Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

42

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

3

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

257

Allah îman edenlerin yardımcı sidir; onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin ise dostları ta guttur; onları nurdan karanlıklara çıkarır. İşte onlar cehennem arkadaşlarıdır. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.

"Allahü veliyyül lezine amenu” Allah îman edenleri sevendir yahut işlerini görendir. Îman edenlerden maksat îman etmek isteyen ve onun ilminde mü'min olduğu sâbit olan kimsedir,

"onları çıkarır” hidâyet ve tevfiki ile "karanlıklardan” cahilliğin, nefse uymanın, küfre götüren vesvese ve şüphelerin kabulü karanlıklarından "nura” îmana götüren hidâyete demektir. (Yuhricühüm fiili) haber ba'de haberdir ya da haberdeki gizli zamirden hâl’dir yahut Mevsûldan yahut her ikisinden hâl’dir yahut da açıklama mahiyetinde yeni söz başıdır ya da velayet durumunu tesbit etmektedir.

"Kâfirlerin ise dostları tağuttur” yani şeytanlardır ya da nefsî arzudan, şeytanlardan ve saireden saptırıcı şeylerdir.

"Onları nurdan karanlıklara çıkarır” fıtratla birlikte kendilerine verilen nurdan küfre, kabiliyet bozukluğuna ve şehvetlere dalmaya çıkarır.

Ya da açık delillerden şüphe ve tereddütlerin karanlıklarına çıkarır demektir.

Şöyle de denilmiştir: Bu âyet İslâm dîninden dönen bir topluluk hakkında inmiştir. Çıkarmanın tağuta isnat edilmesi sebep olması dolayısıyladır, bu da Allahü teâlâ’nın kudret ve irâdesinin ona taallukuna mani değildir.

"İşte onlar cehennem arkadaşlarıdır. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar” tehdit ve uyarıdır. Mü'minlere va'dedilenin belirtilmemesi belki de şanlarının yüceliğindendir (buna gerek duyulmamıştır).

258

Allah kendisine mülk vermesi dolayısıyla Rabbisi hususunda İbrâhîm'le tartışânı görmedin mi? Hani İbrâhîm,

"benim Rabbim diriltir ve öldürür” demişti de. O da:

"Ben de diriltir ve öldürürüm” demişti. İbrâhîm:

"Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getirir; sen de onu batıdan getir” dedi de o kâfir lal olup kaldı. Allah zâlimler topluluğuna hidâyet etmez.

"Allah kendisine mülk vermesi dolayısıyla Rabbisi hususunda İbrâhîm'le tartışânı görmedin mi?” Nemrud'un tartışmasına ve ahmaklığına dikkatimizi çekmektedir.

"En atahullahül mülke” lien atahu demektir, yani mülk vermesi onu şımarttı ve onu tartışmaya sevk etti.

Ya da şükretmesi gerekirken tartışmaya başladı, demektir, Meselâ: Sana iyilik ettim diye benimle düşmanlık ediyorsun sözü gibi, ya da Allah ona mülk verdiği zaman tartıştı demektir. Bu da Mu'tezileden Allah kafire mülk vermez diyenlere karşı bir delildir.

"İz kâle ibrahimü” bu da hâcce fiilinin zarfıdır yahut ikinci itibara göre Allah'ın ona mülk vermesinden bedeldir. (Benim Rabbim diriltir ve öldürür) bedenlerde hayatı ve ölümü yaratır. Hamze ye'yi atarak (rabbillezi) okumuştur. (O da: Ben de diriltir ve öldürürüm, dedi) katili affetmek ve öldürmekle. Nâfi' elifle (enâ) okumuştur.

"İbrâhîm: Şüphesiz Allah, güneşi doğudan getirir; sen de onu batıdan getir” dedi” İbrâhîm onu susturmak için bozuk itirazından yüz çevirdi, kendi üslubuyla altından kalkamayacağı bir delil getirmeye geçti. Bu, aslında Allah'ın kudreti dahilinde olup da başkasının yapamayacağı kapalı bir misalden açık bir misale geçmektir, yoksa bir delilden diğerine geçmek değildir. Belki de Nemrut Allah'ın her yaptığını yapacağını iddia etmişti; İbrâhîm de bu şekilde oyununu bozdu. Onu buna mülkten şımarması, ahmaklığı veya hulul (Allah'ın bazı şeylerin içine girme) inancı sevk etmişti.

Şöyle de denilmiştir: İbrâhîm aleyhisselâm putları kırınca Nemrut onu birkaç gün hapsetti, sonra yakmak için onu çıkardı, ona: Beni davet ettiğin Rabbin kim, dedi? O konuda tartıştı. (O kâfir lal oldu) dili tutuldu. Behete şeklinde de okunmuştur ki, İbrâhîm o kafiri mağlup etti, demektir.

"Allah zâlimler topluluğuna hidâyet etmez". hidâyeti kabul etmek istememekle nefislerine zulmedenlere demektir.

Şöyle de denilmiştir: Onları delil getirme durumuna yahut kurtuluş yoluna yahut kıyâmette cennet yoluna hidâyet etmez demektir.

259

Yahut o kimse gibisini görmedin mi ki, çatıları üzerine çökmüş bir kasabaya uğradı:

"Allah bunu ölümünden sonra nasıl diriltecek” dedi. Allah da onu yüz yıl öldürdü, sonra da diriltti. Ona:

"Ne kadar eğlendin?” dedi. O da:

"Bir gün yahut bir kışımı” dedi. Allah:

"Hayır, yüz yıl ölü kaldın; yiyeceğine ve içeceğine bak; bozulmamış. Eşeğine de bak; seni insanlara ibret yapmak istiyoruz. Kemiklere bak; onları nasıl birleştiriyor; sonra da onlara et giydiriyoruz” dedi. Durum kendisi için belli olunca:

"Artık biliyorum ki, Allah her şeye kâdirdir” dedi.

"Ev kellezi merre alâ karyetin” takdiri ev ereeyte mislellezi demektir, elemtere ilellezi hâcce buna dalâlet ettiği için hazfedilmiştir. Teşbih harfi kâf ile tahsis edilmesi, şunun içindir, çünkü diriltmeyi inkâr eden çoktur, nasıl olduğunu bilmeyen ise sayılamayacak kadar daha çoktur, ama İlâhlık iddia eden öyle değildir. Kâfin zâit olduğu da söylenmiştir, kelâmın takdiri elemtere ilellezi hâcce evillezi merre şeklindedir.

Şöyle de denilmiştir: Bu, manaya göre bir atıftır, sanki kellezi hâcce ev kellezi merre denilmiştir.

Şöyle de denilmiştir: Bu, İbrâhîm'in sözündendir, bunu ona karşılık vermek için söylemiştir, takdiri de şöyledir: İn künte tuhyi feahyi keihyaillahi ... eğer sen de diriltirsen Allahü teâlâ’nın geçen o kimseyi dirilttiği gibi dirilt. O da Üzeyr bin Şerhiya'dır yahut Hızır'dır, yahut yeniden dirilmeyi inkâr eden kafirdir. Olayın Nemrut ile geçmesi de bunu teyit eder. Şehir Kudüs'tür. Buhtunassar onu harap etmişti. Bunun ondan binlerce kimsenin çıktığı şehir olduğu ve diğer bir yer olduğu da söylenmiştir. Karye kara'dan gelir ki, toplamak manasınadır.

"Çatılan üzerine çökmüş” boşalmış, duvarları tavanının üzerine çökmüştür. (Allah bunu ölümünden sonra nasıl diriltir, dedi?) nasıl dirilteceğini bilmediğini itiraf etmekte ve dirilteni gözünde büyütmektedir, eğer bunu diyen mü'min ise. Diriltmeyi uzak gördüğü için demiştir, eğer diyen kâfir ise.

"Enna” zarf olarak mahallen mensûbtur, ev manasınadır ya da hâl olarak mensûbtur, keyfe manasınadır.

"Allah onu yüz yıl öldürdü” Allah onu yüz yıl ölü bıraktı yahut öldürdü de yüz yıl ölü bıraktı, demektir.

"Sonra diriltti” yani dirilterek kaldırdı.

"Ne kadar eğleştin, dedi?” diyen Allah'tır, kâfir de olsa onunla konuşması dirüdikten sonra îman etmesinden yahut îman etmeye yaklaşmasındandır. Bunun bir melek veyahut bir peygamber olduğu da söylenmiştir.

"O da: Bir gün yahut bir kısmı, dedi” zan ile konuşan biri gibi.

Şöyle de denilmiştir: O kuşluk vakti öldü, yüz yıl sonra akşamdan az önce dirildi; güneşe bakmadan önce bir gün, dedi, sonra dönüp baktı, güneşin bir kısmının batmadığım görünce o dediğinden dönerek:

Yahut bir kısmı, dedi.

"O da: Hayır, yüz yıl kaldın; yiyeceğine ve içeceğine bak; bozulmamış, dedi". Zamanın geçmesiyle bozulmamış. Lem yetesenneh bu sene'den türetilmiştir, he de kelimenin aslındadır, eğer sene'nin lamel fiili he takdir edilirse, sekte he'sidir, eğer vâv takdir edilirse. Şöyle denilmiştir: Aslı lem yetesennen'dir, hamein mesnun'dan gelir (kokuşmuş çamur) bu durumda ikinci nûn harf-i illete çevrilmiştir, tıpkı takaddal bazi kavlinde olduğu gibi. Zamirinin müfred olması yiyecekle içeceğin bir cins gibi olmasındandır.

Şöyle de denilmiştir: Yiyeceği incir yahut yaş üzüm idi, içeceği de meyve suyu idi ya da süt idi ve olduğu gibi duruyordu. Hamze ile Kisâî vasi hâlinde he'siz olarak lem yetesenne okumuşlardır.

"Eşeğine de bak” kemikleri nasıl dağılmış yahut ona bak, bağladığın gibi sapa sağlam duruyor. Onu susuz ve yemsiz koruduk, yiyecek ve içeceğini de bozulmaktan koruduğumuz gibi.

Birincisi hâle ve arkadakine daha uygundur.

"Seni insanlara ibret yapmak istiyoruz” yani bunu seni örnek kılmak için yapıyoruz demektir.

Rivâyete göre eşeğinin üzerinde kavmine geldi ve: Ben Üzeyr'im, dedi. Onlar da inanmadılar. O da Tevrat'ı ezberden okudu, ondan önce onu kimse ezberlememişti, böylece onu tanıdılar ve: O, Allah'ın oğludur, dediler. Şöyle denilmiştir: Evine döndüğü zaman genç idi, evlatları ise ihtiyarlamış idi. Onlara konuştuğu zaman: Yüz yıllık söz dediler.

"Kemiklere bak” yani merkebin kemiklerine demektir yahut diriltilmelerinden şaştığı ölülerin kemiklerine demektir,

"keyfe nünşizüha” onları nasıl dirilteceğiz yahut birbirinin üzerine koyup monta edeceğiz. Keyfe, nünşizüha ile mensûbtur, cümle de izam'dan hâl’dir yani kemiklere diriltilmiş olarak bak, demektir. İbn Kesîr, Nâfi', Ebû Amr ve Ya'kûb nünşirüha okumuşlardır ki, enşerallahul mevta (Allah'ın ölüleri diriltmesin) den gelir. Nenşürüha da okunmuştur ki, ensere manasından neşere'den gelir.

"Sonra da onlara et giydiriyoruz.” bunun fâili gizlidir, arkasındaki onu tefsir etmektedir, takdiri şöyledir: Felemma tebeyyene lehu ennallahe alâ külli şeyin kâdir. (Artık biliyorum ki, Allah her şeye kâdirdir).

Birincisi hazfedilmiştir, çünkü ikincisi ya da daha öncesi ona delâlet etmektedir yani felamma tebeyyene lehu üşkile aleyhi (müşkülü hallolunca) demektir. Hamze ile Kisâî emir tarzında i'lem okumuşlardır. Emreden de karşısındakidir yahut bizzat kendisidir, azarlamak niyetiyle kendi nefsine hitap etmiştir.

 

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1286  H : 685)

 

BEYDÂVÎ TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

ŞÂFİÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç