Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

7

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

1

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

49

Hani bir zaman sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar, size azabın kötüsünü tattırıyorlardı. Oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ harıkıyorlardı. Bunda, rabbiniz tarafından sîzin için büyük bir imtihan vardı.

Ey İsrailoğulları, sizi, Firavun ailesi ve yandaşlarının zulmünden kurtardığımızı hatırlayın, onlar, doğar doğmaz erkek çocuklarınızı kesiyor ve kız çocuklarınızı öldürmeyip sağ bırakıyorlardı. Sizi, içinde bulunduğunuz, Firavunun bu işkencelerinden kurtarmamızda sizin için bir nimet vardı.

* Taberi özetle diyor ki: "Firavunun, İsrailoğullarının erkek çocuklarını kesme sebebi, Rivâyet edilen şu olaydır: Bir gün Firavun rüyasında, Kudüsten Mısıra doğru bir ateşin gelip Kıpti ırkından olanları yaktığını ve İsrailoğullarına dokunmadığını görmüştü. Bunun üzerine sihirbaz ve kâhinleri toplayıp onlardan bu rüyanın yorumunu sormuştu. Onlarda şu cevabı vermişlerdi: "İsrailoğullarından bir çocuk doğacak, sen onun eliyle mülkünü kaybedip helak olacaksın." İşte bundan sonra Firavun, İsrailoğullarının doğan her erkek çocuğunu öldürmeyi emretmişti.

Abrdullah b. Abbas diyor ki: "Bir zaman Firavun ve ileri gelenleri, Allah'ın, Hazret-i İbrahime, soyundan peygamberler ve Krallar göndereceğini vaadettiği hususunu görüştüler ve bu konuda şu karara vardılar. "Bir kısım insanları ellerinde usturalarla göndererek İsrailoğullarmdan yeni doğacak olan erkek çocukları keseceklerdi. "Bu kararı uyguladılar. Firavun ve taraftarları, İsrailoğullarının yaşlılarının ölerek, çocuklarının da kesilerek tükenmekte olduklarını görünce. Firavun onlara dedi ki: "İsrailoğulları neredeyse tükenecekler. Sizler, onların, sizin için yaptıkan hizmetleri bizzat kendiniz yapmak zorumla kalacaksınız. Bunun için bir yıl, doğan erkek çocukların hepsini öldürün. Ertesi yıl sağbırakın."

Hazret-i Mûsanın annesi, oğlu Hanımı, işte çocukların sağ bırakıldığı bir yılda doğurdu. Mûsayi ise, çocukların kesildiği yılda doğurdu.

Ebul Âliye diyor ki: "Firavun, idaresindeki insanlara dört yüz ene hükmetti. Bir gün kâhinleri "Bu sene Mısırda, İsrailoğullarmdan bir erkek çocuk doğacak sen onun eliyle helak olacaksın." dediler. Bunun üzerine Firavun, Mısırın her bir tarafına ebe kadınlar gönderdi. Kadınlar çocuk doğurduğunda ebeler onu alıp Firavuna götürüyorlardı. Firavun, erkek çocukları öldürüyor, kız çocuklarını sağ bırakıyordu.

İbn-i Cüreyc, "kadınları sağ bırakıyordu" ifadesini. "Kadınları köleleştiriyordu" şeklinde izeh etmişse de, Taberi, bu izah şeklinin sahabi ve Tabiinin izahlarına ters düştüğünden kabul edilemeyeceğini söylemiştir.

Âyet-i kerime’de zikredilen ve "İmtihan" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, Süddi, Mücahid ve İbn-i Cüreyc tarafından "Nimet" olarak izah edilmiştir. Aslında imtihan kelimesi hayır için de şer için de kullanıldığından burada hayır anlamına geldiği söylenmiştir. Buna göre âyetin sonunun izahı şöyledir: "Allah'ın, sizi, Firavunun yaptığı azaptan kurtarması, sizin için büyük bir nimettir.

"Firavun" lakabı, Mısıra hakim olan Âmâlika Krallarına verilen bir lakaptır. Allahü teâlânın, Hazret-i Mûsayı takibederken suda boğduğu Firavunun adı ise, Muhammed b. İshak'ın Rivâyetine göre, Velid b. Mûsa b. b. Reyyan'dır. "Firavunun ailesi"nden maksat, onun dinini kabul eden, kavminden olan ve ona tabi olanlardır. Burada hitap aslında Firavunu görmeyen İsrailoğullarınadır. Allahü teâlâ onların atalarını Firavunun zulmünden kurtardığı için onların nesillerine, atalarına olan lütuflarını hatırlatmaktadır.

İbn-i İshak. Firavunun, İsrailoğullarına yaptığı kötülükler hakkında şunları söylemiştir. "Firavun, İsrailoğullaarını hizmetçiler olarak kullanıyordu. Onların sanatkârlarını çeşitli sanat dallarında işçi olarak çalıştırıyordu. Bazıları onun için ekin ekiyorlardı. Sanatı olmayanlardan ise cizye alıyordu.

Taberi diyor ki: "İsrailoğullarının erkek çocuklarını kesip kadınlarını sağ bırakan Firavunun emrini uygulayanlar onun memurlarıydı. Emri Firavunun vermesine rağmen iş onun memurlarına isnad edilmektedir. Bu da zorba idarecilerin emirlerine uyarak kötü işler yapanların sorumluluktan kurtulamayacaklarını göstermektedir.

50

Yine bir zaman sizin için denizi yarıp sizi kurtarmıştık. Firavun ailesini suda boğmuştuk. Siz de bakıp duruyordunuz.

Ey İsrailoğulları, sizden, her torunun geçebileceği biryol olması için denizi yanp on iki yol açtığımızda size olan nimetimi hatırlayın. Sizi helak olmaktan kurtarmış, Firavun ve yandaşlarını suda boğmuştuk. Siz de Firavunun boğulmasına, deniz dalgalanılın, Firavun ailesini yutmasına bakıp duruyordunuz.

"Firavun" Mısır hükümdarlarına verilen bir unvan idi. Bu Firavunların, Rivâyete göre sonuncusu, yukarıdaki âyetin izahında anlatıldığı gibi bir rüya görmüş ve bunun üzerine de İsrailoğullarmi yeni doğan bütün erkek çocuklarını boğazlatarak öldürtüyordu.

İsrailoğullarından, "İmran" adında bir şahsın da bir erkek çocuğu doğdu. Bu çocuk, büyüyüp ilerde Peygamber olacak olan Hazret-i Mûsa idi. Annesi, onun da öldürül memesi için onu bir sandığın içine koyup Nil nehrine bıraktı. Firavunun karısı Asiye, nehirde bu sandığı gördü ve onu nehirden çıkarttırdı. Sandığın içinde çok güzel bir çocuk bulunuyordu. Onun öldürülmesine mani oldu ve kendi sarayında alıkoymaya karar verdi.

O sırada Firavunun sarayında hizmetçi olan Mûsanın kizkaıdeşi, durumu takibediyordu. Çocuğun hiçbir kadını emmediğini görence, ona bakacak ve emzirecek bir kadın tavsiye edebileceğini söyledi. Teklifi kabul edildi. O da doğruca gidip durumu annesine haber verdi. Ve annesini, çocuğun bakıcısı olarak saraya getirdi.

Böylece Hazret-i Mûsa, öldürülmekten kurtulduğu gibi Firavunun sarayında ve kendi öz annesinin sütüyle ve bakımıyla büyüdü.

Hazret-i Mûsa, Allah tarafından Peygamber olarak seçildi. Firavuna ve Mısır halkına Allah'ın emirlerini tebliğ etti. Onlara bir çok mucizeler göstererek, Allah'ın emir ve yasaklarını kabul etmeleri için çok mücadele etti. Fakat Firavun iman etmedi.

Hazret-i Mûsa, Mısırda çok kötü bir muamele gören İsrailoğullarını alıp Ken'an iline gitmek için Firavundan defalarca izin istedi. Önceleri buna izin vermeyen Firavun, sonra razı oldu. Fakat Hazret-i Mûsa İsrailoğullarını alıp Mısırdan çıkarken, izin verdiğine pişman oldu. Ve onlar gittikten sonra arkalarından onları takibe başladı.

Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları, Kızıldenizin kenarına varmışlardı ki, geriden, Firavun ve ordusunun geldiğini gördüler. Heyecanlanıp korktular. Önde deniz arkada düşman bulunuyordu. İşte bu zor durumda Hazret-i Mûsa, kendisine Allah tarafından verilen bir mucize daha gösterdi. Kızıldenize âsâsıyla vurdu ve denizde, İsrailoğullarından on iki kabilenin geçeceği on iki yol açıldı. Deniz yarılmış yol olmuştu. İsrailoğulları, Hazret-i Mûsanın komutasında bu yollardan karşıya geçmeye başladılar. Firavun ve ordusu da yetişmiş bu açılan yollardan onları takibediyordu. Fakat Hazret-i Mûsa ve İsrailoğulları karşıya geçer geçmez, yarılıp; yol olan deniz kapanarak Firavun ve ordusu sulara kanştı. Herkesin gözleri önünde Firavun ve ordusunun tamamı boğulup yok oldu.

İşte âyet-i kerime bu olaya işaret ediyor. Diğer âyetlerde de bu olay açıkça anlatılmaktadır. Bu âyetlerde şöyle buyuruluyor:

"Firavun ve adamları, güneş doğarken onların ardına düştüler." "İki topluluk yaklaşıp birbirini görünce, Mûsanın tarftarları "İşte yakalandık" dediler." "Mûsa" Hayır, şüphesiz rabbim benimledir. Bana mutlaka kurtuluş yolunu gösterecektir." dedi." Bunun üzerine biz Mûsaya" Âsânı denize vur" diye vahyettik. Bir anda deniz yarılıverdi. Her bir kısmı kocaman bir dağ gibiydi." "Geriden gelen Firavun ve adamlarını da oraya yaklaştırdık." "Mûsa ve beraberindekilerin hepsini sağ salım kurtardık." "Sonra diğerlerini de suda boğuverdik." "Şüphesiz ki bunda büyük bir ibret vardır. Fakat çokları yine de iman etmediler. Şuara sûresi, 26/60-67

Bakara suresinin, izahını yaptığınız bu âyeti, Allahü teâlânın. İsrailoğullarına nimetlerini hatırlatıyor. Hazret-i Mûsayı yalanlamaları yüzünden Firavun ve ailesinin başına gelen azabın, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamaları halinde onu yal ani ay ani arın da başına gelebileceğine dikkatleri çekiyor.

Denizin nasıl yanldığı hususunda Süddi diyor ki: "Mûsa denize varınca onu "Ebû Halid" diye adlandırdı Âsâsıyla ona vurdu. Deniz yarıldı. Her bir parçası büyük bir dağ gibiydi. İsrailoğulları, denizde açılan yollara daldı. Denizde, her toruna bir yol olmak üzere on iki yol açılmıştı.

Taberi, Allahü teâlânın Firavunu suda ne şekilde boğduğu hakkında özetle şu Rivâyetleri zikretmektedir: Abdullah b. Şeddad diyor ki: "Bana anlatıldığına göre Firavun, ordusundaki alaca atlara ilaveten yetmiş bin yağız atla Mûsayı takibe çıkmıştı. Mûsa ise daha önce çıkıp denize varmıştı. Denizden geçeceği bir yer yoktu. Arkadan Firavun ve ordusu göründü. Mûsanın arkadaşları onları görünce "Eyvah yakalandık" dediler. Mûsa ise "Hayır, hayır olmaz. Zira rabbim benimle beraberdir. O bana kurtuluş yolunu gösterecektir. O bana bunu vaadetti. O, vaadinden dönmez." dedi.

Abdullah b. Şeddad, başka bir Rivâyetinde şöyle demektedir: "Firavunun atı denize girmemekte diretince Cebrâil bir kısrakla ona göründü. Cebrâil denize daldı. Arkasından da Firavun daldı. Firavunun ordusu onları görüp kedileri de denize daldılar. Böylece Cebrâil önden, Firavun ve ordusu da onun arkasından gidiyordu. En geride de İsrâfîl bulunuyor ve onları, Cebrâil takibetmeye teşvik ediyordu. Deniz, Firavun ve ordusunun üzerine kapanmaya başlayınca Firavun. Allah'ın kudretim gördü, kendisinin acizliğini anladı ve orada "İsrailoğullarının iman ettiğinden başka ilâh olmadığına iman etlim ve ben Müslümanlardanım" dedi. Yunus sûresi, 10/90

Allahü teâlâ da buyurdu ki: "Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin ve fesat çıkaranlardandın."

İkrime ise, Firavunun denizde nasıl boğulduğu hakkında Abdullah b. Abbastan, şunları söylediğini rivâyet etmiştir: "Allahü teâlâ ımısaya: "... Kullarımı geceleyin al götür. Mutlaka takibedileceksiniz." diye vahyettik. Şuara sûresi, 26/52 buyurunca Mûsa, İsrailoğullarıyla birlikte geceleyin yola çıktı. Mûsa ile birlikte altı yüz bin kişi bulunuyordu. Firavun onları görünce şöyle dedi: "Bunlar, basit ve sayısı az bir topluluktur. Ne var ki bizi öfkelendiriyorlar. Biz ise gerçekten ihtiyatlı ve uyanık bir kitleyiz. Şuara sûresi, 26/54. 56

Mûsa, İsrailoğullarıyla bilikte yürümeye devam etti. Denize doğru koştular. Dönüp geri baktılar bir de ne görsünler, Firavunun ordusunun havaya kaldırdığı toz ve gürültü ufku kaplamış. Bunun üzerine şöyle dediler: "Ey Mûsa, sen bize gelmeden önce de bize işkence edildi, geldikten sonra da. İşte önümüzde deniz arkamızda ise bizi ezen Firavun." "Mûsa da onlara: "... Umulur ki rabbiniz düşmanlarınızı yok eder de sizi yeryüzünde onların yerine geçirir. Sonra da ne yapacağınıza bakar." dedi. A'raf sûresi, 7/129 Bunun üzerine Allahü teâlâ Mûsaya: "Asanı denize vur." diye vahyetti. Denize de "Mûsayı dinle ve sana vurduğunda ona itaat et." diye vahyetti. Bunun üzerine deniz heyecanlandı. Mûsanın, kendisine neresinden vuracağını bilemiyordu. Bu sırada Yıışâ, Mûsaya: "Sana ne emredildi." diye sordu. Mûsa da: "Denize vurmam emredildi." diye cevap verdi. Yûşâ: "O halde vur." dedi. Mûsa da denize âsâsıyla vurdu. Deniz yarıldı orada on iki yol açıklı. Her bir yol büyük bir dağ gibiydi. İsrailoğullarının on iki torunundan her biri bir yolu takibediyordu. İsrailoğulları yola girince birbirlerine şöyle dediler: "Diğer arkadaşlarımızı neden göremiyoruz?" Mûsaya da: "Arkadaşlarımız nerede onları niçin göremiyoruz?" diye sordular. Mûsa da: "Yürüyün. Onlar da sizin gibi bir yoldan yürüyorlar." dedi. Onlar: "Biz, arkadaşlarımızı görmedikçe rahat edemeyiz." dediler. Mûsa da: "Ey Allah’ım, sen bunların kötü huylarına karşı bana yardım et," dedi. Allahü teâlâ, Mûsaya: "Âsâna, denize şöyle yapmasını söyle." dedi. Mûsa da asasını, denizde açılan yolların sudan duvarlarına vurdu. Duvarlardan, İsrailoğullarının birbirlerini görecekleri pencereler açıldı. İsrailoğulları yürüyüp denizden çıktılar. Bunun üzerine Firavun ve ordusu, denize doğru hücuma geçti. Cebrâilin, atı ile gelip teşvik etmesiyle Firavunu ve ordusunu denize çekti. Mûsanın kavmi, denizden tamamen çıktıktan sonra Firavun ve ordusu orada boğuldu.

Firavunun Mûsayı yakalamakta geç kalması hususunda Süddi diyor ki: "Kıptilerden çok kişi ölmüştü. Firavun ve adamları onları defnetmekle meşguldüler. Bu sebeple gün doğuncaya kadar Mûsayı takibe çıkamamışlardı. İsrailoğullarının önünde Harun yürüyor arkalarından da Mûsa gidiyordu.

Taberi Firavun ve Mûsanın denize dalmaları hususunda bu bilgilerin dışında başka Rivâyetler de zikretmektedir. Konuyu uzatmamak için bu Rivâyetler zikredilmemiştir.

51

Bir zaman da Mûsa ile kırk gece için vaadleşmiştik, Onun arkasından siz buzağıyı ilâh edindiniz ve zalimler oldunuz.

Bir zaman da Tevratı Mûsaya indirmek için. onunla tam kırk gece için vaadleşmiştik. Mûsa, verdiği vaad için sizin yanınızdan ayrıldıktan sonra, buzağıyı ilâh edinip ona taptınız. Ve bu davranışınızla zalimler oldunuz. Çünkü sizler, ibadeti, layık olmayan bir şeye yaptınız.

* İsrailoğullarının bu hallerini anlatan diğer âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır:

"Mûsa, kavminden önce Tur dağına koşunca: "Seni, kavminden önce davranmaya sevkeden nedir ey Mûsa?" dedik."

"Mûsa: "İşte onlar peşimdeler. Razı olman için acele ettim ey rabbim, dedi."

"Allah: "Şüphesiz ki biz senden sonra kavmini imtihan ettik, Samiri onları saptırdı." dedi."

"Mûsa büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü. "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Aradan çok mu zaman geçti? Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi."

"Şöyle cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irademizle caymadık. Fakat Mısırdan çıkarken, o kavmin mücavherlerinden yükler dolusu alıp götümıüştük. Biz onları ateşe attık. Samiri de yanındaki mücevherleri oraya attı."

"Nihâyet Samiri onlara, içinden rüzgâr geçtikçe böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yaptı. Samiri ve taraftarları: "Sizin de ilahınız, Mûsanın da ilâhı budur. Fakat Mûsa bunu unuttu." dediler."

"Onlar bu heykelin kendilerine sözle hiçbir mukabelede bulunmadığını, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermediğini görmüyorlar mıydı?"

"Doğrusu daha önce Harun onlara şöyle demişti: "Ey kavmim, siz bununla imtihan edildiniz. Muhakkak ki sizin rabbiniz, rahman olan Allah’tır. Sapık yolu bırakıp bana uyun, emrime itaat edin."

"Kavmi: "Mûsa bize dönünceye kadar buna tapmaktan vaz geçmeyeceğiz," dediler."

"Mûsa dönünce: "Ey Harun, bunların saptıklarını gördüğünde bana uymana mani neydi? Emrime karşı mı geldin?" dedi."

"Harun: "Ey anamın oğlu sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben, "İsrailoğuları arasında ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin." demenden korktum." dedi."

"Mûsa Samiriye: "Ey Samiri, ya senin yaptığın nedir?" dedi."

"Samiri: "Ben, İsrailoğullarının görmediklerini gördüm." Ben, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu, erimiş mücevherin içine attım. İşte böylece bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi,"

"Mûsa Samiriye şöyle dedi: "Haydi git sen hayatın boyunca "Bana dokunmayın" diyeceksin. Âhirette de sana kaçıp kurtulamayacağın, vâadedilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğun ilahına şimdi ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağiz."

"Sizin ilahınız ancak, kendisinden baka hiçbir ilâh olmayan Allah’tır. Onun ilmi herşeyi çepeçevre kuşatmıştır. Tâhâ sûresi, 20/83-98

Âyette geçen ve "Vaadleşmiştik" diye tercüme edilen fiili, diğer bir kıraatta şeklinde okunmuştur. Bu kıraata göre âyetin mânâsı: "Hani bir zaman Mûsaya vaadetmiştik" şeklindedir. Taberi her iki kıraatin da sahih olduğunu, iki kıraatin da mânâda önemli bir değişiklik yapmadığını söylemiştir.

Taberi, "Mûsa"isminin, Kıpti dilinde iki kelimeden meydana geldiğini bunların da anlamına gelen "Mu" ve "Ağaç" anlamına gelen "Sa" kelimeleri olduğunu söylemiştir.

Taberi diyor ki: "Mûsaya "Su" ve "Ağaç" anlamına gelen bu iki kelimenin ad olarak verilişinin sebebi, Hazret-i Mûsanın, Nil nehrinin kenarında ağaçlı bir yerde bulunup sandıktan çıkanlmasındandir. Bu sandığı, o sırada, Firavunun karısı Âsiyenin, nehir kenarında yıkanmakta olan cariyelerinin bulduğu Rivâyet edilmektedir.

Âyet-i kerime’de, Allahü teâlâ ile Hazret-i Mûsanın kırk giin için vaadleştikleri zikredilmektedir. Ebul Âliye bu ifadeyi şöyle izah etmektedir: Bu kırk gün, Zilkade ayı ile Zilhicce ayının on günüdür. Hazret-i Mûsa, kardeşi Harunu, İsrailoğullarının başına Halife tayin ettikten sonra Tur dağına gidip orada rabbi ile kır kgün konuşmuştur. Allahü teâlâ, zebercedden yapılmış levhalar üzerine yazılı olan Tevratı Hazret-i Mûsaya vermiş Hazret-i Mûsa da orada kalemlerin sesini duymuş ve rabbiyle sessiz bir şekilde konuşmuştur.

İbn-i İshak diyor ki: "Allahü teâlâ, Firavunu ve kavmini helak edip Hazret-i Masayı ve kavmini kurtardıktan sonra, Hazret-i Mûsaya, kendisiyle görüşmek için kırk gün vaadetti. Mûsa, Harunu, İsrailoğullarının başına bıraktı ve ona: "Ben acele rabbime gidiyorum. Kavmimin başına benim yerime geç. Bozguncuların yoluna uyma." dedi. Mûsa, rabbinin huzuruna çıkmayı çok arzuladığından acele olarak çıkıp gitti. İsrailoğullarının başında Hazret-i Harun kaldı. Onun yanında Samiri de bulunuyordu. Harun, İsrailoğullarını Mûsanın peşinden götürüp ona kavuşmaya çalışıyordu.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Mûsanın arkasından siz buzağıyı ilâh edindiniz." buyurulmaktadır. Taberi, İsrailoğullarının buzağıyı ilâh edinmelerinin sebebi hakkında çeşitli Rivâyetler zikretmiştir. Bunlardan bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür:

İkrime bu hususta Abdullah b. Abbastan şunları Rivâyet etmektedir. Firavun ve ordusu, Mûsayı ve İsrailoğullarını takibederken denize varınca Firavunun atı denize girmekte diretmiş, bunun üzerine Cebrâil bir kısrakla gelerek Firavunun atının denize girmesine sebep olmuştur. Bu arada Samiri de Cebrâilin atının ayağınm izinden bir avuç toprak alıp saklamıştır. İsrailoğulları Mısırdan ayrılırken komşularının altın vb. süs eşyalarını bir merasim dolayısiyle emanet almışlardı. Bu emanetleri geri vermedikleri için kendilerini suçlu hissetmeye başlamışlardı. Hazret-i Mûsa, Allahü teâlâ ile konuşmaya gittiği zaman o süs eşyalarını ateşe attılar ki yansın tükensinler. Bü arada Samiri, Cebrâilin atının izinden aldığı bir avuç toprağı, yanan o eşyanın içine Mtı. O eşyalar da, arkasından hava girip önünden çıktığında böğüren bir buzağı şeklini aidi. Samirinin teşviki ile İsrailoğulları bu buzağıya tapmaya başladılar. Hazret-i Hanımın uyanlarını dinlemediler. İşte âyet-i kerime onların bu halini beyan etmektedir.

52

Bu hareketinizden sonra, şükredesiniz diye sizi affettik.

Affımıza karşılık bize şükredesiniz diye, buzağıyı ilâh edinmenizden sonra sizi affettik, ceza vermedik.

53

Yine bir zaman, hidâyete eresiniz diye, Mûsaya kitabı ve hak ile bâtılı ayıranı vermiştik.

Doğru yolu bulup hakka uyasınız diye, Mûsaya Tevratı verdiğimiz zamanı hatırlayın. Ona, hak ile bâtılı ayıran bir kitap vermiştik.

*

Taberi diyor ki: Âyette ifade edilen "Hak ile bâtılı ayıran şey" Tevrattır. Tevratın Hazret-i Mûsaya verildiği zikredildikten sonra onun en belirgin sıfatı olan "Hak ile bâtılı ayırma " sıfatı da zikredilmiştir.

54

Bir zaman Mûsa kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim, buzağıyı ilâh edinmekle şüphesiz kendinize zulmettiniz. O halde yaratanınıza tevbe edin ve birbirinizi öldürün. Yaratanınız katında bu, sîzin için daha hayırlıdır. Allah, tevbenizi kabul etmiştir. Çünkü o, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olandır.

Yine hatırlayın o zamanı ki, îvlusa, İsrailoğullarına: "Ey kavmim, sizler buzağıyı ilâh edinmekle kendinize zulmettiniz." demişti. Bu günahlardan, sizi yaratana tevbe edin. Bir kısmınız diğer bir kısmınızı, yani, buzağıya tapmayanlar tapanları öldürsün. Allah'ın emrine tıyarak birbirinizi öldürmeniz, yaratanınız katında sizin, için daha hayırlıdır. Çünkü sizler bu sebeple Allah'ın, âhiretteki azabından kurtulmuş olursunuz. Allah sizi bağışlayarak ve suçlarınızı cezalandırmayarak tevbenizi kabul etmiştir. Çünkü o, kendisine yönelenlerin tevbesini kabul eden ve kullarına merhametli davranandır.

* Hazret-i Mûsa, buzağıya tapmayanlara, ona tapanları öldürmelerini emretti. Onlar da öldürmeye başladılar. Ölenlerin sayısı yetmiş bin'e ulaştı. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa ağlamaya başladı. Allahü teâlâ da onların tevbelerini kabil etti.

Âyet-i kerime’de geçen ve "birbirinizi öldürün" diye tercüme edilen ifadesi, Ebul Âliye, Ebû Abdurrahman, Said b. Cübeyr, Mücahid, Abdullah b. Abbas, Süddi, Zühri, Katade, Ubeyd b. Umeyr, İbn-i İshak ve İbn-i Zeyd tarafından bu şekilde izah edilmiştir.

İsrailoğull arının, buzağıya taparak dinden çıkmalarının cezası olarak birbirlerini öldürmeleri emredikliği söylenmiştir.

Taberi, adı geçen bu müfessirlerden özetle şunları nakletmektedir: İkrime, Abdullah b. Abbasın bu âyetin izahında şunları söylediğini rivâyet etmiştir: Mûsa, kavmine, rabbinin, birbirlerini öldürmelerine dair emrini bildirmiştir. Bunun üzerine buzağıya tapanlar saklanmışlar ve bulundukları yerlerde oturup kalmışlardır. Buzağıya tapmayanlar ise hançerleri ellerine alıp diğerlerini öldürmek istemişlerdir. Tam o sırada kendilerini şiddetli bir karanlık kaplamış onlar da karanlıkta birbirlerini öldürmeye girişmişlerdir. Karanlık kalktığında yetmiş bin kişinin öldüğü görülmüştür. Bu olay, öldüren için de, öldürülen için de bir tevbe idi.

Said b. Cübeyr ve Mücahid ise şöyle demişlerdir: "İnsanlar birbirlerine karşı hançerleri çekmişler ve birbirlerini öldürüyorlardı. Akrabası olsun olmasın kimse kimseye acımıyordu. Nihâyet Hazret-i Mûsa elbisesini ters çevirdi. Bunun üzerine ellerinde bulunan hançerleri bıraktılar. Yetmiş bin kişinin öldüğü görüldü. Allahü teâlâ Hazret-i Mûsaya: "Bu kadarıyla yetindim" diye vahyetti.

Süddi bu olayı izah ederken şu âyetleri okumuş ve izahlarda bulunmuştur: "Mûsa, büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı. aradan çok mu geçti, Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi." "Şöyle cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irademizle caymadık. Fakat Mısırdan çıkarken, o kavmin mücevherlerinden yükler dolusu alıp götürmüştük. Biz onları ateşe attık. Samiri de yanındaki mücevherleri ortaya attı. Tâhâ sûresi, 20/86, 87

Hazret-i Mûsa gelip bu durumu görünce elinde bulunan Levhaları yere attı ve kardeşi Harunun başından tutarak kendine doğru çekti. Harun ise ona: "... Ey anamın oğlu, sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben, "İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin" demenden korktum." dedi. Tâhâ sûresi, 20/94 Bunun üzerine Hazret-i Mûsa Harunu bırakıp Samiriye yöneldi. Ona: "Ey Samiri, ya senin yaptığın nedir?" dedi." "Samiri: "Ben, İsrailoğullamun görmediklerini gördüm. Ben, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu erimiş mücevharatın içine attım. İşte böyle, bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi." "Mûsa Samiriye şöyle dedi: "Haydi git, sen, hayatın boyunca "Bana dokunmayın" diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vadedilmiş bir azap vardır. Tapıp durduğn ilahına şimdi ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu denize savuracağız. Tâhâ sûresi, 20/95-97 Sonra Mûsa tutup o buzağıyı parçaladı, yaktı ve denize savurdu. Sonra onlara: "Bu sudan için." dedi. Onlar da içtiler Buzağıyı çok sevenlerin bıyıklarında altın kalıntıları görüldü. İşte Allahü teâlâ bunlar hakkında: " ... İnkârlaından dolayı buzağı kendilerine içirildi. Bakara sûresi, 2/93 buyurdu. Mûsa geri döndüğünde, pişman olan İsrailoğulları, kendi kendilerine şöyle demişlerdi: "Yemin olsun ki eğer rabbimiz bize merhamet etmez ve bizim günahlarımızı bağışlamazsa şüphesiz ki bizler hüsrana uğrayanlardan oluruz."

Allahü teâlâ, İsrailoğullarınin tevbesini kabul etmedi. Ancak buzağıya taparak mürted olanlarla, buzağıya tapmadıkları halde tapanlara mani olmayanların savaşmaları halinde tevbelerini kabul edeceğini beyan etti. Bunun üzerine Hazret-i Mûsa onlara: "Ey kavmim, buzağıyı ilâh edinmekle şüphesiz kendinize zulmettiniz. O halde yaratanınıza tevbe edin ve birbirinizi öldürün." dedi. Onlar da iki saf yaptılar, kılıçlarla savaştılar. Buzağıya tapanlar da tapmayanlar da kılıçlarla savaşıyorlardı. Her iki taraftan ölenler de şehit sayılıyordu. Öldürülenler çoğaldı. Neredeyse İsrailoğulları yok olacaktı. Öyleki onlardan yetmiş bin kişi öldürülmüştü. Nihâyet Mûsa ve Harun: "Rabbimiz, sen İsrailoğullarını helak ettin. Rabbimiz, geri kalanlarını bırak." diye dua ettiler. Allah da onlara, silahlarını bırakmalarını emretti ve tevbelerini kabul etti.

Mücahid diyor ki: "İsrailoğulları bu hadisede babalarım ve oğullarını bile öldürüyorlardı. İşte Allahü teâlâ onların tevbelerini böyle kabul etmişti."

Buna benzer Rivâyetler, Ebul Âliye, Zühri, Katade, Ubeyd b. Umeyr, İbn-i İshak ve İbn-i Zeyd'den de nakledilmiştir.

55

Hani: "Ey Mûsa, biz, Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla iman etmeyeceğiz." demiştiniz de gözünüz göre göre sizi bir çığlık yakalayıvermişti.

Ey İsrailoğulları, hani siz Mûsaya: "Biz, Allah’ı, apaçık görüp gözlerimizle ona bakmadıkça seni tasdik edip bize getirdiğini kabul etmeyiz." demiştiniz. Bu sebeple sizi, bir çığlıkla helak etmiştik. Sizi helak eden bu çığılği bizzat gözlerinizle görüyor, onu müşahade ediyordunuz.

Allahü teâlâ, bu ve bundan önceki âyetlerle, Resûlüllah’ın hicret ettiği Medinenin çevresinde bulunan ve Resûlüllah’ın hak Peygamber olduğuna inanmayan Yahudileri kınamakta, onların, Resûlüllah’a yaptıklarının, atalarının Hazret-i Mûsaya yaptıklarına benzediğini bildirmektedir. Öyle ki, ataları, Allahü teâlânin çeşitli nimetlerine erişmelerine ve onun Peygamberinin doğru olduğunu gösteren mucizelerini bizzat gözleriyle görmelerine rağmen yine ele teslim olmamışlar, kendilerini dinden çıkaran çeşitli davranış ve tekliflerde bulunmuşlardır. Bazan Hazret-i Mûsadan, Allah'ın dışında kendileri için ilâhlar tayin etmesini istemişler, bazan, Allah’ı bırakıp buzağıya tapmışlar, bazan, "Biz, Allah’ı bizzat gözlerimizle görmedikçe sana inanmayız." demişler, savaşa davet edildiklerinde Hazret-i Mûsaya: "Git, sen ve rabbin savaşın. Bizler burada oturacağız." demişler, "Kutsal şehirin kapısından secde ederek girin ve "Affet" deyin ki kusurlarınızı bağışlayalım." denilmiş, onlar ise sözü tersine çevirerek "Kutsal hamur içinde buğday" şeklinde söylemişler ve o şehire, kıçları üzerinde sürünerek girmişlerdir. Bu gibi davranışlarıyla Hazret-i Mûsaya çok eziyet etmişlerdir. Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e inanmayan Yahudiler de bunlar gibi, Allah'ın Peygamberini üzecek şeyler yapmaktadırlar.

Âyette zikredilen "Çığhk"tan maksat, Rebi' b. Enes'e göre "Bir gürültü", Süddiye göre "Bir ateş", İbn-i İshak'a göre ise "Bir sarsıntı"dır. Aslında "Çığlık" diye tercüme edilen insanın gördüğü veya yakalandığı, dehşetinden dolayı aklının gittiği veya bazı duyu organlarını kaybettiği yahut helak olduğu her şey'e denir. Bu şey, ses de olabilir ateş de, deprem de olabilir sarsıntı da.

Hazret-i Mûsa'ya: "Biz, Allah’ı açıkça gönnedikçe sana iman etmeyiz" diyenler. Hazret-i Mûsanın, buzağıya tapmalarından dolayı özür dilemeleri için İsrailoğulları arasından seçip Tur dağına götürdüğü yetmiş kişidir. Bunlar, Tur dağına vardıklarında Hazret-i Mûsa onları biraz geride bırakmış, kendisi, Allahü teâlâ ile konuşmak üzere dağın tepesine çıkmış. O sırada dağın tepesini bir duman kaplamış, Allahü teâlânın, Hazret-i Mûsa ile konuşmasını duyan bu yetmiş kişi bu sefer de: "Biz, Allah’ı açıkça görmedikçe iman etmeyiz." demeye başlamışlardı. İşte onların bu, hadlerini aşan talepleri sonunda kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakalamış ve hepsi birden ölmüşlerdi.

Taberi diyor ki: "İsrailoğullarının Hazret-i Mûsaya: "Biz, Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla iman etmeyeceğiz." demelerinin sebebi olarak İbn-i İshak, Süddi, Reb'i' b. Enes, İbn-i Zeyd ve Katadeden nakledilen bu gibi Rivâyetlerin sıhhati hakkında kesin bir delil bulunmamaktadır. Nakledilenlerin belki bir kısmı doğru olabilir. Bununla birlikte İsrailoğullarının, Hazret-i Mûsaya böyle bir teklifte bulunmalarının asıl sebebini ancak Allahü teâlânin bildiğini söylemek daha isabetli olacaktır. Allahü teâlânın bu âyette İsrailoğullarım, Hazret-i Muhammedi kabul etmelerinden dolayı kınadığı muhakkaktır.

Bu hususta diğer bir âyet-i kerime’de de şöyle buyurulmaktadır: "Mûsa, tayin ettiğimiz o vakit için kavminden yetmiş kişi seçti. Onları kuvvetli bir sarsıntı yakalayınca Mûsa şöyle dedi: "Ey Rabbim, eğer dileseydin bunları ve beni daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin? Bu olanlar ancak senin bir imtihanındır. Sen bu imtihanla dilediğini saptırır, dilediğini de hidâyete erdirirsin. Sen bizim velimizsin. Artık bizi bağışla, bize merhamet et. Sen, bağışlayanların en hayırlısısın. A'raf sûresi, 7/155

Hazret-i Mûsanın bu dua ve taleplerinden sonra Allahü teâlâ, helak oan bu yetmiş kişiyi tevbe eder ve şükrederler diye tekrar diriltmiştir. Bundan sonra gelen âyet-i kerime bu hususa işaret etmektedir.

56

Sonra şükredesiniz diye, ölmüşken size tekrar hayat verdik.

Sizi çığlıkla öldürdükten sonra, size olan nimetimize karşılık şükredesiniz diye sizi yeniden dirilttik.

Bundan sonra Allahü teâlâ, İsrailoğullarına, şükretme vazifelerini hatırlatarak onlara vermiş olduğu nimetleri saymaya başlamış ve şöyle buyurmuştur:

57

Bulutları üzerinize gölgelik yaptık. Size, kudret helvası ve bıldırcın indirdik "Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerinden yy in." dedik. onlar bize zulmetmediler fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı.

Ey İsrailoğulları, Tin sahrasında bulunduğunuz sırada bulutlan üzerinize gölgelik yaptık. Orada size bir lütuf olarak, ağacın üzerine inen, baldan daha tatlı ve güzel olan kudret nevası ve bıldırcın indirdik" Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin leziz ve temiz olanlarından yeyin" dedik. Fakat siz bu nimetlere karşı nankörlük ettiniz. Emrimize isyan ettiniz. Ancak, bizim emrimize isyan etmelke bize zulmetmediniz. İsyanlarınızla azabı hak ettiğiniz için kendi kendinize zulmettiniz.

* Âyet-i kerime’de zikredilen ve "Bulutlar" diye tercüme edilen kelimesi aslında gökyüzünü bürüyen her şeye denir. Bu şey bulut ta olabilir duman da, olabilir başka bir şey de. Mücahid, âyet-i kerime’de zikredilen ve İsrailoğullarının üzerine gönderildiği beyan edilen (......)in, bildiğimiz bulut olmadığını söylemiş Abdullah b. Abbas da bu bulutun normal bulutlardan daha soğuk ve daha güzel bir bulut olduğunu ve kıyamet gününde Allah'ın emrinin içinde geleceği ve Bedir savaşında meleklerin içinde geldiği bulut olduğunu söylemiş ve İsrailoğullarının Tih çölünde bu özel bulutla gölgelendiklerini beyan etmiştir.

Taberi diyor ki: Âyette zikredilen (......) kelimesi, göğü kaplayan herhangi bir şey olarak izah edildiği takdirde, İsrailoğullarım gölgelendiren (......) in da bulut vb. herhangi bir şey olması mümkündür. Allahü teâlâ buna: "Göğü kaplayıp örten" mânâsına gelen (......) ismini vermiştir. Buna "Bulut" mânâsına gelen ismini vermesi uygun düşmezdi. Zira, o takdirde o kaplayanın, buluttan başka bir şey olduğunu söylemek mümkün olmazdı.

Âyette zikredilen ve "Kudret helvası" diye tercüme edilen kelimesi, Mücahide göre bazı meyve ağaçlarının gövdesinden akan ve bal'a benzeyen bir maddedir. Katadeye göre kar gibi beyaz olan bir maddedir. Rebi' b. Enes'e göre bal gibi bir içecektir. İbn-i Zeyd ve Âmir'e göre bal'dir. Vehb'e göre zerrecikler ve un'lar gibi ufanmış ekmeklerdir. Süddi'ye göre bu, Turrencebin ağacı üzerine inen bir nimet, Abdullah b. Abbas ve Âmir'e göre, ağaçların üzerine gökten düşen ve yenilen bir maddeddir.

Bazılarına göre ise bal gibi tatlı olan Sümam ve Uşer bitkilerinin üzerine düşen bir maddedir. Peygamber efendimiz ir hadis-i şerifinde:

"Mantar den yani kudret helvasıhdandır. Suyu da göz için şifadır. Tirmizî, K. et-Tıb, bab: 22, Hadis No: 2066, 2068 buyurmuştur.

"Bıldırcın kuşu" diye tercüme edilen kelimesi, Abdullah b. Abbas, Dehhak ve Âmir tarafından bu şekilde izah edilmiş, Süddi ve Rebi' b. Enes tarafından "Bıldırcından daha büyük bir kuş" şeklinde, Vehb tarafından "Güvercin gibi semiz bir kuş" şeklinde, Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas tarafından "Bıldırcın'a benzeyen bir kuş" şeklinde izah edilmiş, Katade de bu kuş'u, güneyden esen rüzgârların getirdiğini söylemiştir.

Tuberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Allahü teâlânın, bu kavmi bulutlarla gölgelendirmesinin ve bunlara kudret helvası ve bıldırcın eti indindesinin sebebi nedir?" Cevaben denir ki: "Bu hususta çeşitli Rivâyetler vardır:

Taberi bu hususta özetle şunları zikretmektedir: Süddi diyor ki "Allahü teâlâ Hazret-i Mûsanın kavminin tevbelerini kabul ettikten ve Mûsanın seçtiği yetmiş kişiyi öldürüp tekrar dirilttikten sonra İsrailoğullarına, Kudüs'e gitmelerini emretmiştir. Onlar oraya yaklaşınca Mûsa onlardan on iki önder seçip orada bulunan zorba kavme gönderdi. Bu gidenlerle o kavim arasında cereyan eden olayları Allahü teâlâ bizlere haber vermiştir. Kavmi Mûsaya: "Ey Mûsa, onlar orada oldukça biz oraya ebediyyen girmeyiz. Sen ve rabbin gidin savaşın biz burada oturacağız." dediler. Maide sûresi, 5/24 Bunun üzerine Mûsa hiddetlendi ve onlara beddua etti ve şöyle dedi: "Ey rabbim, ben, kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyonim. Sen, bizimle bu fasık kavmin arasını ayır Maide sûresi, 5/25 Hazret-i Mûsanın bu duası, aceleye getirdiği bir duadır. Bu duanın üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "Kırk sene o mukaddes yer onlara haram kılınmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Maide sûresi, 5/26 Allahü teâlâ, İsrailoğullarını çölde dolaşmaya mecbur edince Hazret-i Mûsa, yaptığı duadan dolayı pişman oldu. Kavminden, kendisiyle beraber olan ve kendisine itaat eden insanların yanına vardı. Onlar ona: "Ey Mûsa, bize ne yaptın?" dediler. Allahü teâlâ, Hazret-i Mûsanın bu pişmanlığı üzerine ona şunu vahyetti: "O fâsık kavim için üzülmc. Maide sûresi, 5/26 Bunun üzerine Hazret-i Mûsanın üzüntüsü gitti. Yine kavmi ona: "Ey Mûsa, biz burada suyu nerede bulacağız?" yemek nerede? dediler. Allahü teâlâ da onlara, Turrencebin ağacım üzerine indirdiği kudret helvasını, bıldırcın'a benzeyen Selva'yı gönderdi. İsrailoğullarından herhangi birisi gelip kuş'a bakıyordu. Eğer semiz ise onu kesiyor yoksa bırakıyordu. O zayıf kuş da semizleştikten sonra geliyordu. İsrailoğulları: "Yemek olarak bu var. Fakat içecek nerede?" dediler, Mûsa, âsâsıyla taşa vurdu. Taştan on iki pınar fışkirdı. On iki toruna ayrılan her bir torun, bunlardan birinden su içmeye başladı. İsrailoğulları: "Yemek ve su olarak bunlar var. Fakat gölgelik hani?" dediler. Bunun üzerine onlar, bulutlarla gölgelendirildiler. İsrailoğulları tekrar: "Bu, gölgelik. Ya giyecek elbise nerede?" dediler. Allahü teâlâ da onların elbiselerini hiç eskimeyecek bir şekle getirdi. Boylan büyüdükçe elbiseleri de büyüyordu. Allahü teâlâ şu âyetlerde bu hususları beyan etmektedir: "Bulutlan Üzerinize gölgelik yaptık. Size kudret hevası ve bıldırcın indirdik. "Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerimden yeyin." dedik. Onlar bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı." "Bir zaman Mûsa, kavmi için su aramıştı. Biz de ona "Âsâsı taşa vur." dedik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkirdı. Her cemaat su içeceği yeri bildi (ve dedik ki) "Allah'ın rızkından yeyin için, yeryüzünde bozgunculuk yaparak fitne çıkarmayın. Bakara sûresi, 2/57,60

Rebi' b. Enes diyor ki: "İsrailoğulları Tih çölünde beş veya altı fersahlık bir alanda şaşkın bir vaziyette dönüp duruyorlardı. Sabahtan akşama kadar dolaşıp aynı noktaya geliyorlardı. Kırk yıl bu şekilde devam ettiler. İşte burada onlara kudret helvası ve bıldırcın kuşu gönderiliyor, elbiseleri de eskimiyordu. Yanlarında, Tur dağından alıp götürdükleri bir taş bulunuyordu. Konakladıkları yerde Hazret-i Mûsa, âsâsiyla o taşa vuruyor ve ondan on iki pınar fışkırıyordu."

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Onların çölde giydikleri elbise ne eskiyor ne de kirleniyordu."

İbn-i Cüreyc diyor ki: "Onların, kudret helvası ve bıldırcın etinden, bir günlük yiyeceklerinden fazla almaları halinde bu yiyecekler bozuluyordu. Ancak Cumartesi gününün yiyeceğini Cuma gününden alıyorlardı. O günün yiyeceği bozulmuyordu.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç