Allah yolunda
öldürülenlere "Ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz farkında
değilsiniz.
Allah yolunda öldürülenlere "Onlar ölüdürler"
demeyin. Zira ölü, lezzet almaz, nimetleri idrak edemez. Halbuki Allah yolunda
öldürülen kimse hayatta ve nimetler içerisindedir, güzel bir hayat
sürdürmektedir. Cennet yiyeceklerinden rızıklandırılmaktadır. Onlar berzah
âlemindedirler ve orada nimetlendirilmektedirler. Fakat siz onları göremezsiniz
ki diri olduklarını bilesiniz.
Bu hususta diğer bir
âyet-i kerime’de de şöyle
buyurulmaktadır: "Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın. Bilakis
onlar diridirler. Rableri katından rızıklandırılmaktadırlar. Allah'ın,
kendilerine lütfundan verdiği şeylerle sevinç içindedirler. Geride kalıp
kendilerine erişemeyenlere, onlar için bir korku ve üzüntü olmadığını
müjdelerler. Allah'ın nimetini, lütfunu ve Allah'ın, mü’minlerin ecrini zayi
etmeyeceğini müjdelerler. Âl-i İmran sûresi, 3/169-171
Peygamber
efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)
de Allah yolunda cihad ederek şehit olmanın yüce bir mertebe olduğunu beyan
ederek buyuruyor ki:
"Şehitlerin ruhları, yeşil renkli kuşlar
şeklindeki yaratıkların içinde bulunacaktır. O ruhlar için arştan asılan
kandiller vardır. Ruhlar, cennetin diledikleri yerinde gezip dolaşırlar. Sonra o
kandillerin çevresinde konaklarlar. Allahü teâlâ
onlara bakarak: "Bir arzunuz var mı?" diye sorar. Onlar: "Bizim başka ne arzumuz
olabilir ki? Biz, cennetin istediğimiz yerinde gezip dolaşıyoruz." derler.
Allahü teâlâ bu soruyu onlara üç kere sorar.
Onlar, soruların devam edeceğini anlayınca şöyle derler: "Ey Rabbimiz, biz,
tekrar senin yolunda öldürülmek için ruhlarımızı bedenlerimize iade etmeni
istiyoruz." Allahü teâlâ onların hiçbir
ihtiyaçları olmadığını görünce artık kendi hallerine bırakılırlar.
Müslim, K. el-îmare, bab: 121, Hadis No: 1887/Tirmizi,
K. Tefsir el-Kur'an Sûre 3 bab: 19. Hadis No: 3011 . Diğer bir Hadis-i
Şerifte şöyle buyuruluyor:
"Allah yolunda öldürülmek borç hariç (kul hakkı
hariç) her şeyi affettirir. Müslim, K. el-îmare, bab:
120, Hadis No; 1886 Başka bir Hadis-i Şerifte de:
"Şehidin, öldürülürken hissettiği acı, sizden
birinizin çimdiklenmekten hissettiği acı kadardır.
Tirmizî, K. el-Fadail el-Cihad, bab: 26, Hadis No: 1668/Nesai, K. el-Cihad, bab
35, İbn-i Mâce, K. el-Cihad, bab: 16, Hadis No: 2802 buyurulmaktadır.
Cihadın ve şehidin yüceliğine işaretle başka bir
Hadis-i Şerifte şöyle buyuruluyor:
"İyi bilin ki cennet, kılıçların gölgesi
altındadır. Buhari, K. el-Cihad, bab: 22,112,156
/Müslim, K. el-Cihad, bab: 20 Hadis No: 1742.
Ebû Said el-Hudri diyor ki:
"Bir adam
Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e
geldi ve ona: "İnsanların hangisi daha üstündür?" diye sordu.
Resûlüllah da ona: "Allah yolunda
malıyla, canıyla cihad eden kişidir." cevabını verdi.
Müslim. K.el-İmare bab: 122, Hadis No: 1888
Abdullah b. Ömer
(radıyallahü anh)
Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu Rivâyet ediyor;
"Rızkım mızrağımın gölgesinde verildi (Rızkım mızrağımın gölgesindedir) Zillet
ve aşağılık ise emrime karşı gelenlere verildi.
Buhari, K. el-Cihad, bab: 88/Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 2, s. 50
Bi'ri Maûne hadisesinde,
Resûlüllah’ın emirlerini müşriklere
tebliğ eden Haram b. Milhan'ın kamından ok girip sırtından çıktığında Haram,
kanları alıp yüzüne sürerek şöyle demiştir:
"Allahuekber. Kâbenin rabbine yemin olsun ki ben
kurtuldum. Buhari, K. el-Cihad, bab: 9 K. el-Megazi
bab: 28/Müsüm, K. el-İmare bab: 147, Hadis No: 677
Hadis-i Şeriflerin de işaret buyurduğu şehitlik,
dünyanın zorluk ve külfetlerinden kurtulma ve âhiretin sonsuz nimetlerine
ermedir. Yok olup gitme değildir.
Taberi
diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Resûlüllahtan
nakledilen çeşitli Hadis-i Şeriflerde, mü’minler, öldükten sonra kabirlerinden
cennete bir kapı açılacağı, ölen kişi cennet nimetlerini görünce rabbinden,
kıyameti hemen koparmasını isteyeceği, kâfirlerin ise cehennem ateşine bir kapı
açılacağı oradan cehennem ateşini görerek Allah’a sığınacakları ve kıyametin
kopmasının ertelenmesini isteyecekleri zikredilmiştir. Bütün mü’minler
kabirlerindeyken cennet nimetlerini müşahade ettiklerinden dolayı sevinç içinde
olacaklarına göre âyet-i kerime’de
özellikle, Alalı yolunda öldürülenlerin ölüler olmadığının bildirilmesinin ne
gibi bir özelliği olabilir? Çünkü onlar da diğer mü’minler gibidirler." Cevaben
denilir ki: "Kabirde mü’minlerle şehitlerin durumu farklıdır. Mü’minler, cennet
nimetlerini sadece görürler ve ona kavuşmak için acele ederler. Şehitler ise,
âyet-i kerime’nin
de beyan ettiği gibi, kabir hayatindayken bile bizzat cennet nimetlerinden yer
içer istifade ederler."
Şüphesiz ki sizi, biraz
korku, açlık, mal, can ve ürün eksikliği ile imtihan edeceğiz. Ey Rasûlüm,
sabredenleri müjdele.
Sizi, düşmanlarınızdan size ulaşacak bir korkuyla
ve bir kıtlıktan dolayı gelecek açlıkla, mal, evlat ve ürün eksikliği ile
imtihan edeceğiz. Bunlar, imanında sadık olanlarla münafıkları ortaya çıkarmak
içindir. Ey Rasûlüm, belalarıma karşı sabredenleri, tayin ettiğim kaza ve kadere
boyun eğenleri, kendilerini sevindirecek af ve merhametimle müjdele.
*
Taberi
diyor ki: "Allahü teâlâ bu
âyet-i kerimesiyle,
Resûlüllah’a tabi olan mü’minlere,
kendilerinden önceki Peygamberleri ve ümmetleri imtihan ettiği gibi onları da
imtihan edeceğini, böylece gerçekten mü’min olanı, gerisin geri gidip dinden
çıkacak olandan ayırdedeceğini beyan etmektedir. Bu hususta başka bir
âyet-i kerime’de
de şöyle buyurulmaktadır: "Sizden öncekilerin başına gelenlerin benzeri sizin de
başınıza gelmeden, cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz? Onlara yoksulluk ve
sıkıntılar dokunmuştu. Ve şiddetle sarsılmışlardı. Öyle ki Peygamber ve onunla
beraber iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman gelecek?" demişlerdi. Bilinki
Allah'ın yardımı pek yakındir Bakara sûresi, 2/214
Allahü teâlâ
mü’minleri dünyada çeşitli imtihanlara tabi tutabilir. Mü’minler bunlara karşı
sabretmelidirler. Zira sabretmeleri sebebiyle mutlaka bir mükâfaat alacaklardır.
Sa'd b. Ebi Vakkas diyor ki:
"Dedim ki "Ey Allah'ın Resulü, insanların en
şiddetli belaya uğrayanları kimlerdir? Resûlüllah
buyurdu ki: "Peygamberlerdir. Onlardan sonra, dereceleri üstün olanlara göre
sıralanırlar. Kişi, dindarlığına göre imtihan edilir. Eğer dininde sağlam ise
belası da şiddetli olur. Şâyet dininde gevşek ise ona göre imtihan geçirir.
Kulun başına devamlı felaketler gelir. Öyle ki o felaketler kulu arındırıp
yeryüzünde günahsız olarak yürümesini sağlar. Tirmizi,
K. ez-Zühd, bab: 56, Hadis No: 2398/İbn-i Mace, K. ci-Fiten bab: 23, Hadis No:
4023
Ancak sabretmek, bela veya felaketlerin geldiği
anda gerçekleşmelidir. Önce sızlanıp daha sonra ise sabreden, sabrın sevabını
kaybeder. Bu hususta Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) den şu
hadis-i şerif Rivâyet edilmektedir. Enes b.
Mâlik diyor ki:
"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem) bir gün, kabir başında ağlayan bir kadının yanından geçti ve ona:
"Allah'tan kork sabret." dedi. Kadın: "Benden uzak ol. Benim musibetim senin
başına gelmedi." dedi. Kadın, Resûlüllah'ı
tanımamıştı. Ona: "Bu zat, Allah'ın Resulü." dediler. Bunun üzerine kadın,
Resûlüllah'ın kapısının önüne geldi.
Orada kapıcı görmedi ve Resûlüllah'a
dedi ki: "Ben seni tanımadım. "Resûlüllah
da ona dedi ki: "Sabır, felaketin ilk anındadır.
Buhari, K. el-Cenaiz, bab: 32/Ebû Davuci, K. el-Cenaiz, bab: 28, Hadis No:
3124/Müslim, K. el-Cenaiz, bab: 15, Hadis No: 926
Onlara bir musibet
dokunduğu zaman: "Şüphesiz ki biz, Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz."
derler.
İşte rablerinin mağfiret
ve rahmeti onların üzerinedir. Doğru yolda bulunanlar da onlardır.
Ey Rasûlüm, Sen, sabreden kullarımı müjdele.
Onlar, içinde bulundukîan bütün nimetlerin bana ait olduğunu idrak eder, bana
kulluğu kabul eder, beni birlerler. Öldükten sonra tekrar dirileceklerini,
huzuruma çıkarılacaklarını tasdik ederler. Benim hükümlerime boyun eğer,
sevaplarımı umarlar. Cezalandırmamdan korkarlar. Benim, kendilerini herhangi bir
şeyle imtihan etmem halinde de sabrederler.
Biz, hayatımızda da, Allah'ın âciz bir kuluyuz.
Ölümümüzden sonra da ona döndürüleceğiz." derler. Günahlarından dolayı
bağışlanma, işte böyle deyip te sabredenleredir. Onlara Allah'ın rahmeti ve
acıması da vardır. Hak yolu bulanlar, rüşde ve doğruya erdirilenler de onlardır.
* Abdullah b. Abbas
diyor ki:
"Allahü teâlâ bildirdi ki, mü’min işi Allah'a bırakır. Bir
musibet ânında "Şüphesiz biz, Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz" derse onun
için üç hayırlı şey yazılır; Allah'tan af, merhamet ve hidâyet yolunu bulma.
Ebû Seleme, başına bir felaket gelen kişinin
demesi halinde mükâfaatlandırılacağını beyan eden şu
hadis-i şerifi Rivâyet etmiştir:
"Herhangi bir müslümana bir musibet dokunur da o
da Allah'ın emrettiği gibi Allah'a sığınır der ve : "Ey Allah'ım, başıma gelen
musibetin mükâfaatını ancak senden isterim, sen onun mükâfaatını bana ver ondan
gördüğüm zaran gider." diye dua edecek olursa Allah o musibete karşılık o kişiye
sevabını verir ve karşılığında, musibetten dolayı kaybettiğinden daha
hayırlısını verir. İbn-i Mâce, K. el-Cenaiz, bab: 55,
Hadis No: 1598/Ahmed b. Hanbel,
Müsnetl, c. 4, s. 27 Hadisi-i Şerifin diğer bir Rivâyetinde
Resûlüllah şöyle buyurmuştur."Ey
Allah'ım, başıma gelen musibetin mükâfaatını ancak senden beklerim. Sen o
musibetten dolayı bana sevap ver ve karşılığında, ondan dolayı uğradığım
zarardan daha hayırlısını ver." diye dua etsin.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 27
Hazret-i Hüseyin,
Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu söylemiştir:
"Kimin başına bir musibet gelir de sonra o
musibeti hatırlar ve "Şüphesiz ki biz Allah içiniz ve mutlaka ona döneceğiz. "
diyecek olursa o musibetin zamanı geçmiş bile olsa Allah o kimse için, musibetin
geldiği gündeki mükâfaatını verir. İbn-i Mâce, K.
el-Cenaiz, bab: 55, Hadis No: 1600 /Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 201
Şüphesiz ki Safa ile
Merve, Allah'ın alâmetlerindendir. Kim, Hac için Kâbeyi ziyaret eder veya Umre
yaparsa, Safa ile Merveyi tavaf etmesinde bir mahzur yoktur. Bir kimse kendi
isteğiyle, fazladan hayır yaparsa, muhakka ki Allah, şükrün karşılığını veren ve
herşeyi bilendir.
Şüphesiz ki Safa ve Merve tepeleri, Allah'ın
kullan için kıldığı alamet ve işaretlerdendir. Kullar, onların yanında dua zikir
ve sa'y yaparak Allah'a ibadet ederi er. Kim, Beytül atik olan Kabeye Hac veya
umre ziyareti yapmak için gelirse. Safa ile Merve tepelerini tavaf etmesinde bir
zorluk ve günah yoktur. Bir kimse, farz olanı yerine getirdikten sonra fazladan
Hac ve Umre yaparsa muhakkak ki Allah, kendi rızası için fazladan ibadet yapana,
şükrünün karşılığını verir. Onun kast ve niyetini de çok iyi bilir.
* SAFA ile MERVE: Safa ve Merve, Kâbe-i
Muazzamanın hemen yanında bulunan iki tepedir. Bunlar bir cadde ile birbirlerine
bağlanmışlardır. Hac veya umre sırasında dört defa Safa'dan Merve'ye üç defa da
Merve'den Safa'ya gidip gelmek vaciptir. Buna "Sa'y" denir. Bu sa'y, Kâbeyi
tavaf ettikten sonra yapılır.
Bu âyet-i kerime’nin
nüzul sebebi hakkında iki görüş zikredilmiştir: Onlardan birisi şöyledir:
a- Cahiliye döneminde Safa ve Merve'de
birer put bulunuyormuş. Safa'dakinin ismi "İs'af' Merve'dekinin ismi de "Naile"
imiş Müşrikler bu putları ziyaret ederlermiş. İslamiyet hakim olunca bu putlar
kırılmış ve o mübarek yerler bunlardan temizlenmiştir. Fakat daha önce burada
putların bulunmasından dolay bazı Müslümanlar, burada sa'y yapmanın mahzurlu
olup olmayacağı hususunda tereddüt geçirmişler ve bunun üzerine bu âyet nazil
olmuş ve bu iki tepe arasında sa'y yapmanın mahzurlu olmayacağını beyan
etmiştir.
Bu görüş, Şa*bî, Enes b. Mâlik,
Abdullah b. Abbas,
Süddî, Mücahid
ve İbn-i Zeydelen Rivâyet edilmiştir.
b- Diğer bir görüşe göre bu âyet-i
kerime’nin nüzul sebebi şudur: Cahiliye döneminde bir kısım insanlar. Safa ile
Merve arasında sa'y yapmıyorlardı. Bunlar, İslam geldikten sonra da Safa ile
Merve arasında sa'y yapmaktan çekiniyorlardı. Bunun üzerine
Allahü teâlâ bu
âyet-i kerime’yi indirdi. Safa ile
Merve'nin, Allah'ın nişanelerinden olduğunu, onlar arasında sa'y yapmanın
herhangi bir mahzuru bulunmadığını, bilakis onlar arasında sa'y yapmanın
gerekliliğini beyan etti. Bu görüş ise Katade,
Urve b. Zübeyr ve Hazret-i Âişeden Rivâyet
edilmiştir. Bu hususta Urve b. Zübeyr diyor ki: "Ben bu âyeti okudum ve Âişe'ye
dedim ki: "Vallahi Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan için de bir mahzur
yoktur." Bunun üzerine Âişe şöyle dedi: "Bacımın oğlu ne kötü bir söz söyledin.
Eğer bu âyet, senin yorumladığın gibi olsaydı: "Safa ile Merve'yi tavaf
etmemekte bir mahzur yoktur." şeklinde olması icabederdi. Halbuki âyet, "Safa
ile Merve'yi tavaf etmekte bir mahzur yoktur." şeklindedir.
Bu âyet, Müslüman olmadan önce Müşellelde bulunan
"Menat" putunu Hac yapmaya girişen Ensar hakkında nazil olmuştur. Zira, Menat
putunu Haccetmeye giriştikten sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı
mahzurlu görmüyorlardı. Ensar Müslüman olduktan sonra
Resûlüllah'tan bunu sordular ve dediler
ki: "Ey Allah'ın Resulü, biz. Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı sakıncalı
görüyorduk. Bu hususta ne dersin?" İşte bunun üzerine
Allahü teâlâ: "Şüphesiz ki Safa ile Merve,
Allah'ın alâmetlerindendir..." Kim Hac için Kâbeyi ziyaret eder veya Umre
yaparsa Safa ile Merve'yi tavaf etmesinde bir mahzur yoktur..." âyetini indirdi.
Âişe devamla dedi ki: "Sonra Resûlüllah
bu ikisinin arasında bizzat tavaf yaptı. Artık o ikisinin arasında tavafı
terketmeye kimsenin hakkı yoktur. Bkz. Ebû Davud, K.
ci-Menasik, bab: 56, Hadis No: 1901
Taberi
diyor ki: "Âyet-i kerime’nin
nüzul sebebi, bu görüşlerden herhangi biri olabilir. Hangi görüş alınırsa
alınsın Safa ile Merve arasında sa'y yapmak gereklidir. Âyetin ifadesinden :
"Tavaf edip etmemek serbesttir." mânâsı çıkarılmamalıdır. Zira onların arasını
tavaf etmek, önce yasaklanıp daha sonra da serbest bırakılmış değildir. Ancak
ilim adamları, bu iki tepe arasında tavaf etmenin (Sa'y etmenin) hükmü hakkında
farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Hazret-i
Âişe ve Enes b. Mâlike göre Safa ile Merve arasında sa'y etmek farzdır.
Terkedilmesi halinde herhangi bir keffaret veya fidye geçerli değildir. Bu görüş
İmam Şafiiden nakledilmiştir. Bunlara
göre Allah teafa, Kâbeyi tavaf etmeyi emrettiği gibi Safa ile Merve arasında
tavaf etmeyi de emretmiştir. Bunların birbirlerinden farklı olduklarını söylemek
isabetli değildir.
b-Ebuzzerka,
Ebû Hanife, ebu Yusuf ve İmam
Muhammed'e göre ise Safa ile Merve
arasında tavafın terkedilmesi halinde, kaza edilmesi daha evladır. Ancak mutlaka
kaza edilmesi gerekmez. Sa'y etmeyi terkeden kimsenin ceza olarak kurban kesmesi
de yeterlidir. Bunlara göre Safa ile Merve arasında sa'y etme, Şeytan taşlamaya,
Müzdelifede vakfe yapmaya ve Kâbeye varış tavafı yapmaya benzer.
c- Atâ,
Abdullah b. Mes'ud, Âsim, Mücahid ve
Abdullah b. Zübeyr'e göre, Safa iel merve arasında sa'y etmek ne farzdır ne de
vaciptir. O, bir nafile ibadettir. Hac yapan kimse Sa'y yapacak olursa güzel bir
iş yapmış olur. Yapmayacak olursa hiçbir şey gerekmez. Zira
Abdullah b. Mes'ud ve Adullah b. Abbas bu
âyet-i kerime’yi:
"Kim Kâbeyi Hacceder veya Umre yapacak olursa onun, Safa ile Merve arasında
tavaf yapmamasında bir mahzur yoktur." şeklinde okumuşlardır. Bu da Safa ile
Merve arasında tavaf yapmamanın serbest olduğunu gösterir.
Taberi
diyor ki: "Doğru olan görüşe göre "Safa ile Merve arasında tavaf etmek farzdır.
Onu terkedenin veya unutanın tekrar orayı tavaf etmekten başka hiçbir çaresi
oyktur." diyen görüştür. Zira Resûlüllah,
sahabilerine Hac ibadetinin
yapılacağı yerleri öğretirken Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı da
öğretmiştir. Bu hususta Cabir b. Abdullah
diyor ki:
"Resûlüllah, Kabe'nin kapısından Safa tepesine doğru çıktı.
Oraya yaklaşınca: "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir...."
âyetini okudu sonra "Biz de Allah'ın sıraladığı gibi başlayalım." dedi. Safa'dan
başladı. Tepenin üzerine çıktı, Kâbeyi görünce tekbir getirdi ve:
"Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır.
Onun hiç bir ortağı yoktur. Mülk ancak onundur, övülme de ona aittir. O,
diriltir ve öldürür, o, her şeye kadirdir. O, kendisinden başka hiç bir ilâh
bulunmayan bir Allah'tır. Kuluna verdiği vaadini yerine getirmiş, ona yardım
etmiş ve tek başına bütün gurupları mağlup etmiştir." diyerek dua etti
Ebû Davud K. el-Menasik, bab: 57. Hadis No: 1905
Abdullah b. Abbas
diyor ki:
"Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve
sellem)'in, Kâbeyi tavaf ederken ve Safa ile Merve arasında sa'y yaparken
koşmasının sebebi, müşriklere gücünü göstermek istemesiydi.
Tirmizi, K. el-Hac, bab: 39, Hadis No: 863
Taberi
diyor ki: "Resûlüllah, Safa ile Merve
arasında sa'y yapmıştır. Onun, sa'y ve diğer Hac menasikini bizzat eda etmesi,
aynı zamanda ümmetine Hac menasikini öğretmesi içindir. Ve
Resûlüllah'ın amelleri,
Allahü teâlânın, kitabında farz kıldığı
hükümleri ümmetine açıklaması mahiyetindedir. O halde ümmetinin de bu gibi
amellere uyması gerekir. Ümmet, Resûlüllah'ın
Kâbeyi tavaf ettiği hususunda nasıl icma etmişse Safa iic Merve arasında sa'y
yaptığı hususunda da icma etmiştir. Yine ümmet, Kabe'yi tavaf etmeyenin,
herhangi bir fidye veya keffaretle onu eda etmiş sayılamayacağın, ancak onu
tavaf etmekle Hac farizasını eda etmiş olacağı üzerinde icma etmiştir. Safa ile
Merve arasında sa'y etmek te Kâbeyi tavaf etmek gibidir. Onu terkeden de ancak
sa'y yapmakla onu eda etmiş sayılır. Bu ikisi arasında fark gözetenden, görüşüne
delil istenir. Şâyet Abdullah b. Mes'uddan
nakledilen: "Onları tavaf etmemenin bir mahzuru yoktur." şeklindeki kıraat delil
gösterilecek olursa bunun, şaz (istisnai) bir kıraat olduğu ve bunun, Kur'anda
tesbit edilmediği söylenir. Nitekim, Hazret-i Âişe
(radıyallahü anhâ) Urve b. Zübeyre karşı çıkmış
ve yukarıda zikredilen izahatlarda bulunmuş ve bu kıraat üzere okuyanların
görüşlerini reddetmiştir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "Bir kimse kendi isteğiyle fazladan hayır yaparsa, muhakkak ki Allah,
şükrün karşılığını veren ve her şeyi bilinder." buyurulmaktadır. "Fazladan
yapılan hayır"dan maksat, "Farz olan Haccını yaptıktan sonr nafile olarak Hac ve
Umre yapmaktır." Yoksa Hac yaptıktan sonra Safa ile Merve arasında sa'y yapmak
değildir. Zira bu ikisi arasında sa'y yapmak, daha önce de belirtildiği gibi
nafile değil farzdır. Ancak nafile olan bir Hacda veya Umrede bunlar arasında
sa'y yapmak nafile olur.
Safa ile Merve arasında sa'y yapan Hacılar bugün,
yeşil direklerle işaretlenmiş kısma gelince, erkekler, hızlı ve gösterişli bir
şekilde yürürler. Buna "Hervele" denir. Hanefilere göre Hervele yapmak vaciptir.
HAC: Lügatte, saygı gösterilecek makamları ve
yerleri ziyaret kastında bulunmaktır. Şeriatta ise: Arafatta belli bir zamanda
bir miktar durduktan sonra gidip Kâbeyi tavaf etmektir. Şeriatın tesbit etmiş
olduğu ölçüde zengin olan ve diğer şartları da haiz olan bir Müslümana ömründe
bir kere hac yapmak farzdır.
UMRE: Lügatte, ziyaret etmek mânâsına gelir.
Şeriatta ise, belli bir zamana bağlı olmaksızın Kâbeyi tavaf etmek ve Safa ile
Merve arasını sa'y etmekten ibarettir, umrede, Arafatta vakfe yapmak yoktur.
İndirdiğimiz apaçık
delilleri ve hidâyeti, biz, insanlara kitapta açıkladıktan sonra gizleyenlere,
işte onlara Allah lanet eder. Hem de bütün lanet edenler lanet eder.
İndirdiğimiz delilleri ve hidâyeti. Tevrat ve
İncil'de insanlara açıklayıp izah ettikten sonra,
Muhammed'i ve getirdiği dini hakkındaki
bilgileri gizleyenleri Allah rahmetinden uzaklaştırır. Melekler ve mü’minler da
onlara lanet eder.
* Bu gerçeği gizleyenler'den maksat, Yahudi ve
Hıristiyan âlimleridir.
Çünkü bu kişiler,
Allahü teâlânın, tevrat ve İncil'de açıkladığı,
Hazret-i Muhammed'in geleceği,
Peygamberliğini ve diğer sıfatlarını gizlemişler ve ona iman etmemişlerdi. Bu
yüzden Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmışlar ve lanete uğratılmışlardır.
Taberi
diyor ki: "Âyet, her ne kadar bu özel kişilere işaret etmekte ise de hükmü,
Allah'ın insanlara açıklanmasını farz kıldığı bilgileri saklayan herkesi içine
almaktadır."
İslam dini, Allah'ın insanlara gönderdiği
bilgileri onlardan gizlemeyi yasaklamış ve bunu yapanların lanetleneceklerini
beyan etmiştir. Bu hususta Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz de bir
Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
"Kimden bir ilim sorulur da o da ilmi gizleyecek
olursa Allah o gizleyen kişiye kıyamet gününde ateşten gem vuracaktır.
Ebû Davud, K. el-İlm, bab: 9, Hadis No: 3658/Tirmizi,
K. el-İlm, bab: 3, Hadis No: 2649/İbn-i Mace, K. et-Mukaddime, bab: 24, Hadis
No: 261
Yine bu hususta Ebû
Hureyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:
"İnsanlar "Ebû Hureyre
çok hadis Rivâyet ediyor" diyorlar. Şâyet, Allahü
teâlânın kitabındaki şu iki âyet olmasaydı hiçbir hadis Rivâyet
etmezdim. "Ebû Hureyre bu âyeti ve bundan
sonra gelen âyeti okumuş ve devamla şöyle demiştir: "Muhacir kardeşlerimizi
çarşilardaki alış veriş meşgul ediyordu. Ensardan olan kardeşlerimizi ise
malları üzerindeki çalışmaları meşgul ediyordu. Ebû
Hureyre ise karın tokluğuna Resûlüllah'tan
ayrılmıyordu. O, onların hazır bulunmadiği yerlerde hazır bulunuyor ve onların
ezberlemediklerini ezberliyordu Buhari, K. el-İlm,
bab: 42/Müslim, K. Fadail es-Sahabe, bab: 160
Âyeti kerime’nin sonunda "İşte onlara Allah lanet
eder, hem de bütün lanet edenler lanet eder." buyurulmaktadır. Bundan maksat,
Allah'ın indirdiğini gizleyenleri Allah rahmetinden uzaklaştırır ve lanet
edenler de onun, Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmasını Allah'tan dilerler.
Zira lanetin lügat mânâsı "Uzaklaştırmak ve kovmak" demektir.
Âyette zikredilen "Lanet edenler" den maksat,
Mücahid ve İkrimeye
göre, yeryüzündeki canlılar ve haşerattır. Zira bu yaratıklar: "Âdemoğlunun
günahları yüzünden, bizden yağmur kesildi." derler, ve günah işleyenlere,
Allah'ın lanet etmesini dilerler. Bu hususta İkrime
diyor ki: "Bütün lanet edenler lanet eder. Hatta gübre böcekleri ve akrepler
dahi. Onlar, "Âdemoğlunun günahları yüzünden biz yağmurdan mahrum olduk."
derler.
Katade ve
Rebi' b. Enes'e göre ise "Lanet edenler" den
maksat. Melekler ve mü’minlerdir. Süddi ve
Dehhak'a göre ise "Lanet edenler"den maksat,
Kabirde azap gören "kafirlerin seslerini işiten ve insan ve cinlerin de
dışındaki bütün yaratıklardır. Bu hususta Bera b. Âzibin şöyle dediği rivâyet
edilir: "Kâfir kabire konulduğu zaman yanına bir yaratık gelir. Onun gözleri
sanki bakırdan iki kazandır. Elinde demirden bir direk bulunmaktadır. Onunla
kâfirin iki omuzu arasına öyle bir vurur ki kâfir çığlık koparır. Onun sesini
işiten her yaratık ona lanet okur. Onun sesini işitmeyen hiçbir kimse kalmaz.
Ancak cinler ve insanlar işitmezler.
Taberi
diyor ki: "Bu görüşlerden doğru olanı, lanet edenlerin, melekler ve mü’minler
olduğunu söyleyen görüştür. Zira Allahü teâlâ,
başka bir âyet-i kerime’de, kâfirlere
lanet okuyanları saymış ve buyurmuştur ki: "İnkâr edenler ve kâfir olarak
ölenler var ya. Şüphesiz ki Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti işte
bunların üzerinedir. Bakara sûresi, 2/161
Ancak tevbe edip
kendilerini düzelten ve (Allah'ın indirdiğini) açıklayanlar müstesna. İşte
onların tevbelerini kabul ederim. Ben, tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet
edenim.
Ancak gerçeği gizlemekten vazgeçip tevbe edenler,
salih amellerle nefislerini ıslah edenler ve Allah'ın, Peygamberlerine indirdiği
vahyi açıklayanlar müstesna. İşte bunların tevbelerini kabul eder ve onları,
bana itaat eden ve rızamı kazananlardan eylerim. Zira ben, kullarımın
tevbelerini kabul eden, affımla onların kusurlarını örten, rahmetimle o
kusurları cezalandırmaktan vazgeçen onlardan, tevbe edip kendisini düzelten ve
Hazret-i Muhammed hakkında
gizlediklerini açıklayan Abdullah b. Selam vb. mü’minlerdir.
Âyet-i kerime, Yahudilerden olup iman eden bu
kişilere işaret etmektedir.
Yukarıda da zikredildiği gibi
Ebû Hureyre diyor ki: "Benim hakkımda "Ne
kadar çok hadis Rivâyet ediyor." diyorlar. Eğer
Allahü teâlânın kitabında, ilmi gizlemeyi yasaklayan bu iki âyet
olmasaydı hiçbir hadis Rivâyet etmezdim." Bkz. Buhari,
K. el-İlm, bab: 42, K. el-Hars, bab: 21,
İnkâr edenler ve kâfir
olarak ölenler var ya, şüphesiz ki, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların
laneti işte bunların üzerinedir.
Yahudi, Hıristiyan ve müşriklerden,
Muhammed'in Peygamberliğini inkâr eden ve
bu inkârlarıyla kâfir olarak ölenler var ya, Allah'ın meleklerin ve bütün
insanların laneti işte bunların üzerinedir. Allah onları rahmetinden kovar.
Melekler ve bütün insanlar da, Allah'tan, onları rahmetinden uzaklaştırmasını
dilerler.
Taberi
diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Âyet-i kerime’de,
kâfir olarak ölene bütün insanların lanet okudukları zikredilmektedir. Halbuki
insanların çoğu kâfirdir. Kâfirler, kâfir olarak ölenlere nasıl lanet
edeceklerdir?" Cevaben denilir ki: "Mesele öyle değil. Mesele hakkında çeşitli
görüşler zikredilmiştir:
Katade ve
Rebi' b. Enes'e göre burada ifade edilen
"Bütün insanlar" dan maksat, mü’minlerdir.
Ebû Aliyeye göre ise bu lanetleme işi âhirette
olacaktır. Öyle ki kâfirler teşhir edilecek ve böylece bütün insanlar onlara
lanet edeceklerdir.
Süddiye göre
ise buradaki ifadeden şu kastedilmektedir: "Her insan, "Allah'ın laneti
zalimlerin üzerine olsun." der. Böylece kâfir olarak ölen de "Zalimler"
ifadesine dahil olduğundan o da lanetlenmiş olur.
Taberi bu
son görüşü tercih etmiş Ebul Âliye'den nakledilen görüşün de bununla bağdaştığım
söylemiştir. Zira Allahü teâlâ kıyamet
gününde, kâfir olarak ölenleri gören herkesin onlara lanet edeceklerini
zikretmiş ve buyurmuştur ki: "Yalanlar uydurup Allah'a nisbet edenden daha zalim
kim olabilir? İşte onlar, rablerinin huzuruna çıkarılacaklardır. Şahitler:
"Bunlar, rablerine yalan nisbet ettiler." diyeceklerdir, İyi bilinmelidir ki,
Allah'ın laneti zalimeredir. Hûd sûresi, 11/18
O lanet içinde ebedi
kalacaklardır, onların azabı hafiletilmez, onlara mühlet de verilmez.
Onlar, kendilerini cehenneme sokacak o lanetin
içinde ebedi olarak kılacaklardır. Azaplan daimi ve ebedidir. Hafifletilmez ve
hiç kesintiye uğratılma. Onlara, ileri sürecekleri bir mazeretten dolayı mühlet
de Verilmez.
* devamlı kalacakları ve azaplarının da
hafifletilmeyeceği zikredilmektedir. Bu hususta başka âyetlerde de şöyle
buyurulmaktadır: "İnkâr edenlere ise cehennem ateşi vardır. Onların ölümlerine
hükmedilmez ki ölsünler. Onların cehnnem azabı da hafifletilmez. Biz, her kâfiri
işte böyle cezalandırırız Fatır sunisi, 35/36
Âyetlerimizi inkâr edenleri, ilerde cehennem ateşine atacağız. Derileri
yandıkça, azabı (alsınlar diye onları başka derilerle değiştireceğiz. Şüphesiz
ki Allah, her şeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nîsa sûresi, 4/56 buyurulmaktadır: İzahı
yapılan bu âyette: "Onlara mühlet te verilmez" buyurulmaktadır. Bu ifadeden
kâfir olarak ölüp lanete uğrayanların mazeretlerinin dinlenilmiyeceği ve
mazeretleri dinlenene kadar dahi mühlet verilmeyeceği anlaşılmaktadır. Nitekim
bu hususta başka âyeti kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır. "O gün onlar
konuşamazlar." "O gün, yalanlayanların vay haline.
Mürselfıl sûresi,77/35, 36
Sizin ilahınız tek bir
ilahtır, ondan başka ilâh yoktur. O, çok merhamet edendir ve çok bağışlayandır.
Ey insanlar, ibadet edilmeye layık olan ilahınız
tek bir ilahtır. Ondan başka ilâh yoktur. Ondan gayrısına ibadet etmeyin. Ona
bir başka şeyi eş koşmayın. Çünkü onun misli ve benzeri yoktur. O, çok merhamet
edendir ve çok bağışlayandır.
*Bir kısım âlimler,
Allahü teâlânın birliğini şöyle izah etmişlerdir: "Allah'ın benzeri
ve emsali yoktur. Yani, Allahü teâlâ, aynı
cinsten olan şeylerin biri değildir. Çünkü onun için cins söz konusu değildir.
Yine Allahü teâlâ herhangi bir bütünün
bölünen parçalarından biri değildir. Çünkü o, herhangibir şeyin parçası
değildir. Yine Allahü teâlânın bir 'ligi,
birbirine benzeyen iki şeyin aynı oluşu anlamında bir birlik değildir. Zira onun
benzeri ve emsali yoktur.
Diğer bir kısım
âlimler ise Allahü teâlânın
birliğini şöyle izah etmişlerdir: Allahü teâlâ
bütün yaratıklardan ayrıdır. Yaratıklardan hiçbir şey onun varlığı içine girmez.
Allahü teâlâ da yaratıklardan herhangi
birine hulul etmez. O, ayrıdır, yalnızdır, tektir.
Âyet-i kerime’de
Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh olmadığı
zikredilmektedir. Bunun anlamı" Âlemlerin, Allah’tan başka hiçbir rableri
yoktur." Kullarının, Allah'tan başka ibadet etmeye layık görecekleri hiçbir ilâh
yoktur. Allahü teâlânın dışındaki tüm
varlıklar, onun yaratıklarıdır. Bu itibarla bunların hepsinin Allah'a itaat
etmeleri, emrine boyun eğmeleri, onun dışındaki ilâh, put ve tağutlara ibadet
etmeyi bırakmaları gerekir. Çünkü bunların hepsi Allah'ın yaratıklarıdır. Bu
itibarla Allah'ın ilahlığını kabul etmek ve onun bir'liğini ikrar etmek
zorundadırlar. Ayrıca dünyada, içinde bulundukları bütün nimetler ve âhirette
erişecekleri bütün mükâfaatlar, Allah'a ortak koşulan putlara ait değil sadece
Allah'a aittir. Diğer yandan Allah'a ortak koşulan şeyler, dünyada da âhirette
de ne herhangi bir zarar verme gücüne sahiptirler ne de fayda sağlamaya. O halde
bütün yaratıklar, Allah'tan başka ilâh olmadığını kabul etmeli ve onun emir ve
yasaklarına boyun eğmelidirer." demektir.
Görüldüğü gibi âyet-i
kerime, müşrikleri, sapıklıklarından dolayı uyarmakta, onları,
İnkârcılıktan vazgeçip tevhid inancına dönmeye çağırmaktadır. Bu âyetten sonra
gelen âyette ise, Allah'ın birliğini gösteren delilleri, aklını kullanacak olan
müşriklere göstermekte ve Onları uyararak şöyle buyurmaktadır:
|