216
kıtal üzerinize yazıldı, gerçi o size hoş gelmez fakat olur
ki, siz bir şey'i hoşlanmazsınız halbuki hakkınızda o bir hayırdır ve olur ki,
bir şey'i severseniz halbuki hakkınızda o bir şerdir siz bilmezken Allah bilir
(........)
silmi küllîyi te'sis ve hakkı tevhid edecek olan o kıtal,
ya'ni fisebilillâh muharebe üzerinize yazıldı,
icmalen bir ferıza oldu ki, icabında bazan farzı ayin ve bazan farzı kifaye
olur. (........) halbuki o sizin hoşunuza
gitmez (........) bazı şeyler sizin için mahzı
hayr-ü menfaat olduğu halde siz onu hoşlanamıyabilirsiniz, harb de böyledir.
(........) diğer bazı şeyler de sizin için
şerr-ü zarar olduğu halde siz onu hoşlanıb sevebilirsiniz. Hoşlanıb hoşlanmamak
mücerred bir histir. Sade bununla hayr-ü şer, nef-ü hayır ta'yin edilemez,
bunlar hakikati ve avakıbı umuru bilmeğe tavakkuf eder
(........) bunu da Allah bilir (........)
siz bilmezsiniz. - İnsanlar ne kadar ilim iddia etseler yine cehilleri
ilimlerinden çoktur. Uzun bir istikbal ile alâkadar olan bütün hayırlarını ve
şerlerini bilmezler, aklı beşer hüsn-ü kubha tamamen hâkim olamaz. Buna hâkim
olan Allahdır. Bu sebeble size hayrınız için emirler verir, şerden vikaye için
nehiyler yapar. İnsanlar evvel emirde hissiyata merbutturlar, hoşluk nâhoşlukla
filhal hislerine çarpan şeylere kapılırlar, halbuki bunların hayır veya şerr
olmaları ileride bunlar üzerine terettüb edecek menafıa veya mazarrata
merbuttur. Bu ise his anında ma'lûm olmaz. Bazan uzun bir tecribeye muhtac olur.
Ve ekseriya tecribesi mümkin olmaz ve tecribe halinde iş işten geçmiş bulunur.
Allah bunları kitabile ve emsali tarihiyesile bildirir. Balâda icmal olunduğu
üzere tarihi beşer bağy-ü tecavüz ve ıhtilâf ile meşbu' olduğundan dolayı silmi
küllîye kadar bu hal içinde harb-ü kıtal ictinabı nâkabil bir zarurettir, Allah
ehli hakkın hayırları korunmalarında olduğunu bildiği için harbi size farz
kılmıştır. Lüzumuna göre siz onu yapacak, tevhidi hakkile silmi tamma
gireceksiniz. Şehadetler, zaferler, ganimetler size hayır olacaktır. Bu âyette
kıtal için vakit, ta'yin edilmediğinden dolayı ya Muhammed!
217
sana hurmetli aydan ve onda kıtalden
soruyorlar; deki onda bir kıtal büyük bir günahtır, maamafih Allah yolundan bir
meni' ve ona bir küfür ve Mescidiharamdan meni' ve ehlini ondan çıkarmak Allah
yanında daha büyük ve fitne katilden daha büyüktür, onlar güçleri yeterse sizi
dininizden döndürmek için sizinle muharebe etmekten bir zaman geri durmazlar,
sizden de her kim dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün
amelleri Dünya ve Ahıret heder olmuştur ve artık onlar eshabı nardırlar, hep
orada muhalled kalırlar
(........)
sana Şehri haramdan, o Şehri haramda kıtalden sual soruyorlar.-
Resulullah
Bedir gazasından iki ay evvel «ve Bedri ûlâ» dan ba'delavde amca zadesi Abdullah
İbn-i Cahşı esedîyi; Sa'd İbn-i ebi Vakkas, Ukâşe İbn-i Muhsın, Ukbe İbn-i
Gazvan, Ebi Huzeyfetibni Utbetibni Rebia, Süheyl İbn-i Bayza' Âmir İbn-i Rebia,
Vakd İbn-i Abdillah, Halid İbn-i Bekir radıyallahü anhüm
sekiz zat ile beraber seriyye olarak göndermiş ve kumandan olan Abdullaha bir
mektub vermiş ve iki gün gitmedikçe bu mektuba bakmasını, sonra bakıb içindeki
emri infaz etmesini ve arkadaşlarından hiç birine ikrah yapmamasını emretmiş
idi, Abdullah iki gün yol gidince mektubu açıb baktığında
(........)
= bu mektubuma baktığın vakıt hemen yürü tâki Mekke ile Taif arasında
«Batnınahle» nam mevkie inesin orada Kureyşi tarassud edersin ve haberlerini
bize bildiresin» diye muharrer olduğunu gördü. Görünce «sem'an ve taaten» dedi,
sonra arkadaşlarına «Resulullah bana
Nahleye varıb Kureyşi tarassud etmemi ve haberlerini almamı emretti ve sizden
birinize ikrah yapmaktan, yani zorlamaktan da nehyeyledi Binaenaleyh hanginiz
şehid olmak ister ve şehadete rağbet ederse gelsin, istemeyen dönsün, bana
gelince ben Resulullahın emrini
yapacağım» dedi ve hareket etti, arkadaşları da beraber hareket ettiler, hiç
biri geri kalmadı, hicaza doğru gittiler, Necran denilen bir ma'dene
vardıklarında Sa'd İbn-i Ebi Vakkas ile Utbetibni gazvanın bir gün biribiri
arkasına bindikleri binitleri kayboldu, aramak için ikisi kaldılar, Abdullah ile
diğerleri gittiler, Nahleye indiler, derken oraya Kureyşin kuru üzüm vesair
me'kûlât ve emvali ticariyye yüklü bir kârbanı uğradı. Kureyşten Amr İbn-i
Hadramî, Osman İbn-i Abdillah İbn-i Mugire ve biraderi nevfelibni abdillâh ibnil
mugıre ve hişam İbn-i mugirenin kölesi Hakemibni Keysan vardı, yakınlarına
indiler, Ukâşetibni Muhsın bunlara yanaşıb baktı, başını da kazıtmış idi. Bunu
gördükleri zaman emin oldular,
bunlar bize bir şey yapamaz
(........)
dediler. Bu gün Cumadelahırenin sonu ve ertesi gün Receb idi, bu da Şehri haram
idi binaenaleyh Receb girmeden çarpışmaya lüzum gördüler, Vakıd İbn-i Abdillahi
Teymî, Amr İbn-i Hadramîyi bir okla öldürdü, Osmanibni Abdillah ile Hakemibni
Keysan esir oldular, Nevfel İbn-i Abdillah kaçtı, onu yakalayamadılar, Abdullah
İbn-i Cahş ve arkadaşları kârbanı ve bu iki esiri alıb Medinede
Resulullaha getirdiler, bu ganimet
islâmda ilk ganimet ve bu katl müşriklerden ilk katl idi, Abdullah arkadaşlarına
bu ganimetin humsü Resulullahındır
demişti ve halbuki o zaman daha humüs farz kılınmamıştı. Geldikleri zaman
Resulullah «ben size Şehri haramda kıtal
emretmedim idi» buyurdu. Abdullah «ya Resulallah, İbn-i Hadremîyi katlettik,
akşam hilâli Recebi gördük, bilmiyoruz Recebdemi yoksa Cümadelahırede mi bunu
yaptık» dedi. Binaenaleyh Resulullah
o ganimetten hiç bir şey almadı. Bunu görünce bu zevat mahvolduklarını
zannettiler ve tevbeleri hakkında bir şey nâzil olmadıkça kımıldamayız dediler.
Müslümanlardan bunlara bu hususta emrolunmadığınız bir şeyi yaptınız, kıtal ile
emredilmediğiniz halde Şehri haramda kıtal mi ettiniz diyenler oldu, Kureyş de
«Muhammed ve eshabı halkın tedarüki maişet için çalıştıkları ve korkuda
bulunanları emniyette bulunduğu Şehri haramı istihlâl ettiler, Recebde kan
döktüler» diye yaygara yaptılar. Mekkede bulunan müslümanlar da «bunlar bunu
Cumadelahırede yaptılar» diye reddediyorlardı. Yehudîler de bununla
Resulullah aleyhine kendi hisablarına
(........)
=tefe'ül ediyorlar, Amr İbn-i Hadremîyi Vakıdibni Abdillah öldürmüş: Amr =harb
ma'murleşti, Hadremî =harb hazırlandı, Vakıd İbn-i Abdillah =harb ateşlendi»
diyorlardı. Hasılı söz çoğaldı ve ekseri müfessirîne
göre bu âyet bunun üzerine nâzil oldu. (........)
Ya Muhammed!. cevaben de ki, (........)
bunda bir kıtal (........)
büyük bir günahtır. (........)
Allah yolundan, dini haktan meni' (........)
ve Allah’a küfür (........)
ve Mescidi haramdan meni' (........)
Mescidi haramın ehlini, Muhammed ve eshabını ondan çıkarmak da
(........)
indallah o kıtalden ve sair kebairden daha büyük bir günahtır
(........)
fitne de katilden ekberdir. Öyle ıhrac, şirk-ü küfür, nâsı iptidaen veya bakaen
islâmdan meni' dinsizlik neşriyle herkesi belâya sokmak, İbn-i Hadremînin
katlinden daha feci'dir. (........)
halbuki ehli fitne olan o düşmanlar güçleri yeterse sizi dininizden çevirinceye
kadar size muharebe edib duracaklardır. (........)
ve siz müslümanlardan her hangi biriniz dininden döner
(........)
de kâfir olarak irtıdaddan tevbe etmiyerek giderse (........)
artık bu evsaf ile muttasıf olanların (........)
bütün amelleri, islâm halinde yaptıkları hasenatın hepsi Dünyada ve Ahırette
haptolur, telâfisi kabil olmıyacak bir surette tutulur, hakkı hayatı kalmaz,
mesaisi heder olur gider (........)
ve bunlar (........)
eshabı nardırlar. (........)
o ateşte muhalled kalırlar. Acaba o günah kıtali yapan Eshabı seriyye ne olacak
derseniz?
218
şübhesiz iman ederler ve Allah yolunda
muhacir olub da mücahede edenler muhakkak bunlar Allah’ın rahmetini umarlar,
Allah gafur, rahîmdir
(........)
ve Allah yolunda hicret edib de fitnelere
karşı cihad ve mücahede yapanlar (........)
işte bu evsafı celile ile muttasıf bulunanlar (........)
Allah’ın rahmetini umarlar, umabilirler, (........)
Allah da gafur, rahîmdir.
İnkafın kesbi emvale, harbin de kuvveti
kalbe bir tevakkufu vardır. Cahiller, tenbeller, korkaklar da kumarı bir vasıtai
kesib, şarabı da bir vesilei kuvvet gibi tevehhüm ederek aldanırlar, bu
münasebetle: (........)
219
Sana hamr-ü meysirden soruyorlar, de ki, bu
iksinde büyük bir günah bir de nasa ba'zı menfeatler var fakat günahları
menfeatlerinden daha büyüktür, yine sana soruyorlar: Neyi infak edecekler? de
ki, sıkmayanını, böyle beyan ediyor Allah size âyetlerini ki, düşünesiniz
Ya Muhammed (........)
sana hamr-ü meysirden, şarab ve kumardan soruyorlar. -Bunu soranlar Hazret-i
Ömer ve Muaz ile beraber sahabeden bir takım zevat idi «ya Resulallah hamr
hakkında bize bir fetva ver çünkü aklı gideriyor» dediler ve bu âyet nâzil oldu.
HAMR, esasen örtmek ma'nasına masdar olduğu
halde «çiğ üzüm şirasından iştidad etmiş ve köpüğünü atmış olan şaraba
ismolmuştur. Çünkü aklı bürüyüb örter, ve bir ta'bir ile kafayı dumanlar ki,
buna humar denilir. Hamrin bu üzüm şarabına ıtlakı ıtlakı hastır. Bu münasebetle
hamr, bir de alelûmum akla humar veren şey ma'nasına kullanılır ki, bu ma'naca
müskiratın hepsi hamrdır. İbn-i Ömer Hazretlerinden mervidir ki, tahrimi hamr
nâzil olduğu gün hamr beş şeyden: Üzümden, hurmadan, buğdaydan, arpadan, darıdan
idi ve hamr, akla humar veren demektir». Ebû Davud
da Nu'man İbn-i Beşirden rivayet olunduğu üzere
Resulullah (........)
buyurmuştur ki, «üzümden bir hamr, hurmadan bir hamr, baldan bir hamr, buğdaydan
bir hamr, arpadan bir hamr vardır» demektir. Buna binaen imam Malik ve Şafi'î ve
bunlardan mukaddem veya muahhar bir hayli ulema ve fukaha Kur’ân’daki hamrın
manayi eammile alel'ıtlak müskir demek olduğuna ve binaenaleyh her nevi
müskiratın nassı Kur’ân ile aynen haram bulunduğuna ve her birinin yalnız sekir
derecesi değil, katrelerinin bile şurb-ü isti'mali ve bey-ü şirası asla caiz
olamıyacağına hükmetmişlerdir. Çünkü bundan sonra surei «Maide» de
(........)
buyurularak aynen rıcs yani necsolduğu beyaniyle ictinab emri buna ibtina
ettirilmiştir. Fakat imamı âzam Ebuhanife Hazretleriyle beraber Eshab ve
tabi'înden bir çok ulema ve fukaha «hamr» kelimesinin beyyin ve kat'î olan
manası, bilhassa üzüm şarabı olduğundan inkârı küfrolabilecek vechile nassı
Kur’ân ile liaynihi haram olan şarab bu olduğuna ve diğer müskiratın aynen ve
bizzat değil iskarlarından dolayı kıyası Kur’âna muvafık olarak
(........)
gibi ehadisi şerife ile haram olduklarına ve binaenaleyh hamr aynen necsolmak
hasebiyle bir katresinin bile şurb-ü isti'mali kat'iyen haram ve müslüman için
bey-u şırası gayri caiz bulunduğuna ve lâkin üzüm şarabı bulunmıyan ve ondan
mamul olmıyan diğer müskiratın hurmeti ancak sekir vasfiyle sabit olduğundan
içilmekten başka bir suretle istimalleri için bey-ü şırası da caiz olabileceğine
kail olmuşlardır. Demek olur ki, nassı Kur’ân üzüm şarabının aynen hurmetinde
kat'îdir. Bu nassın diğer müskirata şumulü ise lafzan değil hikmeti hurmet olan
illeti iskâr dolayısiyle ve ehadisi şerifenin tansısiyledir. Lafzı Kur’ân’ın
manayı eamma hamli muhtemil ise de manayı hâssı gibi kat'î değildir. Binaenaleyh
dini islâmda alel'umum müskiratın müskirat olarak istimali haram ve fakat üzüm
şarabı aynen ve alel'ıtlak haramdır. Ve bunun münkiri kâfirdir. Üzüm şarabı ve
bundan mamul olan müskirat aynen necistir. Obirlerinin ise necsolması
şüphelidir. Meselâ üzerine şarab ve şampanya ve arak, konyak dökülmüş olanlar
her halde yıkamadıkca namaz kılamazlar. Lâkin üzüm şarabından mamul olmıyan
ispirto, bira ve sair müskirat içilemezse de elbiseye veya bedene sürülmesi de
namaza mani olur diye iddia edilemez. Ebuhanife Hazretleri bu suretle şarabdan
maada müskiratın ayni ve katresi necis ve haram olmadığına ve binaenaleyh iskâr
derecesine varmaksızın ve feseka ve kefereye teşebbüh kasdı bulunmaksızın kuvvet
için az bir mikdarda içilmesi caiz olabileceğine kail olmuş ise de «Fethülkadir»
de kitabül'eşribede beyan olunduğu üzere mezahibi selâse ile beraber
mezhebi Hanefîde dahi muhtar olan
(........)
Hadîs-i şerifi mucebince çoğu serhoş edenin azı da haram olmasıdır. Şer'an şurb
noktai nazarından bütün müskirat manayı eammiyle harmdır. Bu günkü ehli fennin
İlmi kimyaya göre noktai nazarları da ıhtimar tabir olunan hâdisei kimyeviye
itibariyle her nevi müskiratın hamr mahiyyetinde müşterek olmasıdır ki, buna
Arabca «elkûhl» kelimesinin frenkleştirilmişi olan «alkol» «elküûl» veya sadece
«küul» tabir ederler. Bu da hamrın manayı eammına muntabık ise de ayni zamanda
manayı hassın esas olduğunu da müş'irdir. Tababet ve tedavi noktai nazarına
gelince bu cihhet (........)
ruhsatına tabi olarak zaruret ve zaruret hükmünde bulunan ıhtiyac
mesailindendir.
Dini islâmda hamrin ve müskiratın men'i
tedricen vaki olmuştur. Bidayeti islâmda hamr henüz mubah idi. Bu babda
aledderecat dört âyet nazil olmuştur.
Evvelâ
Mekkede (........)
âyeti nazil olmuştu. O zaman müslümanlar da içerler, Hazret-i
Peygamber sükût buyururdu.
Saniyen
bervechi balâ Hazret-i Ömer ve Mu'az ve diğer bazı Eshabı kirâmın
(........)
diye istiftalarına binaen bu âyet nazil oldu ve ilk tahrim bununla başladı.
Bunda memnuiyet zahir olmakla beraber cevaz ihtimali de yok değil idi. Bunun
üzerine hemen terk edenler bulunduğu gibi henüz etmiyenler de vardı, sonra bir
namaz hadisesi üzerine (........)
âyeti nâzil oldu. Bunun üzerine içenler pek azaldı ise de yine vardı. Bir gün
Îtban İbn-i Malik Sa'd İbn-i ebi Vakkas ile beraber bir kaç kişiyi davet etmiş,
işret de olmuş, serhoş oldukları zaman tefahura ve şiirler inşadına başlamışlar,
bu sırada Sa'd, Ensardan birinin hecvini mutazammın bir şiir okumuş, o da bir
çene kemiğile vurub başını yarmış, binaenaleyh Sa'd Hazret-i
Peygambere giderek şikâyet etmiş, bunun
üzerine Resulullah
(........)
âyetleri nâzil olmuş ve bununla hurmeti hamr son derece teşdid edilmiştir.
Hazret-i Ömer bunu dinleyince «inteheyna yarabbi =
ya'ni tamamen vaz geçtik yarabbi» demiştir. Hazret-i Alinin «bir kuyuya
bir katre hamr düşse, sonra oraya bir menare yapılsa o menarede ezan okumazdım
ve bir katre hamr bir denize düşse, sonra o deniz kuruyub da yerinde otlar bitse
orada hayvan gütmezdim» dediği, Abdullah İbn-i Ömer Hazretlerinin de «bir
parmağımı hamre sokmuş olsam o parmak bende kalmazdı,
ya'ni keser atardım» dediği menkuldür ki, emri ilâhî üzerine eshabı
Resulullahın ne büyük iman ve takvaları
bulunduğunu anlamalı. Rıdvanıllahi aleyhim ecmeîn.
MEYSİRE GELİNCE: yüsür veya yesardan
masdarı mimî olarak kumar oynamak manâsınadır ki, kumarda ya kolaylıkla
zahmetsiz mal çarpmak veya çarptırmak vardır. Kumar demek de zar gibi ne olacağı
belli olmıyan muhataralı bir şeye ta'lik ile mal vermek veya almak demektir.
Cahiliyede Arablar gerek kendilerinden ve gerek Acemlerden ve saireden
belledikleri «nerd» ya'ni tavla, «satranç» ve
saire gibi oyunlarla kumar oynarlardı. Ezcümle frenklerin piyanko dedikleri
tarzda istıksam tarikile bir kumarları vardı ki, bunu hayır bile sayarlar ve
müftehırane yaparlardı şöyle ki, zar makamında ezlâm-ü aklâm denilen on okları
vardı, bunlara: fezz, tev'em, rakib, hils, nafis, müsbil, muallâ, menih, sefih,
vagd derlerdi, menih, sefih, vagd bunların üçünden maada diğerlerinin bir nasıbi
olurdu. Meselâ piyanko çekilmek üzere bir deve kesilir yirmi sekiz sehme
ayrılır, fezze bir, tev'eme iki, rakibe üç, hilse dört, nafise beş, müsbile
altı, muallâya yedi, sehim tahsıs edilir. Menih, sefih, vağd okları boş ve
mahrumdur. Bu on kalemin hepsi rebabe denilen bir torbaya atılıb bir adlin önüne
konur, o da torbayı çalkalayıb elini sokar, iştirak eden herkes namına bir ok
çeker nasıbli ok çıkanlar muayyen olan nasıbini alırlar, boş ok çıkanlar da
mahrum kalırlar, ve fakat devenin bedelini öderler. Nasıb alanlar da nasıblerini
fukaraya verirlerdi. Bu suretle meysir evvel emirde diğer kumarlara nazaran
ehveni şer gibi görünen ve hayır zannedilen böyle tevzi-ü istıksam
ya'ni piyanko tarzına ıtlak edilmiş ve bundan
alelumum kumarlara dahi meysir denilmiştir. Hattâ bir Hadîs-i şerifte çocukların
aşık ve ceviz oynamaları bile meysirden ma'dud olduğun beyan buyurulmuştur. İki
kişiden biri diğerine şukadar yumurtayı yiyebilirsen şu senin olsun demiş idi,
bunlar Hazret-i Aliye mürafaa oldular, bu kumardır diye cevaz vermedi. Zaten
hayır namına piyanko haram olunca diğer kumarların haram olacağı evleviyyetle
anlaşılır. Hamr ile meysirin bir sualde derci de müskirat ile kumarın
mürafakatlerine işarettir. (........)
cevaben deki (........)
bunlarda büyük bir zarar ve günah vardır. Ezcümle ikisi de malları telef ve
insanları perişan eder, Alelekser bunlar biribirine sürükler.
Evvelâ
hamr, aklı selbeyler, akıl ise hem dinin, hem Dünyanın kutbudur. Artık
serhoşlukla öyle cinayetler yapılır, ve kumarbazlıkla öyle fenalıklara düşülür
ki, bunlar saymakla bitmez, ancak «büyük günah» namile anlaşılır,
maamafih (........)
Bunlarda nasa bazı menfeatler de vardır. Ezcümle biraz neşve ve lezzet duyulur,
haylı ticaret yapılır. Korkaklara şecaat ve tabiate kuvvet gelir. Meysir de
ba'zıları badi heva mal ele geçirir (........)
günahları da menfeatlerinden, mazarratları faidelerinden çok büyüktür.-
Binaenaleyh menfeatleri hakikî ve sağlam menfeat değildir, neşveleri humara
inkılâb eder, o arızî şecaat sebebi felâket olur ve o muvakkat kuvveti tabiat,
sıhhati berbad eder, kazanılan malın hayrı olmaz, bir kâr yüz ziyan getirir.
Mübtelâ olanlar yakalarını zor kurtarırlar. Hasılı neş'e ve lezzetleri ferdî ve
muvakkat olduğu halde zararları, mefsedetleri hem ferdî ve içtimaîdir, hem
bedenî ve hem ahlâkîdir. Emrazı sariye gibi umuma saridir. Cezasını önünde
çekmiyenler sonunda çekerler, muhayyel cüz'î bir kâr için, muhakkak ve küllî bir
ziyana düşmek de kârı akıl değildir. Def'i mazarrat celbi menfeatten
mukaddemdir. Şu halde bunların aklen haram olması lâzım gelir. Bu âyet de böyle
delâleti iltizamiye ile şer'an bunların hurmetini ifade etmiş olur. Kur’ân’da
hamr hakkında başka bir âyet olmasa idi sade bununla tahrimi hamr sabit olurdu.
Ancak bu tahrim, liaynihi sarih bir tahrim olmazdı, aklına güvenerek
mazarratlarını tahdid ve menfeatlerinden istifade edeceğiz zannedenler
bulunabilirdi. Bunun için eshab-ı kiramda bu tahrimi aklîden tahrimi şer'î
anlamayan zevat olmuş ve bilâhare (........)
emriyle sureti sariha ve mutlakada tahrimi şer'î varid olmuştur. Hasılı kelâm,
şarab içmeyiniz veya müskirat kullanmayınız, kumar oynamayınız, piyanko ile
hayır yapılır zannetmeyiniz, bunların şerri hayrından, günahı menfeatinden çok
büyüktür. Buna karşı (........)
hayrolmak üzere sana ne infak edeceklerini yine soruyorlar.
(........)
iki ma'naya gelir: Birisi neye infak
yapılacağını sormak, diğeri de ne infak edileceğini sormaktır, ki, evvelkinde
(........)
ya'ni
nefaka verilecek, mal sarfedilecek kimseler ve cihetler, ikincide de verilecek
mal ya'ni nefsi nefaka sual edilmiş olur.
Yukarıda evvelkinin cevabı verilmiş idi. Şimdi de meysirin men'inden sonra
ikinciye cevaben (........)
afvi infak ediniz, ya'ni malınızın havayici
zaruriyenizden fazlasını infak ediniz» piyanko, kumar gibi gayri meşru vesaıt
ile değil esbabı meşrua ile mal kazanınız ve bu maldan nefsinizin ve ehl-ü
ıyalinizin havayici zaruriyesine kâfi olanından fazlasını balâda beyan olunan
cihetlere ve vücuhı hayra infak ediniz. Diğer âyetlerde de görüleceği üzere
evlâdı sıgar, zevce, muhtac olan ebeveyn ve bunlara mülhak olan usul; ehl-ü
ıyaldendir ve ehl-ü ıyalin nefakası, kişinin kendi nefakasından ma'duddur.
Binaenaleyh hayır yapacağız diye kendinizi ve ehl-ü ıyalinizi nefakasız bırakmak
caiz olmaz. Vücuhı hayra infak bunların fazlasından yabılır.
(........)
işte böyle (........)
Allah sizin için ahkâmı şer'iyesine delâlet eden âyetler, nasslar, deliller
beyan edecektir ki, (........)
siz bunları tefekkür edesiniz, tefekkür edib de makasıdına vakıf olabilesiniz ve
muktezasiyle amel edesiniz. Şu kayde dikkat etmelidir ki,
|