38
"Orada Zekeriyya Rabbine duâ etti:
"- Rabbim! Bana katından
(ledünnünden) temiz bir
zürriyet ver! Şüphesiz Sen duaları hakkıyla işiten
(Semîu'd-Duâ) sin."
A- "Orada Zekeriyya Rabbine duâ etti : "
Bu araya
Meryem kıssası ile ilgi ve münasebeti çok kuvvetli olan müstakil bir kıssa daha
giriyor: Zekeriyya kıssası. Gerçekten bu kıssanın burada zikrinde, Meryem
hikâyesinin anlatılmasındakı amaca uygunluk vardır. Bu aynı zamanda İmran
hanedanının seçilip üstün kılınmasına munzam bir açıklık getirir. Çünkü bazı
akrabaların faziletleri, diğer akrabaların faziletlerine de delildir.
Zekeriyya'yi duaya yönelten ortam ve sebebler şöyle özetlenebilir:
Zekeriyya'ya (aleyhisselâm) Meryem'in yanında
oturduğu mekânda, ya da Meryem'in Allah
(celle celâlühü) katındaki yüksek şerefini ve
mertebesini gördüğü zaman, karısı İsa'dan, Hanne'nin çocuğu gibi Allah
(celle celâlühü) katında necib ve şerefk bir
çocuğu olmasını diledi. Vakıa, onun karısı yaşlanmış ve kısır idi ama Hanne de
bu durumda idi. Ve buna rağmen çocuğu olmuştu.
Zekeriyya
(aleyhisselâm), Meryem'in yanında mevsimi
olmayan meyveler görünce, yaşlanmış ve kısır bir kadının, bir şeyh-i fâniden
(çok kocamış bir erkekten) çocuk
doğurabileceğini düşündü. Bundan dolayı da hiç zaman geçirmeden hemen o anda
duaya yöneldi. Onu orada duaya yönelten sebeblerden biri de hiç şüphesiz çok
yaşlanmış, vücudca zayıflamış olması ve kendisinden sonra mü'minlerin başına
geçecek bir yakınının bulunmaması idi. Nitekim Meryem sûresinde tafsilatı
gelecektir.
B- "Rabbim! Bana katından temiz bir zürriyet ver !
Şüphesiz Sen duaları hakkıyla işitensin dedi."
Bu
cümleler, Zekeriyya'nın (aleyhisselâm) yaptığı
duâvı açıklar. O şöyle demek istiyordu:
"- Rabbim!
Hanne'ye bağışladığın gibi, mûtad bir vâsıta olmaksızın, sırf kudretinle bana da
temiz bir nesil bağışla! Çünkü şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin, kabul
edensin."
Bu cümle,
makablinin illeti ve sebebi olup icabet silsilesini
(zincirini) harekete geçirmek için duânm sonuna eklenmiştir.
39
"O (Zekeriyya),
mihrabda namaza durmuştu ki melekler nida ettiler:
"- Allah seni, Allah'tan
(gelen) bir kelimeyi
doğrulayıcı, kavmi içinde efendi (seyyid),
nefsine son derece hâkim (hasûr)
ve sakillerden bir Nebi olarak Yahya ile müjdeler!"
A- "O (Zekeriyya),
mihrabda namaza durmuştu ki melekler nida ettiler ."
"Melâike /
melekler"den murad kimdir?
1-
Zekeriyya'ya seslenen Cibril'dir (aleyhisselâm).
Nitekim bir kırâete göre
"Fenadethü'l-melâiketü / melekler ona nida ettiler" cümlesi "Fenâdahu
Cibril /
Cibril ona nida etti" şeklinde okunmuştur ki bu okunuş şekli söz konusu fikri
teyid eder. Melekler şeklinde çoğul olarak zikredilmesi, bir atı ve bir elbisesi
olan kimse hakkında, "filan adam atlara biniyor; elbiseler giyiyor" denmesi
kabilindendir.
2- Ebü
İshak İbrâhim el- Zeccac, bu âyetin tefsirinde,
"Bu nida
Zekeriyya'ya melek cinsinden (bir varlıktan)
geldi." der.
3-
Cebrâîl meleklerin reisi olduğu için, tazim
olarak cemaatin ismiyle ifâde edilmiştir.
4- Bir
reisin cemaati olur, bu itibârla nida özellikle
Cebrâîl’den (aleyhisselâm) sâdır olduğu
hâlde hepsine isnad edilmiştir.
Burada da
mihrab, mâbed veya Meryem'in odasıdır.
B- "- Allah seni, Allah'tan
(gelen) bir kelimeyi
doğrulayıcı, kavmi içinde efendi (seyyid),
nefsine sonderece hâkim (hasûr)
ve Sahillerden bir Nebî olarak Yahya ile müjdeler !"
Bu kelâm,
sonuna kadar Allah'ın (celle celâlühü) ifâdesi
ve O'na aittir. Tıpkı;
" De ki, ey
kendi nefisleri aleyhine aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin!" (Zümer 39/53)
âyeti gibi.
Bunun böyle olduğu Zekeriyya'nın cevap verirken meleğin aracılığına değil de,
bizzat Allah'a (celle celâlühü) müracaatından da
anlaşılıyor.
Burada
tebşirin (müjdelemenin), azamet ifâdesine
(Biz) isnad edilmemesi
(Allah müjdeler, yerine Biz müjdeleriz, denmemesi) -oysa aynı olay Meryem
sûresinde anlatılırken "Biz müjdeleriz" ifâdesi kullanılmış- uluların âdetine
uygun bir tarzdır. Nitekim hükümdarlar emir ve ferman ederken:
"-
Mü'minlerin emiri şöyle ferman buyurur" derler.
Bir de,
Meryem (19) sûresinde hikâye edilen nidanın,
müjdelemenin ve ona bağlı olarak cereyan eden muhaverenin hepsi, ilk akla
geldiği gibi bizzat Allah'tan değil, fakat melek vasıtasıyla hikâye yoluyla
olmuştur. İşte böylece her iki sûre-i kerîmede de mânânın aynı olduğu
anlaşılmış- olur.
Yahya ismi,
Arapça kökenli olabilir de olmayabilir de. Bu konuda değişik görüşler vardır:
İbn Abbâs'a
(radıyallahü anh) göre:
"Yahya'ya
bu ad verilmiştir. Çünkü Allah annesinin kısırlığını onunla ihya etmiştir."
Tabiînden
Katâde'ye
(radıyallahü anh) göre:
"Yahya'ya
(aleyhisselâm) bu ad verilmiştir. Çünkü Allah
(celle celâlühü), onun kalbini imân ile ihya
etmiştir."
Kurtubî'ye
(radıyallahü anh) göre:
"Yahya'nın
(aleyhisselâm) adı Kitab'da Hayya idi."
Yahya'yı
müjdelemekten maksat, onun doğumunu müjdelemektir. Çünkü müjdeleme, eşyanın
kendisine taallûk etmez.
Allah'tan
olan kelime, İsa'dır Ona "Bikelimetin mina'llâh /Allah'tan bir kelime"
denmiştir. Çünkü Allah'tan gelen bir kelime ile var olmuştur.
Rivâyete
göre, ilk önce İsa'ya (aleyhisselâm) imân eden
ve onun Allah'ın kelimesi ve ruhu olduğunu tasdik eden Yahya'dır.
Tâbiî'nden
İsmail Süddî'ye göre:
"Yahya'nın
annesi, İsa'nın annesiyle karşılaşmış ve ona sormuş: "- Ya Meryem! Benim hâmile
olduğumu biliyor musun?" Meryem:
"- Ben de
hamileyim!" A'ahya'nın annesi:
"- Ben
gerçekten senin karnındakini gördüm!" demiş.
İşte
"Mûsaddikan bikelimetin mina'llâhi.. / Allah'tan gelen bir kelimeyi tasdik
edici..." âyetinin mânâsı budur.
İbn Abbâs
(radıyallahü anh) diyor ki: "Yahya, İsa'dan
(aleyhisselâm) altı ay büyüktü."
Bir başka
görüşe göre de, Yahya, İsa'dan (aleyhisselâm) üç
yaş büyüktü.
Yahya
İsa'nın göklere ref inden az bir müddet önce öldürüldü. Her halükârda Yahya'nın
doğumu ile doğum müjdesi arasında uzun bir zaman olmalıdır. Çünkü Meryem, doğum
yaptığında on veya on üç yaşında bulunuyordu.
Bir görüşe göre de âyetteki "Allah'ın
kelimesi" Allah'ın Kitabı demektir.
Yahya'nın
(aleyhisselâm) seyyid veya ulu olması, kavminin
riyaset ve şerefte en üstünü olması demektir. Zaten Yahya
(aleyhisselâm) diğer insanlardan da üstün idi.
Zira o hiçbir hatâya yaklaşmadı ve günaha
teşebbüs etmedi.
Yahya
sâlihlerden bir Peygamberdi. Çünkü o,
Peygamber soyundan geliyordu.
Yahut o, sâlih olmakla ünlü
Peygamberlerden idi. Nitekim İbrâhîm
(aleyhisselâm) hakkında da:
" Hiç
şüphesiz o, âhirette de salihlerdendir." (Bakara 2/130)
buyurulur.
Buradaki
salâh, Peygamberlik için gerekli olan
salâhın çok üstünde bir salâh mertebesidir. Nitekim Süleyman
Peygamber'in
(aleyhisselâm):
" Ve
rahmetinle, beni sâlih kulların arasına idhal eyle!"
(Neml 27/19) şeklindeki duası da bu kabildendir.
40
"Zekeriyya:
"- Rabbim! Benim nasıî oğlum olabilir? İhtiyarlık gelip
çatmış ve karım da âkıir (kısır)."
dedi.
Allah:
"- Bu böyledir. Allah, dilediğini yapar." buyurdu.
A- "Zekeriyya:
"- Rabbim! Benim nasıl oğlum olabilir? İhtiyarlık gelip
çatmış ve karım da âkıir ."
Bu cümle
bir istinaf olup;
"-
Zekeriyya (aleyhisselâm) o zaman ne dedi?"
sualine cevaptır.
Burada
Zekeriyya (aleyhisselâm), kendisine doğrudan
doğruya seslenen meleğe değil eski duası tarzında Rabbine hitab etmektedir. Zira
alçak gönüllülük, yakarış, bütün varlığı ile Allah'a
(celle celâlühü) yönelme bu duâ üslûbunda daha ziyade vardır.
Zekeriyya'nın (aleyhisselâm):
"- Benim
nasıl oğlum olabilir?" tarzındaki sözlerinden müjdeleme sırasında çocuğun oğlan
olacağının kendisine haber verildiği anlaşılıyor. Nitekim Meryem
(19) sûresinin 7. âyetinde bu tebşir şöyle açığa
kavuşturulur:
"Ey
Zekeriyya! Gerçekten Biz seni Yahya adında bir oğulla müjdeleriz."
İhtiyarlığın çökmesinden maksat, ihtiyarlığın onu çökertmesidir. Bu, aynı
zamanda, ihtiyarlığın, ölümün habercisi olması hasebiyle insanın peşini
bırakmayan bir gerçeğin ifadesidir.
Zekeriyya'nın yaşı hakkında farklı fikirler ileri sürülmüştür. O sırada:
- doksan
dokuz yaşında,
- doksan
iki yaşında,
- yüz yirmi
yaşında,
- altmış
yaşında,
- altmış
beş yaşında,
- yetmiş
yaşında,
- yetmiş
beş yaşında,
- seksen
beş yasında idi diyenler vardır. Karısının da doksan sekiz yaşında olduğu
söylenir.
Zekeriyya'nın (aleyhisselâm), o harikulade
hâlleri gördükten sonra Allah'ın kendisine bir çocuk vermesi için yakardığı;
zaten Allah'ın (celle celâlühü) buna muktedir
olduğuna çok kuvvetle ve kesinlikle imân ettiği hâlde,
" Rabbim
benim nasıl oğlum olabilir?" (Al-i İmran 3/40)
demesi,
Allah'ın
kudretinin büyüklüğünü kuvvetle bekitmek, buna hayret ve taaccüb ettirmek ve
Allah'ın (celle celâlühü) bu nimetini çok
önemsediğini vurgulamak içindir. Yoksa bu vakıanın gerçekleşmesini uzak bir
ihtimal olarak gördüğü anlamında değildir. Fakat buna muhalif görüşler de
vardır. Şöyle ki:
Zekeriyya'nın bu sözleri, vakıanın gerçeklesmesini uzak bir ihtimal olarak
gördüğü anlamındadır. Çünkü duâ sı ile müjde arasında altmış sene geçmişti ve o
duasını da unutmuştu. Ancak bu görüş, hakikat olmaktan uzaktır.
Zekeriyya'nın (aleyhisselâm) bu sözleri, bunun
gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini sormak anlamındadır.
B- "Allah:
"- Bu böyledir . Allah dilediğini yapar ; buyurdu."
Allah
(celle celâlühü), acayip ve harikulade işlerden
dilediğini yapar. O, dilerse, bir şeyh-i fâni ve yaşlı bir kısır kadından bir
çocuk da yaratır.
41
"Zekeriyya:
"- Rabbim, bana bir âyet
(alâmet) ver!" dedi.
Allah:
"- Senin âyetin üç gün insanlarla konuşmamandır işaret
(remz) müstesna.
Rabbini çok zikret; sabah, akşam tesbih et." buyurdu.
A- "Zekeriyya:
"- Rabbim, bana bir âyet ver!" dedi ."
Zekeriyya
Rabbine yalvardı ve dedi ki:
"- Rabbim!
Dileğimin gerçekleştiğine, hâmilelik sürecinin başladığına dâir bana bir alâmet,
bir işaret ver!"
Çünkü
hâmilelik, onun vâkıf olamayacağı gizli bir şeydi. Bunun için Allah'ın
(celle celâlühü) kendisini buna muttali
kılmasını diledi. Böylece bu büyük nimetin hâsıl olduğu anda şükrünü eda etmek,
hamileliğin mûtad olarak belli olacağı zamana kadar bunu geciktirmemek istedi.
Zekeriyya'nın bu dileği, herhalde çocuk müjdesinden uzun bir zaman sonra vaaki
olmuştur. Çünkü daha önce zikredildiği gibi Yahya ile İsâ
(aleyhisselâm) arasında altı aylık veya üç
yıllık bir zaman fasılası vardır. Alâmetin ortaya çıkması da alâmetin tâyininin
akabinde olmuştur. Nitekim Meryem (19) sûresinin
11. âyetinde:
"Feharace
a'lâ kavmihi mine'l-mihrabı fe evhâ ileyhinı en sebbihu bükraten ve a'şiyya /
Nihayet Zekeriyya mâbedden kavminin karşısına çıkınca, onlara sabah akşam
tesbihte bulunun; diye işaret etti" denir.
Ancak
-Allah bizi hatâ etmekten korusun- eğer
Zekeriyya ile Meryem arasında geçen konuşma (Bu
rızıklar sana nerden geliyor?..), Meryem büyük iken cereyan etmiş ise, o
takdirde Zekeriyya'ya çocuk müjdesi verildiği zaman ile onun, bir alâmet
dilediği zaman arasında uzun bir müddet olması gerekmez. Ancak şunu unutmamak
gerekir ki Meryem'in (aleyhisselâm), küçük
(bebek) iken konuşanlardan sayılması, Zekeriyya
ile aralarında geçen konuşmada hikâye edilen sözlerinden dolayıdır.
B- "Allah (celle
celâlühü):
"- Senin âyetin (kale
âyetüke), üç gün insanlarla konuşmamandır .
İşaret müstesna (İllâ remza).
Rabbini çok zikret ; sabah akşam tesbih et " buyurdu.
"- Ey
Zekeriyya! Senin için alâmet, üç gün peşpeşe
(mütevaliyen) insanlarla konuşamamandır. Meryem
(19) sûresinin 10. âyetinde de:
"Allah,
senin alâmetin sapasağlam olduğun hâlde üç gece (selâse
leyalin) insanlarla konuşmamandır" denir.
(Böylece peşpeşe üç gün üç gece mânâsı çıkmış olur.)
Zekeriyya (aleyhisselâm), insanlarla konuşmaya
muktedir değil idi; fakat zikir ve tesbihe muktedir idi. Onun insanlarla
konuşarrıamasının buna alâmet kılınması, bu nimetin hakkını edâ etmek üzere
bütün zamanını Allah'ın (celle celâlühü) zikrine
ve şükrüne tahsis etmesi içindi. Başka bir deyişle matlûbun hâsıl olması ve
nimete kavuşmanın alâmeti, bu nimetin şükründen başka dili her türlü konuşmadan
men etmekti. Yalnız el veya baş ile yapılan işaretler müstesna.
Yani Zekeriyya'ya
(aleyhisselâm) verilen emir şu idi:
"- Dilini
hapsettiğin, konuşmadığın günlerde lütuf ve nimetin hâsıl olmasına şükür olarak
Rabbini çokça zikret veya zikre çok zaman ayır ve aynı zamanda Allah'ı
(celle celâlühü) sabah akşam tesbih et!"
Tesbihten
murad nedir?
Bir görüşe göre tesbihten murad, namazdır.
Çünkü görüldüğü üzere bu tesbih vakte bağlanmıştır. Tıpkı,
" Akşama
erdiğinizde de, sabaha erdiğinizde de Allah'ı tesbih edin."
(Rûm 30/17)
" Göklerde
ve yerde hamd O'na aittir. Gündüzün sonunda ve öğleye erdiğinizde de.."
(Rûm 30/18) âyetlerinde olduğu gibi.
Bir diğer görüşe göre de tesbihten maksad,
lisanen zikirdir; nitekim zikirden murad da kalben zikirdir.
42
"Hani melekler şöyle demişlerdi:
"- Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah, seni seçti
(istifa etti), seni
tertemiz kıldı ve seni kadınlar âleminin üstüne yüceltti."
A- "Hani melekler şöyle demişlerdi : "
Burada,
İmran ailesinin seçilip üstün kılınması ile ilgili son bilgiler aktarılıyor.
Daha önce İmran'in akrabalarından Zekeriyya ve Yahya'nın
(aleyhisselâm) faziletlerine kısaca işaret
edilmişti. Çünkü konu, her ikisinden de söz etmeyi gerektiriyordu.
Meleklerden
murad, Cebrâîl’dir Daha önce bununla ilgili
bazı açıklamalar yapılmıştı. Burada, İmran ailesinin seçilip üstün kılındığına
delil olarak, meleklerin sözleri hatirlaühyor. Bu hatırlatmanın daha önce
geçtiği hâlde tekrar edilmesi, ıstıfâ ile ilgili olarak anlatılanlara
ziyadesiyle önem verildiğini belirtmek ve bir de söz konusu olayın daha önce
zikredilenlerden müstakil ve ayrı olduğuna dikkatleri çekmek içindir. Gerçekten
daha önce anlatılanlar, Meryem'in küçüklüklük hâllerine, bakım ve
yetiştirilmesine ilişkindi. Burada zikredilenler ise, onun erginlik çağındaki
hâllerine, şer'î mükellefiyetlerine ve ruhî terbiyesine dâirdir.
Bir görüşe göre, melekler, Meryem'in
küçüklüğünde onunla bayağı konuştular. Bu hâl, Meryem'in kerametidir veya
İsa'nın (aleyhisselâm) irhâsı
(nübüvvet öncesi onun
Peygamber
olacağını gösteren harikulade hâllerinden)dır. Çünkü Allah'ın hiçbir
kadına peygamberlik vermediği, icmâ ile sabittir.
Bir görüşe göre de, bu âyette meleklerin
onunla konuşmasından maksad, onun kalbine ilham vermeleridir.
B- "Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah, seni seçti
(istifa etti), seni
tertemiz kıldı ve seni kadınlar âleminin üstüne yüceltti ."
Daha
tafsilâtlı bir anlatımla melekler, Meryem'e şöyle diyorlar:
"- Ey
Meryem! Allah önce seni annenin bir adağı olarak hüsnü kabul ile karşıladı.
Senden önce hiçbir kadını Beytü'l-Makdis hizmetine kabul etmemişti. Seni
Zekeriyya'nın (aleyhisselâm) himayesinde
besleyip büyüttü; cennet nimetleriyle rızıklandırdı, sana yüksek kerametler
nasib etti ve seni bütün dünya kadınlarının üstüne yüceltti. Nitekim sana İsa'yı
babasız olarak bağışladı. Oysa bu ayrıcalık hiçbir kadına verilmedi. Ve Allah
seni ve oğlunu bütün âlemler için bir ibret ve mucize kıldı."
Şu hâlde
meleklerin, Meryem'e bu söylediklerinin, onu İsâ
(aleyhisselâm) ile müjdelemelerinden önce zikredilmesi, daha önce
belirtildiği gibi her ikisinin birbirinden ayrı, bağımsız ve hatırlatılmaya
değer büyük hâdiseler olduğuna dikkat çekmek içindir. Eğer bu iki hâdise
arasında zahirî tertip gözetilmiş olsaydı, hepsinin tek bir hâdise olduğu akla
gelebilirdi.
Bir görüşe göre ise, bu âyette zikredilen
her iki istifadan (seçip üstün kılmadan) murad
aynı mânâyı tazammun eder ve bunun tekrarlanması, tekid ve kimlerden seçilip
üstün kılındığını beyân içindir.
Bu yoruma
göre, nazm-i celilin tertibinde müskilât da olmaz. Çünkü o takdirde ıstıfâ,
birinci
ıstıfâ için zikredilen mânâya (onun, annesinden hüsnü
kabul ile kabul edilmesine) hamledilmiş;
meleklerin
bu sözleri, İsâ (aleyhisselâm) ile tebşirden
önce sarfedilmiş;
Meryem'in
İbâdet ve taatte çokça gayret sarfeden, Allah'a (celle
celâlühü) yönelmiş,
bütün
varlığıyla kendini Allah'a vermiş,
beşerî
hasletlerden sıyrılmış bir şahsiyet olduğu belirtilmiş olur.
43
"- Ey Meryem! Rabbin için kıyamda dur, secde et ve rükû
edenlerle beraber sen de rükû et "
Meryem'e
yapılan nidanın tekrarı, bu nidadan sonra gelecek emirler olduğunu bildirmek;
nimetlerin hatırlatılması ise, bunun zikrine bir hazırlık ve gereğini yapmaya
teşvik içindir. Başka bir ifâdeyle vurgulanmak istenen şudur:
"- Ey
Meryem! Rabbin teâlâ için namaz kılanlarla beraber sen de kıyama dur
ya da kıyamı uzat; secdeye kapan ve rükû et!"
Burada Rab
unvanının zikredilmesi, emre boyun eğmenin vücubunun illet ve sebebini zımnen
bildirmek içindir.
Bu âyet,
Meryem'e cemaatle namaz kılmayı emretmektedir. Bu emrin, namazın rükünlerinin
zikri seklinde vârid olması, namaza riâyetin vücubunu mübalağa ile ifâde ve bu
rükünlerin her birinin faziletini ve asilliğini bildirmek içindir.
Secdenin,
rükûdan önce zikredilmesi;
ya onların şeriatinde rükünlerin tertibi
böyledir;
ya da secde namaz rükünlerinin efdali
(en faziletlisi), huşu ve huzu mertebelerinin en
sonu olduğu içindir.
Ancak bu,
uygulamadaki tertibin de böyle olmasını gerektirmez; aksine, uygulamadaki
tertibe uygun olan, aşağıdan yukarıya çıkılmasıdır.
Rükûun
sonra zikredilmesinin bir sebebi de namazlarında rükû olmayanların namaz kılmış
sayımladıklarını bildirmek için olabilir.
Âyette,
birinci rükünde (kıyamda) "Ya meryemü'knüti
lirabbiki / Ev Meryem! Rab bin için kaanit ol" kaydı zikredilmiş, fakat diğer
iki rükünde (secde ile rükûda) bu kayıt
zikredilmemiştir. Tercümede cümlenin başında zikredilen "li rabbiki / Rabbin
için" kaydı, diğer rükünler bakımından da aynı mânâyı ifâde ediyorsa da, âyetin
Arapça aslında kıyamdan sonra gelen bu kayıt, secde ve rükûa aynı mânâyı
vermemektedir. Zira cümlenin kelime kelime tercemesi,
"Ey Meryem!
Kaanit ol (kıyam et) Rabbin için; secde et, rükû
edenlerle beraber sen de rükû et" şeklindedir.
Ancak
bundan maksad, namaz emrinin bu kayıt ile kayıtlandırılmasıdır.
Bir görüşe göre de, bu âyette
(kıyam olarak tercüme edilen) kunûttan murad,
taat ve ibâdetlerin devamlılığıdır. Tıpkı Zümer (39)
sûresinin 9.
"Emmen hüve
kaanitün ânâeileyk sâciden ve kaaimen yahzeru'l-âhıirate ve yercû rahmete rabbih
/ (Küfür ve inkâr eden mi hayırlıdır) Yoksa
âhıirct azabından korkarak ve Rabbinin rahmetini umarak o gece saatlerinde
kalkıp sâcid ve kaaim olan mı?" âyetinde olduğu gibi. Ve bu âyetteki secdeden
murad da, namazdır. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi, secde, namaz rükünlerinin
efdakdir. Ve âyetteki rükûdan murad da, huşu ve sükûnettir.
Rivâyet olunuyor ki, Meryem bu emri alınca,
namazlardaki kıyamı o kadar uzattı ki, sonunda iki ayağı şişti ve yara oldu.
44
"İşte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.
(Resûlüm),
onlar "Meryem'e kim kefil olacak?" diye kalemlerini attıklarında sen yanlarında
değildin. Tartıştıklarında (muhasama
ettiklerinde) da sen yanlarında değildin."
A- "işte bunlar, sana vahyettiğimiz gayb
haberlerindendir ."
Uzak için
kullanılan ve daha önceki harikulade olayları gösteren "Zâlike — işte bunlar"
işareti, bu hâdiselere mazhar olanların şânının ve faziletteki mertebelerinin
yüceliğine delâlet eder.
Âyette
vahiy için muzari' (geniş zaman) kipinin
kullanılması, vahyin henüz kesilmediğini bildirir.
B- "(Resûlüm)
onlar "Meryem'e kim kefil olacak?" diye kalemlerini attıklarında sen yanlarında
değildin . Tartıştıklarında da yanlarında değildin ."
Bu da,
inkarcılara gazab ederek Kur’ân-ı Kerîmin vahiy olduğunu izah ve tahkiktir.
Tıpkı,
"Ve ma
künte bicanıbil-ğarbiyyi iz kadaynâ ilâ mûsal-emra ve ma künte mine'ş-şâhidîn /
(Resûlüm)
Mûsa'ya emrimizi vahyettiğimiz zaman sen batı tarafında değildin; "
" Sen
âyetlerimizi kendilerinden okuyarak öğrenmek üzere Medyen halkı arasında oturmuş
da değilsin..." (Kasas 28/44, 45) âyetleri gibi.
Zira bu gibi olayları öğrenmenin yolu:
-
ya bizzat görmektir,
-
ya da görenlerden işitmektir.
İkincisinin
olmadığı kendilerince sabit idi. Böylece zorunlu olarak geriye bizzat görme
ihtimali kalıyordu. Bu da maddeten imkânsız olup kendilerine gazab ve şiddetli
öfke gösterilerek nefyedilmiştir.
Kalemlerden
murad, temren sız şans oklarıdır.
Bir kavle
göre de onlar, bereket vesilesi olması umuduyla, Tevrat'ı yazdıkları kalemlerle
kur'a çekmişlerdi.
"Ve ma
künte ledeyhim / sen onların yanında değildin" ibaresinin tekrarı,
Peygamberimiz'in
(sallallahü aleyhi ve sellem) nübüvvetine delâlet eden iki ayrı
şahadettir. Çünkü Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem),
- ne
onların kalemlerim attıkları sırada,
- ne de
Meryem'in kefaleti için çekiştikleri sırada yanlarında bulunuyordu. Bunlar vahiy
yoluyla kendisine bildirilen gayb haberlerindendı.
Özellikle
onların çekişmelerinden, kuradan önceki nizaları kasdedildiği takdirde bu daha
da bariz olarak ortaya çıkar. Çünkü zikirde (anlatımda)
tertibin bozulması, bu yorumu teyid eder.
45
"Hani melekler şöyle demişlerdi:
"- Ey Meryem! Şüphesiz Allah, seni kendinden bir kelime
ile müjdeler. Onun ismi Meryem oğlu Isâ Mesîh'dir; dünya ve âhirette vecîh'dir
(itibarlı) ve
mukarrabîndendir."
A- "Hani melekler şöyle demişlerdi : "
İsa'nın
(aleyhisselâm) kıssasına böyle başlanıyor. Bu
âyet;
"Ve iz
kaleti'l-melâiketü ya meryemü innallâhe'stafaki
ve tahharaki - Hani, melekler şöyle demişlerdi:
- Ey
Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı..."
(Âl-ı imrân 3/42) âyetinin bedek ve izahıdır. Bu
iki âyet arasındaki bölümler, ara cümleleri kabilindendir. Bu âyet, geçen
kısımlara hem izah hem de benzerleri gibi,
Peygamberimiz'in nübüvvetine şahadet eden delillerdendir.
Bir görüşe göre de, bu âyet, bundan önce
zikredilen,
"
Tartıştıklarında da sen yanlarında değildin." (Al-i
İmran 3/44) cümlesinin bedeli ve izahıdır. Bu âyetler kısaca şunu
söylemektedir:
"-
Resûlüm, bir bölümünde o çekişmelerin
diğer bir bölümünde de bu hitabın gerçekleştiği o uzun zamanda sen dünyada
yoktun."
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem),
Meryem'in durumunu böylece bütün tafsilatıyla kavramıştır.
Burada da
yine söyleyen, Cebrâîl’dir Melekler şeklinde
çoğul olarak zikredilmesi ise, daha önce açıklanan sebeplerden dolayıdır.
B- "Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni kendinden bir kelime
ile müjdeler. Onun ismi Meryem oğlu İsâ Mesîh'dir; dünya ve âhirette vecîh
(itibârlı) ve
mukarrabindendir ."
Yani o kelimenin adı Mesih'tir; o aynı zamanda
İsa'dır ve o Isâ, Meryem'in oğludur.
Bir görüşe göre de, burada isimden murad,
müsemmânın, başkalarından temeyyüz etmesi, ayrılmasıdır. Buna göre burada isim,
bu üç kelimenin (Mesîh, İsâ ve Meryem oğlu
kelimelerinin) toplamıdır. Çünkü İsa'yı başkalarından tamamıyla temyiz
eden, bu üç kelimenin toplamıdır.
Mesîh,
İsa'ya siddîk gibi şeref" için verilmiş bir lakabdır. Bu kelimenin İbranîce
aslı, mübarek anlamında Meşîha'dır. İsâ kelimesi de, îşû kelimesinın
Arapçalaştırılmış şeklidir.
"Mesîh
kelimesinin mesh (dokunmak) ve İsâ kelimesinin
de ays (kızıl karışımı beyazlık) kökünden
geldiklerini isbat etmeye kalkışmak ve delil olarak da,
İsâ
(aleyhisselâm), bereket veya günahlardan
temizlenmek için meshedilmışti;
Cebrâîl
(aleyhisselâm) onu mesh etmişti;
İsâ toprağı
meshetmis, belli bir yerde oturmamış hep gezmişti;
İsâ
hastaları meshederek iyileştirmişti; bunun için ona Mesîh adı verildi;
Teni, kızıl
karışımı beyaz olduğu için de ona Isâ dendi; "
iddialarında bulunmak su yüzüne yazı yazmak gibidir.
İsa'nın
(aleyhisselâm) kendisine hitab edildiği hâlde
ona "Meryem oğlu" denmesi, onun babasız olarak doğacağına ve bu yüzden ancak
annesine nısbet edileceğine dikkatleri çekmek içindir. Zaten bundan dolayı
Meryem, bütün dünya kadınlarından üstün kılınmıştır.
İsa'nın
vasfı olarak zikredilen "vecîh", kuvvetli ve şerefli demektir. Onun dünyadaki
vecihliği, Peygamberliği ve insanların
öncüsü olmasıdır. Ahiretteki vecihliği ise, şefaattir ve cennetteki yüksek
derecesidir.
İsa'nın
(aleyhisselâm) mukarrabînden
(Allah'ın kendisine yakın kıldıklarından)
olması, semâya ref ine ve meleklerle olan ülfet ve arkadaşlığına işarettir.
|