Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

72

 

003 - ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

 

CÜZ :

4

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

174

Sonra da kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'tan bir nimet ve lütufla geri döndüler. Allah'ın rızasına uydular. Allah çok büyük bir lütuf sahibidir.

İlim adamlarımız der ki: Onlar işlerini Allah'a havale edip kalpleriyle de O'na güvenip dayanınca, Allah da onlara mükâfat olarak şu dört hususu verdi: Nimet, lütuf, onlara gelecek kötülükleri bertaraf etmesi ve rızasına tabî oluş. Allah da hem onların kendisinden (mükâfatından) razı olmalarını sağladı, hem de onlardan razı oldu.

175

O Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. O halde onlardan korkmayın Benden korkun, eğer mü’min iseniz.

İbn Abbâs ve başkaları der ki: Bu âyetin anlamı şudur: Şeytan sizi dostları ile korkutur. Yahut dostlarından korkutur taktirindedir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde de:

"Çetin bir azâbı (ile) korkutmak için..." (el-Kehf, 18/2) diye buyurmaktadır, O, sizleri çetin bir azâb ile korkutmak için... anlamındadır. Buna göre âyet-i kerîme şeytan kâfir ile mü’minî korkutur, demektir.

el-Hasen ve es-Süddî ise derler ki; Âyetin anlamı şudur: O ancak münafık olan dostlarını korkutur ki, müşriklerle Savaşa çıkmayıp otursunlar, Allah'ın dostlarına gelince şeytan onları korkutmaya kalkışacak olursa ondan korkmazlar.

Şöyle de açıklanmıştır: Burada kasıt şudur: Sizi kâfirlerin kalabalıkları ile korkutan kişi, insan şeytanlarından bir şeytandır. Sözkonusu bu kişi ise daha önce geçtiği üzere, konu ile ilgili farklı görüşlere göre, ya Nuaym bin Mes'ûd'dur ya da diğerleridir.

"O halde onlardan korkmayın" yani yüce Allah'ın:

"İnsanlar size karşı kuvvet topladılar" âyetinde sözü geçen kâfirlerden korkmayınız. Yahutta eğer âyetin; o sizi kendi dostlarını ileri sürerek korkutur anlamında olduğu kabul edilirse, zamir şeytanın dostlarına raci olur.

Yüce Allah'ın:

"Benden korkun" âyetine gelince; eğer sizler Benim vaadimin doğru olduğunu kabul eden kimseler İseniz, emirlerimi terk etmekten Benden korkunuz, demektir.

Arapçada havf, korku ve dehşet demektir. (Aynı kökten gelen:) "el-hâ-i'e" ise toplanan balın içine konulduğu derin bir torba (kırba) demektir.

Seni b. Abdullah der ki: Bazı sıddîklar İbrahim el-Halil'in yanına gelip şöyle dediler: Korku nedir? O şöyle dedi: Korku; güven duyacağın yere ulaşıncaya kadar güven duymamaktın Sehl dedi ki: er-Rabî b. Haysem demirci körüğünün yanından geçti mi bayılır düşerdi. Ali b. Ebî Tâlib'e bu durum anlatıldı. O da şöyle dedi: Bu iş başına geldi mi bana haber veriniz. Bu iş başına gelince durumu Hz- Ali'ye bildirdiler. Hazret-i Ali geldi, elini gömleğinin içine soktu, kalbinin şiddetle çarptığını görünce şöyle dedi: Ben şahitlik ederim ki bur çağınızın insanları arasında (ilâhî azaptan) en çok korkan kimsedir.

O halde yüce Allah'tan korkan kişi dünyada ya da âhirette Allah'ın kendisini cezalandırmasından korkan kişi demektir. İşte o bakımdan şöyle denmiştir: Korkan kişi ağlayıp gözlerini silen kişi değildir. Asıl korkan kişi kendisinden dolayı azaba çekileceğinden korktuğu şeyleri terk edendir.

Yüce Allah kullarına kendisinden korkmalarını farz kılarak şöyle buyurmuştur:

"Benden korkun, eğer mü’min iseniz." Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Ve yalnız Benden korkun!" (el-Bakara, 2/40) Mü’minleri de Allah'tan korkmakla överek şöyle buyurmaktadır:

"Üstlerinde Rablerinden korkarak ne emrolunurtarsa onu yaparlar." (en-Nahl, 16/50)

İşaret erbabının korkuya dair bir takım ifadeleri vardır ki, bunların dönüp vardıkları yer bizim sözünü ettiğimiz bu husustur, Üstad Ebû Ali ed-Dakkâk der ki: Ebû Bekr bin Fûrek (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)e rahatsızlığı dolayısı ile ziyaret etmek üzere girdim. Benî görünce gözleri yaşardı. Ona şöyle dedim: Şüphesiz Allah sana afiyet verecek, şifa verecektir. Bana şöyle dedi: Sen benim ölümden korktuğumu mu sanıyorsun? Ben ölümden sonrasından korkuyorum.

İbn Mâce'nin Süneninde de Ebû Zer'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurduki: "Ben sizin görmediğinizi görür işitmediğinizi işitirim. Sema gıcırdamaktadır. Gıcırdamakta da haklıdır Çünkü yüce Allah'a secde ederek alnını koymuş bir meleğin olmadığı dört parmaklık bir yer dahi yoktur, Allah'a yemin ederim, eğer benim bildiğimi bilirseniz pek az güler, pek çok ağlardınız. Yataklarda kadınlardan zevk almazdınız. Yüce Allah'a yalvarıp yakarmak üzere yollara koyulurdunuz. Allah'a yemin ederim orakta biçilen bir biîki olmayı çokça arzu ederdim." Bu hadisi Tirmizî de rivâyet etmiş ve: Hasen garib bir hadistir, demiştir. Bu hadis bir başka yolla da rivâyet edilmektedir. Buna göre "gerçekten orak ile biçilen bir ağaç (bitki) olmayı temenni ederdim" sözlerini Ebû Zer söylemiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

176

Küfürde yarışanlar seni ütmesin. Şüphesiz onlar Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah onlara âhirette hiçbir nasib bırakmamak istiyor. Onlar için büyük bir azâb vardır.

Âyetin Nüzul Sebebi ve Kastedilenler:

Yüce Allah'ın:

"Küfürde yarışanlar seni üzmesin" âyetinde sözü geçen kimseler önce İslâm'a giren sonra da müşriklerden korkarak irtidad eden kimselerdir Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan dolayı üzülünce yüce Allah da:

"Küfürde yarışanlar seni üzmesin" âyet-i kerimesini indirdi. el-Kelbî der ki: Bununla yüce Allah münafıkları ve yahudilerin elebaşılarını kastetmektedir Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kitaptaki niteliklerini gizleyip açıklamadılar. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu.

Şöyle de denilmektedir; kitap ehli îman etmeyince bu, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a ağır geldi. Çünkü insanlar onların yaptıklarına bakıyor ve: Bunlar kitap ehlidir, diyorlardı. Eğer Muhammed'in söylediği doğru olsaydı elbette ona uyarlardı, Bunun üzerine:

"... seni üzmesin" âyet-i kerimesi nazil oldu.

Âsım, yüce Allah'ın:

“Seni üzmesin," âyetini nerede olursa olsun, "ye" harfini ötreli "ze" harfini esreli olarak: “.....” şeklinde okumuştur. Bundan tek istisna, Enbiyâ Sûresi'nde yer alan:

"O en büyük korku onları üzmez" (el-Enbiyâ, 21/103) âyetindeki bu kelimeyi "yâ" harfini üstün "ze" harfini ötreli olarak okumuştur. Ebû Cafer ise bunun tam zıddını okumaktadır. İbn Muhaysın ise hepsinde "ye" harfini ötreli "ze" harfini de esreli olarak okur. Diğerleri ise bu kelimeyi nerede geçerse geçsin "ye" harfini üstün "ze" harfini de ötreli olarak okurlar. Bu iki farklı okuyuş İki ayrı söyleyiştir. Ancak birincisi iki söyleyişten daha iasih olanıdır. Bu açıklamayı en-Nahhâs yapmıştır

Muzâri'inde "ye" harfinin ötreli okunduğu mazi kullanımıyla şair şöyle demektedir:

"Sabahım geçip gitti, ama bu diyar beni üzdü."

"Yarışanlar" anlamındaki kelimeyi genel olarak herkes: “.....” şeklinde okurken Talha ise bunu: “.....” diye okumuştur.

ed-Dahhâk der ki: Burada kastedilenler Kureyş'in kafirleridir. Başkası ise, münafıklardır, demektedir. Daha önce sözünü ettiğimiz kimseler olduğu da söylenmiştir, bütün kâfirler hakkında umumi olduğu da söylenmiştir.

Bunların küfürde yarışmaları İse Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ın aleyhine birbirlerine destek vermeleridir. el-Kuşeyrî der ki: Kâfirin küfrü dolayısıyla üzülmek bir itaattir. Fakat Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kavminin küfrü dolayısıyla aşırı derecede üzülürdü. Bu şekilde aşırı üzülmesi ona yasaklandı. Nitekim yüce Allah başka yerlerde de şöyle buyurmaktadır:

"O halde onlara karşı hasretler duyarak kendini öldürme!" (Fatır, 35/8);

"Onlar bu söze îman etmezler diye ar katarından üzülerek kendini helâk edeceksin neredeyse" (el-Kehf- 18/6)

"Şüphesiz onlar Allah'a zarar veremezler" yani Allah'ın mülkünden, saltanat ve egemenliğinden hiçbir şey eksiltemezler Yani küfürleri dolayısıyla Allah'ın mülk ve saltanatında bir eksiklik olmaz. Nitekim Ebû Zer’den rivâyet edildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), şanı yüce ve mübarek olan Allah'tan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir:

"Kullarım! Şüphesiz Ben kendime zulmetmeyi haram kıldım, aranızda da onu haram kıldım. O bakımdan birbirinize zulmetmeyiniz. Kullarım! Kendisine hidâyet verdiklerimin dışında hepiniz sapıksınız. O bakımdan Benden hidâyet dileyin sizi hidayete ileteyim- Kullarım! Kendisini yedirdiğim dışında hepiniz açsınız- O bakımdan Benden size yemek yedirmemi isteyiniz size yedireyim. Kullarım! Kendisine elbise giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız, Benden size elbise giydirmemi isteyin sizi giydireyim. Kullarım! Sizler gece gündüz günah işleyip duruyorsunuz. Ben ise bütün günahları bağışlayanım. Benden mağfiret dileyiniz, size mağfiret edeyim. Kullanm! Sizler asla Bana zarar verebilecek noktaya gelemezsiniz ki, Bana zarar verebilesiniz. Ve asla Bana fayda verecek noktaya gelemezsiniz ki, Bana fayda sağlayabilesiniz. Kullarım! Eğer ilkinizle sonunuzla, insanınızla cinninizle aranızdan en muttaki olan bir adamın kalbi gibi bir takvaya sahib olsanız dahi bu Benim mülkümde hiçbir şeyi artırmaz, Kullarım! Eğer öncenizle sonranızla, insanınızla cininizle en günahkâr adamın kalbi gibi günahkâr olsanız, bu dahi Benîm mülkümden hiçbir şeyi eksiltmez. Kullarım! İlkinizle sonunuzla insanınızla cinninizle hep birlikte tek bir düzlükte dikilse(niz) ve hepsi Benden istekte bulunsa her insana da isteğini verecek olsam, bu ancak denize daldırılıp çıkartılan iğnenin eksilttiği kadar Bende olanları eksiltir Kullanm! Ne yaparsanız onlar sizin amellerinizdir. Ben onları sizin için tesbit ediyorum, sonra da onların karşılığını size eksiksiz ödeyeceğim. O bakımdan her kim bir hayır bulursa, Allah'a hamd-u sena etsin. Her kim bundan başka bir şey bulursa kendisinden başkasını kınamasın." Bu hadisi Sahih'inde Müslim, Tirmizî ve başkaları rivâyet etmiştir. Bu hadîs gerçekten büyük ve nisbeten uzun bir hadistir. (Bu azameti dolayısıyla, yazıldığında) bütünüyle yazılır.

"Şüphesiz onlar Allah'a zarar veremezler" âyeti onlar; Allah'ın dostlarına yardım etmeyi terk etmekle Allah'ın dostlarına zarar vermiş olamazlar. Çünkü onların asıl yardımcısı aziz ve celil olan Allah'tır, demektir.

Yüce Allah'ın:

"Allah onlara âhir ette hiçbir nasib bırakmamak istiyor. Onlar için büyük bir azâb vardır" âyetine gelince; bu âyetteki "hazz" nasib ve pay demektir. İsm-i tafdili “.....” ...diye gelir. Pay sahibi olan kimse için de "mahzûz" tabiri kullanılır. Hazz'ın çoğulu kural dışı olarak; “.....” şeklinde gelir. Bazan “.....” diye de geldiği olur. Âyetin anlamına gelince: Yani cennette onlara bir pay bırakmak istemiyor. İşte bu, hayır ve şerrin yüce Allah'ın İradesi ile olduğu hususunda açık bir nasdır.

177

Îmana karşılık küfrü satın alanlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azâb da vardır.

Yüce Allah'ın:

"Îmana karşılık küfrü satın alanlar.." âyetine dair açıklamalar daha önce Bakara Sûresi'nde (2/16) geçmiş bulunmaktadır. (Önceki âyetten ayrı olarak) burada;

"Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler" âyeti tekid için tekrarlanmıştır. Şöyle de denilmiştir: Onun imanı küfür ile değişmesi ve îmana karşılık küfrü satın alması, kötü tasamı handandır. O bundan dolayı (yüce Allah’dan) korkmaz ve bu tasarrufundan da çekinmez. Her iki âyette de:

"şeyle..." kelimesinin mansûb gelmesi, mastar mahallinde olmasından dolayıdır. Şöyle buyurulmuş gibidir: Allah'a az olsun, çok olsun hiç bir zarar veremez, Bunun "be" harfinin mahzuf olduğu takdirine göre mansub olması da caizdir. Âdeta: "Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler" buyurulmuş gibidir.

178

Kâfir olanlar kendilerine mühlet verişimizin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara sırf günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Onlar İçin alçaltıcı bir azâb vardır.

Yüce Allah'ın:

"Kâfir olanlar kendilerine mühlet verişimizin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar" âyetindeki "mühlet vermek (el-imlâ)"; uzun ömür ve rahat yaşayış demektir. Yani: şu müslümanları korkutan kimseler, sakın böyle bir kanaate kapılmasınlar. Çünkü Allah onları helâk edip yok etmeye kadirdir. O ömürlerini masiyet işlesinler diye uzatır. Yoksa böylesi onlar İçin hayırlıdır, diye değil. Şöyle de açıklanmıştır: Bizim Uhud günü elde ettikleri zafer ile

"kendilerine mühlet verişimiz" hiçbir zaman kendileri için hayırlı olmamıştır. Bu, onların cezaları daha çok artsın diyedir.

İbn Mes'ûd'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir; İyi olsun kötü olsun ölümün kendisi için daha hayırlı olmadığı hiçbir kimse yoktur Çünkü eğer bu kişi iyi bir kimse ise şüphesiz yüce Allah;

"Allah katında olanlar iyiler için daha hayırlıdır" (Âl-i îmrân, 3/198) dîye buyurmuştur. Eğer kötü ise de yüce Allah:

"Biz onlara sırf günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz" diye buyurmuştur.

İbn Âmir ve Âsım;

“Sanmasınlar" âyetini "ye" harfi ile ve "sin" harfini üstün olarak okurken; Hamza da "te" harfi ile ve "sin" harfini de üstün olarak okumuştur. (O zaman: Sanma anlamında olur). Diğerleri ise "ye" harfi İle "sin" harfini de esreli olarak okurlar (Birinci okunuş ile aynı anlamda). "Ye" harfi ile okuyanların kıraatine göre fail (özne) kâfir olanlardır Yani kâfirler... sanmasınlar, anlamındadır.

"Kendilerine mühlet verişimizin sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar" âyeti ise iki tane mefûlün yerini tutmaktadır. “.....”: nın, “.....” anlamına olması mümkün olduğu gibi, "mâ"nın takdiri ile Fiilin mastar olarak kabul edilmesi de mümkündür. Buna göre ifadenin takdiri şöyle olur: Kâfir olanlar Bizim onlara mühlet verişimizi kendileri için haysrlı sanmasınlar.

Bu fiili "te" ile (sanma anlamındaki) okuyuşa göre ise fail muhataptır. Bu da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)dır. Buna karşılık: ": Olanlar" ise "sanma"nın birinci mefûlü olarak nasb edilir.

Âyet-i kerîme Kaderiyye'nin görüşünün batıl olduğu hususunda açîk bir delildir Çünkü şanı yüce Allah, masiyetler İşlemek ve buna benzer hususların kalbe arka arkaya gelmesi için ve küfürleri artsın diye ömürlerini uzattığını haber vermektedir. Nitekim tam bunun zıddı ile ilgili îman hususunda açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır. İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivâyet edilmektedir: İyi olsun kötü olsun ölümün kendisi için hayırlı olmadığı hiçbir kimse yoktur. Daha sonra yüce Allah'ın "Biz onlara sırf günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz" âyeti İle

"Allah katında olanlar iyiler için daha hayırlıdır" (Âl-i İmıân, 3/198) âyetini okudu. Bunu da İbn Rezîn rivâyet etmiştir.

179

Allah, mü’minleri olduğunuz halde bırakacak değildir. Nihayet murdarı temizden ayıracaktır. Allah sizi gayba muttali kılacak da değildir. Fakat Allah peygamberlerinden dilediğini seçer. Bunun için siz Allah'a ve peygamberlerine inanın. İnanır ve sakınırsanız sîze çok büyük bir mükâfat vardır.

Ebû'l-Âl-iyye der ki: Mü’minler kendisi aracılığı ile mü’min ve münafığı birbirinden ayırd edebilecekleri bir alâmetin kendilerine verilmesini islediler. Bunun üzerine yüce Allah da:

"Allah, mü’minleri olduğunuz halde bırakacak değildir" âyetini indirdi.

Bu âyet-i kerimede muhatabın kimler olduğu hususunda müfessirlerin farklı görüşleri vardır. İbn Abbâs, ed-ed-Dahhâk, Mukâtil el-Kelbî ve müfessirlerin çoğunluğu der ki: Hitap kâfirlerle münafıklaradır. Yani Allah, mü’minleri, sizin üzerinde bulunduğunuz bu küfür, münafıklık ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a düşmanlık hali üzere bırakacak değildir. el-Kelbî der ki: Mekke halkından Kureyşliler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)a şöyle dediler: Bizden bir kimsenin cehennemde olduğunu iddia ediyorsun, Halbuki bizim dinimizi bırakıp senin dinine uydu mü bu sefer: O cennetliktir, diyorsun. Şimdi sen bize bunun nereden geldiğini bildir bakalım, bizden de kimin sana geleceğini kimin de gelmeyeceğini haydi haber ver. Bunun üzerine aziz ve celil olan Allah:

"Allah, mü’minleri" küfür ve münafıklıktan

"olduğunuz hal üzere bırakacak değildir. Nihayet murdarı temizden ayıracaktır" âyetini indirdi.

Bunun müşriklere bir hitap olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın:

"Mü’minleri... bırakacak değildir" âyetindeki mü’minlerden kasıt ise, rahim ve sulblerde bulunup îman edecek kimselerdir- Yani şanı yüce Allah, lehlerine îman edeceklerine dair hüküm vermiş olduğu sizin çocuklarınızı sizinle onların arasını ayırıncaya kadar üzerinde bulunduğunuz şirk halinde, bırakacak değildir, Buna göre;

"Allah, sizi gayba muttali kılacak da değildir" âyeti yeni bir cümledir. Bu, İbn Abbâs ve müfessirlerin çoğunluğunun görüşüdür.

Burada hitabın mü’minlere olduğu da söylenmiştir. Yani Ey mü’minler! Allah, sizleri üzerinde bulunduğunuz mü’minlerle münafıkların iç içe olduğu böyle bir hal üzere bırakacak değildir. Sonunda sizi mihnet ve tekliflerle birbirinden ayırd edecektir. O vakit siz kimin murdar bir münafık, kimin de temiz bir mü’min olduğunu öğrenmiş olacaksınız. Nitekim yüce Allah, Uhud günü her iki kesimi birbirinden ayırd etmiştir. Meâni(l-Kur'ân) âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de budur.

"Allah, sizi gayba muttali kılacak da değildir.” Ey mü’minler topluluğu! Yani yüce Allah kendiniz onları bileceğiniz şekilde münafıkları size muayyen olarak bildirmez. Fakat bu durum size mükellefiyetler ve başınıza gelen mihnetlerle sizin için açıklık kazanır. Nitekim Uhud gününde de bu husus açıklığa kavuşmuştur Münafıklar geri kalmış ve (bozguna) sevindiklerini açıkça ortaya koymuşlardı. Bundan önce siz gaybî olan bu hususu bilmiyordunuz. Şimdi artık yüce Allah, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ı ve onun arkadaşlarını bu işe muttali kılmış bulunuyor.

Buradaki

"muttali kılacak" âyetinin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Allah sizlere onların neler yapacağını öğretecek değildir. Buna göre:

"Allah, sizi gayba muttali kılacak da değildir" âyeti muttasıldır. Yani yeni bir cümle değildir. Fakat ilk iki açıklamaya göre ise munkatı'dır (önceki cümlelerle ilişkisi olmayan yeni bir cümledir). Buna sebeb ise kâfirlerin: Ne diye bize vahyolunmuyor demeleridir. Onlar bu sözü söyleyince yüce Allah da:

"Allah sizi gayba muttali kılacak da değildir” yani kimin peygamberliğe lâyık olduğuna sizi muttali kılacak değildir. Vahiy bildirmek sizin kendi tercihinize göre olmaz.

"Fakat Allah peygamberlerinden" gaybına muttali kılmak üzere

"dilediğini seçer." Muttali kılmak ve muttali olmak fiili lazım ve mutaaddi ageçişsiz ve geçişlib olabilir.

"Ayıracaktır" âyetini "temyiz" kökünden gelmek üzere; “.....” şeklinde şeddeli olarak okuyan da vardır. Enfâl Sûresi'nde (8/37. âyetteki kelimede.) de böyle okunmuştur. Bu, Hamza'nın okuyuşudur.

Diğerleri ise: “.....” den: “.....” diye okumuşlardır. İki okuyuşun da anlamı bir şeyi bir başka şeyden ayırd etmek anlamındadır. Ebû Muâz ise der ki: Eğer İki şeyi birbirinden ayırd edecek olursanız; “.....” kökünü kullanırsınız. Eğer birden çok şeyi birbirinden ayırd edecek olursanız bu sefer "temyiz" kökünü kullanırsınız. Aynı şekilde tek bir şeyi iki şey yapacak olursanız (şeddesiz olarak) 'Te-radıyallahü anh-ka" kökünü kullanırsınız. Birden çok şeye bölecek olursanız bu serer tefrik kökünü kullanırsınız.

Derim ki: Topluluğun biribirinden ayrılması anlamını ifade etmek üzere; “.....” tabiri de buradan gelmektedir. "Neredeyse paramparça olacak" anlamındaki; “.....” tabiri de böyledir. Yüce Allah'ın:

"Öfkesinden neredeyse paramparça olacak" (el-Mülk, 67/8) âyetindeki ifade de buradan gelmektedir. Rivâyet edilen haberde yer alan: "Her kim yolda rahatsızlık verici bir şeyi bir kenara ayırırsa (mâze) o, onun için bir sadaka olur" ifadesi de buradan gelmektedir.

Yüce Allah'ın:

"Bunun için siz Allah'a ve peygamberlerine inanın" âyetine gelince; Şöyle denilmektedir: Kâfirler Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)a kendilerinden kimlerin îman edeceğinin kendilerine açıklanmasını isteyince yüce Allah:

"Bunun için siz Allah'a ve peygamberlerine inanın" âyetini indirdi. Yani sizi ilgilendirmeyen işlerle uğraşmayın, sizi ilgilendiren işlerle uğraşın ki, o da imandır. Buna göre

"inanın" tasdik edin demektir. Yanı size düşen tasdik etmektir Gayba muttali olmaya göz dikmek değildir.

"İnanır ve sakınırsanız size çok büyük bir mükâfat vardır." Büyük mükâfattan kasıt cennettir. Nakledildiğine göre Sakif’li Haccâc b. Yusuf'un (Haccâc-ı Zâlim'in) yanında adamın birisi müneccimlik yapıyormuş. Haccac eline sayılarını kendisinin bildiği birkaç çakıl taşı aldı. Müneccime: Elimde kaç tane taş var? dîye sormuş o da hesaba koyulmuş ve müneccim sayıyı tutturmuş. Haccâc bu sefer onun gafil bir anım yakalayarak sayılarını bilmeksizin bir kaç çakıl taşı alıp yine müneccime: Peki elimde şimdi kaç tane var? diye sormuş, bu sefer müneccim hesap yapmış ve isabet ettirememiş. Yine hesap yapmış yine isabet ettirememiş. Bu sefer şöyle demiş: Ey emir! Zannederim sen de elinde kaç tane olduğunu bilemiyorsun. Haccâc: Hayır bilemiyorum, deyip, peki ikisi arasındaki fark ne diye sormuş? Müneccim şu cevabı vermiş: Sen birincisini sayarak aldın, böylelikle o gaybın sınırlan dışına çıkmış oldu, ben de hesab yaptım, tutturdum. Şimdi ise bunların sayısını bilmediğin için bu gayb olmuş oluyor. Gaybı ise yüce Allah'tan başkası bilemez. Yüce Allah'ın izni ile bu hususa dair açıklamalar En'âm Sûresi'nde (6/59-âyetin tefsirinde) gelecektir.

180

Allah'ın fazl-u kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilakis bu onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey Kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediğiniz şeylerden haberdardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1. Cimrilikten Hayır Gelmez:

Yüce Allah'ın:

"... cimrilik edenler... sanmasınlar" âyetindeki “.....” ref mahallindedir. Bunun birinci mefûlu hazf edilmiştir. el-Halil, Sîbeveyh ve el-Ferrâ' derler ki: Bunun anlamı şudur: Bunlar cimriliğin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar; yani cimrilik edenler cimriliğin kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler. Bunun hazf edilmesinin sebebi "cimrilik edenler" ifadesinin zaten cimriliğe delâlet etmesinden dolayıdır. Bu bir kimsenin: "Her kim doğru söylerse bu onun için hayırlı olur" demesine benzer. Yani onun söylediği o doğru söz, kendisi için hayırlıdır, demektir. Şairin şu beyitide bu türdendir;

"Sefihe bir şey yasaklandığında ona doğru koşar

Ve sefili böylelikle kendisine yasak kılınan şeyin aksini yapar."

O halde bu, o kişi sefîhliğe koşar, demektir. Sefih kelimesi, sefîhliğe delâlet ettiğinden ayrıca zikredîlmemiştir.

Hamza’nın:

"Sanmasınlar" anlamındaki kelimeyi "te" harfi ile (sanmayasın) diye okumasına gelince; bu oldukça uzak bir ihtimaldir. Bunu en-Nehhâs söylemiştir. Bu kıraatin câiz olması sözkonusu ise ifadenin takdiri şöyle olur: Cimrilik yapanların bu cimriliklerinin kendileri İçin hayırlı olduğunu zannetmeyesin. ez-Zeccâc der ki: Bu ifade:

"Sen kasabaya sor" (Yusuf, 12/82) âyetine benzer.

"Onun kendileri için hayırlı olduğunu..." âyetindeki “.....” zamiri Basralılara göre fasıla için gelir, Kûfeliler de bunu imâd diye adlandırırlar. en-Nahhâs der ki: Arapça'da bu ifadenin mübtedâ ve haber olmak üzere: “.....” O kendileri için hayırlıdır (diye sanmasınlar), şeklinde de kullanılabilir.

2. Cimrilik:

Yüce Allah'ın:

"Bilakis bu, onlar için bir şerdir" âyeti de mübtedâ ve haberdir. Yani cimrilik onlar için bir kötülüktür.

"Boyunlarına dolanacaktır" âyetindeki "sin" harfi tehdit içindir. Yani ileride onların başına bu gelecektir, anlamındadır. Bu açıklama el-Müberred'e aittir,

Bu âyet-i kerîme Allah yolunda mal infak etmekte ve farz olan zekâtı vermekte cimrilik hakkında nazil olmuştur, Bu âyet-i kerîme yüce Allah'ın;

"Altın ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda infak etmeyenler.." (et-Tevbe, 9/34) âyetini andırmaktadır

Tevil âlimlerinden aralarında İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Ebû Vâîl, Ebû Mâlik es-Süddî ve eş-Şabînin de yer aldığı bir topluluk bu kanaattedir. Bunlar derler ki: "Cimrilik ettikleri şey, Kıyâmet günü boyunlarına dolanacaktır" âyetinin anlamı, Hadîs-i şerîfte varid olan anlam ile aynıdır Ebû Hüreyre'den Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: "Allah birisine bir mal verdiği halde o da onun zekâtını ödemezse bu mal Kıyâmet gününde kendisine gözlerinin üzerinde iki siyah nokta bulunan aşın zehirinden dolayı kafasındaki tüyler tamamıyla dökülmüş bir erkek yılan halinde gösterilir. Kıyâmet gününde bu yılan onun boynuna dolanır. Sonra iki çenesi ile onu yakalar ve ona: Ben senin malınım, ben senin hazineni m, der."

Daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize şu âyet-i kerimeyi okudu: "Allah'ın fazlu kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik ederler..." Bu hadisi Nesâî rivâyet etmiştir.

İbn Mâce de bu hadisi İbn Mes’ûd yoluyla rivâyet etmiştir. Buna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) söyle buyurmuştur: "Kim malının zekâtını vermezse Kıyâmet gününde o malın kendisine aşırı zehiri dolayısıyla başında tüy görünmeyen erkek bir yılan halinde gösterilir ve nihayet o yılan boynuna dolandırılır." Daha sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere yüce Allah'ın Kitabından bunu doğrulayan şu âyet-i kerimeyi okudu: "Allah'ın fazl-u kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler... Yine Abdullah b. Mesud'dan gelen rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kime yakın bir akrabası gelir de yanında bulunan fazla malından bir şeyler ister o da cimrilik edip ona bu malı vermeyecek olursa mutlaka Kıyâmet gününde ona İştahla ağzını şapırdatacak erkek bir yılanı cehennemden çıkartır ve nihayet bu yılan gelir, onun boynuna dolanır."

Yine İbn Abbâs der ki: Bu âyet-i kerîme kitap ehli hakkında ve onların Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)ın durumuna dair bildiklerini açıklamamak sureti ile cimrilikleri hakkında nazil olmuştur. Mücâhid ve ilim ehlinden bir topluluk da böyle demiştir. Bu açıklamaya göre: "Boyunlarına dolanacaktır" âyeti; yani açıklamayıp cimrilik ettikleri şeyin cezasına mahkum edileceklerdir, demek olur O taktirde burada boyna dolanmak "takat" kelimesinden türüyor, kabul edilir. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Ona takatı yetmeyenler.," (el-Bakara, 2/184) âyetinde olduğu gibi (takatten türemektedir. Boyna dolamak anlamına gelen:) "tatvîk"ten değildir.

İbrahim eıvNehaî der ki: "Boyunlarına dolanacaktır" âyetinin anlamı Kıyâmet gününde onlara cehennemden bir tasma takılacaktır demektir. Bu ise birinci tevile yani es-Süddî'inin görüşüne uygun bir açıklamadır. Bir diğer görüşe göre de; nasıl ki tasma, boyundan ayrılmıyor ise amelleri de öylece onlardan ayrılmayacaktır. Meselâ: Filân kişiye ameli güvercinin boynundaki gerdanlık gibi boynuna dolandı, denilir. Ameli ondan ayrı tutulmadı, demek olur. Nitekim yüce Allah da bir başka yerde

"Biz her insanın amelini boynuna doladık," (el-İsra, 17/13) buyurmaktadır, Abdullah b. Cahş’ın Ebû Süfyan'a hitaben şu beyitleri de bu kabildendir:

Akıbetleri pişmanlık olan bir işi, Ebû Süfyan'a bildir.

Sen amcanoğlunun evlerini sattın ve onlarla borçlarını ödedin.

İnsanların Rabbi Allah adına alabildiğine olanca yemin ile size yemin veriyorum:

Haydi onu al git, onu al git. Güvercin gerdanlığı gibi boynuna dolansın.”

Bu da ikinci tür açıklamaya uygun bir açıklamadır.

Sözlükte; "bukl ve behali cimrilik)" insanın üzerindeki farz olan hakkı engellemesi, yerine getirmemesidir. Üzerinde farz olmayan bir hakkı engelleyene ise "bahıl: cimri" denilmez. Çünkü bundan dolayı böyle bir kişinin yerilmesi sözkonusu değildir. Bu kökün fiilini Hicazlılar: “.....” diye kullanırlarken diğer Araplar ise; “.....” diye kullanırlar. en-Nahhas bunu böylece nakletmektedir.

“.....” şeklinde kullanıldığı da İbn Fâris'den nakledilmiştir.

3- Cimriliğin Faydaları:

Cimriliğin yararı ve faydası hususunda şöyle bir rivâyet kaydedilmektedir: (Güya) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensara şöyle demiş: "Sizin efendiniz kimdir?" Onlar- bir parça cimri olmakla birlikte el-Cedd b. Kays'tır dediler, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuş: "Peki cimrilikten daha da büyük bir hastalık hangisidir ki?" Onlar: Bu nasıl olur ey Allah'ın Rasûlü? dediler. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Bir topluluk deniz kenarında konakladılar. Cimrilikleri dolayısıyla misafirlerin yanlarına gelmelerini istemedikleri için; haydi erkeklerimiz kadınlarımızdan uzak dursunlar ki, erkekler misafirlere karşı kadınların uzak olduğunu söyleyerek özür beyan etsinler, kadınlar da erkeklerin uzak olduğunu beyan ederek özür dilesinler; dediler. Bu şekilde hareket ettiler ve bu uzun süre böylece devam etti. Erkekler erkeklerle kadınlar kadınlarla meşgul olup gitti." Bunu el-Mâverdî "Edebu'd-Dünya Ve'd-Dîn" adlı eserinde zikretmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

4. Cimrilik (Buhl) ile Eli Sıkılık (Şuhh) Arasındaki Fark:

Cimrilik ve eli sıkılık hakkında görüş ayrılığı vardır: Acaba bunlar aynı anlamda mıdır yoksa farklı anlamlarda mıdırlar? Denildiğine göre cimrilik, kişinin yanında hasıl olanı çıkartıp vermekten imtina etmektir. Eli sıkılık ise yanında bulunmayanı da elde etmeye tutkunluk demektir.

Yine denildiğine göre eli sıkılık, hırs ile birlikte cimrilik göstermektir. Sahih olan da budur. Çünkü Müslim'in Câbir b. Abdullah'tan rivâyetine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Zulümden sakınınız; çünkü zulüm Kıyâmet gününde zulumâttır (karanlıklardır). Şuhden (eli sıkılıktan) da sakınınız, çünkü eli sıkılık sizden öncekileri helâk etmiştir. Bu, onları biri birleri ninn kanlarını dökmeye ve biribirlerini haram olan şeylerini helâl bilmeye kadar itti."

İşte bu; cimrilik, tarz olan şeyi yerine getirmemektir; eli sıkılık ise müstehab olanı yerine getirmemektir; diyenlerin görüşlerini reddetmektedir. Çünkü eli sıkılık müstehab olanı vermemek demek olsaydı, dünya ve ahirette helakin sözkonusu olduğu bu büyük tehditin ve bu büyük aşın yerginin kapsamına girmemesi gerekirdi. Yine bu hususu Müslim'in Ebû Hüreyre'den yaptığı şu rivâyet desteklemektedir: Buna göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Allah yolunda toz ile cehennemin dumanı bir müslümanın burun deliklerinde ebediyyen bir arada olmaz. Yine eli sıkılık ve îman da müslüman bir kimsenin kalbinde ebediyyen bir arada olmaz."

İşte bu, eli sıkılığın cimrilikten daha çok yerilen bir şey olduğunu göstermektedir. Şu kadar var ki bunların birbirlerine eşit şeyler olduğunu gösteren ifadeler de gelmiştir. O da Hazret-i Peygamber'den gelen şu hadistir: Hazret-i Peygamber'e mü’min cimri (banıl) olabilir mi? diye sorulunca, Peygamber: “Hayır” diye buyurmuştur.

Yine el-Maverdi'de "Edebu'd-Dünya Ve'd-Din" adlı eserinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in Ensara şöyle dediğini rivâyet etmektedir; "Sizin efendiniz kimdir?" Onlar bir parça cimriliğine rağmen el-Cedd b. Kays'tır demişlerdi. Bu hadis az önce geçmişti.

Yüce Allah'ın:

"Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır" âyetine gelince; yüce Allah bu âyetle bekasını ve mülkünün devamını haber vermektedir. Ezelde böyle olduğu gibi ebedde de âlemlere muhtaç olmayacağını bildirmektedir. O, bütün yarattıkları fena bulduktan, mülkleri zail olduktan sonra, yeryüzünün mirasçısı olacaktır, Bütün mallar, mülkler, haklarında herhangi bir kimsenin iddiası olmaksızın kalacaklardır.

O bakımdan bu da insanlar arasındaki adete göre bir çeşit mirasçılık gibidir. Yoksa hakikat anlamı ile bir miras sözkonusu değildir. Çünkü hakikatte miras alan kişi, daha önce malik olmadığı bir şeyi miras yoluyla alan kimsedir. Şanı yüce Allah ise göklerin, yerin ve onlarda bulunan herşeyin mutlak malikidir. Gökler ve içindekiler, yer ve içindekiler ezelden beri O'nundur. Bütün mallar sahipleri elinde sadece bir ariyettir. Onlar öldükleri taktirde bu sefer o ariyet olan şeyler aslında gerçek sahiplerine geri dönmüş olur. Yüce Allah'ın şu âyeti de bu âyet-i kerimenin bir benzeridir

"Muhakkak Biz, arza ve üzerindekilere (evet) Biz mirasçı oluruz." (Meryem, 19/4.)

Her iki âyet-i kerimenin de anlamı şudur: Yüce Allah, kullarına ölüp de bunları Allah'a bir miras olarak terk ermeden önce, infakta bulunmalarını ve cimrilik etmemelerini emretmektedir. Zaten onlara in fak ettikleri şeylerden başkasının faydası da olmayacaktır.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1273  H : 671)

 

KURTUBÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

MÂLİKÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç