Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

54

 

003 - ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ

 

CÜZ :

3

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

38

"Orada Zekeriyya Rabbine duâ etti:

"- Rabbim! Bana katından (ledünnünden) temiz bir zürriyet ver! Şüphesiz Sen duaları hakkıyla işiten (Semîu'd-Duâ) sin."

A- "Orada Zekeriyya Rabbine duâ etti : "

Bu araya Meryem kıssası ile ilgi ve münasebeti çok kuvvetli olan müstakil bir kıssa daha giriyor: Zekeriyya kıssası. Gerçekten bu kıssanın burada zikrinde, Meryem hikâyesinin anlatılmasındakı amaca uygunluk vardır. Bu aynı zamanda İmran hanedanının seçilip üstün kılınmasına munzam bir açıklık getirir. Çünkü bazı akrabaların faziletleri, diğer akrabaların faziletlerine de delildir.

Zekeriyya'yi duaya yönelten ortam ve sebebler şöyle özetlenebilir:

Zekeriyya'ya (aleyhisselâm) Meryem'in yanında oturduğu mekânda, ya da Meryem'in Allah (celle celâlühü) katındaki yüksek şerefini ve mertebesini gördüğü zaman, karısı İsa'dan, Hanne'nin çocuğu gibi Allah (celle celâlühü) katında necib ve şerefk bir çocuğu olmasını diledi. Vakıa, onun karısı yaşlanmış ve kısır idi ama Hanne de bu durumda idi. Ve buna rağmen çocuğu olmuştu.

Zekeriyya (aleyhisselâm), Meryem'in yanında mevsimi olmayan meyveler görünce, yaşlanmış ve kısır bir kadının, bir şeyh-i fâniden (çok kocamış bir erkekten) çocuk doğurabileceğini düşündü. Bundan dolayı da hiç zaman geçirmeden hemen o anda duaya yöneldi. Onu orada duaya yönelten sebeblerden biri de hiç şüphesiz çok yaşlanmış, vücudca zayıflamış olması ve kendisinden sonra mü'minlerin başına geçecek bir yakınının bulunmaması idi. Nitekim Meryem sûresinde tafsilatı gelecektir.

B- "Rabbim! Bana katından temiz bir zürriyet ver ! Şüphesiz Sen duaları hakkıyla işitensin dedi."

Bu cümleler, Zekeriyya'nın (aleyhisselâm) yaptığı duâvı açıklar. O şöyle demek istiyordu:

"- Rabbim! Hanne'ye bağışladığın gibi, mûtad bir vâsıta olmaksızın, sırf kudretinle bana da temiz bir nesil bağışla! Çünkü şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin, kabul edensin."

Bu cümle, makablinin illeti ve sebebi olup icabet silsilesini (zincirini) harekete geçirmek için duânm sonuna eklenmiştir.

39

"O (Zekeriyya), mihrabda namaza durmuştu ki melekler nida ettiler:

"- Allah seni, Allah'tan (gelen) bir kelimeyi doğrulayıcı, kavmi içinde efendi (seyyid), nefsine son derece hâkim (hasûr) ve sakillerden bir Nebi olarak Yahya ile müjdeler!"

A- "O (Zekeriyya), mihrabda namaza durmuştu ki melekler nida ettiler ."

"Melâike / melekler"den murad kimdir?

1- Zekeriyya'ya seslenen Cibril'dir (aleyhisselâm). Nitekim bir kırâete göre

"Fenadethü'l-melâiketü / melekler ona nida ettiler" cümlesi "Fenâdahu

Cibril / Cibril ona nida etti" şeklinde okunmuştur ki bu okunuş şekli söz konusu fikri teyid eder. Melekler şeklinde çoğul olarak zikredilmesi, bir atı ve bir elbisesi olan kimse hakkında, "filan adam atlara biniyor; elbiseler giyiyor" denmesi kabilindendir.

2- Ebü İshak İbrâhim el- Zeccac, bu âyetin tefsirinde,

"Bu nida Zekeriyya'ya melek cinsinden (bir varlıktan) geldi." der.

3- Cebrâîl meleklerin reisi olduğu için, tazim olarak cemaatin ismiyle ifâde edilmiştir.

4- Bir reisin cemaati olur, bu itibârla nida özellikle Cebrâîl’den (aleyhisselâm) sâdır olduğu hâlde hepsine isnad edilmiştir.

Burada da mihrab, mâbed veya Meryem'in odasıdır.

B- "- Allah seni, Allah'tan (gelen) bir kelimeyi doğrulayıcı, kavmi içinde efendi (seyyid), nefsine sonderece hâkim (hasûr) ve Sahillerden bir Nebî olarak Yahya ile müjdeler !"

Bu kelâm, sonuna kadar Allah'ın (celle celâlühü) ifâdesi ve O'na aittir. Tıpkı;

" De ki, ey kendi nefisleri aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!" (Zümer 39/53)

âyeti gibi. Bunun böyle olduğu Zekeriyya'nın cevap verirken meleğin aracılığına değil de, bizzat Allah'a (celle celâlühü) müracaatından da anlaşılıyor.

Burada tebşirin (müjdelemenin), azamet ifâdesine (Biz) isnad edilmemesi (Allah müjdeler, yerine Biz müjdeleriz, denmemesi) -oysa aynı olay Meryem sûresinde anlatılırken "Biz müjdeleriz" ifâdesi kullanılmış- uluların âdetine uygun bir tarzdır. Nitekim hükümdarlar emir ve ferman ederken:

"- Mü'minlerin emiri şöyle ferman buyurur" derler.

Bir de, Meryem (19) sûresinde hikâye edilen nidanın, müjdelemenin ve ona bağlı olarak cereyan eden muhaverenin hepsi, ilk akla geldiği gibi bizzat Allah'tan değil, fakat melek vasıtasıyla hikâye yoluyla olmuştur. İşte böylece her iki sûre-i kerîmede de mânânın aynı olduğu anlaşılmış- olur.

Yahya ismi, Arapça kökenli olabilir de olmayabilir de. Bu konuda değişik görüşler vardır:

İbn Abbâs'a (radıyallahü anh) göre:

"Yahya'ya bu ad verilmiştir. Çünkü Allah annesinin kısırlığını onunla ihya etmiştir."

Tabiînden Katâde'ye (radıyallahü anh) göre:

"Yahya'ya (aleyhisselâm) bu ad verilmiştir. Çünkü Allah (celle celâlühü), onun kalbini imân ile ihya etmiştir."

Kurtubî'ye (radıyallahü anh) göre:

"Yahya'nın (aleyhisselâm) adı Kitab'da Hayya idi."

Yahya'yı müjdelemekten maksat, onun doğumunu müjdelemektir. Çünkü müjdeleme, eşyanın kendisine taallûk etmez.

Allah'tan olan kelime, İsa'dır Ona "Bikelimetin mina'llâh /Allah'tan bir kelime" denmiştir. Çünkü Allah'tan gelen bir kelime ile var olmuştur.

Rivâyete göre, ilk önce İsa'ya (aleyhisselâm) imân eden ve onun Allah'ın kelimesi ve ruhu olduğunu tasdik eden Yahya'dır.

Tâbiî'nden İsmail Süddî'ye göre:

"Yahya'nın annesi, İsa'nın annesiyle karşılaşmış ve ona sormuş: "- Ya Meryem! Benim hâmile olduğumu biliyor musun?" Meryem:

"- Ben de hamileyim!" A'ahya'nın annesi:

"- Ben gerçekten senin karnındakini gördüm!" demiş.

İşte "Mûsaddikan bikelimetin mina'llâhi.. / Allah'tan gelen bir kelimeyi tasdik edici..." âyetinin mânâsı budur.

İbn Abbâs (radıyallahü anh) diyor ki: "Yahya, İsa'dan (aleyhisselâm) altı ay büyüktü."

Bir başka görüşe göre de, Yahya, İsa'dan (aleyhisselâm) üç yaş büyüktü.

Yahya İsa'nın göklere ref inden az bir müddet önce öldürüldü. Her halükârda Yahya'nın doğumu ile doğum müjdesi arasında uzun bir zaman olmalıdır. Çünkü Meryem, doğum yaptığında on veya on üç yaşında bulunuyordu.

Bir görüşe göre de âyetteki "Allah'ın kelimesi" Allah'ın Kitabı demektir.

Yahya'nın (aleyhisselâm) seyyid veya ulu olması, kavminin riyaset ve şerefte en üstünü olması demektir. Zaten Yahya (aleyhisselâm) diğer insanlardan da üstün idi. Zira o hiçbir hatâya yaklaşmadı ve günaha teşebbüs etmedi.

Yahya sâlihlerden bir Peygamberdi. Çünkü o, Peygamber soyundan geliyordu. Yahut o, sâlih olmakla ünlü Peygamberlerden idi. Nitekim İbrâhîm (aleyhisselâm) hakkında da:

" Hiç şüphesiz o, âhirette de salihlerdendir." (Bakara 2/130) buyurulur.

Buradaki salâh, Peygamberlik için gerekli olan salâhın çok üstünde bir salâh mertebesidir. Nitekim Süleyman Peygamber'in (aleyhisselâm):

" Ve rahmetinle, beni sâlih kulların arasına idhal eyle!" (Neml 27/19) şeklindeki duası da bu kabildendir.

40

"Zekeriyya:

"- Rabbim! Benim nasıî oğlum olabilir? İhtiyarlık gelip çatmış ve karım da âkıir (kısır)." dedi.

Allah:

"- Bu böyledir. Allah, dilediğini yapar." buyurdu.

A- "Zekeriyya:

"- Rabbim! Benim nasıl oğlum olabilir? İhtiyarlık gelip çatmış ve karım da âkıir ."

Bu cümle bir istinaf olup;

"- Zekeriyya (aleyhisselâm) o zaman ne dedi?" sualine cevaptır.

Burada Zekeriyya (aleyhisselâm), kendisine doğrudan doğruya seslenen meleğe değil eski duası tarzında Rabbine hitab etmektedir. Zira alçak gönüllülük, yakarış, bütün varlığı ile Allah'a (celle celâlühü) yönelme bu duâ üslûbunda daha ziyade vardır.

Zekeriyya'nın (aleyhisselâm):

"- Benim nasıl oğlum olabilir?" tarzındaki sözlerinden müjdeleme sırasında çocuğun oğlan olacağının kendisine haber verildiği anlaşılıyor. Nitekim Meryem (19) sûresinin 7. âyetinde bu tebşir şöyle açığa kavuşturulur:

"Ey Zekeriyya! Gerçekten Biz seni Yahya adında bir oğulla müjdeleriz."

İhtiyarlığın çökmesinden maksat, ihtiyarlığın onu çökertmesidir. Bu, aynı zamanda, ihtiyarlığın, ölümün habercisi olması hasebiyle insanın peşini bırakmayan bir gerçeğin ifadesidir.

Zekeriyya'nın yaşı hakkında farklı fikirler ileri sürülmüştür. O sırada:

- doksan dokuz yaşında,

- doksan iki yaşında,

- yüz yirmi yaşında,

- altmış yaşında,

- altmış beş yaşında,

- yetmiş yaşında,

- yetmiş beş yaşında,

- seksen beş yasında idi diyenler vardır. Karısının da doksan sekiz yaşında olduğu söylenir.

Zekeriyya'nın (aleyhisselâm), o harikulade hâlleri gördükten sonra Allah'ın kendisine bir çocuk vermesi için yakardığı; zaten Allah'ın (celle celâlühü) buna muktedir olduğuna çok kuvvetle ve kesinlikle imân ettiği hâlde,

" Rabbim benim nasıl oğlum olabilir?" (Al-i İmran 3/40) demesi,

Allah'ın kudretinin büyüklüğünü kuvvetle bekitmek, buna hayret ve taaccüb ettirmek ve Allah'ın (celle celâlühü) bu nimetini çok önemsediğini vurgulamak içindir. Yoksa bu vakıanın gerçekleşmesini uzak bir ihtimal olarak gördüğü anlamında değildir. Fakat buna muhalif görüşler de vardır. Şöyle ki:

Zekeriyya'nın bu sözleri, vakıanın gerçeklesmesini uzak bir ihtimal olarak gördüğü anlamındadır. Çünkü duâ sı ile müjde arasında altmış sene geçmişti ve o duasını da unutmuştu. Ancak bu görüş, hakikat olmaktan uzaktır.

Zekeriyya'nın (aleyhisselâm) bu sözleri, bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini sormak anlamındadır.

B- "Allah:

"- Bu böyledir . Allah dilediğini yapar ; buyurdu."

Allah (celle celâlühü), acayip ve harikulade işlerden dilediğini yapar. O, dilerse, bir şeyh-i fâni ve yaşlı bir kısır kadından bir çocuk da yaratır.

41

"Zekeriyya:

"- Rabbim, bana bir âyet (alâmet) ver!" dedi.

Allah:

"- Senin âyetin üç gün insanlarla konuşmamandır işaret (remz) müstesna. Rabbini çok zikret; sabah, akşam tesbih et." buyurdu.

A- "Zekeriyya:

"- Rabbim, bana bir âyet ver!" dedi ."

Zekeriyya Rabbine yalvardı ve dedi ki:

"- Rabbim! Dileğimin gerçekleştiğine, hâmilelik sürecinin başladığına dâir bana bir alâmet, bir işaret ver!"

Çünkü hâmilelik, onun vâkıf olamayacağı gizli bir şeydi. Bunun için Allah'ın (celle celâlühü) kendisini buna muttali kılmasını diledi. Böylece bu büyük nimetin hâsıl olduğu anda şükrünü eda etmek, hamileliğin mûtad olarak belli olacağı zamana kadar bunu geciktirmemek istedi.

Zekeriyya'nın bu dileği, herhalde çocuk müjdesinden uzun bir zaman sonra vaaki olmuştur. Çünkü daha önce zikredildiği gibi Yahya ile İsâ (aleyhisselâm) arasında altı aylık veya üç yıllık bir zaman fasılası vardır. Alâmetin ortaya çıkması da alâmetin tâyininin akabinde olmuştur. Nitekim Meryem (19) sûresinin 11. âyetinde:

"Feharace a'lâ kavmihi mine'l-mihrabı fe evhâ ileyhinı en sebbihu bükraten ve a'şiyya / Nihayet Zekeriyya mâbedden kavminin karşısına çıkınca, onlara sabah akşam tesbihte bulunun; diye işaret etti" denir.

Ancak -Allah bizi hatâ etmekten korusun- eğer Zekeriyya ile Meryem arasında geçen konuşma (Bu rızıklar sana nerden geliyor?..), Meryem büyük iken cereyan etmiş ise, o takdirde Zekeriyya'ya çocuk müjdesi verildiği zaman ile onun, bir alâmet dilediği zaman arasında uzun bir müddet olması gerekmez. Ancak şunu unutmamak gerekir ki Meryem'in (aleyhisselâm), küçük (bebek) iken konuşanlardan sayılması, Zekeriyya ile aralarında geçen konuşmada hikâye edilen sözlerinden dolayıdır.

B- "Allah (celle celâlühü):

"- Senin âyetin (kale âyetüke), üç gün insanlarla konuşmamandır . İşaret müstesna (İllâ remza). Rabbini çok zikret ; sabah akşam tesbih et " buyurdu.

"- Ey Zekeriyya! Senin için alâmet, üç gün peşpeşe (mütevaliyen) insanlarla konuşamamandır. Meryem (19) sûresinin 10. âyetinde de:

"Allah, senin alâmetin sapasağlam olduğun hâlde üç gece (selâse leyalin) insanlarla konuşmamandır" denir.

(Böylece peşpeşe üç gün üç gece mânâsı çıkmış olur.) Zekeriyya (aleyhisselâm), insanlarla konuşmaya muktedir değil idi; fakat zikir ve tesbihe muktedir idi. Onun insanlarla konuşarrıamasının buna alâmet kılınması, bu nimetin hakkını edâ etmek üzere bütün zamanını Allah'ın (celle celâlühü) zikrine ve şükrüne tahsis etmesi içindi. Başka bir deyişle matlûbun hâsıl olması ve nimete kavuşmanın alâmeti, bu nimetin şükründen başka dili her türlü konuşmadan men etmekti. Yalnız el veya baş ile yapılan işaretler müstesna. Yani Zekeriyya'ya (aleyhisselâm) verilen emir şu idi:

"- Dilini hapsettiğin, konuşmadığın günlerde lütuf ve nimetin hâsıl olmasına şükür olarak Rabbini çokça zikret veya zikre çok zaman ayır ve aynı zamanda Allah'ı (celle celâlühü) sabah akşam tesbih et!"

Tesbihten murad nedir?

Bir görüşe göre tesbihten murad, namazdır. Çünkü görüldüğü üzere bu tesbih vakte bağlanmıştır. Tıpkı,

" Akşama erdiğinizde de, sabaha erdiğinizde de Allah'ı tesbih edin." (Rûm 30/17)

" Göklerde ve yerde hamd O'na aittir. Gündüzün sonunda ve öğleye erdiğinizde de.." (Rûm 30/18) âyetlerinde olduğu gibi.

Bir diğer görüşe göre de tesbihten maksad, lisanen zikirdir; nitekim zikirden murad da kalben zikirdir.

42

"Hani melekler şöyle demişlerdi:

"- Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah, seni seçti (istifa etti), seni tertemiz kıldı ve seni kadınlar âleminin üstüne yüceltti."

A- "Hani melekler şöyle demişlerdi : "

Burada, İmran ailesinin seçilip üstün kılınması ile ilgili son bilgiler aktarılıyor. Daha önce İmran'in akrabalarından Zekeriyya ve Yahya'nın (aleyhisselâm) faziletlerine kısaca işaret edilmişti. Çünkü konu, her ikisinden de söz etmeyi gerektiriyordu.

Meleklerden murad, Cebrâîl’dir Daha önce bununla ilgili bazı açıklamalar yapılmıştı. Burada, İmran ailesinin seçilip üstün kılındığına delil olarak, meleklerin sözleri hatirlaühyor. Bu hatırlatmanın daha önce geçtiği hâlde tekrar edilmesi, ıstıfâ ile ilgili olarak anlatılanlara ziyadesiyle önem verildiğini belirtmek ve bir de söz konusu olayın daha önce zikredilenlerden müstakil ve ayrı olduğuna dikkatleri çekmek içindir. Gerçekten daha önce anlatılanlar, Meryem'in küçüklüklük hâllerine, bakım ve yetiştirilmesine ilişkindi. Burada zikredilenler ise, onun erginlik çağındaki hâllerine, şer'î mükellefiyetlerine ve ruhî terbiyesine dâirdir.

Bir görüşe göre, melekler, Meryem'in küçüklüğünde onunla bayağı konuştular. Bu hâl, Meryem'in kerametidir veya İsa'nın (aleyhisselâm) irhâsı (nübüvvet öncesi onun Peygamber olacağını gösteren harikulade hâllerinden)dır. Çünkü Allah'ın hiçbir kadına peygamberlik vermediği, icmâ ile sabittir.

Bir görüşe göre de, bu âyette meleklerin onunla konuşmasından maksad, onun kalbine ilham vermeleridir.

B- "Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah, seni seçti (istifa etti), seni tertemiz kıldı ve seni kadınlar âleminin üstüne yüceltti ."

Daha tafsilâtlı bir anlatımla melekler, Meryem'e şöyle diyorlar:

"- Ey Meryem! Allah önce seni annenin bir adağı olarak hüsnü kabul ile karşıladı. Senden önce hiçbir kadını Beytü'l-Makdis hizmetine kabul etmemişti. Seni Zekeriyya'nın (aleyhisselâm) himayesinde besleyip büyüttü; cennet nimetleriyle rızıklandırdı, sana yüksek kerametler nasib etti ve seni bütün dünya kadınlarının üstüne yüceltti. Nitekim sana İsa'yı babasız olarak bağışladı. Oysa bu ayrıcalık hiçbir kadına verilmedi. Ve Allah seni ve oğlunu bütün âlemler için bir ibret ve mucize kıldı."

Şu hâlde meleklerin, Meryem'e bu söylediklerinin, onu İsâ (aleyhisselâm) ile müjdelemelerinden önce zikredilmesi, daha önce belirtildiği gibi her ikisinin birbirinden ayrı, bağımsız ve hatırlatılmaya değer büyük hâdiseler olduğuna dikkat çekmek içindir. Eğer bu iki hâdise arasında zahirî tertip gözetilmiş olsaydı, hepsinin tek bir hâdise olduğu akla gelebilirdi.

Bir görüşe göre ise, bu âyette zikredilen her iki istifadan (seçip üstün kılmadan) murad aynı mânâyı tazammun eder ve bunun tekrarlanması, tekid ve kimlerden seçilip üstün kılındığını beyân içindir.

Bu yoruma göre, nazm-i celilin tertibinde müskilât da olmaz. Çünkü o takdirde ıstıfâ,

birinci ıstıfâ için zikredilen mânâya (onun, annesinden hüsnü kabul ile kabul edilmesine) hamledilmiş;

meleklerin bu sözleri, İsâ (aleyhisselâm) ile tebşirden önce sarfedilmiş;

Meryem'in İbâdet ve taatte çokça gayret sarfeden, Allah'a (celle celâlühü) yönelmiş,

bütün varlığıyla kendini Allah'a vermiş,

beşerî hasletlerden sıyrılmış bir şahsiyet olduğu belirtilmiş olur.

43

"- Ey Meryem! Rabbin için kıyamda dur, secde et ve rükû edenlerle beraber sen de rükû et "

Meryem'e yapılan nidanın tekrarı, bu nidadan sonra gelecek emirler olduğunu bildirmek; nimetlerin hatırlatılması ise, bunun zikrine bir hazırlık ve gereğini yapmaya teşvik içindir. Başka bir ifâdeyle vurgulanmak istenen şudur:

"- Ey Meryem! Rabbin teâlâ için namaz kılanlarla beraber sen de kıyama dur ya da kıyamı uzat; secdeye kapan ve rükû et!"

Burada Rab unvanının zikredilmesi, emre boyun eğmenin vücubunun illet ve sebebini zımnen bildirmek içindir.

Bu âyet, Meryem'e cemaatle namaz kılmayı emretmektedir. Bu emrin, namazın rükünlerinin zikri seklinde vârid olması, namaza riâyetin vücubunu mübalağa ile ifâde ve bu rükünlerin her birinin faziletini ve asilliğini bildirmek içindir.

Secdenin, rükûdan önce zikredilmesi;

ya onların şeriatinde rükünlerin tertibi böyledir;

ya da secde namaz rükünlerinin efdali (en faziletlisi), huşu ve huzu mertebelerinin en sonu olduğu içindir.

Ancak bu, uygulamadaki tertibin de böyle olmasını gerektirmez; aksine, uygulamadaki tertibe uygun olan, aşağıdan yukarıya çıkılmasıdır.

Rükûun sonra zikredilmesinin bir sebebi de namazlarında rükû olmayanların namaz kılmış sayımladıklarını bildirmek için olabilir.

Âyette, birinci rükünde (kıyamda) "Ya meryemü'knüti lirabbiki / Ev Meryem! Rab bin için kaanit ol" kaydı zikredilmiş, fakat diğer iki rükünde (secde ile rükûda) bu kayıt zikredilmemiştir. Tercümede cümlenin başında zikredilen "li rabbiki / Rabbin için" kaydı, diğer rükünler bakımından da aynı mânâyı ifâde ediyorsa da, âyetin Arapça aslında kıyamdan sonra gelen bu kayıt, secde ve rükûa aynı mânâyı vermemektedir. Zira cümlenin kelime kelime tercemesi,

"Ey Meryem! Kaanit ol (kıyam et) Rabbin için; secde et, rükû edenlerle beraber sen de rükû et" şeklindedir.

Ancak bundan maksad, namaz emrinin bu kayıt ile kayıtlandırılmasıdır.

Bir görüşe göre de, bu âyette (kıyam olarak tercüme edilen) kunûttan murad, taat ve ibâdetlerin devamlılığıdır. Tıpkı Zümer (39) sûresinin 9.

"Emmen hüve kaanitün ânâeileyk sâciden ve kaaimen yahzeru'l-âhıirate ve yercû rahmete rabbih / (Küfür ve inkâr eden mi hayırlıdır) Yoksa âhıirct azabından korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak o gece saatlerinde kalkıp sâcid ve kaaim olan mı?" âyetinde olduğu gibi. Ve bu âyetteki secdeden murad da, namazdır. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi, secde, namaz rükünlerinin efdakdir. Ve âyetteki rükûdan murad da, huşu ve sükûnettir.

Rivâyet olunuyor ki, Meryem bu emri alınca, namazlardaki kıyamı o kadar uzattı ki, sonunda iki ayağı şişti ve yara oldu.

44

"İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. (Resûlüm), onlar "Meryem'e kim kefil olacak?" diye kalemlerini attıklarında sen yanlarında değildin. Tartıştıklarında (muhasama ettiklerinde) da sen yanlarında değildin."

A- "işte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir ."

Uzak için kullanılan ve daha önceki harikulade olayları gösteren "Zâlike — işte bunlar" işareti, bu hâdiselere mazhar olanların şânının ve faziletteki mertebelerinin yüceliğine delâlet eder.

Âyette vahiy için muzari' (geniş zaman) kipinin kullanılması, vahyin henüz kesilmediğini bildirir.

B- "(Resûlüm) onlar "Meryem'e kim kefil olacak?" diye kalemlerini attıklarında sen yanlarında değildin . Tartıştıklarında da yanlarında değildin ."

Bu da, inkarcılara gazab ederek Kur’ân-ı Kerîmin vahiy olduğunu izah ve tahkiktir. Tıpkı,

"Ve ma künte bicanıbil-ğarbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsal-emra ve ma künte mine'ş-şâhidîn / (Resûlüm) Mûsa'ya emrimizi vahyettiğimiz zaman sen batı tarafında değildin; "

" Sen âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş da değilsin..." (Kasas 28/44, 45) âyetleri gibi. Zira bu gibi olayları öğrenmenin yolu:

- ya bizzat görmektir,

- ya da görenlerden işitmektir.

İkincisinin olmadığı kendilerince sabit idi. Böylece zorunlu olarak geriye bizzat görme ihtimali kalıyordu. Bu da maddeten imkânsız olup kendilerine gazab ve şiddetli öfke gösterilerek nefyedilmiştir.

Kalemlerden murad, temren sız şans oklarıdır.

Bir kavle göre de onlar, bereket vesilesi olması umuduyla, Tevrat'ı yazdıkları kalemlerle kur'a çekmişlerdi.

"Ve ma künte ledeyhim / sen onların yanında değildin" ibaresinin tekrarı, Peygamberimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) nübüvvetine delâlet eden iki ayrı şahadettir. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem),

- ne onların kalemlerim attıkları sırada,

- ne de Meryem'in kefaleti için çekiştikleri sırada yanlarında bulunuyordu. Bunlar vahiy yoluyla kendisine bildirilen gayb haberlerindendı.

Özellikle onların çekişmelerinden, kuradan önceki nizaları kasdedildiği takdirde bu daha da bariz olarak ortaya çıkar. Çünkü zikirde (anlatımda) tertibin bozulması, bu yorumu teyid eder.

45

"Hani melekler şöyle demişlerdi:

"- Ey Meryem! Şüphesiz Allah, seni kendinden bir kelime ile müjdeler. Onun ismi Meryem oğlu Isâ Mesîh'dir; dünya ve âhirette vecîh'dir (itibarlı) ve mukarrabîndendir."

A- "Hani melekler şöyle demişlerdi : "

İsa'nın (aleyhisselâm) kıssasına böyle başlanıyor. Bu âyet;

"Ve iz kaleti'l-melâiketü ya meryemü innallâhe'stafaki ve tahharaki - Hani, melekler şöyle demişlerdi:

- Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı..." (Âl-ı imrân 3/42) âyetinin bedek ve izahıdır. Bu iki âyet arasındaki bölümler, ara cümleleri kabilindendir. Bu âyet, geçen kısımlara hem izah hem de benzerleri gibi, Peygamberimiz'in nübüvvetine şahadet eden delillerdendir.

Bir görüşe göre de, bu âyet, bundan önce zikredilen,

" Tartıştıklarında da sen yanlarında değildin." (Al-i İmran 3/44) cümlesinin bedeli ve izahıdır. Bu âyetler kısaca şunu söylemektedir:

"- Resûlüm, bir bölümünde o çekişmelerin diğer bir bölümünde de bu hitabın gerçekleştiği o uzun zamanda sen dünyada yoktun."

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Meryem'in durumunu böylece bütün tafsilatıyla kavramıştır.

Burada da yine söyleyen, Cebrâîl’dir Melekler şeklinde çoğul olarak zikredilmesi ise, daha önce açıklanan sebeplerden dolayıdır.

B- "Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni kendinden bir kelime ile müjdeler. Onun ismi Meryem oğlu İsâ Mesîh'dir; dünya ve âhirette vecîh (itibârlı) ve mukarrabindendir ."

Yani o kelimenin adı Mesih'tir; o aynı zamanda İsa'dır ve o Isâ, Meryem'in oğludur.

Bir görüşe göre de, burada isimden murad, müsemmânın, başkalarından temeyyüz etmesi, ayrılmasıdır. Buna göre burada isim, bu üç kelimenin (Mesîh, İsâ ve Meryem oğlu kelimelerinin) toplamıdır. Çünkü İsa'yı başkalarından tamamıyla temyiz eden, bu üç kelimenin toplamıdır.

Mesîh, İsa'ya siddîk gibi şeref" için verilmiş bir lakabdır. Bu kelimenin İbranîce aslı, mübarek anlamında Meşîha'dır. İsâ kelimesi de, îşû kelimesinın Arapçalaştırılmış şeklidir.

"Mesîh kelimesinin mesh (dokunmak) ve İsâ kelimesinin de ays (kızıl karışımı beyazlık) kökünden geldiklerini isbat etmeye kalkışmak ve delil olarak da,

İsâ (aleyhisselâm), bereket veya günahlardan temizlenmek için meshedilmışti;

Cebrâîl (aleyhisselâm) onu mesh etmişti;

İsâ toprağı meshetmis, belli bir yerde oturmamış hep gezmişti;

İsâ hastaları meshederek iyileştirmişti; bunun için ona Mesîh adı verildi;

Teni, kızıl karışımı beyaz olduğu için de ona Isâ dendi; "

iddialarında bulunmak su yüzüne yazı yazmak gibidir.

İsa'nın (aleyhisselâm) kendisine hitab edildiği hâlde ona "Meryem oğlu" denmesi, onun babasız olarak doğacağına ve bu yüzden ancak annesine nısbet edileceğine dikkatleri çekmek içindir. Zaten bundan dolayı Meryem, bütün dünya kadınlarından üstün kılınmıştır.

İsa'nın vasfı olarak zikredilen "vecîh", kuvvetli ve şerefli demektir. Onun dünyadaki vecihliği, Peygamberliği ve insanların öncüsü olmasıdır. Ahiretteki vecihliği ise, şefaattir ve cennetteki yüksek derecesidir.

İsa'nın (aleyhisselâm) mukarrabînden (Allah'ın kendisine yakın kıldıklarından) olması, semâya ref ine ve meleklerle olan ülfet ve arkadaşlığına işarettir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1574  H : 982)

 

İRŞÂD, EBU'S-SUÛD TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANEFÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç