Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

23

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

2

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

154

Allah yolunda öldürülenlere "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz.

Allah yolunda öldürülenlere "Onlar ölüdürler" demeyin. Zira ölü, lezzet almaz, nimetleri idrak edemez. Halbuki Allah yolunda öldürülen kimse hayatta ve nimetler içerisindedir, güzel bir hayat sürdürmektedir. Cennet yiyeceklerinden rızıklandırılmaktadır. Onlar berzah âlemindedirler ve orada nimetlendirilmektedirler. Fakat siz onları göremezsiniz ki diri olduklarını bilesiniz.

Bu hususta diğer bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın, kendilerine lütfundan verdiği şeylerle sevinç içindedirler. Geride kalıp kendilerine erişemeyenlere, onlar için bir korku ve üzüntü olmadığını müjdelerler. Allah'ın nimetini, lütfunu ve Allah'ın, mü’minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelerler. Âl-i İmran sûresi, 3/169-171

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de Allah yolunda cihad ederek şehit olmanın yüce bir mertebe olduğunu beyan ederek buyuruyor ki:

"Şehitlerin ruhları, yeşil renkli kuşlar şeklindeki yaratıkların içinde bulunacaktır. O ruhlar için arştan asılan kandiller vardır. Ruhlar, cennetin diledikleri yerinde gezip dolaşırlar. Sonra o kandillerin çevresinde konaklarlar. Allahü teâlâ onlara bakarak: "Bir arzunuz var mı?" diye sorar. Onlar: "Bizim başka ne arzumuz olabilir ki? Biz, cennetin istediğimiz yerinde gezip dolaşıyoruz." derler. Allahü teâlâ bu soruyu onlara üç kere sorar. Onlar, soruların devam edeceğini anlayınca şöyle derler: "Ey Rabbimiz, biz, tekrar senin yolunda öldürülmek için ruhlarımızı bedenlerimize iade etmeni istiyoruz." Allahü teâlâ onların hiçbir ihtiyaçları olmadığını görünce artık kendi hallerine bırakılırlar. Müslim, K. el-îmare, bab: 121, Hadis No: 1887/Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'an Sûre 3 bab: 19. Hadis No: 3011 . Diğer bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor:

"Allah yolunda öldürülmek borç hariç (kul hakkı hariç) her şeyi affettirir. Müslim, K. el-îmare, bab: 120, Hadis No; 1886 Başka bir Hadis-i Şerifte de:

"Şehidin, öldürülürken hissettiği acı, sizden birinizin çimdiklenmekten hissettiği acı kadardır. Tirmizî, K. el-Fadail el-Cihad, bab: 26, Hadis No: 1668/Nesai, K. el-Cihad, bab 35, İbn-i Mâce, K. el-Cihad, bab: 16, Hadis No: 2802 buyurulmaktadır.

Cihadın ve şehidin yüceliğine işaretle başka bir Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor:

"İyi bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır. Buhari, K. el-Cihad, bab: 22,112,156 /Müslim, K. el-Cihad, bab: 20 Hadis No: 1742.

Ebû Said el-Hudri diyor ki:

"Bir adam Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e geldi ve ona: "İnsanların hangisi daha üstündür?" diye sordu. Resûlüllah da ona: "Allah yolunda malıyla, canıyla cihad eden kişidir." cevabını verdi. Müslim. K.el-İmare bab: 122, Hadis No: 1888

Abdullah b. Ömer (radıyallahü anh) Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor; "Rızkım mızrağımın gölgesinde verildi (Rızkım mızrağımın gölgesindedir) Zillet ve aşağılık ise emrime karşı gelenlere verildi. Buhari, K. el-Cihad, bab: 88/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 50

Bi'ri Maûne hadisesinde, Resûlüllah’ın emirlerini müşriklere tebliğ eden Haram b. Milhan'ın kamından ok girip sırtından çıktığında Haram, kanları alıp yüzüne sürerek şöyle demiştir:

"Allahuekber. Kâbenin rabbine yemin olsun ki ben kurtuldum. Buhari, K. el-Cihad, bab: 9 K. el-Megazi bab: 28/Müsüm, K. el-İmare bab: 147, Hadis No: 677

Hadis-i Şeriflerin de işaret buyurduğu şehitlik, dünyanın zorluk ve külfetlerinden kurtulma ve âhiretin sonsuz nimetlerine ermedir. Yok olup gitme değildir.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Resûlüllahtan nakledilen çeşitli Hadis-i Şeriflerde, mü’minler, öldükten sonra kabirlerinden cennete bir kapı açılacağı, ölen kişi cennet nimetlerini görünce rabbinden, kıyameti hemen koparmasını isteyeceği, kâfirlerin ise cehennem ateşine bir kapı açılacağı oradan cehennem ateşini görerek Allah’a sığınacakları ve kıyametin kopmasının ertelenmesini isteyecekleri zikredilmiştir. Bütün mü’minler kabirlerindeyken cennet nimetlerini müşahade ettiklerinden dolayı sevinç içinde olacaklarına göre âyet-i kerime’de özellikle, Alalı yolunda öldürülenlerin ölüler olmadığının bildirilmesinin ne gibi bir özelliği olabilir? Çünkü onlar da diğer mü’minler gibidirler." Cevaben denilir ki: "Kabirde mü’minlerle şehitlerin durumu farklıdır. Mü’minler, cennet nimetlerini sadece görürler ve ona kavuşmak için acele ederler. Şehitler ise, âyet-i kerime’nin de beyan ettiği gibi, kabir hayatindayken bile bizzat cennet nimetlerinden yer içer istifade ederler."

155

Şüphesiz ki sizi, biraz korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Ey Rasûlüm, sabredenleri müjdele.

Sizi, düşmanlarınızdan size ulaşacak bir korkuyla ve bir kıtlıktan dolayı gelecek açlıkla, mal, evlat ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Bunlar, imanında sadık olanlarla münafıkları ortaya çıkarmak içindir. Ey Rasûlüm, belalarıma karşı sabredenleri, tayin ettiğim kaza ve kadere boyun eğenleri, kendilerini sevindirecek af ve merhametimle müjdele.

*

Taberi diyor ki: "Allahü teâlâ bu âyet-i kerimesiyle, Resûlüllah’a tabi olan mü’minlere, kendilerinden önceki Peygamberleri ve ümmetleri imtihan ettiği gibi onları da imtihan edeceğini, böylece gerçekten mü’min olanı, gerisin geri gidip dinden çıkacak olandan ayırdedeceğini beyan etmektedir. Bu hususta başka bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve sıkıntılar dokunmuştu. Ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki Peygamber ve onunla beraber iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilinki Allah'ın yardımı pek yakındir Bakara sûresi, 2/214

Allahü teâlâ mü’minleri dünyada çeşitli imtihanlara tabi tutabilir. Mü’minler bunlara karşı sabretmelidirler. Zira sabretmeleri sebebiyle mutlaka bir mükâfaat alacaklardır.

Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:

"Dedim ki "Ey Allah'ın Resulü, insanların en şiddetli belaya uğrayanları kimlerdir? Resûlüllah buyurdu ki: "Peygamberlerdir. Onlardan sonra, dereceleri üstün olanlara göre sıralanırlar. Kişi, dindarlığına göre imtihan edilir. Eğer dininde sağlam ise belası da şiddetli olur. Şâyet dininde gevşek ise ona göre imtihan geçirir. Kulun başına devamlı felaketler gelir. Öyle ki o felaketler kulu arındırıp yeryüzünde günahsız olarak yürümesini sağlar. Tirmizi, K. ez-Zühd, bab: 56, Hadis No: 2398/İbn-i Mace, K. ci-Fiten bab: 23, Hadis No: 4023

Ancak sabretmek, bela veya felaketlerin geldiği anda gerçekleşmelidir. Önce sızlanıp daha sonra ise sabreden, sabrın sevabını kaybeder. Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den şu hadis-i şerif Rivâyet edilmektedir. Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün, kabir başında ağlayan bir kadının yanından geçti ve ona: "Allah'tan kork sabret." dedi. Kadın: "Benden uzak ol. Benim musibetim senin başına gelmedi." dedi. Kadın, Resûlüllah'ı tanımamıştı. Ona: "Bu zat, Allah'ın Resulü." dediler. Bunun üzerine kadın, Resûlüllah'ın kapısının önüne geldi. Orada kapıcı görmedi ve Resûlüllah'a dedi ki: "Ben seni tanımadım. "Resûlüllah da ona dedi ki: "Sabır, felaketin ilk anındadır. Buhari, K. el-Cenaiz, bab: 32/Ebû Davuci, K. el-Cenaiz, bab: 28, Hadis No: 3124/Müslim, K. el-Cenaiz, bab: 15, Hadis No: 926

156

Onlara bir musibet dokunduğu zaman: "Şüphesiz ki biz, Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz." derler.

157

İşte rablerinin mağfiret ve rahmeti onların üzerinedir. Doğru yolda bulunanlar da onlardır.

Ey Rasûlüm, Sen, sabreden kullarımı müjdele. Onlar, içinde bulundukîan bütün nimetlerin bana ait olduğunu idrak eder, bana kulluğu kabul eder, beni birlerler. Öldükten sonra tekrar dirileceklerini, huzuruma çıkarılacaklarını tasdik ederler. Benim hükümlerime boyun eğer, sevaplarımı umarlar. Cezalandırmamdan korkarlar. Benim, kendilerini herhangi bir şeyle imtihan etmem halinde de sabrederler.

Biz, hayatımızda da, Allah'ın âciz bir kuluyuz. Ölümümüzden sonra da ona döndürüleceğiz." derler. Günahlarından dolayı bağışlanma, işte böyle deyip te sabredenleredir. Onlara Allah'ın rahmeti ve acıması da vardır. Hak yolu bulanlar, rüşde ve doğruya erdirilenler de onlardır.

* Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Allahü teâlâ bildirdi ki, mü’min işi Allah'a bırakır. Bir musibet ânında "Şüphesiz biz, Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz" derse onun için üç hayırlı şey yazılır; Allah'tan af, merhamet ve hidâyet yolunu bulma.

Ebû Seleme, başına bir felaket gelen kişinin demesi halinde mükâfaatlandırılacağını beyan eden şu hadis-i şerifi Rivâyet etmiştir:

"Herhangi bir müslümana bir musibet dokunur da o da Allah'ın emrettiği gibi Allah'a sığınır der ve : "Ey Allah'ım, başıma gelen musibetin mükâfaatını ancak senden isterim, sen onun mükâfaatını bana ver ondan gördüğüm zaran gider." diye dua edecek olursa Allah o musibete karşılık o kişiye sevabını verir ve karşılığında, musibetten dolayı kaybettiğinden daha hayırlısını verir. İbn-i Mâce, K. el-Cenaiz, bab: 55, Hadis No: 1598/Ahmed b. Hanbel, Müsnetl, c. 4, s. 27 Hadisi-i Şerifin diğer bir Rivâyetinde Resûlüllah şöyle buyurmuştur."Ey Allah'ım, başıma gelen musibetin mükâfaatını ancak senden beklerim. Sen o musibetten dolayı bana sevap ver ve karşılığında, ondan dolayı uğradığım zarardan daha hayırlısını ver." diye dua etsin. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 27

Hazret-i Hüseyin, Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:

"Kimin başına bir musibet gelir de sonra o musibeti hatırlar ve "Şüphesiz ki biz Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz. " diyecek olursa o musibetin zamanı geçmiş bile olsa Allah o kimse için, musibetin geldiği gündeki mükâfaatını verir. İbn-i Mâce, K. el-Cenaiz, bab: 55, Hadis No: 1600 /Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 201

158

Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allah'ın alâmetlerindendir. Kim, Hac için Kâbeyi ziyaret eder veya Umre yaparsa, Safa ile Merveyi tavaf etmesinde bir mahzur yoktur. Bir kimse kendi isteğiyle, fazladan hayır yaparsa, muhakka ki Allah, şükrün karşılığını veren ve herşeyi bilendir.

Şüphesiz ki Safa ve Merve tepeleri, Allah'ın kullan için kıldığı alamet ve işaretlerdendir. Kullar, onların yanında dua zikir ve sa'y yaparak Allah'a ibadet ederi er. Kim, Beytül atik olan Kabeye Hac veya umre ziyareti yapmak için gelirse. Safa ile Merve tepelerini tavaf etmesinde bir zorluk ve günah yoktur. Bir kimse, farz olanı yerine getirdikten sonra fazladan Hac ve Umre yaparsa muhakkak ki Allah, kendi rızası için fazladan ibadet yapana, şükrünün karşılığını verir. Onun kast ve niyetini de çok iyi bilir.

* SAFA ile MERVE: Safa ve Merve, Kâbe-i Muazzamanın hemen yanında bulunan iki tepedir. Bunlar bir cadde ile birbirlerine bağlanmışlardır. Hac veya umre sırasında dört defa Safa'dan Merve'ye üç defa da Merve'den Safa'ya gidip gelmek vaciptir. Buna "Sa'y" denir. Bu sa'y, Kâbeyi tavaf ettikten sonra yapılır.

Bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi hakkında iki görüş zikredilmiştir: Onlardan birisi şöyledir:

a- Cahiliye döneminde Safa ve Merve'de birer put bulunuyormuş. Safa'dakinin ismi "İs'af' Merve'dekinin ismi de "Naile" imiş Müşrikler bu putları ziyaret ederlermiş. İslamiyet hakim olunca bu putlar kırılmış ve o mübarek yerler bunlardan temizlenmiştir. Fakat daha önce burada putların bulunmasından dolay bazı Müslümanlar, burada sa'y yapmanın mahzurlu olup olmayacağı hususunda tereddüt geçirmişler ve bunun üzerine bu âyet nazil olmuş ve bu iki tepe arasında sa'y yapmanın mahzurlu olmayacağını beyan etmiştir.

Bu görüş, Şa*bî, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Abbas, Süddî, Mücahid ve İbn-i Zeydelen Rivâyet edilmiştir.

b- Diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime’nin nüzul sebebi şudur: Cahiliye döneminde bir kısım insanlar. Safa ile Merve arasında sa'y yapmıyorlardı. Bunlar, İslam geldikten sonra da Safa ile Merve arasında sa'y yapmaktan çekiniyorlardı. Bunun üzerine Allahü teâlâ bu âyet-i kerime’yi indirdi. Safa ile Merve'nin, Allah'ın nişanelerinden olduğunu, onlar arasında sa'y yapmanın herhangi bir mahzuru bulunmadığını, bilakis onlar arasında sa'y yapmanın gerekliliğini beyan etti. Bu görüş ise Katade, Urve b. Zübeyr ve Hazret-i Âişeden Rivâyet edilmiştir. Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki: "Ben bu âyeti okudum ve Âişe'ye dedim ki: "Vallahi Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan için de bir mahzur yoktur." Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: "Bacımın oğlu ne kötü bir söz söyledin. Eğer bu âyet, senin yorumladığın gibi olsaydı: "Safa ile Merve'yi tavaf etmemekte bir mahzur yoktur." şeklinde olması icabederdi. Halbuki âyet, "Safa ile Merve'yi tavaf etmekte bir mahzur yoktur." şeklindedir.

Bu âyet, Müslüman olmadan önce Müşellelde bulunan "Menat" putunu Hac yapmaya girişen Ensar hakkında nazil olmuştur. Zira, Menat putunu Haccetmeye giriştikten sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı mahzurlu görmüyorlardı. Ensar Müslüman olduktan sonra Resûlüllah'tan bunu sordular ve dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz. Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı sakıncalı görüyorduk. Bu hususta ne dersin?" İşte bunun üzerine Allahü teâlâ: "Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allah'ın alâmetlerindendir..." Kim Hac için Kâbeyi ziyaret eder veya Umre yaparsa Safa ile Merve'yi tavaf etmesinde bir mahzur yoktur..." âyetini indirdi. Âişe devamla dedi ki: "Sonra Resûlüllah bu ikisinin arasında bizzat tavaf yaptı. Artık o ikisinin arasında tavafı terketmeye kimsenin hakkı yoktur. Bkz. Ebû Davud, K. ci-Menasik, bab: 56, Hadis No: 1901

Taberi diyor ki: "Âyet-i kerime’nin nüzul sebebi, bu görüşlerden herhangi biri olabilir. Hangi görüş alınırsa alınsın Safa ile Merve arasında sa'y yapmak gereklidir. Âyetin ifadesinden : "Tavaf edip etmemek serbesttir." mânâsı çıkarılmamalıdır. Zira onların arasını tavaf etmek, önce yasaklanıp daha sonra da serbest bırakılmış değildir. Ancak ilim adamları, bu iki tepe arasında tavaf etmenin (Sa'y etmenin) hükmü hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Hazret-i Âişe ve Enes b. Mâlike göre Safa ile Merve arasında sa'y etmek farzdır. Terkedilmesi halinde herhangi bir keffaret veya fidye geçerli değildir. Bu görüş İmam Şafiiden nakledilmiştir. Bunlara göre Allah teafa, Kâbeyi tavaf etmeyi emrettiği gibi Safa ile Merve arasında tavaf etmeyi de emretmiştir. Bunların birbirlerinden farklı olduklarını söylemek isabetli değildir.

b-Ebuzzerka, Ebû Hanife, ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise Safa ile Merve arasında tavafın terkedilmesi halinde, kaza edilmesi daha evladır. Ancak mutlaka kaza edilmesi gerekmez. Sa'y etmeyi terkeden kimsenin ceza olarak kurban kesmesi de yeterlidir. Bunlara göre Safa ile Merve arasında sa'y etme, Şeytan taşlamaya, Müzdelifede vakfe yapmaya ve Kâbeye varış tavafı yapmaya benzer.

c- Atâ, Abdullah b. Mes'ud, Âsim, Mücahid ve Abdullah b. Zübeyr'e göre, Safa iel merve arasında sa'y etmek ne farzdır ne de vaciptir. O, bir nafile ibadettir. Hac yapan kimse Sa'y yapacak olursa güzel bir iş yapmış olur. Yapmayacak olursa hiçbir şey gerekmez. Zira Abdullah b. Mes'ud ve Adullah b. Abbas bu âyet-i kerime’yi: "Kim Kâbeyi Hacceder veya Umre yapacak olursa onun, Safa ile Merve arasında tavaf yapmamasında bir mahzur yoktur." şeklinde okumuşlardır. Bu da Safa ile Merve arasında tavaf yapmamanın serbest olduğunu gösterir.

Taberi diyor ki: "Doğru olan görüşe göre "Safa ile Merve arasında tavaf etmek farzdır. Onu terkedenin veya unutanın tekrar orayı tavaf etmekten başka hiçbir çaresi oyktur." diyen görüştür. Zira Resûlüllah, sahabilerine Hac ibadetinin yapılacağı yerleri öğretirken Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı da öğretmiştir. Bu hususta Cabir b. Abdullah diyor ki:

"Resûlüllah, Kabe'nin kapısından Safa tepesine doğru çıktı. Oraya yaklaşınca: "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir...." âyetini okudu sonra "Biz de Allah'ın sıraladığı gibi başlayalım." dedi. Safa'dan başladı. Tepenin üzerine çıktı, Kâbeyi görünce tekbir getirdi ve:

"Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Onun hiç bir ortağı yoktur. Mülk ancak onundur, övülme de ona aittir. O, diriltir ve öldürür, o, her şeye kadirdir. O, kendisinden başka hiç bir ilâh bulunmayan bir Allah'tır. Kuluna verdiği vaadini yerine getirmiş, ona yardım etmiş ve tek başına bütün gurupları mağlup etmiştir." diyerek dua etti Ebû Davud K. el-Menasik, bab: 57. Hadis No: 1905

Abdullah b. Abbas diyor ki:

"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Kâbeyi tavaf ederken ve Safa ile Merve arasında sa'y yaparken koşmasının sebebi, müşriklere gücünü göstermek istemesiydi. Tirmizi, K. el-Hac, bab: 39, Hadis No: 863

Taberi diyor ki: "Resûlüllah, Safa ile Merve arasında sa'y yapmıştır. Onun, sa'y ve diğer Hac menasikini bizzat eda etmesi, aynı zamanda ümmetine Hac menasikini öğretmesi içindir. Ve Resûlüllah'ın amelleri, Allahü teâlânın, kitabında farz kıldığı hükümleri ümmetine açıklaması mahiyetindedir. O halde ümmetinin de bu gibi amellere uyması gerekir. Ümmet, Resûlüllah'ın Kâbeyi tavaf ettiği hususunda nasıl icma etmişse Safa iic Merve arasında sa'y yaptığı hususunda da icma etmiştir. Yine ümmet, Kabe'yi tavaf etmeyenin, herhangi bir fidye veya keffaretle onu eda etmiş sayılamayacağın, ancak onu tavaf etmekle Hac farizasını eda etmiş olacağı üzerinde icma etmiştir. Safa ile Merve arasında sa'y etmek te Kâbeyi tavaf etmek gibidir. Onu terkeden de ancak sa'y yapmakla onu eda etmiş sayılır. Bu ikisi arasında fark gözetenden, görüşüne delil istenir. Şâyet Abdullah b. Mes'uddan nakledilen: "Onları tavaf etmemenin bir mahzuru yoktur." şeklindeki kıraat delil gösterilecek olursa bunun, şaz (istisnai) bir kıraat olduğu ve bunun, Kur'anda tesbit edilmediği söylenir. Nitekim, Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) Urve b. Zübeyre karşı çıkmış ve yukarıda zikredilen izahatlarda bulunmuş ve bu kıraat üzere okuyanların görüşlerini reddetmiştir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Bir kimse kendi isteğiyle fazladan hayır yaparsa, muhakkak ki Allah, şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilinder." buyurulmaktadır. "Fazladan yapılan hayır"dan maksat, "Farz olan Haccını yaptıktan sonr nafile olarak Hac ve Umre yapmaktır." Yoksa Hac yaptıktan sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmak değildir. Zira bu ikisi arasında sa'y yapmak, daha önce de belirtildiği gibi nafile değil farzdır. Ancak nafile olan bir Hacda veya Umrede bunlar arasında sa'y yapmak nafile olur.

Safa ile Merve arasında sa'y yapan Hacılar bugün, yeşil direklerle işaretlenmiş kısma gelince, erkekler, hızlı ve gösterişli bir şekilde yürürler. Buna "Hervele" denir. Hanefilere göre Hervele yapmak vaciptir.

HAC: Lügatte, saygı gösterilecek makamları ve yerleri ziyaret kastında bulunmaktır. Şeriatta ise: Arafatta belli bir zamanda bir miktar durduktan sonra gidip Kâbeyi tavaf etmektir. Şeriatın tesbit etmiş olduğu ölçüde zengin olan ve diğer şartları da haiz olan bir Müslümana ömründe bir kere hac yapmak farzdır.

UMRE: Lügatte, ziyaret etmek mânâsına gelir. Şeriatta ise, belli bir zamana bağlı olmaksızın Kâbeyi tavaf etmek ve Safa ile Merve arasını sa'y etmekten ibarettir, umrede, Arafatta vakfe yapmak yoktur.

159

İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidâyeti, biz, insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenlere, işte onlara Allah lanet eder. Hem de bütün lanet edenler lanet eder.

İndirdiğimiz delilleri ve hidâyeti. Tevrat ve İncil'de insanlara açıklayıp izah ettikten sonra, Muhammed'i ve getirdiği dini hakkındaki bilgileri gizleyenleri Allah rahmetinden uzaklaştırır. Melekler ve mü’minler da onlara lanet eder.

* Bu gerçeği gizleyenler'den maksat, Yahudi ve Hıristiyan âlimleridir.

Çünkü bu kişiler, Allahü teâlânın, tevrat ve İncil'de açıkladığı, Hazret-i Muhammed'in geleceği, Peygamberliğini ve diğer sıfatlarını gizlemişler ve ona iman etmemişlerdi. Bu yüzden Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmışlar ve lanete uğratılmışlardır.

Taberi diyor ki: "Âyet, her ne kadar bu özel kişilere işaret etmekte ise de hükmü, Allah'ın insanlara açıklanmasını farz kıldığı bilgileri saklayan herkesi içine almaktadır."

İslam dini, Allah'ın insanlara gönderdiği bilgileri onlardan gizlemeyi yasaklamış ve bunu yapanların lanetleneceklerini beyan etmiştir. Bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz de bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Kimden bir ilim sorulur da o da ilmi gizleyecek olursa Allah o gizleyen kişiye kıyamet gününde ateşten gem vuracaktır. Ebû Davud, K. el-İlm, bab: 9, Hadis No: 3658/Tirmizi, K. el-İlm, bab: 3, Hadis No: 2649/İbn-i Mace, K. et-Mukaddime, bab: 24, Hadis No: 261

Yine bu hususta Ebû Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

"İnsanlar "Ebû Hureyre çok hadis Rivâyet ediyor" diyorlar. Şâyet, Allahü teâlânın kitabındaki şu iki âyet olmasaydı hiçbir hadis Rivâyet etmezdim. "Ebû Hureyre bu âyeti ve bundan sonra gelen âyeti okumuş ve devamla şöyle demiştir: "Muhacir kardeşlerimizi çarşilardaki alış veriş meşgul ediyordu. Ensardan olan kardeşlerimizi ise malları üzerindeki çalışmaları meşgul ediyordu. Ebû Hureyre ise karın tokluğuna Resûlüllah'tan ayrılmıyordu. O, onların hazır bulunmadiği yerlerde hazır bulunuyor ve onların ezberlemediklerini ezberliyordu Buhari, K. el-İlm, bab: 42/Müslim, K. Fadail es-Sahabe, bab: 160

Âyeti kerime’nin sonunda "İşte onlara Allah lanet eder, hem de bütün lanet edenler lanet eder." buyurulmaktadır. Bundan maksat, Allah'ın indirdiğini gizleyenleri Allah rahmetinden uzaklaştırır ve lanet edenler de onun, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmasını Allah'tan dilerler. Zira lanetin lügat mânâsı "Uzaklaştırmak ve kovmak" demektir.

Âyette zikredilen "Lanet edenler" den maksat, Mücahid ve İkrimeye göre, yeryüzündeki canlılar ve haşerattır. Zira bu yaratıklar: "Âdemoğlunun günahları yüzünden, bizden yağmur kesildi." derler, ve günah işleyenlere, Allah'ın lanet etmesini dilerler. Bu hususta İkrime diyor ki: "Bütün lanet edenler lanet eder. Hatta gübre böcekleri ve akrepler dahi. Onlar, "Âdemoğlunun günahları yüzünden biz yağmurdan mahrum olduk." derler.

Katade ve Rebi' b. Enes'e göre ise "Lanet edenler" den maksat. Melekler ve mü’minlerdir. Süddi ve Dehhak'a göre ise "Lanet edenler"den maksat, Kabirde azap gören "kafirlerin seslerini işiten ve insan ve cinlerin de dışındaki bütün yaratıklardır. Bu hususta Bera b. Âzibin şöyle dediği rivâyet edilir: "Kâfir kabire konulduğu zaman yanına bir yaratık gelir. Onun gözleri sanki bakırdan iki kazandır. Elinde demirden bir direk bulunmaktadır. Onunla kâfirin iki omuzu arasına öyle bir vurur ki kâfir çığlık koparır. Onun sesini işiten her yaratık ona lanet okur. Onun sesini işitmeyen hiçbir kimse kalmaz. Ancak cinler ve insanlar işitmezler.

Taberi diyor ki: "Bu görüşlerden doğru olanı, lanet edenlerin, melekler ve mü’minler olduğunu söyleyen görüştür. Zira Allahü teâlâ, başka bir âyet-i kerime’de, kâfirlere lanet okuyanları saymış ve buyurmuştur ki: "İnkâr edenler ve kâfir olarak ölenler var ya. Şüphesiz ki Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti işte bunların üzerinedir. Bakara sûresi, 2/161

160

Ancak tevbe edip kendilerini düzelten ve (Allah'ın indirdiğini) açıklayanlar müstesna. İşte onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edenim.

Ancak gerçeği gizlemekten vazgeçip tevbe edenler, salih amellerle nefislerini ıslah edenler ve Allah'ın, Peygamberlerine indirdiği vahyi açıklayanlar müstesna. İşte bunların tevbelerini kabul eder ve onları, bana itaat eden ve rızamı kazananlardan eylerim. Zira ben, kullarımın tevbelerini kabul eden, affımla onların kusurlarını örten, rahmetimle o kusurları cezalandırmaktan vazgeçen onlardan, tevbe edip kendisini düzelten ve Hazret-i Muhammed hakkında gizlediklerini açıklayan Abdullah b. Selam vb. mü’minlerdir. Âyet-i kerime, Yahudilerden olup iman eden bu kişilere işaret etmektedir.

Yukarıda da zikredildiği gibi Ebû Hureyre diyor ki: "Benim hakkımda "Ne kadar çok hadis Rivâyet ediyor." diyorlar. Eğer Allahü teâlânın kitabında, ilmi gizlemeyi yasaklayan bu iki âyet olmasaydı hiçbir hadis Rivâyet etmezdim." Bkz. Buhari, K. el-İlm, bab: 42, K. el-Hars, bab: 21,

161

İnkâr edenler ve kâfir olarak ölenler var ya, şüphesiz ki, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların laneti işte bunların üzerinedir.

Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerden, Muhammed'in Peygamberliğini inkâr eden ve bu inkârlarıyla kâfir olarak ölenler var ya, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların laneti işte bunların üzerinedir. Allah onları rahmetinden kovar. Melekler ve bütün insanlar da, Allah'tan, onları rahmetinden uzaklaştırmasını dilerler.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Âyet-i kerime’de, kâfir olarak ölene bütün insanların lanet okudukları zikredilmektedir. Halbuki insanların çoğu kâfirdir. Kâfirler, kâfir olarak ölenlere nasıl lanet edeceklerdir?" Cevaben denilir ki: "Mesele öyle değil. Mesele hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir:

Katade ve Rebi' b. Enes'e göre burada ifade edilen "Bütün insanlar" dan maksat, mü’minlerdir.

Ebû Aliyeye göre ise bu lanetleme işi âhirette olacaktır. Öyle ki kâfirler teşhir edilecek ve böylece bütün insanlar onlara lanet edeceklerdir.

Süddiye göre ise buradaki ifadeden şu kastedilmektedir: "Her insan, "Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun." der. Böylece kâfir olarak ölen de "Zalimler" ifadesine dahil olduğundan o da lanetlenmiş olur.

Taberi bu son görüşü tercih etmiş Ebul Âliye'den nakledilen görüşün de bununla bağdaştığım söylemiştir. Zira Allahü teâlâ kıyamet gününde, kâfir olarak ölenleri gören herkesin onlara lanet edeceklerini zikretmiş ve buyurmuştur ki: "Yalanlar uydurup Allah'a nisbet edenden daha zalim kim olabilir? İşte onlar, rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Şahitler: "Bunlar, rablerine yalan nisbet ettiler." diyeceklerdir, İyi bilinmelidir ki, Allah'ın laneti zalimeredir. Hûd sûresi, 11/18

162

O lanet içinde ebedi kalacaklardır, onların azabı hafiletilmez, onlara mühlet de verilmez.

Onlar, kendilerini cehenneme sokacak o lanetin içinde ebedi olarak kılacaklardır. Azaplan daimi ve ebedidir. Hafifletilmez ve hiç kesintiye uğratılma. Onlara, ileri sürecekleri bir mazeretten dolayı mühlet de Verilmez.

* devamlı kalacakları ve azaplarının da hafifletilmeyeceği zikredilmektedir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle buyurulmaktadır: "İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine hükmedilmez ki ölsünler. Onların cehnnem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri işte böyle cezalandırırız Fatır sunisi, 35/36 Âyetlerimizi inkâr edenleri, ilerde cehennem ateşine atacağız. Derileri yandıkça, azabı (alsınlar diye onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. Nîsa sûresi, 4/56 buyurulmaktadır: İzahı yapılan bu âyette: "Onlara mühlet te verilmez" buyurulmaktadır. Bu ifadeden kâfir olarak ölüp lanete uğrayanların mazeretlerinin dinlenilmiyeceği ve mazeretleri dinlenene kadar dahi mühlet verilmeyeceği anlaşılmaktadır. Nitekim bu hususta başka âyeti kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır. "O gün onlar konuşamazlar." "O gün, yalanlayanların vay haline. Mürselfıl sûresi,77/35, 36

163

Sizin ilahınız tek bir ilahtır, ondan başka ilâh yoktur. O, çok merhamet edendir ve çok bağışlayandır.

Ey insanlar, ibadet edilmeye layık olan ilahınız tek bir ilahtır. Ondan başka ilâh yoktur. Ondan gayrısına ibadet etmeyin. Ona bir başka şeyi eş koşmayın. Çünkü onun misli ve benzeri yoktur. O, çok merhamet edendir ve çok bağışlayandır.

*Bir kısım âlimler, Allahü teâlânın birliğini şöyle izah etmişlerdir: "Allah'ın benzeri ve emsali yoktur. Yani, Allahü teâlâ, aynı cinsten olan şeylerin biri değildir. Çünkü onun için cins söz konusu değildir. Yine Allahü teâlâ herhangi bir bütünün bölünen parçalarından biri değildir. Çünkü o, herhangibir şeyin parçası değildir. Yine Allahü teâlânın bir 'ligi, birbirine benzeyen iki şeyin aynı oluşu anlamında bir birlik değildir. Zira onun benzeri ve emsali yoktur.

Diğer bir kısım âlimler ise Allahü teâlânın birliğini şöyle izah etmişlerdir: Allahü teâlâ bütün yaratıklardan ayrıdır. Yaratıklardan hiçbir şey onun varlığı içine girmez. Allahü teâlâ da yaratıklardan herhangi birine hulul etmez. O, ayrıdır, yalnızdır, tektir.

Âyet-i kerime’de Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh olmadığı zikredilmektedir. Bunun anlamı" Âlemlerin, Allah’tan başka hiçbir rableri yoktur." Kullarının, Allah'tan başka ibadet etmeye layık görecekleri hiçbir ilâh yoktur. Allahü teâlânın dışındaki tüm varlıklar, onun yaratıklarıdır. Bu itibarla bunların hepsinin Allah'a itaat etmeleri, emrine boyun eğmeleri, onun dışındaki ilâh, put ve tağutlara ibadet etmeyi bırakmaları gerekir. Çünkü bunların hepsi Allah'ın yaratıklarıdır. Bu itibarla Allah'ın ilahlığını kabul etmek ve onun bir'liğini ikrar etmek zorundadırlar. Ayrıca dünyada, içinde bulundukları bütün nimetler ve âhirette erişecekleri bütün mükâfaatlar, Allah'a ortak koşulan putlara ait değil sadece Allah'a aittir. Diğer yandan Allah'a ortak koşulan şeyler, dünyada da âhirette de ne herhangi bir zarar verme gücüne sahiptirler ne de fayda sağlamaya. O halde bütün yaratıklar, Allah'tan başka ilâh olmadığını kabul etmeli ve onun emir ve yasaklarına boyun eğmelidirer." demektir.

Görüldüğü gibi âyet-i kerime, müşrikleri, sapıklıklarından dolayı uyarmakta, onları, İnkârcılıktan vazgeçip tevhid inancına dönmeye çağırmaktadır. Bu âyetten sonra gelen âyette ise, Allah'ın birliğini gösteren delilleri, aklını kullanacak olan müşriklere göstermekte ve Onları uyararak şöyle buyurmaktadır:

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç