin sonundaki "he" zamiri günaha veya hataya racidir. Çünkü bunun anlamı o günahı suçsuza atarsa demektir. Aynı anda her ikisine de raci olabilir. Bunun kesb (kazanma) fiiline raci olduğu da söylenmiştir. İşte, kim böyle yaparsa

"muhakkak büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur" demektir. Bu, bir benzetmedir. Zira günahlar bir yük ve bir ağırlıktır, O nedenle yüklenilip taşınılan şeyler gibidir. Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Onlar, elbetteki kendi yüklerini de kendi yükleriyle birlikte diğerlerinin yüklerini de yükleneceklerdir." (el-Ankebût, 29/13)

"İftira (el-Buhtan)" kelimesi ise, el-Beht'den gelmektedir. Bu ise, kendisi ile hiçbir ilgisi bulunmayan bir günahı işlediğini ileri sürerek kardeşine karşı çıkmandır.

Müslim, Ebû Hüreyre'den Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Gıybetin ne olduğunu bilir misiniz." Onlar: Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dediler. Şöyle buyurdu: "Kardeşini hoşuna gitmeyecek şekilde sözkonusu etmendir." Bu sefer şöyle soruldu: Şayet söylediğim kardeşimde bulunuyorsa bunun hakkında ne dersin? Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu; "Eğer dediğin onda varsa onun gıybetini yapmış olursun. Eğer dediğin onda yoksa, ona iftirada bulunmuş olursun (belit.)." Müslim, Birr 70; Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23; Dârimî, Rikaak 6; Müsned II, 230, 384, 386, 458.

İşte bu âyet, açık bir nasstır. Buna göre suçsuz bir kimseye (beri) iftirada bulunmak, ona bühtanda bulunmaktır. Bir kimse hakkında işlemediği bir şeyi işledi diye söyleyecek olursak o takdirde; kullanılır. İftirada bulunan kişiye; hakkında iftirada, bühtanda bulunulana da; denilir. Bir kimse dehşete düşüp şaşırdığı, hayret ettiği zaman da; denilir. "He" harfi ötreli de olursa aynıdır. Ancak, her ikisinden de daha fasihi olmak üzere şeklinde kullanılır.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"O kâfir kişi şaşırıp kaldı." (el-Bakara, 2/258)

İftiraya uğrayana denilir. Ancak ve denilmez. Bu açıklamaları el-Kisâî yapmıştır.

113

Eğer senin üzerinde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir zümre seni saptırmaya çalışırlardı. Halbuki onlar, kendilerinden başkasını saptıramazlar. Ve sana hiçbir zarar veremezler. Allah sana Kitabı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediklerini öğretmiştir. Allah'ın üzerindeki lütfü pek büyüktür.

Yüce Allah'ın;

"Eğer senin üzerinde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı" anlamındaki; âyetinde;

"Olmasaydı" kelimesinden sonra gelen kelime, Sîbeveyh'e göre mübtedâ olarak merfu'dur. Haberi ise, hazfedilir ve izhar edilmez.

Anlamı ise şöyledir:

"Eğer" hakka seni dikkatini çekmesi suretiyle

"senin üzerinde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı..." demektir. Sana peygamberlik vermesi ve seni koruması ……. denilmiştir.

"Onlardan bir zümre seni" haktan "saptırmaya çalışırlardı" çünkü bunlar, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan İbn Ubeyrak'ı ithamîİan İbra edip bu suçu yahudiye atmasını istemişlerdi. Aziz ve celil olan Allah, Rasulüne (salât ve selâm ona) buna dikkatini çekip uyarmak ve bu hususu bildirmek suretiyle lütufta bulundu.

"Halbuki onlar kendilerinden başkasını saptıramazlar." Çünkü onlar, sapıkların işlerini yapmaktadırlar. Bunun vebali onlara ve onların üzerinedir.

"Ve sana hiçbir zarar veremezler." Çünkü sen Allah tarafından korunmaktasın.

“Allah sana Kitabı ve hikmeti İndirmiş.” Bu, yeni bir cümle başlangıcıdır Âyetin baş tarafındaki "vav" harfinin hal için olduğu da söylenmiştir Senin: Güneş, doğarken sana geldim" demene benzer, İmruu'l-Kays'ın şu mısraı da bu kabildendir:

"Ve kimi zaman kuşlar henüz yuvalarında iken, ben sabah yola koyuluyorum."

O takdirde ifade, önceki ile bitişik olur. Yani: Allah, Kur'ân-ı Kerîmi sana İndirmişken onlar sana hiçbir zarar veremezler.

"Hikmet" ise, vahye uygun hüküm vermektir.

“Ve sana bilmediklerini öğretmiştir." Bilmediğin şeriat ve hükümleri öğretmiştir.

(.......) kelimesi, nasb mahallindedir. Çünkü buf 'nin haberidir. Bu kelimedeki "nun" harfinin ötresinin hazf edilmesi ise, (başındaki cezim edatının) bunu cezm etmesi dolayısıyladır.

"Vav"mın hazf edilmesi ise, iki sakinin bir araya gelmesinden ötürüdür.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç