34
Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler
(kavvâmdırlar). Bu, Allah'ın bazılarını
bazılarına üstün kılmış olmasından ve erkeklerin mallarından infak etmelerinden
dolayı böyledir. İyi kadınlar itaatli olan ve Allah'ın korumasıyla kendileri de
gizli olanı koruyanlardır. Serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt
verin; kendilerini yataklarında yalnız bırakın;
(nihayet) dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık aleyhlerine yol
aramayın. Şüphe yok ki Allah, çok yücedir, çok büyüktür.
Bu âyete dair açıklamalarımızı
onbir başlık halinde sunacağız:
1. Âyetin Nüzul Sebebi:
Yüce
Allah'ın:
"Erkekler kadınlar üzerine yöneticidirler"
âyeti mübtedâ ve haberdir.
Yani erkekler kadınların nafakalarını sağlar,
onları gereği gibi korur ve himaye ederler. Aynı şekilde yöneticiler, ümerâ ve
gazaya çıkanlar da erkekler arasından çıkar. Kadınlar hakkında bu durum
sözkonusu değildir.: Kavvam ve Kayyım (yönetici ve
işleri çekip çeviren) ifadeleri aynı anlamda kullanılır.
Ayeti kerîme, Sâ'd b. er-Rabr
hakkında nâzil olmuştur. Hanımı, Zeyd b. Harice b.'Ebi Züheyr kızı olan Habibe,
ona karşı serkeşlik etmiş, o da ona bir tokat atmıştı. Babası ise şöyle dedi: Ey
Allah'ın Rasûlü, kızımı ben onun nikâhı altına verdim, o da kalktı, onu
tokatladı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
"Kocasına kısas yapsın"
diye buyurdu. Kocasına kısas yapmak üzere babasıyla geri dönüp
gidince, Hazret-i Peygamber:
"Geri dönün. İşte
Cebrâîl bana gelmiş bulunuyor"
dedi. Yüce Allah da bu âyet-i
kerimeyi indirdi.
Hazret-i
Peygamber şöyle buyurdu:
"Biz
bir iş murad ettik, Allah da ondan başkasını murad etti"
Bir diğer rivâyette ise: "Ben bir iş diledim. Allah'ın dilediği ise,
hayırlı olandır" diye buyurdu. Ve verdiği birinci hükmü bozdu.
el-Vahidi, Esbâbu Nuzüli'l-Kur’ân, s.155.
Şöyle de denilmiştir: İşte bu red
olunan hüküm hakkında yüce Allah'ın:
"Sana
o Kurân'ın vahyi tamamen ulaştırılmazdan önce de, onu
(okumakta) acele etme"
(Tâ-Hâ, 20/114)
âyetinin nâzil olduğu da söylenmiştir. İsmail b. İshak şunu zikreder:
Bize Haccac b. el-Minhâl ile
Âl-im b. el-Fadl -ki lâfız el-Haccac'ındır- anlattı dedi ki; Bize Cerir b.
Hazini anlattı, dedi ki: Ben el-Hasen'i
şöyle derken dinledim: Bir kadın Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip şöyle
dedi: Kocam yüzüme bir tokat vurdu, Hazret-i
Peygamber:
"O takdirde ona kısas uygulamam
gerekir"
diye buyurunca, yüce Allah:
"Sana
o Kur'ân’ın vahyi tamamen ulaştırlmazdan önce onu
(okumakta) acele etme."
(Tâ-Hâ, 20/114)
ayetini indirdi Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) da:
"Erkekler, kadınlar üzerine yöneticidirler"
ayeti nâzil oluncaya kadar hüküm vermemişti.
Suyûti, ed-Dürru'l-Mensur, 111, 513
Ebû Ravk der ki: Bu âyet-i
kerîme, Ubey kızı Cemile ile kocası olan Sabit b. Kays b. Şemmas hakkında nâzil
olmuştur. El-Kelbv de der ki: Bu âyet-i kerîme, Muhammed b. Mesleme'nin kızı
Âmira ile onun kocası Sa'd b. er-Rabî hakkında nâzil olmuştur. Bu âyetin nüzul
sebebinin daha önce naklettiğimiz Ummu Seleme'nin sözü olduğu da söylenmiştir.
Az önce geçen 32, âyet 1. başlığa bakınız.
Bu durumda, ayetlerin İfade düzeni
ve aralarındaki ilişki şöyle açıklanabilir: Kadınlar, miras hususunda erkeklerin
üstün kılınışından sözetmeleri üzerine:
"Allahın kendisiyle kiminizi kiminize üstün kıldığı şeyleri temenni etmeyin"
(en-Nisa, 4/32) âyeti nâzil oldu. Daha sonra
yüce Allah, erkekleri miras hususunda
kadınlara üstün kılmasının, erkeklerin mehir vermek ve kadınların nafakasını,
sağlamak yükümlülükleri dolayısıyla olduğunu beyan etmektedir. Diğer taraftan
erkeklerin bu şekilde üstün kılınmalarının faydası, neticede kadınlara racidir.
Şöyle de denilmektedir: Erkeklerin
aklî olgunluk ve idarecelik bakımından bir üstünlükleri vardır. İşte bundan
dolayı kadınlar üzerinde yöneticilik hakkı erkeklere verilmiştir. Yine
denildiğine göre erkeklerin, kadınlarda bulunmayan bir şekilde ruhi bakımdan ve
karakter itibariyle bir üstünlükleri vardır.
Çünkü erkeklerin karakterinde
(tabiatında) hararet ve kuruluk baskın
olduğundan dolayı, erkekte bir kuvvet ve bir çetinlik bulunur. Kadınların
karakterinde ise baskın olan, nemlilik ve soğukluktur, O bakımdan, yumuşaklık ve
zayıflık anlamındaki hususlar karakterlerinde yer eder. Bu bakımdan, erkeklere,
kadınlar üzerinde kıyam (yöneticilik, işlerini görüp
gözetme) hakkı verilmiştir. Yüce Allah'ın:
"Mallarından infak etmelerinden dolayı da böyledir"
âyeti dolayısıyla da bu hak
onlara verilmiştir.
2- Erkeklerin Hanımlarını Te'dip
Hakkı ve Sınırı:
Bu âyet-i kerîme, erkeklerin
hanımlarını te'dip edebileceklerine delildir. Kadın kocasının haklarını koruduğu
takdirde, erkeğin, hanımı ile kötü geçinmemesi gerekir.
"Kavvâm"
ifadesi, fa'âl vezninde mübalağa ifade eden bir
kelime olup, bir şey üzerinde durmak, onu gözetmek, bütün gayreti ile onu
korumak, ona nezaret etmek anlamındadır. Erkeklerin kadınlar üzerinde kaim
olmaları, işte bu çerçeve içerisindedir. Erkeğin, kadının işlerini çekip
çevirmesi, onu te'dip etmesi, evinde tutması, onu
(gereksiz yere) dışarı çıkmaktan alıkoyması ile olur. Kadının da kocasına
itaat etmesi ve masiyet olmadığı sürece emrini kabul etmesi görevidir. Buna
gerekçe olacak fazilet, nafakayı karşılama yükümlülüğü, akıl, cihad, miras,
emr-i bilmaruf ve nehy-î anılmünker hususlarında daha güçlü oluşu olarak
gösterilmiştir. Bazıları sakallı oluşu da üstünlükte gözönünde bulundurmuş ise
de, bunun hiç bir kıymeti yoktur. Çünkü, bir kimsede sakal bulunmakla, sözünü
ettiğimiz hususların hiçbirisi bulunmayabilir. el-Bakara Sûresi'nde bu kanaati
reddeden açıklamalar (2/ 228. âyet, 3. başlıkta)
geçmiş bulunmaktadır.
3. Erkek Karısının Nafakasını
Sağlayamazsa, Kadının Nikâhı Feshetme Hakkı Doğar mı?
İlim adamları,
yüce Allah'ın:
"Mallarından infak etmelerinden dolayı böyledir"
âyetinden şunu anlamışlardır:
Koca, hanımıma nafakasını vermekten acze düşerse, artık onun üzerinde yönecici
(kavvâm) olamaz. Onun üzerinde kavvâm
olamayacak olursa, o takdirde kadın, bu nikâh akdini feshetmek hakkına sahip
olur. Çünkü kendisinden dolayı nikâhın meşru kılındığı maksat ortadan
kalkmıştır. İşte bu bakımdan da, nafakayı ve kadının giyimini sağlamak hususunda
zorlanması halinde, nikâhın feshedilmesinin sabit olduğuna açık bir delalet
vardır. Bu, Mâlikî ve
Şâfiî'nin de görüşüdür.
Ebû
Hanîfe ise, nikâh feshi olmaz demiştir. Buna sebep ise,
yüce Allah'ın:
"Eğer
o darlık içindeyse, geniş bir zamana kadar mühlet veriniz"
(el-Bakara, 2/280) âyetidir. Buna dair açıklamalar yine bu sûrede de
önceden geçmiş bulunmaktadır.
4- İyi Kadınların Bazı Özellikleri:
Yüce
Allah’ın:
"İyi
kadınlar, itaatli olan ve Allah'ın korumasıyla kendileri de gizli olanı
koruyanlardır"
âyetinde iyi kadınların durumu haber verilmektedir. Bundan
maksat ise, kocaya itaati ve malında kocasının hazır olmaması halinde, kadının
kendi nefsinde kocanın hakkım yerine getirmeyi ennr etmektir.
Ebû Dâvûd et-Tayalisî'nin
Müsned'inde,
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan şöyle
dediği rivâyet edilmektedir: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Kadınların hayırlısı,
kendisine baktığın, zaman seni sevindiren, emir verdiğin zaman sana itaat eden,
yanında hazır olmadığın takdirde de kendi nefsinde ve senin malında seni
(haklarını) koruyan kadındır."
Daha sonra şu:
"Erkekler, kadınlar üzerine yöneticidirler..."
ayetini sonuna kadar okudu.
Ebû Dâvûd, Zekât 32;
İbn Mâce, Nikâh 5.
Hazret-i
Peygamber,
Hazret-i Ömer'e şöyle demiştir:
"Kişinin en hayırlı hazinesinin ne olduğunu sana bildireyim mi? O, saliha
kadındır. Kocası ona baktığında onu sevindirir. Ona emrettiğinde ona itaat eder,
yanında hazır bulunmadığında da onu korur."
Bu hadisi de Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir
Ebû Dâvûd,
Zekât 32;
İbn Mes'ûd'un mushafında îyi
kadınlaritaatlıolan... koruyanlardır" âyeti şeklindedir. Bu şekildeki bir çoğul
kalıbı ise, dişilere has bir kalıptır. İbn Cinnî der ki: Cem'i teksir
(yani İbn Mes'ûd'un Mushaf'ında kine uygun çoğul)
mana itibari ile daha uygun bir lâfız görünmektedir. Çünkü bu çoğul şekli,
çokluk anlamım vermektedirki, burada maksat olarak gözetilen de odur.
Allah'ın koruması ile" âyetindeki
"mâ" edatı mastar manasını veren "ma"dır. Yüce
Allah'ın kendilerini koruması sebebiyle... demektir- Bunun; Ki o;
anlamında olması da doğru bir mana olur. O takdirde,
Allah'ın koruduğu" kelimesindeki
ait zamir nasb zamiri olur. (Yani Allah'ın kendisini
koruması ile., anlamına gelir).
Ebû Cafer'in kıraatinde lafzatullah
mansup olmak üzere Allah'ı (onun hükümlerini)
korumasıyla" şeklindedir. en-Nehhâs der ki;
Ancak lafzatullahın merfu olarak okunması daha açıktır.
Yani o kadınlar, Allah'ın koruması, yardımı ve
doğrultması sayesinde kocalarının hazır olmamaları halinde, kocalarının
haklarını koruyanlardır, anlamındadır.
Bunun şu anlama geldiği de
söylenmiştir: Allah'ın onları mehirleri ve geçimleri konusunda koruması
dolayısıyla... Yine bunun şu anlama geldiği de söylenmiştir: Allah'ın onlardan
korumalarım istediği kocalarına ait emanetleri yerine getirmeleri sebebiyle...
Lafzatullahın üstün olarak
okunmasının anlamına gelince: Onların, Allah'ı yani
O'nun emrini yahut dinini korumaları suretiyle demektir. Bu okuyuşun takdiri ile
ilgili olarak da: "Onların, Allah'ı (emrini yahut
dinîni) korumaları sebebiyle" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu şekilde
çoğulken daha sonra tekil olarak gelmiştir. Nitekim şöyle denilmiştir:
"Başa gelen musibetler onu helâk etti(ler)"
Bu okuyuşun anlamı: Allah'ı
(dinini) korumak suretiyle... şeklinde olduğu
da söylenmiştir.
5. Serkeşliğin ve Ondan Endişe
Etmenin Mahiyeti:
Yüce
Allah'ın:
"Serkeşliklerinden endişe ettiğiniz kadınlara."
âyetinde geçen O kadınlar, O
kadın, kelimesinin çoğuludur. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiştir,
İbn Abbâs der ki; "Endişe ettiğiniz,
korktuğunuz" âyeti burada bildiğiniz ve kat'i olarak İnandığınız anlamındadır.
Bu kelimenin asıl anlamı üzere kullanıldığı da söylenmiştir en-Nüşûz
(mealde: serkeşlik etmek) kelimesi, isyan etmek
demektir. Yeryüzünün tümsekçe yeri demek olan den alınmıştır.
Bir kimse, oturur iken kalkıp
ayakta durursa; denilir.
Yüce
Allah'ın:
"Kalkın denildiğinde de kalkıverin ki..."
(el-Mücâdele, 58/11) âyetindeki "kalkmak" da
buradan gelmektedir. Yani Savaşa, yahut
yüce Allah'ın emirlerinden herhangi bir
emir için kalkın, demektir. Âyet-i kerimenin anlamı ise: Allah'ın kendilerine
farz kıldığı kocaya itaat hususunda isyan etmelerinden, serkeşlik edip
kabarmalarından korktuğunuz kadınlar, demektir.
Ebû Mansur el-Lüğavî der ki: Nüşûz,
eşlerden her birisinin ötekinden hoşlanmaması demektir. Burada "ze" harfi yerine
"sad" harfi geldiği takdirde, o zaman geçimi
kötü olan kadın hakkında kullanılan bir fiil olur. İbn Faris der ki: Kadının
nüşûz etmesi, kocasına karşı sert ve zorlu bir hal alması demektir Erkeğin nüşûz
etmesi ise; karısını dövmesi ve ona ağır davranması, ondan uzak durması
demektir.
İbn
Cüreyc der ki, bu fiilin kadın hakkında kullanılıp, son harfinin "ze"
olması da "sad" olması da aynı anlamı ifade
der.
6- Öğüt Vermek;
"Öğüt
verin"
âyetinden kasıt, Allah'ın Kitabı ile onlara öğüt verin, demektir.
Yani onlara, Allah'ın kendileri için vacib
kılmış olduğu güzel arkadaşlık, koca ile güzel geçimi hatırlatın, kocasının,
kendisi üzerindeki üstünlüğünü itiraf etmesi gerektiğini hatırlatın. Öğüt
verirken ayrıca der ki: Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Herhangi bir kimseye secde
etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emr ederdim.";
Ebû Dâvûd, Nikâh 40;
Tirmizî, Rada 10;
İbn Mâce, Nikâh 4,
Müsned, IV, 381, V, 228. VI. 76.
"Kadın, deve sırtında olsa
dahi, kendisini kocasından uzak tutamaz";
İbn Mâce, Nikâh 41,
Müsned, IV; 381.
"Herhangi bir kadın,
kocasının yatağından ayrı olarak geceyi geçirecek olsa, sabahı edinceye kadar
melekler ona lanet eder."
Hadisi,
Süyûtî'nin belirttiğine göre Hatîb, Enes'ten
'"Herhangi bir kadın, kocasının izni olmaksızın evinden dışarı çıkacak olursa,
evine geri dönünceye yahut kocası ondan razı oluncaya kadar
yüce Allah'ın gazabı içerisindedir"
anlamında rivâyet edilmiştir.
(el-Azizi, el-Sirâcu’l-Munîr Şerhu'l-Câmi's'-Sağir II.
103.) Bir rivâyette de şöyle
denilmektedir: "Geri
dönünceye ve elini kocasının eline koyuncaya kadar..."
diye buyurmaktadır. Bu ve buna benzer âyeti hatırlatarak
(ona öğüt verir).
7. Te'dip Kastıyla Kadınları
Yataklarında Yalnız Bırakmak:
Yüce
Allah'ın:
"Kendilerini yataklarında yalnız bırakın"
âyetine gelince, "yataklarda"
anlamına gelen kelimesini İbn Mes'ûd, en-Nehaî
ve başkaları tekil olarak Yatakta" diye okumuşlardır. Âdeta bunu çoğul
anlamını da ifade eden cins ismi gibi kabul etmişlerdir.
Yatakta terk etmek
(hecr) ise, onunla birlikte yatıp, cima
etmeksizin ona sırtını dönmesi demektir. Bu açıklama
İbn Abbâs ve başkalarından nakledilmiştir.
Mücahid der ki: Onlarla yattığınız yerler
arasında bir mesafe bulunsun. Bu açıklamaya göre, ifadede hazfedilmiş bir sözün
varlığı kabul edilir Bunu da., uzaklık anlamına gelen hecr etmekten “.....”6
onlardan uzak durun ifadesi desteklemektedir. Onu hecr etti, ondan uzaklaştı,
ondan Hak düştü anlamındadır. Kadından uzak durmak İse, ancak onunla birlikte
yatmayı terketmekle mümkün olur. Bu anlamdaki bir açıklamayı, ibrahim en-Kehaî,
en-Nehaî, Katâde ve
Hasan-ı Basrî de yapmış olup, İbn
Vehb ve İbnü’l-Kasım da bunu Mâlik'ten
rivâyet etmiştir. İbnü'l-Arabî de bunu
tercih edip şöyle demiştir: Bunlar buradaki emri maksadı daha çok
gerçekleştirecek olan manaya hamletmişlerdir. Bu da: Allah yolunda ondan uzak
dur, demene benzer. İmâm Mâlik'in kabul ettiği asıl da budur,
Derim
ki: Bu güzel bir görüştür. Koca, kadının yatağından yüz çevirecek
olursa, kadın kocasını seven birisi ise, bu ona ağır gelir ve doğru yola döner.
Şayet ona buğzeden birisi ise, böylece kadının serkeşliği açıkça ortaya çıkar.
Böylelikle serkeşliğin ondan olduğu da netlik kazanmış olur.
Buradaki ‘in çirkin söz demek olan
"el-hucr" den geldiği de söylenmiştir. Yani
onlara sert ve kaba söyleyiniz, bununla birlikte cima ve başka maksatla onlarla
beraber yatınız- Bu anlamda açıklamayı Süfyan yapmıştır,
İbn Abbâs'tan da rivâyet edilmiştir.
Şöyle de denilmiştir:
Yani siz, onları evlerinde sağlamca bağlayınız.
Bu da hicâr diye bilinen devenin kendisiyle bağlandığı ip olan ip ile "deveyi
hecr etmek" tabirinden alınmış bir açıklamadır. Bu,
Taberînin tercihidir. Taberî, bu
tercihi yapmakla birlikte, diğer görüşleri de tenkid etmektedir. Ancak onun bu
açıklaması tartışılır bir açıklamadır, Nitekim, Kadı Ebû Bekir b. el-Arabî de,
Ahkâmu.’l-Kur'ân adlı eserinde bu görüşünü reddederek şunları söylemektedir:
Kur'ân ve sünneti çok iyi bilen bir alimin nasıl bir tökezlemesidir ki bu? Onu,
böyle bir açıklamaya iten ise, İbn Vehb'in,
Mâlik'ten rivâyet ettiği garip bir Hadîs-i şerîftir.
Buna göre, Ebû Bekr es-Sıddık'in kızı ve ez-Zübeyr b. el-Avvâm’ın hanımı Esma,
evinden dışarı çıkar gezerdi.
Nihayet bu hususta ona
serzenişlerde bulunuldu. O da, hem kendisine hem de diğer kumasına serzenişte
bulundu. Birinin saçını diğerine bağladıktan sonra onları ağır bir şekilde
dövdü. Öbür kuması kendisini daha iyi koruyorken, Esma, kendisini korumadığından
darbeler daha çok ona isabet ediyordu. Esma bu durumundan babası Ebû Bekr
(radıyallahü anh)'a şikayette bulundu. Babası
ana şöyle dedi: Kızcağızım sabret. Çünkü Zübeyr salih bir insandır. Belki
cennette senin eşin olur. Bana ulaştığına göre, bir koca evlendiği ilk hanım ile
cennette de evlenir. Taberî burdan
hareketle, bir taraftan lâfzın bu manaya muhtemel olması, diğer taraftarı da
ez-Zübeyr'in bu davranışı dolayısıyla bağlayıp düğümleme anlamına geldiği
görüşünü ortaya attı ve böyle bir açıklamada bulundu.
İlim adamlarına göre,
kadından bu şekilde uzak durmanın azami süresi bir aydır. Nitekim
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) da Hazret-i Hafsaya bir sır söyleyip,
Hazret-i Âişe de bunu açığa çıkarıp her
ikisi de Hazret-i Peygamberin
aleyhine birbirine yardıma koyulunca böyle yapmıştı.
Bk. et-Takrim, 66/3-4 ayetlerin tefsiri.
Bununla birlikte Allah'ın, îlâ yapan (hanımından uzak
kalacağına yemin eden) bir kimse için mazeret olarak belirlediği dört
aylık süreye kadar bu işi uzatmaz.
8. Ve, Nihayet Dövmek:
Yüce Allah'ın:
"(Nihayet) onları dövün"
âyetine gelince, Allah, kadınlara önce öğüt
vermekle işe başlanılmasını, sonra onlardan uzak durmayı emretti. Şayet bunlar
fayda vermeyecek olurlarsa, o takdirde dövmeye başvurulur. Çünkü kadını, yola
getirecek ve kocasının hakkını ödemeye itecek olan odur. Bu âyet-i kerimede
dövmek, etki ve iz bırakmayan, te'dip yollu dövmektir. Bu da, bir kemiğini
kırmayan, herhangi bir uzvunu çirkinleştirmeyen dövmedir. Dürtmek ve benzeri
şekillerdir. Çünkü bundan maksat salâhtır. Başka birşey değildir. Helâk olma
sonucunu verecek bir dövme hiç şüphesiz tazminatı gerektirir. Kur'ân-ı Kerîm
öğretmek ve te'dip etmek kastıyla, oğlunu te'dip edenin dövmesi hakkında da
bunlar söylenebilir. Müslim'in Sahih'indeki
rivâyete göre Hazret-i Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmaktadır: "Kadınlar
hakkında Allah'tan korkunuz. Çünkü sizler onları Allah'ın emaneti ile aldınız.
Allah'ın İsmi ile onların ferden size helal oldu. Sizin onlar üzerindeki
hakkınız, hoşlanmadığınız herhangi bir kimseye yataklarınızı çiğnetmemeleridir
Eğer böyle birşey yapacak olurlarsa, iz bırakmayacak şekilde onları dövünüz."
Müslim,
Hacc H7; Ebû Dâvûd, Menâsik 56;
İbn Mâce, Menâsîk 84;
Dârimî, Menâsik 3-4.
Bu hadisi
Müslim, Hazret-i Cabir'in hacc ile ilgili
uzunca hadisi arasında nakletmiştir. Anlamı şudur: Onlarf gerek
akrabalarınızdan, gerek yabancı kadınlardan hoşlanmadığınız herhangi bir kimseyi
evlerinize almamalıdırlar, işte Tirmizînin
rivâyet edip sahih olduğunu belirttiği Amr b. el-Ahvas yoluyla gelen hadis de
buna göre yorumlanır. Amr b. el-Ahvas, Veda Haccında,
Resûlüllah ile birlikte bulunmuştu.
Hazret-i Peygamber, Allah'a hamdu sena
etti ve öğütler verip nasihatlarda bulunduktan sonra şöyle buyurdu:
"Şu hususa da dikkatinizi çekerim. Kadınlar hakkında
birbirinize hayır tavsiye ediniz. Çünkü onlar, sizin yanınızda ashâb gibidirler.
Siz onlar üzerinde bundan başka bir şeye sahip değilsiniz. Apaçık bir hayasızlık
yapmış olmaları hali müstesna. Böyle bir şey yapacak olurlarsa, yataklarda
onlardan uzak durunuz ve onları iz bırakmayacak şekilde dövünüz. Size itaat
edecek olurlarsa, onların aleyhlerine bir yol aramayınız. Şunu bilin ki, sizin
kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde bir
hakkı vardır. Sizin kadınlarınız üzerindeki hakkınız: Hoşlanmadığınız kimselere
yataklarınızı çiğnetmemeleri ve evlerinizde hoşlanmadığınız kimselere izin
vermemeleridir. Onların sizin üzerinizdeki haklarına gelince: Giyimlerinde ve
yiyeceklerinde onlara iyilikte bulunmanızdır."
Tirmizî dedi ki: Bu hasen, sahih bir
hadistir.
Tirmizî,
Radâ 11, Tefsir 9. sûre 2; İbn Mâce, Nikâh
3; Müsned, V, 73.
Hazret-i Peygamber'în; "Apaçık bir hayasızlık hadisiyle anlatmak
istediği: Kocalarının hoşlanmayıp buğz ettikleri kimseleri evlerine almamaları
demektir. Yoksa bundan kasıt zina etmeleri değildir. Çünkü zina haramdır ve
bundan dolayı had gerekir.
Yine
Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır:
"Maruf olan bir hususta size itaatsizlik ederlerse
kadınları, iz bırakmayacak bir şekilde dövünüz."
Az önce aynı manayı ihtiva eden hadisler geçti.
Atâ
(b. Ebi Rebâh) da der ki:
İbn Abbâs'a şöyle dedim: İz bırakmayan mek
ne demektir. O da, misvak ve benzeri şeyle dövmektir dedi. Yine rivâyet
edildiğine göre, Ömer
(radıyallahü anh) hanımını dövmüş, bundan
dolayı kınanması üzerine şöyle demişti; Ben
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı
şöyle buyururken dinledim:
"Erkeğe hanımını neden
dövdüğü sorulmaz."
9- İtaat Edenler Aleyhine Yol
Yoktur;
Yüce
Allah'ın:
"Eğer
size itaat ederlerse"
yani serkeşlik
etmekten vazgeçer, terkederlerse "artık aleyhlerinde yol aramayın"
yani, söz veya
iîüle onlara karşs cinayet işlemeyin. İşte bu, onlar üzerinde üstün oluşun
vurgulanmasından, te'dip edilmeleri için imkân verilmesinden sonra kadınlara
zulmü yasaklayan bir âyettir. Bunun; onların sizleri sevmeleri için onları
mükellef tutmayın. Çünkü bu onların elinde olan birşey değildir anlamına geldiği
de söylenmiştir.
10- Çok Yüce ve Çok Buyû'k Olan
Allah:
Yüce
Allah;
"Şüphe
yokki Allah çok yücedir, çok büyüktür"
âyeti ile, işaret yoluyla
kocalara alçak gönüllü olmalarını, yumuşak davranmalarını emretmektedir.
Yani sizler, o kadınlara güç yetiriyor olsanız
dahi, Allah'ın kudretini hatırlayınız: Çünkü O'nun kudret elir her kişinin gücü
üzerindedir. O bakımdan herhangi bir kimse, hanımına karşı üstünlük taslamaya
kalkışmasın. Allah, onu görüp gözetmektedir. İşte bundan dolayı, burada
yüce Allah'ın, yücelik ve büyüklükle
vasfedilmesi gayet güzel düşmüştür.
İbn Mâce,
Nikâh 51; Müsned, I, 20.
11. Kadının Serkeşliği Dolayısıyla
Kullanılabilecek Haklar:
Bu husus böylece sabit olduğuna
göre, şunu bil ki: Aziz ve celil Allah, Kitab-ı Kerîminde açıktan açığa dövmeyi
yalnız burada ve bir de büyük hadleri gerektiren suçlarda emretmiştir.
Böylelikle onların, kocalarına olan masiyetleri ile büyük günahlar işlemekle
onaya çıkan masiyeti eşit tutmuş gibidir. Bu konuda da İmâmlara
(İslam devletinin yetkililerine) değil de
görevi ve yetkiyi kocalara vermiştir. Yüce Allah'ın
kadınları kocalara emanet olarak vermesi, bu konuda kocalara güvenmesi sebebiyle
de şahid ve beyyineye gerek kalmaksızın; hakimlere değil de kocalara bu yetkiyi
vermiştir.
el-Mühelleb der ki: Kadınların cima
hususunda kocalarından imtina etmeleri dolayısıyla kadınları dövmeyi câiz
kılmıştır. Ancak hizmette bulunmaması halinde kadının dövülmesinin vücubu
hususunda ihtilâf edilmiştir. Kıyasa göre, cima hususunda İmtina etmesi halinde
dövmek câiz ise, kocanın kadın üzerindeki hakkı olan maruf ile hizmet
dolayısıyla da dövmesini vacib kılmaktadır.
İbn Huveyzimendâd der ki:
Serkeşlik etmek, nafaka hakkını da evlilik dolayısıyla sahip olduğu bütün
hakları da ortadan kaldırır. Serkeşlik göstermesi halinde kocanın iz
bırakmayacak şekilde te'dip edici bir surette serkeşliğinden vazgeçinceye kadar
dövmesi, Öğüt vermesi, yatağından ayrı durması caizdir. Serkeşlikten dönecek
olursa, bütün hakları da geriye döner. Aynı şekilde, te'dibin gerektirdiği
herbir davranış da böyledir Kocanın karısını te'dibi caizdir. Bununla birlikte
üstün bir kadının ie'dibİ ile aşağılık birisinin te'dibinde durum farklıdır.
Üstün kadının te'dibi kınamaktır. Aşağılık kadının te'dibi ise kırbaçtır.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur;
"Kamçısını asıp da aile halkını te'dip edene Allah rahmet buyursun."
el-Azizî,
es-Sirâcü'l-Munir, II, 291. Yine şöyle
buyurmuştur: "Şüphesiz Ebû
Cehm omuzundan asasını bırakmıyan bir kişidir,"
Müslim,
Talâk 36; Ebû Dâvûd, Talâk 39;
Tirmizî, Nikâh 38;
Nesâî, Nikâh 23;
Dârimî Nikâh 7;
Muvatta’'', Talâk 67
Beşşar da şöyle demektedir:
"Hür olan kimse kınanır, sopa ise kölenin hakkıdır."
İbn Dureyd de şöyle demiştir:
"Hür kimseye kınamak, devamlı bir engelleyicidir.
Köleyi ise sopadan başka birşey engellemez."
İbnül-Münzir der ki: İlîm ehli
baliğa olmalan halinde bütün hanımların nafakalarının kocalarına ait olduğu ve
bunun vücubunu ittifakla kabul etmişlerdir. Bundan tek istisna ise, kocasına
karşı serkeşlik eden ve ondan imtina eden kadındır.
Ebû
Ömer (İbn
Abdi’l-Berr) der ki: Gerdeğe girişinden
sonra karısı kendisine karşı serkeşlik eden üzerinden, hamile olması hali
müstesna, karısının nafakası sakıt olur. Şu kadar var ki, serkeşlik eden kadının
nafakası hususunda İbnü'l-Kasım, f'ukaha topluluğuna muhalefet ederek onun da
nafakasının vacib olduğunu kabul etmiştir Serkeşlik eden kadın, kocasına itaatle
dönecek olursa, bundan sonra o kadının nafakası kocasına vacib olur. Serkeşlik
dışında hiçbir sebep dolayısıyla, kadının, kocası üzerindeki nafaka hakkı sakıt
olmaz, Hastalık olsun, ay hali olsun, lohusalık olsun, oruç, hac, kocasının
yanında bulunmaması, sözünü ettiğimiz hususların dışında, haklı
ya da haksız kocasının ondan uzak durması gibi
bütün hallerde kadının kocası üzerindeki nafakası sakıt olmaz.
35
Eğer aralarının açılmasından korkarsanız, o vakit, erkeğin
akrabasından bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Her ikisi de
aralarının düzelmesini isterlerse, Allah da aralarını bulur. Şüphesiz ki Allah,
herşeyî bilendir, herşeyden haberdardır.
Bu âyete dair açıklamalarımızı beş
başlık halinde sunacağız:
1- Aralarının Açılmasından
Korkulursa:
Yüce
Allah'ın:
"Eğer
aralarının açılmasından korkarsanız"
âyetinde yer alan "açılmak ve ayrılmak" anlamına
gelen
"şîkak"ın
manası ile ilgili açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde
(2/74. ayet ile 137- âyetlerde) geçmiş
bulunmakladır. Sanki eşlerden herbirisi, ötekinin yer almadığı bir tarafta
bulunuyor ve o yöne çekiyor gibi bir anlam ifade etmektedir, ikisinin arasında
bir ayrılığın varlığından korkarsanız, demektir.
Burada mastar zarfa izafe
edilmiştir: Ayın aydınlattığı bir gecede yürümek ve arafe günü oruç tutmak
hoşuma gider" gibi. Âyet-i kerimede de:
"Geceleyin ve gündüzün hilekârlığınız..."
(Sebe, 34/33) diye buyurulmaktadır-.
Şöyle de denilmiştir: "Arasında"
kelimesi isim gibi kullanılmış ve ondaki zarf anlamı izale edilmiştir. Çünkü
burada maksat onların durumları ve birbirleriyle geçimleridir.
Yani eğer sizler onların geçimlerinin ve
arkadaşlıklarının arasında bir uzaklık girdiğinden korkarsanız, "bir hakem
gönderin" anlamındadır.
Buradaki
"korkarsanız"
âyeti ile ilgili görüş ayrılıklarına dair açıklamalar da daha önceden
(en-Nisâ, 4/2. ayet, 1. başlıkta) geçmiş
bulunmaktadır. Saîd b. Cübeyr der ki: Konu
ile ilgili hüküm, önce ona öğüt vermesidir. Eğer kabili ederse mesele yok,
değilse yatağından ayrılır. Bu sefer kabul ederse eder, aksi takdirde onu döver.
Bundan sonra kabul ederse mesele yok, aksi takdirde hakim, kocanın ailesinden
bir hakem, hanımın ailesinden bir hakem gönderir Ve onlar da zararın hangi
taraftan geldiğini tetkik ederler. İşte bu durumda hul' denilen ayrılma şekli
ortaya çıkar.
Şöyle de denilmiştir: Koca öğüt
vermeden önce de dövmek hakkına sahiptir. Ancak bu hususun, âyet-i kerimede
tertip ile zikredilişi dolayısıyla birinci görüş
daha sahihtir.
2. Muhatapların Kimlikleri:
İlim adamlarının çoğunluğuna göre,
yüce Allah'ın:
"Eğer... korkarsam"
âyetine muhatap olanların yöneticiler, ümerâ ve
hakimler olduğu görüşündedir. Diğer taraftan:
"Her
ikisi de aralarının düzelmesini isterlerse, Allah da aralarını bulur"
âyetinde kast edilenlerin de, İbn Abbâs,
Mücahid ve diğerlerinin görüşüne göre, iki
hakem olduğu söylenmiştir. Yani eğer her iki
hakem aralarının düzelmesini isterlerse, Allah da o eşlerin arasını düzeltir.
Bundan kastın eşler olduğu da söylenmiştir. Yani
eğer eşler aralarının düzelmesini ister ve her iki hakeme verdikleri haberlerde
doğru söyleyecek olurlarsa, "Allah da aralarını bulur."
Hitabın velilere olduğu da
söylenmiştir, Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Eğer
korkarsanız"
yani, eşler arasında bir ayrılığın olduğunu
bilirseniz,
"o
vakit, erkeğin akrabasından bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin."
Her iki hakem, ancak kocanın ve kadının akrabalarından olmalıdır. Çünkü bunlar
karı-kocanın hallerini daha iyi bilirler. Adalet ehli kimselerden, bakışları
sağlam ve tutarlı, fıkhî basireti ve bilgisi olan kimselerden olmalıdırlar Şayet
akrabaları arasında bu işe elverişli kimse bulunmayacak olurlarsa, o vakit,
onların dışında adaletli ve bilgili İki kişi gönderilir, Bu da her iki tarafın
işi, anlaşılmaz olup kötülüğün hangisinden olduğu bilinmemesi ha Ünde
sözkomısudur. Şayet kimin zalim olduğu bilinecek olursa, o vakit, o zalimden
karşı tarafın hakkı alınır ve zararı izale etmeye mecbur tutulur.
Şöyle de denilmektedir Kocanın
akrabalarından olan hakem, koca ile başbaşa kalır ve ona şöyle der; Bana
kalbinde olanı bildir. Sen bu kadını seviyor musun, sevmiyor musun? Bunu bana
söyle ki, ben de senin maksadını bilmiş olayım. Eğer koca: Bu kadına benim
ihtiyacım yoktur, sen bana ondan alabildiğini al ve beni ondan ayır, diyecek
olursa, o takdirde serkeşliğin koca tarafından olduğu bilinir. Şayet: Ben onu
seviyorum. Malımdan ona istediğini al ve beni ondan ayırma diyecek olursa, onun
serkeşlik etmediği anlaşılır. Kadın tarafından gönderilen hakem de, kadınla
başbaşa kalır ve ona söyle der: Kocanı seviyor musun, sevmiyor musun? Eğer
kadın, beni ondan ayır, malımdan ne istiyorsa ona ver diyecek olursa,
serkeşliğin kadın tarafından olduğu bilinir. Şayet: Bizi birbirimizden ayırma.
Fakat onu nafakamı artırmaya, bana iyi davranmaya teşvik et, diyecek olursa, bu
sefer serkeşliğin kadın tarafından olmadığı anlaşılır. Her iki hakem de, hangi
tarafın serkeşlik ettiğini açıkça anlayacak olursa, o kişiye yönelerek öğüt
verirler, azarlarlar, yaptığından uzak durmasını söylerler. İşte
yüce Allah'ın:
"O
vakit, erkeğin akrabasından bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin"
âyetinde anlatılanlar bunlardır.
3. Kadınların îtaat ve Serkeşlikleri
Halinde Hakemlerin Yetkileri:
İlim adamları derler ki: Bu âyet-i
kerîme kadınları aklî bir şekilde taksime tabi tutmuştur. Çünkü kadınlar, ya
itaat ederler, ya serkeşlik ederler. Serkeşliğin sonunda da ya itaate dönüş
sözkonusudur, yahut değildir. Eğer birinci husus
(İtaate dönüş) sözkonusu olursa terkediîirler, Çünkü
Nesâî şunu rivâyet etmiştir: Akîl b. Ebî
Tâlîb, Utbe b. Rabia'nın kızı Fatıma ile evlendi. O, Fatıma'nın yanına girdi mi,
Fatma; ey Haşimoğulları Allah'a yemin ederim ki,
ebediyen kalbim sizi sevmez. Nerde boyunları gümüş ibrikleri andıranlar,
burunları dudaklarına doğru sarkanlar, nerde Utbe b. Rabia, nerde Şeybe b.
Rabia? derdi. Karısı böyle söylerken, kendisi sesini çıkarmazdı. Nihayet birgün
kızgın ve bezgin bir halde yanına girince, yine karısı ona: Nerde Utbe b. Rabia?
deyince, o da: Oraya girdiğinde cehennemde sol tarafında onu göreceksin. Bunun
üzerine elbiselerini üzerine alıp gitti. Hazret-i Osman'ın yanına vardı, ona
durumu anlattı. O da İbn Abbâs ve Muaviye'yi
gönderdi. İbn Abbâs dedi ki: Ben bunları
mutlaka birbirinden ayıracağım. Muaviye: Ben Abdimenafoğullarından iki yaşlıyı
birbirinden ayırmam dedi, Yanlarına vardıklarında, üzerlerine kapılarını
kapatıp, işlerini düzeltmiş olduklarını gördüler. Eğer, anlaşmazlık içerisinde
olduklarım, başarıîıadıklarını, işlerinin daha da kötüye gittiğini görecek
olurlarsa, iki hakem, bütün güçleriyle on tan birbirleriyle kaynaştırmaya
çalarlar. Onlara Allah'ı, beraber geçirdikleri zamanları hatırlatırlar. Eğer
vazgeçer ve dönerlerse, onları bırakırlar. Şayet başka bir durum sözkonusu olur
ve birbirlerinden ayrılmalarını uygun görürlerse, bu sefer onları birbirlerinden
ayırırlar. Hakemlerin onları bu şekilde ayırması, karı-koca aleyhine olmak üzere
caizdir. Belde hakiminin hükmü buna uygun düşsün yahut düşmesin farketmez. Bu
hususta karı-koca onlara ister vekalet vermiş olsun, ister vermemiş olsun yine
farketmez. Böyle bir durumdaki ayrılık ise bain bir talaktır.
Bir kesim de şöyle demiştir: Koca,
bu hususta hakemlere vekâlet vermediği sürece hakemler, onları birbirlerinden
boşayamazlar, Durumu İmâma (halifeye ya da yetkili
kıldığı kimseye) bildirmelidirler. Bu onların şahid ve iki elçi olmaları
esasına göredir. Sonra İmâm, isterse onları ayırır ve hakeme de ayırmaları
emrini verir. Bu Şâfiî'nin iki görüşünden
birisidir. Kûfeliler de bu görüştedir.
Aynı damanda bu, Atâ'nın,
İbn Zeyd'in ve
el-Hasen'in de görüşüdür- Ebû Sevr de böyle demiştir.
Sahih olan
birinci görüştür ve hakemlerin vekâlet olmasa
bile boşama yetkisine sahip olduklarıdır. Bu da Mâlik'in, Evzai'nin ve İshak'ın
görüşüdür, Hazret-i Osman, Ali ve İbn Abbâs'tan,
en-Nehaî ve en-Nehaî'den de bu görüş rivâyet
edilmiştir. Şâfiî'nin görüşü de budur. Çünkü
yüce Allah:
"Erkeğin akrabasından bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin"
diye
buyurmaktadır. Bu da şanı yüce Allah'ın
bu iki hakemin vekil ve şahid değil, iki kadı olduklarına dair açık bir nassıdır
Vekilin ise şeriatte özel bir ismi ve özel bir anlamı vardır. Hakemin de
şeriavte özel bir ismi ve özel bir anlamı vardır. Şanı
yüce Allah, bunların her birisinin ne
anlama geldiğini açıklamış olduğuna göre, alim kişi bir tarafa, şâz görüş ortaya
atan bir kişinin bile bunların birisinin manasını öteki ile karıştırmaması
gerekir.
Dârakutnî, Muhammed b. Sîrîn'den o, Abîde'den,
"Eğer
aralarının açılmasından korkarsanız, o vakit erkeğin akrabasından bir hakem,
kadının ailesinden bir hakem gönderin"
ayeti hakkında dedi ki: Bir erkek ve bir kadın, Hazret-i Ali'ye, herbirisi ile
bir gurup insan bulunduğu halde geldi. Hz- Ali onlara emir verdi. Bu topluluk da
erkeğin akrabalarından bir hakem, kadının akrabalarından bir hakem gönderdiler.
Hazret-i Ali iki hakeme şöyle dedi: Vazifenizin ne olduğunu biliyor musunuz?
Eğer onları, ayırmayı uygun görürseniz, onları ayıracaksınız. Bu sefer kadın
şöyle dedi: Ben lehimde ve aleyhimde olanıyla Allah'ın Kitabında olana razıyım.
Koca da dedi ki: Ayrılığa razı olmam. Bu sefer Hazret-i Ali şöyle dedi: Yalan
söyledin. Allah'a yemin ederim kadının ikrar edip kabul ettiğinin bir benzerini
sen de ikrar edip kabul etmediğin sürece sana hiçbir fırsat tanımam.
Dârakutnî,
III, 295.
Bu, isnadı sahih ve sabit bir
hadis olup, Hazret-i Ali'den, İbn Sirin'den o, Abide yoluyla ve değişik yollarla
sabit olarak rivâyet edilmiştir.
İbn Abdi’l-Berr, a.g.e., XVIII, 109.
Bunu Ebû Ömer (b.
Abdi’l-Berr) söylemiştir. Şayet iki
hakem vekil yahut şahid olsalardı, Hazret-i Ali onlara görevinizin ne olduğunu
biliyor musunuz demezdi. Bunun yerine: Size hangi hususlarda vekalet verildiğini
biliyor musunuz derdi. Bu da gayet açık bir husustur.
Ebû
Hanîfe de, Hazret-i Ali'nin kocaya söylediği "Kadının razı olduğu şeye
sen de razı olmadıkça buradan ayrılamazsın" sözünü delil göstermiştir İşte bu,
Ebû Hanîfe'nin mezhebine göre, onların,
kocanın rızası ile olmadıkça ayrılmayacaklarına delil görülmektedir. Diğer tara
İta a, icma ile kabul olunan asıl kaide şu ki, talâk, kocanın elinde yahut da
kocanın bu yetkiyi verdiği kimsenin elindedir.
Mâlik ve ona tabi olanlar ise, devlet yetkilisini, köle ve innî'nin
(iktidarsızın) aleyhine boşamada bulunması
kabilinden kabul etmişlerdir.
4- Hakemler Arasında Ayrılık Olursa:
Eğer iki hakem arasında ayrılık
görülürse, söyledikleri geçerli olmaz ve görüş birliği halinde kabul ettikleri
şey dışında hiçbir sözleri bağlayıcı olmaz. Bir mesele hakkında hüküm veren iki
hakem hakkında durum böyledir. Onlardan birisi ayrılığa hüküm verse, diğeri de
buna hüküm vermeyecek olsa, yahut onlardan birisi belli bir mal ödenmesi hükmünü
verse, diğeri bunu kabul etmese, ikisi de ittifak etmedikleri sürece, her iki
hüküm de birşey ifade etmez.
Mâlik,
üç talâk ile karı-koca'yı boşayan iki hakemin durumu hakkında şöyle demektedir:
Bu üç talaktan birisi bağlayıcıdır. Onların tek bâin bir talaktan daha
fazlasıyla ayırma yetkileri yoktur. Bu İbnü'l-Kasım'ın da görüşüdür.
Yine İbnü'l-Kasım der ki: Eğer bu
hususta iki hakem görüş birliğine varırlarsa, üç talâk da bağlayıcı olur.
el-Muğire, Eşheb, İbn Mâcişûn ve Esbağ da bu görüştedir. İbnu’l Mevvâz der ki:
Hakemlerden birisi bir talâk, diğeri üç talâk hükmünü verecek olursa , bir talâk
sözkonusudur. İbn Habib de Esbağ'dan bunun bir değer ifade etmeyeceğini
nakletmektedir.
5- Tek Bir Hakem Yeterli midir?
Tek bir hakem göndermek
yeterlidir. Çünkü yüce Allah, zina
hususunda dört şahid ile hüküm verdiği halde,
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)
zina eden kadına yalnızca Uneys'i göndermiş ve ona: "Kadın zina ettiğini
itiraf ederse, onu recmet! demişti."
Buhârî,
Vekâlet 13, Sulh 5, Şurût 9, Ahkâm 29, Âhâd 1, Eymân 3;
Müslim, Hudûd 25;
Tirmizî, Hudûd 5, 8, Kudâd 22;
İbn Mâce, Hudûd 7;
Dârimî, Hudût 12;
Müsned, IV, 115, 116.
Abdulmelik de el-Müdevvene'de
böyle demiştir.
Derim
ki: Tek kişinin hakem olarak gönderilmesi câiz olduğuna göre, eşler
bir kişiyi hakem kabul edecek olurlarsa bu da yeterlidir. Hatta, her ikisinin
buna razı olmaları halinde bunun câiz olması öncelikle söz konu su dur,
Yüce
Allah, hakemleri gönderme hususunda eşleri değil de onların dışında
kalanları muhatap almıştır. O halde, eşlerin kendileri iki hakem gönderip her
ikisi hüküm verecek olurlarsa hakemlerin hükmü geçerli olur. Çünkü bize göre
tahkim (hakem kabul etmek) caizdir. Hakemlik
uygulaması her meselede geçerlidir. Ancak bu, hakemlerin herbirisinin başlı
başına âdil olmaları halinde böyledir. Eğer hakem âdil değilse, Abdulmelik:
Hakemin hükmünün nakzolacağını (bozulacağını)
söylemektedir, Çünkü bunlar kendilerini aşan. bir işe kalkışmışlardır.
İbni’l-Arabî der ki: Sahih olan
âdil hakemin vereceği hükmün geçerli olacağıdır. Eğer bu şekilde bir hakem tayin
etme bir vekalet verme ise, bilindiği gibi vekilin fiili geçerlidir. Eğer bir
tahkim ise, onlar o hakemi kendiliklerinden Öne geçirmiş oluyorlar, Vekâlet
verme hususunda etkili olmadığı gibi, ğararın bunda da herhangi bir etkisi
olmaz. Diğer taraftan yargı meseleleri tümüyle ğarara
(aldanma, hata yapma, kandırılma risk ve ihtimali) dayalıdır, Mahkûmun
aleyhine hükmün kendi için ne gibi sonuçlar getireceğini bilmesi bu konuda
gerekli değildir.
(Devamla)
İbnü'l-Arabi der ki: İki hakem tayini meselesini
yüce Allah açık hükme (nassa)
bağlamıştır. Ve eşler arasında herhangi bir ayrılığın yahut anlaşmazlığın ortaya
çıkması halinde hükmün bu şekilde olacağını bildirmiştir. Bu ise, ümmetin hakem
göndermek hususunda bunun asıl dayanağı teşki) ettiği üzerinde icma ile kabul
ettiği büyük bir meseledir. Hakem göndermenin doğuracağı sonuçların tafsilatı
hususunda ümmet âlimleri ihtilaf etmiş olsa dahi bu böyledir.
Diğer taraftan, bu hususta Kitab ve
Sünnetin gerektirdiğinden gafil olup: İki hakem emin bir kimsenin eline teslim
edilir diyen bizim beldemizin halkına gerçekten hayret edilir. Açıkça
göreceğiniz gibi, nassa karşı bir inatlaşma vardır. Bu hususta onlar, ne
Allah'ın Kitabına danıştılar, ne kıyas yapmakla yetindiler. Ben bu konuda
gerekli uyarı ve teşviklerimi yaptığım halde, karı-koca arasındaki anlaşmazlık
halinde iki hakem gönderme teklifini. yalnızca bir hakim kabul etti, şahid ile
birlikte yemine dayanarak hüküm vermeyi de bir başka hakimden başkası kabul
etmedi. Allah bu hususta bana imkân verince de, (kadı
olunca da.) gereken şekliyle Sünneti uygulamaya koyuldum. Her taraflarını
Örten cehaletleri dolayısıyla sen bizim beldemizin halkına hayret etme! Fakat,
iki hakemden hiçbir haberi bulunrmyan Ebû Hanîfe'ye
hayret et; hatta Şâfiî'ye İki defa hayret
et! Çünkü Şâfiî şöyle demiştir "Bu ayetin
zahiren ifade eder gibi göründüğü husus, bunun her iki eşi de birlikte kapsayan
hususlara dair olduğudur. Tâ ki, her ikisinin hali bu durumda birbirine
benzesin, Bunun böyle olması şundandır: Ben yüce
Allah'ın, kocanın serkeşlik etmesi halinde, karı-kocanın
birbirleriyle sulh etmelerine izin. verdiğini gördüğüm gibi, Allah'ın hududunu
ayakta tutamamaktan korkmaları halinde ise, hul’ yapmalarına izin verdiğini
gördüm. Bu ise, (hul'un) ancak hammın rızası
ile olabileceği ihtimaline kuvvet kazandırmaktadır.
Yine
yüce Allah, kocanın bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak
islediği takdirde, önceki hanıma verdiğinden herhangi bir şey almasını
yasaklamıştır. Bizim aralarında anlaşmazlık doğmasından korktuğumuz hususlarda.
iki hakem göndermeyi emrermesi de, bu iki hakemin hükmünün eşlerin hükmünden
ayrı olacağının delilidir. Durum böyle olduğu takdirde, kocanın ailesinden bir
hakem, hanımın ailesinden de. bir hakem gönderilir. Her iki hakem, ancak eşlerin
rızası ve vekil tayin edilmeleri ile güvenilir iki şahıs olarak gönderilirler.
Bu konuda uygun gördükleri takdirde iki hakem onları bir araya da getirebilir,
birbirinden ayırabilir de. İşte bu, iki hakemin her iki eşin vekili olduklarının
delilidir."
36
Allah'a ibadet edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın.
Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşularınıza ve uzak
komşularınıza, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında
bulunanlara iyilik edin. Allah, büyüklenip böbürlenenleri elbette sevmez.
Bu âyete dair açıklamalarımızı
onsekiz başlık altında sunacağız:
1- Allah'a Şirk Koşmaksızın İbadet:
İlim adamları icma ile bu âyet-i
kerimenin, üzerinde ittifak olunan muhkem âyetlerden olduğunu, bundan hiç bir
şeyin nesh olmadığını kabul etmişlerdir. Aynı şekilde bütün
(ilâhî) kitaplarda da bu âyet-i kerîme böylece
yer almıştır. Bu böyle olmasaydı dahi, buna dair Kitabta bir hüküm indirilmemiş
olsa bile, aklî bakımdan bu böylece bilinecekti. Daha önce ubudiyetin hüküm
koymak ve tercihte bulunmak (ihtiyar) yetkisine
sahip olana (Allah'a) karşı zillet arzetmek ve
ihtiyacını sunmak anlamında olduğuna dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.
Yüce
Allah, kullarına kendisinin huzurunda zilletlerini arzetmelerini ve
bunu yaparken de ihlâslı olmalarını emretmektedir. Âyet-i kerîme, amellerin
Allah'a ihlâs ile yapılmaları, riya ve benzeri şeylerin şaibelerinden
arındırılmaları gerektiği hususunda aslî bir dayanaktır.
Nitekim
yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Artık
kim Rabbine kavuşmayı ümid ederse salih bir amel işlesin ve Rabbinin ibadetine
hiçbir kimseyi ortak tutmasın."
(el-Kehf, 18/110)
Bu o, kadar önemlidir ki, bazı ilim adamlarımız şöyle demiştir: Bir kişi
serinlemek kastıyla abdest alsa, yahut midesini rahatlatmak için oruç tutsa,
bununla beraber de yüce Allah'a
yaklaşmayı niyet eıse, bu yeterli olmaz. Çünkü o, Allah'a yakınlaşmak niyetine
bir de dünyevî bir niyeti karıştırmıştır. Halbuki, halis olmayan amel, Allah
için olamaz. Nitekim yüce Allah:
"Şunu
bilki, halis din yalnız Allah'ındır"
(ez-Zümer, 39/5)
diye buyurmaktadır. Yine bir başka yerde de:
"Onlar
Allah'a ancak dini yalnız O'na halis kılanlar olarak ibadet etmekle
etnrolundular"
(el-Beyyine, 93/5.)
diye buyurmaktadır. Aynı şekilde İmâm olarak namaz kıldırmakta olan bir kimse,
bir başkasının rükûa eğilmekte olduğunu hissedecek olursa, onu
(rükûdan kalkma vakti sona ermişse) beklemez.
Çünkü, onun da rükûa eğilmesini beklemek suretiyle rükûnun
yüce Allah'a ihlâsla yapılmış olmasını
ortadan kaldırır.
Müslim'in
Sahihinde Ebû Hüreyre'den şöyle dediği
rivâyet edilmektedir: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Şanı yüce ve mübarek olan Allah buyurdu ki: "Ben
ortaklar arasında şirke en muhtaç olmayanım. Her kim bir amel işleyip de o
amelde Benimle beraber Benden başkasını ortak edecek olursa, onu o şirk
koşmasıyla başbaşa terkederim."
Müslim,
Zühd 46; İbn Mâce, Zühd 21.
Dârakutnî
Enes b. Mâlik'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasulûllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Kıyâmet gününde mühürlü sabiteler getirilir. Bunlar yüce
Allah'ın huzurunda dikilir. Yüce Allah meleklere bunu bırakın, bunu kabul edin,
diye buyurur. Melekler derler ki: İzzetin hakkı için biz hayırdan başka birşey
görmemiştik (de ona binaen yazmıştık). Aziz ve celil olan Allah, -ki O, en iyi
bilendir- şöyle buyurur: Bu benden başkası içindi. Ben bugün ancak kendisiyle
Benim rızam aranmış bulunan ameli kabul ediyorum,"
Dârakutnî,
l. 51.
Yine
Dârakutnî,
ed-Dahhâk b. Kays el-Fihrî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Muhakkak yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben hayırlı bir ortağım. Her kim
Benimle birisini ortak koşacak olursa, o şey Benim ortağıma aittir. Ey insanlar,
amellerinizi ihlasla, yalnız yüce Allah için yapınız. Çünkü muhakkak Allah,
ancak kendisi için ihlâsla yapılanı kabul eder. Hiçbir zaman bu Allah içindir ve
akrabalık hakkı İçindir, demeyinim. Çünkü o takdirde o, akrabalık hakkı için
olur. Ondan Allah için hiçbirşey olmaz. Hiçbir zaman; Bu Allah içindir ve bu
sizin içindir, demeyiniz, O takdirde o, (hepsi) sizin için dediğiniz kimseler
için olur ve onlardan yüce Allaha ait hiçbir şey olmaz."
Dârakutnî,
1, 51.
Şirkin Mertebeleri:
Bu husus sabit olduğuna göre, şunu
bil ki, ilim adamlarımız (Allah onlardan razı olsun)
şöyle demişlerdin Şirkin üç mertebesi vardır ve hepsi de haramdır. Şirkin esası,
ulûhiyetinde Allah'ın ortağının bulunduğuna inanmaktır. İşte en büyük şirk ve
cahiliye şirki budur. Yüce Allah'ın:
"Şüphesiz Allah, kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Ondan başkasını
dilediğine bağışlar"
(en-Nisa, 4/48) Âyetinde kastedilen şirk de
budur.
Bundan hemen bir sonraki
mertebe ise, fiilinde yüce Allah'ın
ortağı olduğuna inanmaktır Bu da: Allah'tan başka herhangi bir varlık, bir fiili
bağımsız olarak meydana getirip icad eder, diyenlerin görüşüdür. Böyle bir
varlığın ayrıca ilâh olduğuna inanmasa dahi bu bir şirktir. Bu ümmetin
mecusileri olarak bilinen Kaderiyye gibi.
Cibril Hadisinde de görüldüğü gibi, İbn Ömer,
bunlardan uzak olduğunu ifade etmiştir.
Cibril hadîsi aslında pek çok yerde geçmekle birlikte;
İbn Ömer'in söylediği bu sözlerin de yer
aldığı rivâyetlerin geçtiği yerler şunlardır:
Müslim, Îman 1; Ebû Dâvûd, Simne 16;
Tirmizî, îman 4;
Müsned, II, 107.
Bundan sonraki mertebe ise, ibadette Allah'a ortak koşmaktır ki, bu da
riyakârlıktır. Riyakârlık ise, yüce Allah'ın
yalnızca kendisi için yapılmasını emretmiş olduğu İbadetlerden herhangi birisini
başkası için yapmak demektir. İşte haram oluşunu beyan etmek üzere birçok âyet-i
kerimelerin ve Hadîs-i şerîfin varid
olduğu şirk türü de budur. Bu amelleri iptal eden bir iştir. Ve oldukça
gizlidir. Cahil ve anlayışsız olan kimseler bunu bilemezler.
Allah, Haris el-Muhasibî'den
razı olsun ki, o bunu, er-Riâye adlı eserinde açıklamıştır. Ve riyanın amelleri
bozduğunu da beyan etmiştir. İbn Mâce'nin
Sünenînde, Ebû Said b. Ebi Fedale el-Ensarîden -ki ashâb-ı ki ramdandır- şöyle
dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah
buyurdu ki:
"Allah kendisinde hiç bir şüphenin bulunmadığı bir gün olan
Kıyâmet gününde, öncekileri de sonrakileri de toplayıp biraraya getirdiğinde,
bir münadi şöyle seselenecektir: Her kim, aziz ve celil olan Allah için yapması
gereken amelinde bir başkasını ortak koşmuş ise, haydi gitsin o amelinin ecrini
Allah'tan başkasının nezdinde arasın. Çünkü şüphesiz Allah, ortaklar arasında,
ortaklığa en ihtiyacı olmayandır."
İbn Mâce, Zühd 21;
Müsned, III, 466, IV, 215.
İbn Mâce'de,
Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Bizler el-Mesih
el-Deccal hakkında konuşurken, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) yanımıza
çıkageldi ve şöyle dedi: "Bence sizin için el-Mesih
el-Deccal'den daha da korkulması gereken bir şeyi size haber vereyim mi?”.
Ebû Said el-Hudrî dedi ki: Evet bildir, Ey
Allah'ın Rasulü dedik. Şöyle buyurdu;
"O, gizli şirktir; kişi namaza kalkar durur da, bir kişinin
kendisine baktığını gördüğünden dolayı namazını süslemesidir."
İbn Mâce,
Zühd 21
İbn Mâce'de
Şeddad b. Evs'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Şüphesiz ümmetim için en çok korktuğum şey, Allah'a şirk koşmalarıdır. Ben
onların güneşe, aya ve puta tapacaklarını söylemiyorum. Şu kadar var ki,
Allah'tan başkası için yapacakları ameller ve itaat edecekleri gizli bir
şehvetten (korkuyorum)."
İbn Mâce,
Zühd 21; Müsned, IV, 124.
Bunu ayrıca
Tirmizî el-Hakîm
(Nevâdirü’l-Usûl'de)
Tirmizî,
el-Hakim, Nevadiri'l-Usul, II, 585.
rivâyet etmiştir, ileride el-Kehf Sûresi'nin sonlarında
(18/110. âyetin tefsirinde) bu
Hadîs-i şerîf gelecektir, orada ayrıca
gizli şehvetin mahiyeti de açıklanacaktır.
Hadisin Müsned, IV, 124
ile Nevadiru'l-Usûl, II. 585'te yer alan rivâyetlerinde "gizli şehvet" böylece
açıklanmaktadır. (Ayrıca;
el-Heysemî.
Mecmau'z-Zevâid, III, 201)
İbn Lehîa de, Yezid b. Ebi Habib'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a gizli şehvet hakkında soru soruldu da o
da şöyle buyurdu:
"Gizli
şehvet, kişinin gelip etrafında oturulmasını sevdiği için öğrenmesidir."
Sehl b. Abdullah et-Tüsteri
(radıyallahü anh) der ki: Riya üç türlüdür.
Birincisi, kişinin fiilini aslı itibarı ile
Allah'tan başkası için yapması ve bununla beraber o fiilinin Allah için yaptığım
bilinmesini istemesidir. Bu bir çeşit münafıklık ve imanda şüpheye düşmektir.
İkinci çeşit; Bir işe Allah için başlar,
Allah'tan başkası da ona muttali oldu mu, bundan sevinir ve gayrete gelir. Böyle
bir kimse tevbe edecek olursa, bütün yaptığını yeniden iade etmelidir.
Üçüncüsü
ise, ihlâs ile bir amele başlayıp, Allah için o amelini bitirir, bu hali ile o
kişi bilinir ve bundan dolayı övülür, o da bu övülmeden huzur duyarsa, işte
yüce Allah'ın yasakladığı riya budur. Sehl
der ki: Lukman, oğluna şöyle demiş: Riyakârlık, amelinin ecrini dünya yurdunda
istemendir. Halbuki, iyi insanların ameli âhiret için olmalıdır. Ona riyanın
İlacı nedir diye sorulunca, o da ameli gizlemektir dedi. Peki, amel nasıl
gizlenilir diye sorulunca, şöyle dedi; Açıktan yapmakla mükellef tutulduğun
amele ancak ihlâs ile gir (başla). Açığa
vurmakla mükellef tutulmadığın şeye de, Allah'tan başka hiçbir kimsenin muttali
olmasını isteme- Yine devamla der ki: İnsanların muttali olduğu hiçbir ameli sen
amelden sayma. Eyyûb es-Sahüyanî der ki: Ameli dolayısıyla mevkiinin bilinmesini
istiyen bir kimse akıllı bir kimse değildir. Derim
ki: Sehl'in: "Bir amele ihlâs ile başlayıp..." ifadesi ile ilgili
olarak şunları söyliyelim: Eğer o kişinin, başkalarının söyledikleri dolayısıyla
huzur ve sükûn bulup sevinmesi, kalplerinde yer edip bundan dolayı kendisini
övmeleri, ona saygı ve ta'zim göstermeleri, iyilikte bulunmaları, onlardan elde
etmeyi İstediği mal ve bundan başka birtakım şeylere nail olmak için olursa, bu
yerilen bir şeydir. Çünkü, böyle birisinin kalbi, onların o ameline muttali
olmaları dolayısıyla sevinçle dolup taşmış demektir. Velevki onlar, o amelini
yapıp bitirdikten sonra muttali olmuş olsunlar.
Kendisi ameline muttali olmalarım
sevmemekle, Allah'ın insanları muttali kılmasını sevmekle ve Allah'ın lütfü
dolayısıyla sevinmesine gelince; onun bu sevinci Allah’ın lütfuyla bir itaat
olur. Nitekim yüce Allah, şöyle
buyurmaktadır;
"De
ki, Allah'ın lütfü ve rahmetiyiz ve yalnız bunlarla sevinsinler. Bu onların
toplaya geldiklerinden daha hayırlıdır."
(Yûnus, 10/58). Buna dair geniş açıklamalar ve bu açıklamaların
tamamlanması, el-Muhasibî'nin er-Riaye adlı eserindedir. Bu bilgilere vakıf
olmak isteyenler, oraya baksınlar.
Yine Sehl'e,
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın:
"Ben
bir ameli gizlice yapıyorum da, ona muttali olunur ve bundan dolayı bu benim
hoşuma gider."
İbn Mâce, Zühd 25;
Tirmizî, Zühd 49.
Hadisi sorulunca şu cevabı vermiş: Bunun hoşuna gitmesi Allah'ın açığa vurduğu
ameli dolayısıyla şükretmesi bakımından veya
buna benzer bir cihetten dolayıdır. İşte bu açıklamalar, riyakârlık ve amellerin
Allah için ihlâs ile yapılması gereğine dair yeterli özettir Bakara Sûresi'nde
(2/139- âyette) İhlasın gerçek mahiyeti ile
ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Allah'a hamd olsun.
2. Anne-Baba Hukuku:
Yüce
Allah'ın:
"Ana-babaya... iyilik edin"
âyetine gelince, (köle olmaları halinde)
anne-babayı azad etmenin, onlara yapılacak iyilikler tümiesinden olduğu bu
sûrenin baş tarafında açıklanmış bulunmaktadır. İleride Subhân
(el-İsra) Sûresi'nde onlara iyilik yapmanın
hükmü (17/23-24. âyetlerin tefsirinde 2-14.
başlsklarda) yeterince açıklanacaktır. İbn Ebî Able, "iyilik yapın"
kelimesini ötrelî olarak şeklinde okumuştur. Yani
onlara iyilik yapmak vaciptir. Diğerleri ise onlara iyilik yapın, anlamında
olmak üzere bu kelimeyi nasb ile okumuşlardır. İlim adamları der ki: Lütuf ve
ihsanda bulunan yaratıcıdan sonra, şükre, iyi davranmaya, onlara iyilik ve
itaatle bağlı kalmaya, boyun eymeğe en lâyık olan kimseler, Allah'ın kendisine
ibadet, itaat ve şükrü ile iyilikte bulunmayı zikrettiği kimselerdir. Bunlarsa
anne ve babadır. Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır:
"Bana
ve anne-baba na şükret diye..."
(Lukman, 31/14) İkisi de Vasıflı olan Şube ve Huşeym'ün Ya'la b.
Atâ'dan o, babasından o, Abdullah b. Amr b.
el-As'dan naklettiğine göre: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Rabbîn rızası, anne-babanın
rızasına bağlıdır. Onun gazabı da anne-babanın gazabından ötürüdür."
Tirmizî,
Birr 3; el-Hâkim , el-Müstedrek, IV, 152.
Ancak "anne-baba" anlamına gelen "el-vâlîdeyn" yerine, "baba" anlamına gelen;
"el-valid" şeklindedir. Ayrıca bk. el- Heysemî, Mecmau'z Zevaid. VIII, 136.
3. Akrabaya, Yetimlere ve Yoksullara
İyilik:
Yüce
Allahın:
"Akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edin"
âyetine gelince, buna dair
açıklamalar daha önce el-Bakara Sûresi'nde (2/83.
âyet, 4 ve 5. başlıklarda) geçmiş bulunmaktadır.
4. Komşular:
Yüce
Allah’ın:
"Yakın
komşularınıza ve uzak komşularınıza”, iyilik edin"
âyetine gelince:
Yüce Allah, komşunun korunması, hakkının
yerine getirilmesini emretmiş ve onun haklarına gereken riâyetin, gösterilmesini
de hem Kitabında, hem Peygamberinin
diliyile tavsiye etmiştir. Nitekim yüce Allah,
anne-baba ve akrabalardan sonra komşu hakkını sözkonusu ederek: "Yakın
komşularınıza" diye buyurduğu gibi: "Uzak komşularınıza"
yani yabancı komşularınıza da iyilik edin diye
buyurmuştur. "el-Câr el-cunub"u yabancı komşu diye açıklayan
İbn Abbâs'tır. Sözlükte de "el-cunub" uzak
ve yabancı demekti):. Filan kişi ecnebidir sözü de buradan gelmektedir. Uzaklık
anlamına gelen "cenabet" de böyledir. Dilciler şu beyiti zikrederler:
"Artık sen beni Nâil'den uzak tutmak suretiyle mahrum
bırakma beni;
Çünkü ben çadırlar ortasında yabancı kalmış bir kişiyim."
el-A'şâ da der ki:
"Uzak bir yerden Hureys'e ziyaretçi olarak geldim
Fakat Hureys bana birşeyler bağışlamaktan yana donuk idi.
el-A'meş ile el-Mufaddal, uzak komşuknmza" âyetini şeklînde ikinci
kelimedeki "cim" harfini üstün ve
"nun" harfini sakin olarak okumuştur ki, bu da
bu kelimenin bir başka söyleyişidir. Arada herhangi bir akrabalık bulunmadığı
takdirde denilir. Çoğulu da; şeklinde gelir.
Burada bir muzafın takdir edildiği
de söylenmiştir. Buna göre; yanı bulunan, komşu takdirindedir. Yan tarafta
(bitişik komşu) anlamına geldiği de
söylenmiştir.
Nevt" eş-Şami der ki: "Yakın
komşu”dan kasıt, müslüman komşudur, "uzak komşu”dan kasıt ise, yahudi ve
hıristiyan komşudur.
Derim
ki: Buna göre, komşu hakkına riâyetin tavsiye edilmesi, müslüman
olsun, kâfir olsun emrolunmuş ve teşvik olunmuş bir iştir. Sahih olan görüş de
budur. İyilik yapmak, bazan gözetmek anlamındadır. Bazan güzel geçinmek, eziyet
vermekten uzak durmak ve onu korumak anlamına da gelir.
Buhârî,
Âişe (radıyallahü
anha)'dan Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle
buyurduğunu rivâyet etmektedir:
"Cebrâîl
bana komşuyu o kadar tavsiye etti ki, nerdeyse onu mirasçı kılacak zannettim."
Buhârî, Edeb 28:
Müslim, Birr 140;
Ebû Dâvûd, Edeb 123;
Tirmizî, Bırr 281
İbn Mâce, Edeb 4;
Müsned. 11, 85, 160, 259.
Ebû Şureyh Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle
buyurduğunu rivâyet etmektedir:
"Allah'a yemin ederim ki îman etmiş olmaz. Allah'a yemin
ederim ki îman etmiş
olmaz. Allah'a yemin ederim ki
îman etmiş olmaz"
-Ey Allahın Rasûlü kim (den sözediyorsunuz)?
diye sorulunca, şöyle buyurdu:
"Vereceği sıkıntılardan yana komşusu kendisini emniyette
hissetmeyen kişi."
Buhârî,
Edeb 29; Müslim, Îman 73;
Müsned, IV. 31. VI, 3S5.
İşte bu, bütün komşular
hakkında umumi bir âyettir. Hazret-i Peygamber
üç defa yemin etmek suretiyle ve komşusuna eziyet eden bir kimsenin kamil bir
îman ile îman etmiş olmayacağını belirterek, komşuya eziyeti terk etmeyi tekid
etmiştir, O halde, mü’minin komşusunu
eziyet vermekten çekinmesi, Allah'ın ve Rasûlünün yasakladığı şeyden uzak
durması, her ikisinin de razı olacağı ve kullarını işlemeye teşvik ettikleri
şeylere de rağbet duyması gerekmektedir.
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’dan
şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Komşular üç
türlüdür Bir komşu vardır ki, üç hakkı vardır. Bir komşu vardır ki, iki hakkı
vardır. Bir komşu vardır ki, bir hakkı vardır. Üç hakkı olan komşu, müslüman ve
yakın akraba olan komşudur. Bunun komşuluk hakkı, akrabalık hakkı ve müslüman
olmak hakkı vardır. İki hakkı bulunan komşu, müslüman komşudur. Bunun
müslümanlık dolayısıyla bir hakkı ve komşuluk dolayısıyla bir hakkı vardır. Bir
tek hakkı olan komşu ise, kâfir komşudur. Bunun yalnızca komşuluk hakkı vardır.
el-Aclunî, Keşfut-Hafâ, I, 328.
5. Yakın Komşu ve Bazı Haklarına
Örnekler:
Buhârî,
Âişe (radıyallahü
anha)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü dedim.
Benim iki tane komşum vardır. Bunların hangisine hediye vereyim. Şöyle buyurdu:
" Kapısı sana daha yakın olana"
Buhârî,
Edeb 32, Şufa 3, Hibe 16; Müsned, VI 175-
187. 197 239.
Bir gurup ilim adamı, bu
Hadîs-i şerîfin,
yüce Allah'ın,
"Yakın
komşularınıza"
âyetinden ne kastedildiğini açıkladığı görüşündedir. Bu ise, mesken itibari ile
sana yakın olan komşu demektir. "Uzak komşu" isey meskeni senden uzak olandır.
Ayrıca bunu, komşu lehine şuf anın gerekliliğine de delil göstermişler ve
Hazret-i Peygamberin:
"Bitişik komşu buna daha bir hak
sahibidir"
Buhârî, Şuf’a 2. Hiyel
14,15; Ebû Dâvûd, Buyü', 73;
Nesâî, Buyû' 109:
İbn Mâce, Şuf’a 2;
Müsned, V, 10, 390.
hadisi ile desteklemişlerdir.
Fakat bunda buna dair delil olacak
bir taraf yoktur. Çünkü Hazret-i Âişe,
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'a komşulardan kime hediye vermekte
başlayacağına dair soru sormuş, Hazret-i
Peygamber de, kapısı kendisine daha yakın olandan bağlıyacağını,
böyle bir komşunun ötekilerinden daha önce geldiğini bildirmiştir.
İbnü'l-Münzir der ki: Bu hadis-i geril;, duvarı bitişik olmıyan kimse
hakkında da komşu tabirinin kullanılacağına delildir.
Ebû Hanîfe, bu hadisin zahirinden
uzaklaşarak şöyle demiştir; Bitişik komşu eğer şufayı istemez,
(şufa talebinde bulunmaz) buna karşılık ona
bitişik olan ancak (satılan) eve bitişik, yolu
da, duvan da yoksa, o komşunun bu evde şuf’a hakkı yoktur. Halbuki genel olarak
ilim adamları şöyle demektedir Kişi komşuları lehine bir vasiyette bulunacak
olursa, ona bitişik olan komşuya da verilir, diğerlerine de verilir. Ancak
Ebû Hanîfe, genel olarak ilim adamlarından
(onların kanaatlerinden), ayrılarak: Yalnızca
bitişik olan komşuya verilir, demektedir.
6. Komşuluk Sınırı:
Komşuluğun sınırı hususunda
insanlar farklı görüşlere sahiptir. el-Evzaî
şöyle dermiş: Her taraftan kırk ev. İbn Şihab da böyle demiştir. Rivâyet
edildiğine göre, bir adam Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) gelip şöyle
demiş: Ben bir kavmin kaldığı mahallede konakladım. Onların arasında bana en
yakın komşu olanları bana en fazla eziyet edenleridir.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Bekir,
Ömer ve Ali'yi mescidlerin kapılarında yüksek sesle şöyle bağırmak üzere
gönderdi:
"Şunu bilinki, kırk ev komşudur. Komşusu vereceği
zararlardan emniyet altında olmıyan bir kimse, cennete giremez."
el-Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, VIII, 169.
Hazret-i
Ali b. Ebî Tâlib der ki: Ezan sesini işiten
kişi komşudur. Bir kesim de şöyle demiştir: Namaz için kamet getirildiğini duyan
kişi o mescidin kornşusudur. Bir diğer kesim de şöyle demektedir; Bir kimse ile
aynı mahallede, yahut aynı şehirde oturan kimse komşudur.
Yüce Allah da;
"Eğer
münafıklar... vazgeçmezlerse... sonra da onlar orada ancak az bir zaman seninle
komşuluk ederler,"
(el-Ahzab, 33/60)
diye buyurmakta ve böylelikle onların Medine'de bir arada bulunmalarını komşuluk
olarak değerlendirmektedir. Komşuluğun bir takım mertebeleri vardır ve biri
diğerine daha çok yakındır. Bunların en yakın olanları ise zevcedir. Nitekim
şair şöyle demiştir;
"Ey komşum, (hanımım) bâin
talakla benden boş ol!
Sen haydi sen boş oldun."
7. Komşuya İyilik Yapma Örnekleri;
Müslim'in
Ebû zer'den rivâyet ettiği şu hadiste komşuya iyilik türlerinden bimine örnek
Ebû Zer dedi ki: Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Ey Ebû Zer, sen bir çorba pişirecek olursan suyunu çok kat
ve komşularını gözet."
Müslim,
Bîrr 142-143; İbn Mâce, Et'ime 58;
Dârimî, Et’ime 37;
Müsned, V, 161, 171.
Böylelikle
Hazret-i Peygamber üstün ahlâkî
değerlere teşvikte bulunmuştur. Çünkü bu şekildeki davranışlar, karşılıklı
sevgiyi, güzel geçimi doğurduğu gibi, ihtiyacı ve fesadı da defederler. Komşu
komşusunun penceresinin çıkardığı kokulardan rahatsız olabilir. Belki, onun
çoluk çocuğu vardır da, bunların zayıflarının o kokular dolayısıyla o yemeğe
canı çeker. Onların. İhtiyaçlarını karşılamak durumunda olan. kimse ise, çoluk
çocuğunun acıları ve bundan dolayı karşı karşıya kalacağı mükellefiyet ona ağır
gelebilir. Bilhassa onların sorumluları zayıf veya
dul bir kadın ise, bu zorluk daha bir artar, bu acı ve hasret daha da ileri
derecelere vanr.
Denildiğine göre, Hazret-i Yakub'un
Hazret-i Yusuf'un ayrılma cezasına sebep bu olmuştu. İşte bütün bunlar onlara
götürülüp verilecek bir parça yemeğe onları ortak etmek suretiyle bertaraf
edilir İşte bu anlam dolayısıyla Hazret-i
Peygamber yakın komşuya hediye vermeyi teşvik etmiştir. Çünkü yakın
komşu, komşusunun evine girip çıkana bakar. Bunları gördüğü vakit, bu hususlarda
ona ortak olmayı arzular.
Yine gaflet ve gafil avlanabilme
zamanlarında karşıkarşıya kalabildiği bir ihtiyaç halinde, komşunun yardımına en
çabuk koşan yine komşudur. Bundan dolayı evi daha yakın olmakla birlikte kapısı
daha yakın olana (hediye vermekle) başlamayı
irşad buyurmuştur.
Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
8. Hediyeleşme Adabı:
İlim adamları der ki:
Hazret-i Peygamber:
"Suyunu çok kat!"
buyurmakla cimri olana işi kolaylaştırmaya oldukça incelikli bir
şekilde dikkat çekmiş, işaret buyurmuştur. Artırılacak olan şeyi parasız olan su
diye belirlemiştir. Bundan dolayı o: "Bir çorba pişirdiğin zaman onun etini
artır" dememiştir. Çünkü bunu yapmak herkes için kolay değildir
Şair ne güzel söylemiş:
"Birdir benim tencerem ile komşumun tenceresi
O tencere bana gelmeden önce ona gider."
Hazret-i
Peygamberin:
"Sonra komşularından bir aile halkını gör ve onlara bu çorbadan maruf olan
birşeyler gönder"
Müslim, Birr 143.
âyeti sebebiyle hakir görülen ve oldukça basit ve Önemsiz şeyler hediye olarak
verilmez. "Onlara maruf olan
birşeyler gönder" sözü, hediye olarak
verilmesi örf haline gelmiş olan birşey gönder, demektir. Az bir miktar her ne
kadar hediye olarak verilen şeylerden ise de? bu azıcık miktar bu seviyeye
çıkamıyabilir. Eğer azıcık miktardan fazlasını hediye edemiyecek durumda, ise,
onu hediye ediversin ve onu da basit ve önemsiz görmesin. Kendisine hediye
verilen kabul etmelidir. Çünkü Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur: "Ey mü’min
kadınlar, sizden herhangi biriniz, yanık bir koyun bacağı olsa dahi komşusuna
(yereceği hediyeyi) asla önemsiz görmesin."
Bunu Mâlik, Muvattâ adlı eserinde
zikretmiştir.
Muvatta’',
Sadaka 4; Buhârî, Edeb 30, Hibe 1; Zekât 90:
Tirmizî, Velâ 6;
Müsned, II, 264 307, 432, 493.
Biz bu hadisteki
"Ey mü’min kadınlar"
anlamına gelen: kelimesindeki "mü’mineler"
anlamına gelen "el-Mü’minat" kelimesini
muzaf olarak değil, merfu olarak kaydetmiş bulunuyoruz. İfadenin takdiri İse:
şeklindedir. Nitekim Ey kerim adamlar! denilmesi de böyledir Görüldüğü gibi
burada da münâdâ olan; ibaresi hazf edilmiştir. Kadınlar anlamına gelen;
kelimesi ise, buna sıfat takdirindedir. Mü’mineler
ise "kadınlar" kelimesinin sıfatıdır- Bunun izafet şeklinde diye söyleneceği
söylenmiş ise de birincisi daha çok görülen bir
husustur.
9. Komşu Haklarının Kapsamı:
Komşuya gereken şefkati
göstererek, onun bir kerestesini (kendi duvarına)
yerleştirmesine engel olmamak da komşuya ikram kabilindendîr.
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Sizden herhangi bir kimse, komşusunun kendi duvarına bit1 kalası gömüp
yerleştirmesine engel olmasın." Daha sonra
Ebû Hüreyre şöyle der: Bana ne oluyor ki
sizin bundan yüz çevirdiğinizi görüyorum? Allah'a yemin
ederim ki, ben bunu sizin huzurunuzda gözünüzün
önünde açıkça söylüyeceğim. (Bundan geri durmayacağım).
Buhârî,
Mezâlim 20; Müslim, Musâkaat 136;
Ebû Dâvûd, Akdiye 31;
İbn Mâce;
Muvatta’', Akdiye, 32; Müsned, II,
240, 463.
Buradaki "kalas" kelimesi çoğul
olarak ve: Kalaslarına şeklinde çoğul olarak da, tekil olarak da rivâyet
edilmiştir. Ayrıca "aranızda, önünüzde" anlamına gelen: kelimesi de kollarınız
arasında (veya önünüzde)" anlamına gelecek
şekilde: diye de rivâyet edilmiştir. Mutlaka ben bunu atacağım ifadesi ise; ben
bu sözü ve bu olayı mutlaka size nakledeceğim! demektir,
Buna dayanarak bunun vücup ifade
ettiği mi söylenecektir, yoksa mendupluk ifade ettiği mi? Bu hususta ilim
adamları arasında görüş ayrılığı vardır.
Mâlik,
Ebû Hanîfe ve arkadaşları bunun komşuya
iyilik yapmak, onu müsamaha ile karşılamak, ona ihsanda bulunmaya teşvik
anlamında olduğu görüşündedirler Yoksa bu bir vücup ifade etmez. Buna delil ise
Hazret-i Peygamber'in:
"Gönül hoşluğu ile olmadıkça müslüman bir kimsenin malı helal olmaz"
Müsned, V, 72.
hadisidir. Derler ki: Hazret-i Peygamberin
"Komşusuna engel olmasın" âyetinin anlamı da tıpkı
Hazret-i Peygamberin şu buyruğundakî
mana gibidir: "Sizden herhangi birisinden hanımı mescide gitmek üzere izin
İstiyecek olursa ona engel olmasın.
Buhârî,
Ezan 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134;
Dârimî, Salât 57;
Müsned II, 9.
Bunun ise herkese göre ifade ettiği mana, kocanın bu hususta göreceği salah ve
hayra göre mendupluk ifade ettiğidir.
Şâfiî,
arkadaşları, Ahmed b. Hanbel, İshak, Ebû
Sevr, Davud b. Ali ve ehl-i hadisten bir gurup da bunun vücup ifade ettiği
kanaatindedirler. Derler ki: Şayet Ebû Hüreyre,
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'den işittiklerinden vücup anlamını
çıkartmamış olsaydı, vacip olmayan birşeyi onlara vacip kılmazdı. Aynı zamanda
bu, Ömer b. el-Hattâb
(radıyallahü anh)'ın da görüşüdür. Çünkü o,
Muhammed b. Mesleme'nin arazisinden geçecek su arkı ile ilgili meselede,
ed-Dahhâk b. Halife'nin lehine, Muhammed b.
Mesleme'nin aleyhine hüküm vermiş, Muhammed b. Mesleme: Vallahi olmaz deyince,
Hazret-i Ömer de şöyle demişti: "Vallahi onu
senin karnının üzerinden olsa dahi ordan geçireceğim" dedikten sonra
Hazret-i Ömer,
ed-Dahhak'a su arkını oradan geçirmesini emretmiş,
ed-Dahhak da böyle yapmıştı.
Bunu da
Mâlik Muvatta’''da
rivâyet etmiştir.
Muvatta’',
Akdiye 33.
Şâfiî
de "er-Bed" adlı eserinde Mâlik'in bu bölümde
Hazret-i Ömer'e muhalif sahabeden her hangi bir kimse bulunmadığını iddia
etmekte ve Mâlik'in bunu rivâyet edip kitabına almasına rağmen bunu delil olarak
kabul etmeyip kendi görüşüne istinaden reddetmesini tepki ile karşılamaktadır.
Ama Ebû Ömer (b.
Abdi’l-Berr) şöyle demektedir: Durum
Şâfiî'nin iddia ettiği gibi değildir. Çünkü
Muhammed b. Mesleme'nin bu husustaki görüşü
Hazret-i Ömer'in görüşüne muhalifti.
Ensar'ın
İbn Abdi’l-berr,
el-İstizkâr, XXII, 230 ensarinin" şeklinde, tekil olarak geçmektedir.
görüşü de aynı şekilde Hazret-i Ömer'in
görüşüne muhalif idi. Abdurrahman b. Avf'ın kendisine ait olan bir suyu, bir
başkasının bahçesinden geçirmesi kıssasında ve bunu değiştirmesinde de
(Ha. Ömer'e
muhalif kanaate sahip olan ashâbın) bulunduğunu görmekteyiz. Ashâb-ı
kiram arasında görüş ayrılığı bulunduğu takdirde ise, kıyasa başvurmak gerekir.
Kıyas, müslümanların kanlarının, mallarının, ırzlarının özel olarak gönül
hoşluğu ile olanları müstesna, birbirlerine haram olduklarına delâlet
etmektedir. İşte Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sabit olan da
budur. Ebû Hüreyre'nin: Bana ne oluyor ki
sizin bundan yüz çevirdiğinizi görüyorum. Allah'a yemin ederimki bunu önünüze
atacağım, şeklindeki sözü, veya buna benzer
ifadesi, bu husustaki kanaatin hilâfına delil olarak gösterilebilir. Ancak
birinci görüşün sahipleri şu şekilde cevap
vermektedirler: Burada irtifak hakkı gereğince hüküm vermek, sünnetten sabit
olan delil ile Hazret-i Peygamberin:
"Gönül hoşluğu ile olmadıkça
müslüman bir kimsenin malı helal olmaz"
âyetinin kapsamı dışına çıkmaktadır. Çünkü bunun anlamı temlik ve
tüketmektir. Bu hadiste irtifak hakkıyla alakalı birşey yoktur. Çünkü
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) bu ikisi arasında hüküm bakımından fark
gözetmiştir. O bakımdan Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın fark gözettiği
şeylerin aynı hükümde bir arada görülmemesi gerekir. Yine
Mâlik şunu nakletmektedir: Medine'de
Ebû'l-Muttalip adında bu şekilde hüküm veren bir hakim varmış. Bu görüşün
sahipleri ayrıca el-A'meş'in Enes'den
rivâyet ettiği şu haberi de delil gösterirler; Enes dedi ki: Uhud gününde bizden
bir genç şehid düştü. Annesi yüzündeki toprağı silip: Müjdeler olsun sana, ne
mutlu sanaki cennetliksin demeye koyuldu.
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)
ise ona şöyle dedi:
"Nerden biliyorsun? Belki o, kendisini ilgilendirmeyen hususlar hakkında söz
söyler ve kendisine zarar vermeyen şeylere mani oluyordu."
el-A'meş'in Enes'den hadis dinlediği sahih
bir rivâyet yoktur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbn Abdi’l-Berr, a.g.e., XXII, 229-231.
Bu açıklamaları Ebû Ömer yapmıştır.
10. Komşunun İrtifak Hakları:
Vârid olan'bir
Hadîs-i şerîfte
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem), komşunun irtifak haklarını bir arada
zikretmiş bulunmaktadır. Bu hadisi Muaz b. Cebel şöylece rivâyet etmektedir: Ey
Allah'ın Rasûlü Komşunun hakkı nedir? dedik. Şöyle buyurdu:
"Senden borç isterse ona borç verirsin. Senden yardım İsterse ona yardım
edersin. Muhtaç olursa ona verirsin. Hastalanırsa onu ziyaret edersin. Ölürse
cenazesinin arkasından gidersin. Ona bir hayır isabet ederse bu seni sevindirir
ve bundan dolayı onu tebrik edersin. Ona bir musibet isabet ederse bu da seni
rahatsız etmeli ve bundan dolayı ona taziyetlerini bildirirsin. Tencerenin koku
ve dumanı ile onu -ona o tencereden bir kepçe göndermedikçe- rahatsız etmezsin.
Yukardan onun evini gözetlemek üzere ve ona gelecek rüzgarı kapatsın diye onun
izniyle olmadıkça binanı ondan daha yükseğe çıkarmazsın. Herhangi bir meyve
salın alacak olursan ondan ona da hediye gönder. Aksi takdirde gizlice onu evine
sok. Çocukların ondan herhangi bir parçayı alıp dışarı çıkarak onun çocuklarını
bu sebepten dolayı rahatsız etmesin. Benim söylemek istediğimi iyice anlıyor
musunuz? Allah'ın rahmeti ile karşıladığı az sayıdaki kimseler müstesna,
komşunun hakkı ödenemez."
Veya buna yakın ifadelerle bunu açıkladı. Bu
hadis kapsamlı bir hadistir. Ve hasen bir hadistir. İsnadında, Ebû’l-Fadl, Osman
b. Macar eş-Şeybani vardır ki, pek hoş karşılanan bir ravi değildir.
11. Komşuluk Haklarının Sabit Olması
için îman Şart mıdır?
İlim adamları der ki: Komşuya
ikrama dair hadis-î şerifler, kayıtlı olarak değil, mutlak olarak gelmiştir.
Açıkladığımız gibi kâfir dahi bunun kapsamındadır. Bu hususta vârid olan haberde
ashâbın şöyle dediği nakletilmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü, biz onlara
(kâfir komşularımıza), kurban etlerinden
yedirelim mi? Hazret-i Peygamber;
"Müşriklere müslümanların kestiği kurbanlıklardan birşey yedirmeyiniz" diye
buyurmuştur.
Hazret-i
Peygamberin, müşriklere müslümanların
kestikleri kurbanlardan yedirmeyi yasaklaması, muhtemeldirki, kurban kesenin
kendisinin de yemesi, zenginlere de yedirmesi câiz olmayan kişinin ve zimmetinde
vacip olan kurbandır. Zenginlere yedirmesinin de mümkün görüldüğü vacip olmıyan
kurbanlara gelince, bundan zimmet ehline yedirmek caizdir.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) da kurban etinin dağıtılması esnasında
Hazret-i Âişe'ye:
"Yahudi komşumuzdan başla"
diye buyurmuştur.
Yine rivâyet edildiğine göre,
Abdullah b. Amr b. el-Âs'ın ailesi arasında bir koyun kesilmiş idi. Abdullah eve
gelince üç defa: Yahudi komşumuza hediye ettiniz mi? diye sordu. Çünkü ben
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim:
"Cebrâîl
bana komşuyu o derece tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak sandım."
Ebû Dâvûd,
Edeb 123; Tirmizî, Birr 28 ayrıca Hazret-i
Âişe yoluyla rivâyet edilen hadis ve
kaynakları için de "dördüncü başlık" a bakınız.
12. Yakın Arkadaş:
Yüce
Allah'ın:
"Yanınızdaki arkadaşa"
âyetinden kasıt, yol arkadaşıdır.
Taberî muttasıl senetle naklettiğine göre,
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte ashâbından bir kişi vardı. Her
ikisi de birer deve üzerinde idi. Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) su kenarındaki
bir koruluğa girdi- Oradan birisi eğri olan iki sopa kopardı. Ağaçlar arasından
çıkıp düzgün olanını arkadaşına verdi. Arkadaşı: Ey Allah'ın Rasûlü, bu daha çok
senin hakkmdır deyince, Hazret-i Peygamber,
"Asla, Ey filân. Çünkü bir başkasıyla arkadaşlık ederi her bir kişi, onunla
yaptığı arkadaşlıktan -günün kısacık bir anı kadar dahi olsa- sorumlu
tutulacaktır " diye buyurdu.
Suyûti, ed-Dürru'l-Mensûr:
II, 531-532.
Rabia b. Ebi Abdurrahman da der ki:
Yolculuğun kendine göre üstün adabı, ikâmet halinin de üstün adabı vardır.
Yolculuk halindeki üstün adap, azığı bol bol başkasına verebilmek, arkadaşlarla
az anlaşmazlık çıkarmak ve Allah'ın gazap ettiği şeyler dışında çokça
şakalaşmak. İkamet halinde üstün adaba gelince, mescidlere nnutad bir şekilde
gitmek, Kur'ân okumak ve Allah yolunda çokça kardeşleri bulunmak,
Esedoğullarından birisi -ki, bunun Hâtem- Taî olduğu da söylenmiştir- şöyle
demiştir:
"Eğer arkadaşımın ayrıca bir bineği olmayıp, benim
bineğimin arkasında değilse,
Hiçbir zaman benim ayağım bineğin üzerine çıkmaz.
Eğer benim azığımın yarısı onun azığı olmazsa,
Ben azıksız da kalayım, benim fazladan hiçbirşeyim de
olmasın.
Sahib olduğumuz şeylerde içinde bulunduğumuz bu durumda
ikimiz de ortağız.
Bazen şöyle görüyorum:
Benim lütfumdan nail olduğu için âdeta o bana lütuf etmiş
gibidir."
Hazret-i Ali, İbn Mes'ûd ve İbn Ebi
Leylâ: "Yanınızdaki arkadaş" dan zevce olduğunu söylemişlerdir.
İbn Cüreyc ise der ki: Yakın arkadaş, senden
fayda sağlar umuduyla seninle arkadaşlık yapıp yanından ayrılmayandır. Ancak
birinci görüş daha sahihtir. Bu
İbn Abbâs, İbn Cübeyr,
İkrime, Mücahid
ve ed-Dahhak'ın da görüşüdür. Âyet-i kerîme
umum ifadesi dolayısıyla bütün bu hususları da kapsıyor olabilir. Doğrusunu en
iyi bilen Allah’tır.
13. Yolda Kalmış;
Yüce
Allah'ın:
"Yolda
kalmışa..."
âyeti ile ilgili olarak
Mücahid der ki: Bundan maksat, senin
yanından yolu sana uğrayıp geçip giden kimsedir.
Yol
(es-Sebîl) geçip gidilen yol demektir.
(İbnü's-Sebil yol oğlu şeklinde-yolcunun yola nisbet edilmesi ise, onun yoldan
geçmesi ve yoldan ayrılmaması dolayısıyladır. Ona birşeyler vermek, ona yumuşak
davranmak, ona gitmek istediği yeri göstermek ve doğruya yöneltmek de yolcuya
yapılacak iyilikler cümlesindendir.)
14. Ellerinizin Altında Bulunanlara
da İyilik Edin:
Yüce Allah:
"Ellerinizin altında bulunanlara
iyilik edin"
âyeti ile, sahip olunan kölelere de iyilikte bulunmayı
emretmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bu emri
beyan etmiştir. Müslim ve başkaları
el-Ma'rur b. Süveyd'den şöyle dediğini rivâyet etmektedirler: Rebeze'de iken
yolumuz Ebû Zer'e uğradı. Ebû Zer’in üzerinde de bir bürde
(sarınılan bir örtü), kölesinin üzerinde de
onun gibi bir bürde vardı. Biz Ey Ebû Zer, dedik. İkisini bir araya getirsen tam
bir hülle olurdu. Şöyle dedi: Benim ile kardeşlerimden bir diğeri arasında sözlü
bir atışma olmuştu. Onun annesi Arap değildi. Annesi dolayısıyla onu ayıpladım.
Beni Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'e şikâyet etti.
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem) ile karşılaşınca şöyle buyurdu;
"Ey Ebû Zer, sen kendisinde
cahiliyye (nin) izleri bulunan birisisin"
Ey Allah’ın Rasûlü, dedim. İnsanlara sövenin annesine de babasına da
söverler. Şöyle dedi: "Ey Ebû Zer sen, kendisinde cahiliyye
(nin) İzleri bulunan birisisin. Bunlar sizin
kardeşlerinizdîr. Allah onları elinizin altına hizmet etmek üzere vermiştir. O
bakımdan yediklerinizden onlara yediriniz, giydiklerinizden onlara giydiriniz.
Onlara ağır gelecek, altından kalkamıyacakları işleri yüklemeyiniz. Eğer
yükleyecek olursanız, onlara yardımcı olunuz."
Müslim,
Eyman 38-40; Buhârî, İmân 22, Itk 15
Ebû Hüreyre'den
rivâyet edildiğine göre: Bir gün bindiği bir katırın terkisine kölesini de
bindirdi. Birisi ona şöyle dedi: Onu indirsen de bineğinin arkasından yürüse,
Ebû Hüreyre şöyle dedi: Ateşe dönüşmüş iki
demet odunun, yakabildikleri kadar beni yakacak şekilde benimle yürümeleri benim
için kölemin arkamda yürümesinden daha sevimlidir.
Ebû Dâvûd da, Ebû Zer'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir:
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Köleleriniz arasından size uygun bulduğunuz kimseye yediğinizden yediriniz,
giydiğinizden giydiriniz- Size uygun düşmeyeni de satınız ve Allah'ın
yarattıklarına azap etmeyiniz."
Ebû Dâvûd, Edeb 124;
Müsned, V, 1Ö8, 173.
Yine Müslim,
Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:
"Yedirmek ve giydirmek
kölenin hakkıdır. Köleye kaldırabileceğinden fazla iş yükletilmez."
Müslim, Eyman 41.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Sizden
herhangi bir kimse, kölem ve cariyem demesin. Bunun yerine, fetam (oğlum) ve
fetatî (kızım) desin."
Buhârî,
Itk 17; Müslim, Elfâz 13-15;
Ebû Dâvûd. Edeb 75;
Müsned, II, 316, 422, 444, 463, 484, 491,
496, 508.
İleride Yusuf
(aleyhisselâm) Sûresi'nde buna
(feta) kelimesine dair açıklamalar gelecektir,
(12/30-36 ve 62. âyetler) Böylelikle
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem), efendilere, üstün ahlâkî değerlere
bağlılığı teşvik etmiş, iyilikte bulunma yollarını göstermiş, alçakgünüllülük
yolunu izlemelerini istemiştir. Tâ ki, kendilerinin köleleri üzerinde üstün bir
meziyetleri olduğu görüşüne sahip olmasınlar. Çünkü herkes Allah'ın kuludur ve
mal Allah'ındır. Fakat Allah, insanların kimini kimine müsalıhar kılmıştır.
Kimini kiminin mülkiyetine vermiştir. Bunu da nimetini tamamlamak ve hikmetini
gerçekleştirmek için yapmıştır. Eğer onlara, kendilerinin yediklerinden daha az
yedirecek olur, giydiklerinden nitelik itibariyle daha aşağı ve daha az miktarda
giydirecek olurlarsa, bu hususta üzerlerindeki görevleri yerine getirmeleri
şartıyla câiz olur, bu konuda görüş ayrılığı da yoktur. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Müslim'in
rivâyetine göre, Abdullah b. Artır, bir seferinde huzuruna gelip giren
haznedarına şöyle demiş: Kölelere yiyeceklerini verdik mi? O Hayır deyince,
Abdullah: Git onlara yiyeceklerini ver. Çünkü
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem):
"Sahib olduğu kölelerine vereceği yemeği engellemesi kişiye
günah olarak yeter diye buyurmuştur"
dedi.
Müslim,
Zekat 40.
15. Köleye ve Hizmetçiye Yapılan
Haksızlıkların Kefareti:
Peygamber
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle
buyurduğu sabittir: "Her kim kölesine yapmadığı bir işin cezasını
(haddini) vurur yahutta yüzüne bir tokat
atarsa, bunun keffâreti o köleyi azad etmesidir."
Müslim,
Eyman 30; Ebû Dâvûd, Eded 124;
Müsned, II, 45, 61.
Bundan maksat, haddi gerektiren bir suçu olmadığı halde had miktarına ulaşacak
kadar kölesini dövmesidir,
Ashâb-ı kiramdan bir topluluğun
dövmek hususunda köleleri lehine çocuklarına kısas uyguladıkları, çocukları
kısası kabul etmemeleri halinde de köleyi azad ettikleri rivâyet edilmiştir,
Hazret-i
Peygamber de şöyle buyurmuştur:
"Kölesine zina iftirasında bulunan bir kimseye Kıyâmet
gününde seksen celde olarak had ona uygulanır."
Buhârî, Hudûd 45;
Ebû Dâvûd, Edeb 124;
Tirmizî, Birr 30;
Müsned, II, 431, 500.
Yine Hazret-i Peygamber şöyle
buyurmuştur: "Kölelerine
kötü davranan bir kimse cennete girmez."
İbn Mâce, Edeb 10:
Müsned. I, 4,7, 12.
Hazret-i Peygamberin bir başka âyeti
de şöyledir:
"Kötü
huyluluk bir uğursuzluktur. Mülkiyeli altında bulunanlara güzel bir şekilde
davranmak bir berekettir."
Buraya kadar:
Ebû Dâvûd, Edeb 124.
"Akrabalık bağını gözetmek, ömrü artırır, sadaka
da kötü bir ölümle ölümü bertaraf eder."
16. Köle mi Efdaldir, Hür Olan mı?
İlim adamları bu kabilden,
hür mü daha faziletlidir, yoksa kölemi hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Müslim, Ebû
Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet eder:
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)
buyurdu ki:
"Islah edici mülkiyet akındaki
kölenin iki ecri vardır."
Ebû Hüreyre'nin nefsi elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, eğer Allah yolunda
cihad, hac ve anneme iyi davranmak gereği bulunmasaydı, köle olduğum halde
ölmeyi arzu edecektim.
Buhârî,
Itk; Müslim, Eyman 44-Müsned,
II. 330, 402.
İbn Ömer'den
rivâyet edildiğine göre de, Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
"Şüphesiz ki köle, efendisine karşı
samimi ve doğru davranır, Allah'a ibadetini de güzel bir şekilde yaparsa, ecri
ona iki kat verilir."
Buhârî,
Itk 16,17; Müslim, Eymân 43;
Ebû Dâvûd, Edeb 125;
Muvatta’'; İsti’zan 43;
Müsned, II, 20, 102, 142.
İşte bunlar ve buna benzer âyeti
kölelerin daha faziletli olduğunu söyleyenler delil diye göstermiştir. Çünkü
köle, İki cihetten muhataptır: Bir taraftan Allah'a ibadet etmesi istenmiştir,
diğer taraftan da efendisine hizmet etmesi istenir. İşte Ebû
Ömer Yusuf b.
Abdi’l-Berr, en-Nemrî ile Hafız Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Ahmed
el-Amirî el-Bağdadî bu görüştedir.
Hürrün daha faziletli olduğunu
söyleyenler de şu sözleriyle görüşlerini delillendirmektedirler: Din ve dünya
işlerinde tam bir bağımsızlık ancak hürler için gerçekleşir. Köle ise
bağımsızlığı olmadığından dolayı yitik şahıs ve zorla istenen yere çekip
çevirilen alet tle, mecburen emir altına verilmiş bir canlıya benzer. Bundan
dolayı köle, şahidlik etmek makamından ve birçok velayetlerden birtakım hak ve
görevleri ifa edebilmek, makamları işgal edebilmek, selahiyetinden mahrum
edilmiş, ona uygulanan hadler, hürlerin hadlerinden daha aşağı tutulmuştur.
Bunlar kölenin kadrinin daha aşağı olduğunu hissettirmektedir.
Hür kimseden her ne kadar bir tek
cihetten talepte bulunulsa dahi o yönde onun vazifeleri daha çoktur. Onun
görevlerini ifa ederken karşı karşıya kalacağı sıkıntı ve yükümlülükler daha
büyüktür. O bakımdan sevabı da daha fazladır.
İşte
Ebû Hüreyre: "Şayet cihad ve hac olmasaydı..." sözleriyle buna işaret
etmektedir. Yani şayet bu işleri yerine
getirememe dolayısıyla kölenin karşı karşıya kaldığı eksik konum olmasıydı...
(köle olmayı temenni edecektim) demektir.
Doğrusunu en iyi bilen Allahtır.
17. Hazret-i
Cebrâîl'in Diğer Tavsiyeleri:
Enes b.
Mâlik,
Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)den
şöyle buyurduğunu rivâyet ermektedir: "Cebrâîl
bana komşuyu o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse onu mirasçı kılacak
zannettim.
Hadisin buruya kadarki bolümü
daha önce dördüncü başlıkta geçmiştir.
Kaynaklar için oraya bakılabilir. "Kadınları
bana o kadar çok tavsiye etti ki, az kalsın onları boşamayı haram kılacağını
zannettim. Köleleri bana o kadar çok tavsiye etti ki, âdeta onlar için belli bir
süre tayin edip o süreye eriştiler mi, azad olacaklarını hükme bağlıyacağını
zannettim." el-Beyhaki,
es-Sunenu'l Kübra, lll. 19. "Bana misvak
kullanmayı o kadar çok tavsiye etti ki, ağzımın derisinin soyulacağından
korktum." el-Beyhaki
a.g.e. VII, 79, el-Azîzi, es-Siracül-Munir Şerhül-Câmiu's Sağir, III, 249.
...Neredeyse... soyulacaktı diye de rivâyet edilmiştir. Gece namazı kılmayı bana
o kadar çok tavsiye etmeye devam etti ki, neredeyse ümmetimin hayırlılarının
geceleyin, hiç uyuyamayacaklarını zannettim." Bunu Ebû’l-Leys es-Semarkandî,
Tefsir'inde zikretmiştir.
Hadisin kaynakları için
ayrıca bk. Ebû’l-Leys es-Semerkarıdî, Bahru'l-Ulûm, Beyrut. 1413/1993, 354. .
18. Allah Buyû'klenip Böbürlenenleri
Sevmez:
"Allah
büyüklenip böbürlenenleri elbette sevmez"
âyeti, onlardan razı olmaz
demektir. Şanı yüce Allah, bu niteliğe
sahip olanları sevmiyeceği, onlardan razı olmayacağını belirtmektedir. Yanf
böyleleri üzerinde Allah'ın nimetinin etkileri görülmez. Bu da bir çeşit
tehdittir.
Buyû'klenen kimse,
(el-Muhtât) kibir duyan kimse demektir.
Böbürlenen (el-fahûr) ise, büyüklük taslamak
kastıyla kendi menkıbelerini (güzel hallerini)
anlatıp durandır. Falır etmek, yükselip kabarmak, başkalarına karşı haddini
aşmak demektir. Özellikle burada bu iki niteliğin anılış sebebi, bu iki olumsuz
niteliği taşıyan kimselerin bunların etkisi altında kalarak, fakir akraba, fakir
komşu ve âyet-i kerimede sözü edilen diğerlerine karşı büyüklenmeye götürüp,
Allah'ın bunlara iyilik yapma emrinin zayi olmasına sebep teşkil ettiklerinden
ötürüdür.
el-Mufaddal'ın naklettiğine göre
Âsım, Yakın komşularınıza" anlamındaki
âyeti, "cim" harfini üstün ve
"nun" harfini de sakin olarak: şeklinde
okumuştur. el-Mehdevî der ki: Bu okuyuş, bir muzafın hazf edilmiş olması
takdirine bina endir. Yani yakın tarafında
bulunan komşu demektir. el-Ahfeş de şunu
nakleder:
"Bütün insanlar bir yanda, emir de bir yanda."
Yan
(el-Cenb), cihet ve taraf demektir. Akraba cihetinden... demektir
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
37
Onlar ki, cimrilik edenler, insanlara cimriliği emredenler
ve Allah'ın lütfuyla kendilerine verdiğini gizliye illettik. Biz o İnkarcılar
için küçültücü bir azap hazırlamışızdır.
Yüce
Allah’ın:
"Onlar
ki cimrilik edenler, insanlara cimriliği emredenler.."
âyeti ile ilgili
açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:
1. Nahiv Bakımından Cümlenin Durumu:
Yüce
Allah'ın:
"Onlar
ki cimrilik edenler"
anlamındaki: âyetindeki;
"Onlar
ki"
âyeti, (önceki âyette geçen):
"Onlar
ki..."
âyetinde yer alan O kimseleri âyetinden bedel olmak üzere nasb mahallindedir. Bu
sıfat olmaz. Çünkü O kimse, o kimseler ile, O şey, o şeyler edatları ne
vasfedilirler, ne de sıfat olurlar. Bu âyetin böbürlenen kelimesindeki zamirden
bedel olmak üzere ref mahallinde olması da mümkündür. Aynı şekilde bunun ref
mahallinde olup. ona (bir sonraki âyetin)
atfedilmesi de caizdir. Bunun müpledâ olup, haberinin mahfuz olması da caizdir.
Yani: Onlar ki, cimrilik edenler... onlar için
şu şu vardır. Yahutta haberin:
"Allah
şüphesiz zerre ağırlığı kadar... zulmetmez"
(en-Nisâ, 4/40) âyetinin olması da mümkündür. Yine bu âyetin, lâfzının
hazfı ile mansub olması da mümkündür. O takdirde âyet-i kerîme
mü’minler hakkında olur.
Bu açıklamaya göre âyet-i kerîme
şunu ifade eder: Cimrilik edenler Allah tarafından sevilmezler. O halde ey
mü’minler, ismi anılan kimselere iyilikte
bulununuz, Çünkü şüphesiz Allah, iyilik yapmaktan alıkoyan niteliklere sahip
olan kimseleri sevmez.
2. Cimrilik Yapanlar, Cimriliği
Emredenler:
Yüce Allah'ın;
"Cimrilik edenler, insanlara cimriliyi emredenler"
âyetinde
zikredilen ve şeriat tarafından yerilen cimrilik,
yüce Allah'ın farz kıldığı şeyleri edâ etmekten uzak durmaktır. Bu da
yüce Allah'ın: şu
"Allah'ın lütfü kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik gösterenler
zannetmesinler fei..."
(Ali İmrân, 3/180)
âyetini andırmaktadır. Esasen Ali İmrân Sûresi'nde cimrilik ve cimriliğin gerçek
mahiyetine dair açıklamalar İle, cimrilik ile eli sıkılık
(eş-Şuh) arasındaki farka dair yeterli
açıklamalar geçmiş bulunmaktadır (3/180, âyet 2 ve 3.
başlıklar).
İbn
Abbâs ve diğerlerinin görüşüne göre, bu âyet-i kerîme ile kastedilenler
yahudilerdir. Çünkü yahudiler, hem malları dolayısıyla böbürlenen ve cimrilik
edip büyuklenen kimselerdir, hem de Allah'ın Tevrat'ta indirmiş olduğu
Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in niteliklerine dair âyeti da gizlemiş
olanlardır.
Bu âyetler ile takiyye yaparak
(îman etmediklerinin ortaya çıkması halinde karşı
karşıya kalacakları durumlardan sakınarak) infak ve îman eden münafıklar
kastedilmiştir Yani şüphesiz Allah, büyüklenip,
böbürlenen hiçbir kimseyi sevmediği gibi -i'râba dair belirttiğimiz şekilde-
cimrilik eden kimseleri de sevmez.
"Biz o
inkarcılar için küçültücü bir azap hazırlamışızdır"
âyetinde
yüce Allah, cimrilik eden
mü’minlere yaptığı azap tehdidi ile,
kâfirleri tehdidi arasında bir fark bulunduğuna dikkat çekmektedir. Bunu da
birinci şekilde davrananları sevmeyeceğini, ikinciler için de küçültücü bir
azâbın bulunduğunu belirterek ifade etmektedîr.
|