Hani bir zaman sizi,
Firavun ailesinden kurtarmıştık. Onlar, size azabın kötüsünü tattırıyorlardı.
Oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ harıkıyorlardı. Bunda, rabbiniz
tarafından sîzin için büyük bir imtihan vardı.
Ey İsrailoğulları, sizi, Firavun ailesi ve
yandaşlarının zulmünden kurtardığımızı hatırlayın, onlar, doğar doğmaz erkek
çocuklarınızı kesiyor ve kız çocuklarınızı öldürmeyip sağ bırakıyorlardı. Sizi,
içinde bulunduğunuz, Firavunun bu işkencelerinden kurtarmamızda sizin için bir
nimet vardı.
* Taberi
özetle diyor ki: "Firavunun, İsrailoğullarının erkek çocuklarını kesme sebebi,
Rivâyet edilen şu olaydır: Bir gün Firavun rüyasında, Kudüsten Mısıra doğru bir
ateşin gelip Kıpti ırkından olanları yaktığını ve İsrailoğullarına dokunmadığını
görmüştü. Bunun üzerine sihirbaz ve kâhinleri toplayıp onlardan bu rüyanın
yorumunu sormuştu. Onlarda şu cevabı vermişlerdi: "İsrailoğullarından bir çocuk
doğacak, sen onun eliyle mülkünü kaybedip helak olacaksın." İşte bundan sonra
Firavun, İsrailoğullarının doğan her erkek çocuğunu öldürmeyi emretmişti.
Abrdullah b. Abbas diyor ki: "Bir zaman Firavun ve
ileri gelenleri, Allah'ın, Hazret-i İbrahime, soyundan peygamberler ve Krallar
göndereceğini vaadettiği hususunu görüştüler ve bu konuda şu karara vardılar.
"Bir kısım insanları ellerinde usturalarla göndererek İsrailoğullarmdan yeni
doğacak olan erkek çocukları keseceklerdi. "Bu kararı uyguladılar. Firavun ve
taraftarları, İsrailoğullarının yaşlılarının ölerek, çocuklarının da kesilerek
tükenmekte olduklarını görünce. Firavun onlara dedi ki: "İsrailoğulları
neredeyse tükenecekler. Sizler, onların, sizin için yaptıkan hizmetleri bizzat
kendiniz yapmak zorumla kalacaksınız. Bunun için bir yıl, doğan erkek çocukların
hepsini öldürün. Ertesi yıl sağbırakın."
Hazret-i Mûsanın
annesi, oğlu Hanımı, işte çocukların sağ bırakıldığı bir yılda doğurdu.
Mûsayi ise, çocukların kesildiği yılda
doğurdu.
Ebul Âliye diyor ki: "Firavun, idaresindeki
insanlara dört yüz ene hükmetti. Bir gün kâhinleri "Bu sene Mısırda,
İsrailoğullarmdan bir erkek çocuk doğacak sen onun eliyle helak olacaksın."
dediler. Bunun üzerine Firavun, Mısırın her bir tarafına ebe kadınlar gönderdi.
Kadınlar çocuk doğurduğunda ebeler onu alıp Firavuna götürüyorlardı. Firavun,
erkek çocukları öldürüyor, kız çocuklarını sağ bırakıyordu.
İbn-i Cüreyc,
"kadınları sağ bırakıyordu" ifadesini. "Kadınları köleleştiriyordu" şeklinde
izeh etmişse de, Taberi, bu izah şeklinin
sahabi ve Tabiinin izahlarına ters düştüğünden kabul edilemeyeceğini
söylemiştir.
Âyet-i kerime’de
zikredilen ve "İmtihan" diye tercüme edilen kelimesi,
Abdullah b. Abbas,
Süddi, Mücahid
ve İbn-i Cüreyc tarafından "Nimet" olarak
izah edilmiştir. Aslında imtihan kelimesi hayır için de şer için de
kullanıldığından burada hayır anlamına geldiği söylenmiştir. Buna göre âyetin
sonunun izahı şöyledir: "Allah'ın, sizi, Firavunun yaptığı azaptan kurtarması,
sizin için büyük bir nimettir.
"Firavun" lakabı, Mısıra hakim olan Âmâlika
Krallarına verilen bir lakaptır. Allahü teâlânın,
Hazret-i Mûsayı takibederken suda boğduğu
Firavunun adı ise, Muhammed b.
İshak'ın Rivâyetine göre, Velid b. Mûsa b. b.
Reyyan'dır. "Firavunun ailesi"nden maksat, onun dinini kabul eden, kavminden
olan ve ona tabi olanlardır. Burada hitap aslında Firavunu görmeyen
İsrailoğullarınadır. Allahü teâlâ onların
atalarını Firavunun zulmünden kurtardığı için onların nesillerine, atalarına
olan lütuflarını hatırlatmaktadır.
İbn-i İshak. Firavunun, İsrailoğullarına yaptığı
kötülükler hakkında şunları söylemiştir. "Firavun, İsrailoğullaarını hizmetçiler
olarak kullanıyordu. Onların sanatkârlarını çeşitli sanat dallarında işçi olarak
çalıştırıyordu. Bazıları onun için ekin ekiyorlardı. Sanatı olmayanlardan ise
cizye alıyordu.
Taberi
diyor ki: "İsrailoğullarının erkek çocuklarını kesip kadınlarını sağ bırakan
Firavunun emrini uygulayanlar onun memurlarıydı. Emri Firavunun vermesine rağmen
iş onun memurlarına isnad edilmektedir. Bu da zorba idarecilerin emirlerine
uyarak kötü işler yapanların sorumluluktan kurtulamayacaklarını göstermektedir.
Yine bir zaman sizin
için denizi yarıp sizi kurtarmıştık. Firavun ailesini suda boğmuştuk. Siz de
bakıp duruyordunuz.
Ey İsrailoğulları, sizden, her torunun
geçebileceği biryol olması için denizi yanp on iki yol açtığımızda size olan
nimetimi hatırlayın. Sizi helak olmaktan kurtarmış, Firavun ve yandaşlarını suda
boğmuştuk. Siz de Firavunun boğulmasına, deniz dalgalanılın, Firavun ailesini
yutmasına bakıp duruyordunuz.
"Firavun" Mısır hükümdarlarına verilen bir unvan
idi. Bu Firavunların, Rivâyete göre sonuncusu,
yukarıdaki âyetin izahında anlatıldığı gibi bir rüya görmüş ve bunun üzerine de
İsrailoğullarmi yeni doğan bütün erkek çocuklarını boğazlatarak öldürtüyordu.
İsrailoğullarından, "İmran" adında bir şahsın da
bir erkek çocuğu doğdu. Bu çocuk, büyüyüp ilerde Peygamber olacak olan Hazret-i
Mûsa idi. Annesi, onun da öldürül memesi için
onu bir sandığın içine koyup Nil nehrine bıraktı. Firavunun karısı Asiye,
nehirde bu sandığı gördü ve onu nehirden çıkarttırdı. Sandığın içinde çok güzel
bir çocuk bulunuyordu. Onun öldürülmesine mani oldu ve kendi sarayında
alıkoymaya karar verdi.
O sırada Firavunun sarayında hizmetçi olan
Mûsanın kizkaıdeşi, durumu takibediyordu.
Çocuğun hiçbir kadını emmediğini görence, ona bakacak ve emzirecek bir kadın
tavsiye edebileceğini söyledi. Teklifi kabul edildi. O da doğruca gidip durumu
annesine haber verdi. Ve annesini, çocuğun bakıcısı olarak saraya getirdi.
Böylece Hazret-i Mûsa,
öldürülmekten kurtulduğu gibi Firavunun sarayında ve kendi öz annesinin sütüyle
ve bakımıyla büyüdü.
Hazret-i Mûsa,
Allah tarafından Peygamber olarak seçildi. Firavuna ve Mısır halkına Allah'ın
emirlerini tebliğ etti. Onlara bir çok mucizeler göstererek, Allah'ın emir ve
yasaklarını kabul etmeleri için çok mücadele etti. Fakat Firavun iman etmedi.
Hazret-i Mûsa,
Mısırda çok kötü bir muamele gören İsrailoğullarını alıp Ken'an iline gitmek
için Firavundan defalarca izin istedi. Önceleri buna izin vermeyen Firavun,
sonra razı oldu. Fakat Hazret-i Mûsa
İsrailoğullarını alıp Mısırdan çıkarken, izin verdiğine pişman oldu. Ve onlar
gittikten sonra arkalarından onları takibe başladı.
Hazret-i Mûsa ve
İsrailoğulları, Kızıldenizin kenarına varmışlardı ki, geriden, Firavun ve
ordusunun geldiğini gördüler. Heyecanlanıp korktular. Önde deniz arkada düşman
bulunuyordu. İşte bu zor durumda Hazret-i Mûsa,
kendisine Allah tarafından verilen bir mucize daha gösterdi. Kızıldenize
âsâsıyla vurdu ve denizde, İsrailoğullarından on iki kabilenin geçeceği on iki
yol açıldı. Deniz yarılmış yol olmuştu. İsrailoğulları, Hazret-i
Mûsanın komutasında bu yollardan karşıya
geçmeye başladılar. Firavun ve ordusu da yetişmiş bu açılan yollardan onları
takibediyordu. Fakat Hazret-i Mûsa ve
İsrailoğulları karşıya geçer geçmez, yarılıp; yol olan deniz kapanarak Firavun
ve ordusu sulara kanştı. Herkesin gözleri önünde Firavun ve ordusunun tamamı
boğulup yok oldu.
İşte âyet-i kerime
bu olaya işaret ediyor. Diğer âyetlerde de bu olay açıkça anlatılmaktadır. Bu
âyetlerde şöyle buyuruluyor:
"Firavun ve adamları, güneş doğarken onların
ardına düştüler." "İki topluluk yaklaşıp birbirini görünce,
Mûsanın tarftarları "İşte yakalandık"
dediler." "Mûsa" Hayır, şüphesiz rabbim
benimledir. Bana mutlaka kurtuluş yolunu gösterecektir." dedi." Bunun üzerine
biz Mûsaya" Âsânı denize vur" diye vahyettik.
Bir anda deniz yarılıverdi. Her bir kısmı kocaman bir dağ gibiydi." "Geriden
gelen Firavun ve adamlarını da oraya yaklaştırdık." "Mûsa
ve beraberindekilerin hepsini sağ salım kurtardık." "Sonra diğerlerini de suda
boğuverdik." "Şüphesiz ki bunda büyük bir ibret vardır. Fakat çokları yine de
iman etmediler. Şuara sûresi, 26/60-67
Bakara suresinin, izahını yaptığınız bu âyeti,
Allahü teâlânın. İsrailoğullarına nimetlerini
hatırlatıyor. Hazret-i Mûsayı yalanlamaları
yüzünden Firavun ve ailesinin başına gelen azabın,
Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'i yalanlamaları
halinde onu yal ani ay ani arın da başına gelebileceğine dikkatleri çekiyor.
Denizin nasıl yanldığı hususunda
Süddi diyor ki: "Mûsa
denize varınca onu "Ebû Halid" diye adlandırdı Âsâsıyla ona vurdu. Deniz
yarıldı. Her bir parçası büyük bir dağ gibiydi. İsrailoğulları, denizde açılan
yollara daldı. Denizde, her toruna bir yol olmak üzere on iki yol açılmıştı.
Taberi,
Allahü teâlânın Firavunu suda ne şekilde
boğduğu hakkında özetle şu Rivâyetleri zikretmektedir: Abdullah b. Şeddad diyor
ki: "Bana anlatıldığına göre Firavun, ordusundaki alaca atlara ilaveten yetmiş
bin yağız atla Mûsayı takibe çıkmıştı.
Mûsa ise daha önce çıkıp denize varmıştı.
Denizden geçeceği bir yer yoktu. Arkadan Firavun ve ordusu göründü.
Mûsanın arkadaşları onları görünce "Eyvah
yakalandık" dediler. Mûsa ise "Hayır, hayır
olmaz. Zira rabbim benimle beraberdir. O bana kurtuluş yolunu gösterecektir. O
bana bunu vaadetti. O, vaadinden dönmez." dedi.
Abdullah b. Şeddad, başka bir Rivâyetinde şöyle
demektedir: "Firavunun atı denize girmemekte diretince
Cebrâil bir kısrakla ona göründü.
Cebrâil denize daldı. Arkasından da
Firavun daldı. Firavunun ordusu onları görüp kedileri de denize daldılar.
Böylece Cebrâil önden, Firavun ve
ordusu da onun arkasından gidiyordu. En geride de
İsrâfîl bulunuyor ve onları,
Cebrâil takibetmeye teşvik ediyordu.
Deniz, Firavun ve ordusunun üzerine kapanmaya başlayınca Firavun. Allah'ın
kudretim gördü, kendisinin acizliğini anladı ve orada "İsrailoğullarının iman
ettiğinden başka ilâh olmadığına iman etlim ve ben Müslümanlardanım" dedi.
Yunus sûresi, 10/90
Allahü teâlâ
da buyurdu ki: "Şimdi mi iman ediyorsun? Halbuki bundan önce isyan ettin ve
fesat çıkaranlardandın."
İkrime ise,
Firavunun denizde nasıl boğulduğu hakkında Abdullah
b. Abbastan, şunları söylediğini rivâyet etmiştir: "Allahü
teâlâ ımısaya: "... Kullarımı geceleyin al götür. Mutlaka
takibedileceksiniz." diye vahyettik. Şuara sûresi,
26/52 buyurunca Mûsa, İsrailoğullarıyla
birlikte geceleyin yola çıktı. Mûsa ile
birlikte altı yüz bin kişi bulunuyordu. Firavun onları görünce şöyle dedi:
"Bunlar, basit ve sayısı az bir topluluktur. Ne var ki bizi öfkelendiriyorlar.
Biz ise gerçekten ihtiyatlı ve uyanık bir kitleyiz.
Şuara sûresi, 26/54. 56
Mûsa,
İsrailoğullarıyla bilikte yürümeye devam etti. Denize doğru koştular. Dönüp geri
baktılar bir de ne görsünler, Firavunun ordusunun havaya kaldırdığı toz ve
gürültü ufku kaplamış. Bunun üzerine şöyle dediler: "Ey
Mûsa, sen bize gelmeden önce de bize işkence
edildi, geldikten sonra da. İşte önümüzde deniz arkamızda ise bizi ezen
Firavun." "Mûsa da onlara: "... Umulur ki
rabbiniz düşmanlarınızı yok eder de sizi yeryüzünde onların yerine geçirir.
Sonra da ne yapacağınıza bakar." dedi. A'raf sûresi,
7/129 Bunun üzerine Allahü teâlâ
Mûsaya: "Asanı denize vur." diye vahyetti.
Denize de "Mûsayı dinle ve sana vurduğunda ona
itaat et." diye vahyetti. Bunun üzerine deniz heyecanlandı.
Mûsanın, kendisine neresinden vuracağını
bilemiyordu. Bu sırada Yıışâ, Mûsaya: "Sana ne
emredildi." diye sordu. Mûsa da: "Denize
vurmam emredildi." diye cevap verdi. Yûşâ: "O halde vur." dedi.
Mûsa da denize âsâsıyla vurdu. Deniz yarıldı
orada on iki yol açıklı. Her bir yol büyük bir dağ gibiydi. İsrailoğullarının on
iki torunundan her biri bir yolu takibediyordu. İsrailoğulları yola girince
birbirlerine şöyle dediler: "Diğer arkadaşlarımızı neden göremiyoruz?"
Mûsaya da: "Arkadaşlarımız nerede onları niçin
göremiyoruz?" diye sordular. Mûsa da:
"Yürüyün. Onlar da sizin gibi bir yoldan yürüyorlar." dedi. Onlar: "Biz,
arkadaşlarımızı görmedikçe rahat edemeyiz." dediler.
Mûsa da: "Ey Allah’ım, sen bunların kötü huylarına karşı bana yardım et,"
dedi. Allahü teâlâ,
Mûsaya: "Âsâna, denize şöyle yapmasını söyle."
dedi. Mûsa da asasını, denizde açılan yolların
sudan duvarlarına vurdu. Duvarlardan, İsrailoğullarının birbirlerini görecekleri
pencereler açıldı. İsrailoğulları yürüyüp denizden çıktılar. Bunun üzerine
Firavun ve ordusu, denize doğru hücuma geçti.
Cebrâilin, atı ile gelip teşvik etmesiyle Firavunu ve ordusunu denize
çekti. Mûsanın kavmi, denizden tamamen
çıktıktan sonra Firavun ve ordusu orada boğuldu.
Firavunun Mûsayı
yakalamakta geç kalması hususunda Süddi diyor
ki: "Kıptilerden çok kişi ölmüştü. Firavun ve adamları onları defnetmekle
meşguldüler. Bu sebeple gün doğuncaya kadar Mûsayı
takibe çıkamamışlardı. İsrailoğullarının önünde Harun yürüyor arkalarından da
Mûsa gidiyordu.
Taberi
Firavun ve Mûsanın denize dalmaları hususunda
bu bilgilerin dışında başka Rivâyetler de zikretmektedir. Konuyu uzatmamak için
bu Rivâyetler zikredilmemiştir.
Bir zaman da
Mûsa ile kırk gece
için vaadleşmiştik, Onun arkasından siz buzağıyı ilâh edindiniz ve zalimler
oldunuz.
Bir zaman da Tevratı
Mûsaya indirmek için. onunla tam kırk gece için vaadleşmiştik.
Mûsa, verdiği vaad için sizin yanınızdan
ayrıldıktan sonra, buzağıyı ilâh edinip ona taptınız. Ve bu davranışınızla
zalimler oldunuz. Çünkü sizler, ibadeti, layık olmayan bir şeye yaptınız.
* İsrailoğullarının bu hallerini anlatan diğer
âyet-i kerimelerde de şöyle buyurulmaktadır:
"Mûsa, kavminden
önce Tur dağına koşunca: "Seni, kavminden önce davranmaya sevkeden nedir ey
Mûsa?" dedik."
"Mûsa: "İşte
onlar peşimdeler. Razı olman için acele ettim ey rabbim, dedi."
"Allah: "Şüphesiz ki biz senden sonra kavmini
imtihan ettik, Samiri onları saptırdı." dedi."
"Mûsa büyük bir
öfke ve üzüntüyle kavmine döndü. "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir vaadde
bulunmadı mı? Aradan çok mu zaman geçti? Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı
istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi."
"Şöyle cevap verdiler: "Biz, sana verdiğimiz
sözden kendi irademizle caymadık. Fakat Mısırdan çıkarken, o kavmin
mücavherlerinden yükler dolusu alıp götümıüştük. Biz onları ateşe attık. Samiri
de yanındaki mücevherleri oraya attı."
"Nihâyet Samiri onlara, içinden rüzgâr geçtikçe
böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yaptı. Samiri ve taraftarları:
"Sizin de ilahınız, Mûsanın da ilâhı budur.
Fakat Mûsa bunu unuttu." dediler."
"Onlar bu heykelin kendilerine sözle hiçbir
mukabelede bulunmadığını, kendilerine ne bir zarar ne de bir fayda vermediğini
görmüyorlar mıydı?"
"Doğrusu daha önce Harun onlara şöyle demişti: "Ey
kavmim, siz bununla imtihan edildiniz. Muhakkak ki sizin rabbiniz, rahman olan
Allah’tır. Sapık yolu bırakıp bana uyun, emrime itaat edin."
"Kavmi: "Mûsa
bize dönünceye kadar buna tapmaktan vaz geçmeyeceğiz," dediler."
"Mûsa dönünce:
"Ey Harun, bunların saptıklarını gördüğünde bana uymana mani neydi? Emrime karşı
mı geldin?" dedi."
"Harun: "Ey anamın oğlu sakalımı ve başımı tutma.
Doğrusu ben, "İsrailoğuları arasında ayrılık çıkardın, sözümü dinlemedin."
demenden korktum." dedi."
"Mûsa Samiriye:
"Ey Samiri, ya senin yaptığın nedir?" dedi."
"Samiri: "Ben, İsrailoğullarının görmediklerini
gördüm." Ben, elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu, erimiş mücevherin içine
attım. İşte böylece bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi,"
"Mûsa Samiriye
şöyle dedi: "Haydi git sen hayatın boyunca "Bana dokunmayın" diyeceksin.
Âhirette de sana kaçıp kurtulamayacağın, vâadedilmiş bir azap vardır. Tapıp
durduğun ilahına şimdi ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak yakacağız. Sonra onu
denize savuracağiz."
"Sizin ilahınız ancak, kendisinden baka hiçbir
ilâh olmayan Allah’tır. Onun ilmi herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.
Tâhâ sûresi, 20/83-98
Âyette geçen ve "Vaadleşmiştik" diye tercüme
edilen fiili, diğer bir kıraatta şeklinde okunmuştur. Bu kıraata göre âyetin
mânâsı: "Hani bir zaman Mûsaya vaadetmiştik"
şeklindedir. Taberi her iki kıraatin da
sahih olduğunu, iki kıraatin da mânâda önemli bir değişiklik yapmadığını
söylemiştir.
Taberi, "Mûsa"isminin,
Kıpti dilinde iki kelimeden meydana geldiğini bunların da anlamına gelen "Mu" ve
"Ağaç" anlamına gelen "Sa" kelimeleri olduğunu söylemiştir.
Taberi
diyor ki: "Mûsaya "Su" ve "Ağaç" anlamına
gelen bu iki kelimenin ad olarak verilişinin sebebi, Hazret-i
Mûsanın, Nil nehrinin kenarında ağaçlı bir
yerde bulunup sandıktan çıkanlmasındandir. Bu sandığı, o sırada, Firavunun
karısı Âsiyenin, nehir kenarında yıkanmakta olan cariyelerinin bulduğu Rivâyet
edilmektedir.
Âyet-i kerime’de,
Allahü teâlâ ile Hazret-i
Mûsanın kırk giin için vaadleştikleri
zikredilmektedir. Ebul Âliye bu ifadeyi şöyle izah etmektedir: Bu kırk gün,
Zilkade ayı ile Zilhicce ayının on günüdür. Hazret-i
Mûsa, kardeşi Harunu, İsrailoğullarının başına Halife tayin ettikten
sonra Tur dağına gidip orada rabbi ile kır kgün konuşmuştur.
Allahü teâlâ, zebercedden yapılmış levhalar
üzerine yazılı olan Tevratı Hazret-i Mûsaya
vermiş Hazret-i Mûsa da orada kalemlerin
sesini duymuş ve rabbiyle sessiz bir şekilde konuşmuştur.
İbn-i İshak diyor ki: "Allahü
teâlâ, Firavunu ve kavmini helak edip Hazret-i Masayı ve kavmini
kurtardıktan sonra, Hazret-i Mûsaya,
kendisiyle görüşmek için kırk gün vaadetti. Mûsa,
Harunu, İsrailoğullarının başına bıraktı ve ona: "Ben acele rabbime gidiyorum.
Kavmimin başına benim yerime geç. Bozguncuların yoluna uyma." dedi.
Mûsa, rabbinin huzuruna çıkmayı çok
arzuladığından acele olarak çıkıp gitti. İsrailoğullarının başında Hazret-i
Harun kaldı. Onun yanında Samiri de bulunuyordu. Harun, İsrailoğullarını
Mûsanın peşinden götürüp ona kavuşmaya
çalışıyordu.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "Mûsanın arkasından siz buzağıyı ilâh
edindiniz." buyurulmaktadır. Taberi,
İsrailoğullarının buzağıyı ilâh edinmelerinin sebebi hakkında çeşitli Rivâyetler
zikretmiştir. Bunlardan bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür:
İkrime bu
hususta Abdullah b. Abbastan şunları Rivâyet
etmektedir. Firavun ve ordusu, Mûsayı ve
İsrailoğullarını takibederken denize varınca Firavunun atı denize girmekte
diretmiş, bunun üzerine Cebrâil bir
kısrakla gelerek Firavunun atının denize girmesine sebep olmuştur. Bu arada
Samiri de Cebrâilin atının ayağınm
izinden bir avuç toprak alıp saklamıştır. İsrailoğulları Mısırdan ayrılırken
komşularının altın vb. süs eşyalarını bir merasim dolayısiyle emanet almışlardı.
Bu emanetleri geri vermedikleri için kendilerini suçlu hissetmeye başlamışlardı.
Hazret-i Mûsa,
Allahü teâlâ ile konuşmaya gittiği zaman o süs eşyalarını ateşe
attılar ki yansın tükensinler. Bü arada Samiri,
Cebrâilin atının izinden aldığı bir avuç toprağı, yanan o eşyanın
içine Mtı. O eşyalar da, arkasından hava girip önünden çıktığında böğüren bir
buzağı şeklini aidi. Samirinin teşviki ile İsrailoğulları bu buzağıya tapmaya
başladılar. Hazret-i Hanımın uyanlarını dinlemediler. İşte
âyet-i kerime onların bu halini beyan
etmektedir.
Bu hareketinizden sonra,
şükredesiniz diye sizi affettik.
Affımıza karşılık bize şükredesiniz diye, buzağıyı
ilâh edinmenizden sonra sizi affettik, ceza vermedik.
Yine bir zaman, hidâyete
eresiniz diye, Mûsaya
kitabı ve hak ile bâtılı ayıranı vermiştik.
Doğru yolu bulup hakka uyasınız diye,
Mûsaya Tevratı verdiğimiz zamanı hatırlayın.
Ona, hak ile bâtılı ayıran bir kitap vermiştik.
*
Taberi
diyor ki: Âyette ifade edilen "Hak ile bâtılı ayıran şey" Tevrattır. Tevratın
Hazret-i Mûsaya verildiği zikredildikten sonra
onun en belirgin sıfatı olan "Hak ile bâtılı ayırma " sıfatı da zikredilmiştir.
Bir zaman
Mûsa kavmine şöyle
demişti: "Ey kavmim, buzağıyı ilâh edinmekle şüphesiz kendinize zulmettiniz. O
halde yaratanınıza tevbe edin ve birbirinizi öldürün. Yaratanınız katında bu,
sîzin için daha hayırlıdır. Allah, tevbenizi kabul etmiştir. Çünkü o, tevbeleri
çokça kabul eden ve çok merhametli olandır.
Yine hatırlayın o zamanı ki, îvlusa,
İsrailoğullarına: "Ey kavmim, sizler buzağıyı ilâh edinmekle kendinize
zulmettiniz." demişti. Bu günahlardan, sizi yaratana tevbe edin. Bir kısmınız
diğer bir kısmınızı, yani, buzağıya tapmayanlar tapanları öldürsün. Allah'ın
emrine tıyarak birbirinizi öldürmeniz, yaratanınız katında sizin, için daha
hayırlıdır. Çünkü sizler bu sebeple Allah'ın, âhiretteki azabından kurtulmuş
olursunuz. Allah sizi bağışlayarak ve suçlarınızı cezalandırmayarak tevbenizi
kabul etmiştir. Çünkü o, kendisine yönelenlerin tevbesini kabul eden ve
kullarına merhametli davranandır.
* Hazret-i Mûsa,
buzağıya tapmayanlara, ona tapanları öldürmelerini emretti. Onlar da öldürmeye
başladılar. Ölenlerin sayısı yetmiş bin'e ulaştı. Bunun üzerine Hazret-i
Mûsa ağlamaya başladı.
Allahü teâlâ da onların tevbelerini kabil
etti.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "birbirinizi öldürün" diye tercüme edilen ifadesi, Ebul Âliye, Ebû
Abdurrahman, Said b. Cübeyr,
Mücahid, Abdullah
b. Abbas, Süddi, Zühri,
Katade, Ubeyd b. Umeyr, İbn-i İshak ve
İbn-i Zeyd tarafından bu şekilde izah
edilmiştir.
İsrailoğull arının, buzağıya taparak dinden
çıkmalarının cezası olarak birbirlerini öldürmeleri emredikliği söylenmiştir.
Taberi,
adı geçen bu müfessirlerden özetle
şunları nakletmektedir: İkrime,
Abdullah b. Abbasın bu âyetin izahında
şunları söylediğini rivâyet etmiştir: Mûsa,
kavmine, rabbinin, birbirlerini öldürmelerine dair emrini bildirmiştir. Bunun
üzerine buzağıya tapanlar saklanmışlar ve bulundukları yerlerde oturup
kalmışlardır. Buzağıya tapmayanlar ise hançerleri ellerine alıp diğerlerini
öldürmek istemişlerdir. Tam o sırada kendilerini şiddetli bir karanlık kaplamış
onlar da karanlıkta birbirlerini öldürmeye girişmişlerdir. Karanlık kalktığında
yetmiş bin kişinin öldüğü görülmüştür. Bu olay, öldüren için de, öldürülen için
de bir tevbe idi.
Said b. Cübeyr
ve Mücahid ise şöyle demişlerdir: "İnsanlar
birbirlerine karşı hançerleri çekmişler ve birbirlerini öldürüyorlardı. Akrabası
olsun olmasın kimse kimseye acımıyordu. Nihâyet Hazret-i
Mûsa elbisesini ters çevirdi. Bunun üzerine
ellerinde bulunan hançerleri bıraktılar. Yetmiş bin kişinin öldüğü görüldü.
Allahü teâlâ Hazret-i
Mûsaya: "Bu kadarıyla yetindim" diye vahyetti.
Süddi bu olayı
izah ederken şu âyetleri okumuş ve izahlarda bulunmuştur: "Mûsa,
büyük bir öfke ve üzüntüyle kavmine döndü "Ey kavmim, rabbiniz size güzel bir
vaadde bulunmadı mı. aradan çok mu geçti, Yoksa rabbinizin gazabına uğramayı mı
istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?" dedi." "Şöyle cevap verdiler:
"Biz, sana verdiğimiz sözden kendi irademizle caymadık. Fakat Mısırdan çıkarken,
o kavmin mücevherlerinden yükler dolusu alıp götürmüştük. Biz onları ateşe
attık. Samiri de yanındaki mücevherleri ortaya attı.
Tâhâ sûresi, 20/86, 87
Hazret-i Mûsa
gelip bu durumu görünce elinde bulunan Levhaları yere attı ve kardeşi Harunun
başından tutarak kendine doğru çekti. Harun ise ona: "... Ey anamın oğlu,
sakalımı ve başımı tutma. Doğrusu ben, "İsrailoğulları arasında ayrılık
çıkardın, sözümü dinlemedin" demenden korktum." dedi.
Tâhâ sûresi, 20/94 Bunun üzerine Hazret-i Mûsa
Harunu bırakıp Samiriye yöneldi. Ona: "Ey Samiri, ya senin yaptığın nedir?"
dedi." "Samiri: "Ben, İsrailoğullamun görmediklerini gördüm. Ben, elçinin
izinden bir avuç toprak alıp onu erimiş mücevharatın içine attım. İşte böyle,
bunu bana nefsim hoş gösterdi." dedi." "Mûsa
Samiriye şöyle dedi: "Haydi git, sen, hayatın boyunca "Bana dokunmayın"
diyeceksin. Âhirette de sana, kaçıp kurtulamayacağın, vadedilmiş bir azap
vardır. Tapıp durduğn ilahına şimdi ne yapacağız bir bak. Onu muhakkak
yakacağız. Sonra onu denize savuracağız. Tâhâ sûresi,
20/95-97 Sonra Mûsa tutup o buzağıyı
parçaladı, yaktı ve denize savurdu. Sonra onlara: "Bu sudan için." dedi. Onlar
da içtiler Buzağıyı çok sevenlerin bıyıklarında altın kalıntıları görüldü. İşte
Allahü teâlâ bunlar hakkında: " ...
İnkârlaından dolayı buzağı kendilerine içirildi.
Bakara sûresi, 2/93 buyurdu. Mûsa geri
döndüğünde, pişman olan İsrailoğulları, kendi kendilerine şöyle demişlerdi:
"Yemin olsun ki eğer rabbimiz bize merhamet etmez ve bizim günahlarımızı
bağışlamazsa şüphesiz ki bizler hüsrana uğrayanlardan oluruz."
Allahü teâlâ,
İsrailoğullarınin tevbesini kabul etmedi. Ancak buzağıya taparak mürted
olanlarla, buzağıya tapmadıkları halde tapanlara mani olmayanların savaşmaları
halinde tevbelerini kabul edeceğini beyan etti. Bunun üzerine Hazret-i
Mûsa onlara: "Ey kavmim, buzağıyı ilâh
edinmekle şüphesiz kendinize zulmettiniz. O halde yaratanınıza tevbe edin ve
birbirinizi öldürün." dedi. Onlar da iki saf yaptılar, kılıçlarla savaştılar.
Buzağıya tapanlar da tapmayanlar da kılıçlarla savaşıyorlardı. Her iki taraftan
ölenler de şehit sayılıyordu. Öldürülenler çoğaldı. Neredeyse İsrailoğulları yok
olacaktı. Öyleki onlardan yetmiş bin kişi öldürülmüştü. Nihâyet
Mûsa ve Harun: "Rabbimiz, sen İsrailoğullarını
helak ettin. Rabbimiz, geri kalanlarını bırak." diye dua ettiler. Allah da
onlara, silahlarını bırakmalarını emretti ve tevbelerini kabul etti.
Mücahid diyor
ki: "İsrailoğulları bu hadisede babalarım ve oğullarını bile öldürüyorlardı.
İşte Allahü teâlâ onların tevbelerini
böyle kabul etmişti."
Buna benzer Rivâyetler, Ebul Âliye, Zühri,
Katade, Ubeyd b. Umeyr, İbn-i İshak ve
İbn-i Zeyd'den de nakledilmiştir.
Hani: "Ey
Mûsa, biz, Allah’ı
açıkça görmedikçe sana asla iman etmeyeceğiz." demiştiniz de gözünüz göre göre
sizi bir çığlık yakalayıvermişti.
Ey İsrailoğulları, hani siz
Mûsaya: "Biz, Allah’ı, apaçık görüp
gözlerimizle ona bakmadıkça seni tasdik edip bize getirdiğini kabul etmeyiz."
demiştiniz. Bu sebeple sizi, bir çığlıkla helak etmiştik. Sizi helak eden bu
çığılği bizzat gözlerinizle görüyor, onu müşahade ediyordunuz.
Allahü teâlâ,
bu ve bundan önceki âyetlerle, Resûlüllah’ın
hicret ettiği Medinenin çevresinde bulunan ve
Resûlüllah’ın hak Peygamber olduğuna inanmayan Yahudileri kınamakta,
onların, Resûlüllah’a yaptıklarının,
atalarının Hazret-i Mûsaya yaptıklarına
benzediğini bildirmektedir. Öyle ki, ataları, Allahü
teâlânin çeşitli nimetlerine erişmelerine ve onun Peygamberinin doğru
olduğunu gösteren mucizelerini bizzat gözleriyle görmelerine rağmen yine ele
teslim olmamışlar, kendilerini dinden çıkaran çeşitli davranış ve tekliflerde
bulunmuşlardır. Bazan Hazret-i Mûsadan,
Allah'ın dışında kendileri için ilâhlar tayin etmesini istemişler, bazan,
Allah’ı bırakıp buzağıya tapmışlar, bazan, "Biz, Allah’ı bizzat gözlerimizle
görmedikçe sana inanmayız." demişler, savaşa davet edildiklerinde Hazret-i
Mûsaya: "Git, sen ve rabbin savaşın. Bizler
burada oturacağız." demişler, "Kutsal şehirin kapısından secde ederek girin ve
"Affet" deyin ki kusurlarınızı bağışlayalım." denilmiş, onlar ise sözü tersine
çevirerek "Kutsal hamur içinde buğday" şeklinde söylemişler ve o şehire, kıçları
üzerinde sürünerek girmişlerdir. Bu gibi davranışlarıyla Hazret-i
Mûsaya çok eziyet etmişlerdir.
Hazret-i Muhammed
(sallallahü aleyhi ve sellem)'e inanmayan
Yahudiler de bunlar gibi, Allah'ın Peygamberini üzecek şeyler yapmaktadırlar.
Âyette zikredilen "Çığhk"tan maksat,
Rebi' b. Enes'e göre "Bir gürültü",
Süddiye göre "Bir ateş", İbn-i İshak'a göre
ise "Bir sarsıntı"dır. Aslında "Çığlık" diye tercüme edilen insanın gördüğü veya
yakalandığı, dehşetinden dolayı aklının gittiği veya bazı duyu organlarını
kaybettiği yahut helak olduğu her şey'e denir. Bu şey, ses de olabilir ateş de,
deprem de olabilir sarsıntı da.
Hazret-i Mûsa'ya:
"Biz, Allah’ı açıkça gönnedikçe sana iman etmeyiz" diyenler. Hazret-i
Mûsanın, buzağıya tapmalarından dolayı özür
dilemeleri için İsrailoğulları arasından seçip Tur dağına götürdüğü yetmiş
kişidir. Bunlar, Tur dağına vardıklarında Hazret-i
Mûsa onları biraz geride bırakmış, kendisi,
Allahü teâlâ ile konuşmak üzere dağın tepesine çıkmış. O sırada dağın
tepesini bir duman kaplamış, Allahü teâlânın,
Hazret-i Mûsa ile konuşmasını duyan bu yetmiş
kişi bu sefer de: "Biz, Allah’ı açıkça görmedikçe iman etmeyiz." demeye
başlamışlardı. İşte onların bu, hadlerini aşan talepleri sonunda kendilerini
şiddetli bir sarsıntı yakalamış ve hepsi birden ölmüşlerdi.
Taberi
diyor ki: "İsrailoğullarının Hazret-i Mûsaya:
"Biz, Allah’ı açıkça görmedikçe sana asla iman etmeyeceğiz." demelerinin sebebi
olarak İbn-i İshak, Süddi, Reb'i' b. Enes,
İbn-i Zeyd ve
Katadeden nakledilen bu gibi Rivâyetlerin sıhhati hakkında kesin bir
delil bulunmamaktadır. Nakledilenlerin belki bir kısmı doğru olabilir. Bununla
birlikte İsrailoğullarının, Hazret-i Mûsaya
böyle bir teklifte bulunmalarının asıl sebebini ancak
Allahü teâlânin bildiğini söylemek daha
isabetli olacaktır. Allahü teâlânın bu
âyette İsrailoğullarım, Hazret-i Muhammedi
kabul etmelerinden dolayı kınadığı muhakkaktır.
Bu hususta diğer bir
âyet-i kerime’de de şöyle
buyurulmaktadır: "Mûsa, tayin ettiğimiz o
vakit için kavminden yetmiş kişi seçti. Onları kuvvetli bir sarsıntı yakalayınca
Mûsa şöyle dedi: "Ey Rabbim, eğer dileseydin
bunları ve beni daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları
yüzünden bizi helak mi edeceksin? Bu olanlar ancak senin bir imtihanındır. Sen
bu imtihanla dilediğini saptırır, dilediğini de hidâyete erdirirsin. Sen bizim
velimizsin. Artık bizi bağışla, bize merhamet et. Sen, bağışlayanların en
hayırlısısın. A'raf sûresi, 7/155
Hazret-i Mûsanın
bu dua ve taleplerinden sonra Allahü teâlâ,
helak oan bu yetmiş kişiyi tevbe eder ve şükrederler diye tekrar diriltmiştir.
Bundan sonra gelen âyet-i kerime bu hususa
işaret etmektedir.
Sonra şükredesiniz diye,
ölmüşken size tekrar hayat verdik.
Sizi çığlıkla öldürdükten sonra, size olan
nimetimize karşılık şükredesiniz diye sizi yeniden dirilttik.
Bundan sonra Allahü
teâlâ, İsrailoğullarına, şükretme vazifelerini hatırlatarak onlara
vermiş olduğu nimetleri saymaya başlamış ve şöyle buyurmuştur:
Bulutları üzerinize
gölgelik yaptık. Size, kudret helvası ve bıldırcın indirdik "Size rızık olarak
verdiklerimizin temizlerinden yy in." dedik. onlar bize zulmetmediler fakat
kendi kendilerine zulmediyorlardı.
Ey İsrailoğulları, Tin sahrasında bulunduğunuz
sırada bulutlan üzerinize gölgelik yaptık. Orada size bir lütuf olarak, ağacın
üzerine inen, baldan daha tatlı ve güzel olan kudret nevası ve bıldırcın
indirdik" Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin leziz ve temiz olanlarından
yeyin" dedik. Fakat siz bu nimetlere karşı nankörlük ettiniz. Emrimize isyan
ettiniz. Ancak, bizim emrimize isyan etmelke bize zulmetmediniz. İsyanlarınızla
azabı hak ettiğiniz için kendi kendinize zulmettiniz.
* Âyet-i kerime’de
zikredilen ve "Bulutlar" diye tercüme edilen kelimesi aslında gökyüzünü bürüyen
her şeye denir. Bu şey bulut ta olabilir duman da, olabilir başka bir şey de.
Mücahid, âyet-i
kerime’de zikredilen ve
İsrailoğullarının üzerine gönderildiği beyan edilen (......)in, bildiğimiz bulut
olmadığını söylemiş Abdullah b. Abbas da bu bulutun normal bulutlardan daha soğuk ve
daha güzel bir bulut olduğunu ve kıyamet gününde Allah'ın emrinin içinde
geleceği ve Bedir savaşında meleklerin içinde geldiği bulut olduğunu söylemiş ve
İsrailoğullarının Tih çölünde bu özel bulutla gölgelendiklerini beyan etmiştir.
Taberi
diyor ki: Âyette zikredilen (......) kelimesi, göğü kaplayan herhangi bir şey
olarak izah edildiği takdirde, İsrailoğullarım gölgelendiren (......) in da
bulut vb. herhangi bir şey olması mümkündür. Allahü
teâlâ buna: "Göğü kaplayıp örten" mânâsına gelen (......) ismini
vermiştir. Buna "Bulut" mânâsına gelen ismini vermesi uygun düşmezdi. Zira, o
takdirde o kaplayanın, buluttan başka bir şey olduğunu söylemek mümkün olmazdı.
Âyette zikredilen ve "Kudret helvası" diye tercüme
edilen kelimesi, Mücahide göre bazı meyve
ağaçlarının gövdesinden akan ve bal'a benzeyen bir maddedir.
Katadeye göre kar gibi beyaz olan bir
maddedir. Rebi' b. Enes'e göre bal gibi bir
içecektir. İbn-i Zeyd ve Âmir'e göre bal'dir.
Vehb'e göre zerrecikler ve un'lar gibi ufanmış ekmeklerdir.
Süddi'ye göre bu, Turrencebin ağacı üzerine
inen bir nimet, Abdullah b. Abbas ve Âmir'e
göre, ağaçların üzerine gökten düşen ve yenilen bir maddeddir.
Bazılarına göre
ise bal gibi tatlı olan Sümam ve Uşer bitkilerinin üzerine düşen bir maddedir.
Peygamber efendimiz ir
hadis-i şerifinde:
"Mantar den yani kudret helvasıhdandır. Suyu da
göz için şifadır. Tirmizî, K. et-Tıb, bab: 22, Hadis
No: 2066, 2068 buyurmuştur.
"Bıldırcın kuşu" diye tercüme edilen kelimesi,
Abdullah b. Abbas,
Dehhak ve Âmir tarafından bu şekilde izah
edilmiş, Süddi ve
Rebi' b. Enes tarafından "Bıldırcından daha büyük bir kuş" şeklinde, Vehb
tarafından "Güvercin gibi semiz bir kuş" şeklinde,
Abdullah b. Mes'ud ve Abdullah b. Abbas
tarafından "Bıldırcın'a benzeyen bir kuş" şeklinde izah edilmiş,
Katade de bu kuş'u, güneyden esen rüzgârların
getirdiğini söylemiştir.
Tuberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Allahü
teâlânın, bu kavmi bulutlarla gölgelendirmesinin ve bunlara kudret
helvası ve bıldırcın eti indindesinin sebebi nedir?" Cevaben denir ki: "Bu
hususta çeşitli Rivâyetler vardır:
Taberi bu
hususta özetle şunları zikretmektedir: Süddi
diyor ki "Allahü teâlâ Hazret-i
Mûsanın kavminin tevbelerini kabul ettikten ve
Mûsanın seçtiği yetmiş kişiyi öldürüp tekrar
dirilttikten sonra İsrailoğullarına, Kudüs'e gitmelerini emretmiştir. Onlar
oraya yaklaşınca Mûsa onlardan on iki önder
seçip orada bulunan zorba kavme gönderdi. Bu gidenlerle o kavim arasında cereyan
eden olayları Allahü teâlâ bizlere haber
vermiştir. Kavmi Mûsaya: "Ey
Mûsa, onlar orada oldukça biz oraya ebediyyen
girmeyiz. Sen ve rabbin gidin savaşın biz burada oturacağız." dediler.
Maide sûresi, 5/24 Bunun üzerine
Mûsa hiddetlendi ve onlara beddua etti ve
şöyle dedi: "Ey rabbim, ben, kendimden ve kardeşimden başkasına söz
geçiremiyonim. Sen, bizimle bu fasık kavmin arasını ayır
Maide sûresi, 5/25 Hazret-i
Mûsanın bu duası, aceleye getirdiği bir
duadır. Bu duanın üzerine Allahü teâlâ
şöyle buyurdu: "Kırk sene o mukaddes yer onlara haram kılınmıştır. Yeryüzünde
şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Maide sûresi, 5/26
Allahü teâlâ, İsrailoğullarını çölde
dolaşmaya mecbur edince Hazret-i Mûsa, yaptığı
duadan dolayı pişman oldu. Kavminden, kendisiyle beraber olan ve kendisine itaat
eden insanların yanına vardı. Onlar ona: "Ey Mûsa,
bize ne yaptın?" dediler. Allahü teâlâ,
Hazret-i Mûsanın bu pişmanlığı üzerine ona
şunu vahyetti: "O fâsık kavim için üzülmc. Maide
sûresi, 5/26 Bunun üzerine Hazret-i Mûsanın
üzüntüsü gitti. Yine kavmi ona: "Ey Mûsa, biz
burada suyu nerede bulacağız?" yemek nerede? dediler.
Allahü teâlâ da onlara, Turrencebin ağacım
üzerine indirdiği kudret helvasını, bıldırcın'a benzeyen Selva'yı gönderdi.
İsrailoğullarından herhangi birisi gelip kuş'a bakıyordu. Eğer semiz ise onu
kesiyor yoksa bırakıyordu. O zayıf kuş da semizleştikten sonra geliyordu.
İsrailoğulları: "Yemek olarak bu var. Fakat içecek nerede?" dediler,
Mûsa, âsâsıyla taşa vurdu. Taştan on iki pınar
fışkirdı. On iki toruna ayrılan her bir torun, bunlardan birinden su içmeye
başladı. İsrailoğulları: "Yemek ve su olarak bunlar var. Fakat gölgelik hani?"
dediler. Bunun üzerine onlar, bulutlarla gölgelendirildiler. İsrailoğulları
tekrar: "Bu, gölgelik. Ya giyecek elbise nerede?" dediler.
Allahü teâlâ da onların elbiselerini hiç
eskimeyecek bir şekle getirdi. Boylan büyüdükçe elbiseleri de büyüyordu.
Allahü teâlâ şu âyetlerde bu hususları beyan
etmektedir: "Bulutlan Üzerinize gölgelik yaptık. Size kudret hevası ve bıldırcın
indirdik. "Size rızık olarak verdiklerimizin temizlerimden yeyin." dedik. Onlar
bize zulmetmediler, fakat kendi kendilerine zulmediyorlardı." "Bir zaman
Mûsa, kavmi için su aramıştı. Biz de ona
"Âsâsı taşa vur." dedik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkirdı. Her cemaat
su içeceği yeri bildi (ve dedik ki) "Allah'ın rızkından yeyin için, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak fitne çıkarmayın. Bakara sûresi,
2/57,60
Rebi' b. Enes
diyor ki: "İsrailoğulları Tih çölünde beş veya altı fersahlık bir alanda şaşkın
bir vaziyette dönüp duruyorlardı. Sabahtan akşama kadar dolaşıp aynı noktaya
geliyorlardı. Kırk yıl bu şekilde devam ettiler. İşte burada onlara kudret
helvası ve bıldırcın kuşu gönderiliyor, elbiseleri de eskimiyordu. Yanlarında,
Tur dağından alıp götürdükleri bir taş bulunuyordu. Konakladıkları yerde
Hazret-i Mûsa, âsâsiyla o taşa vuruyor ve
ondan on iki pınar fışkırıyordu."
Abdullah b. Abbas
diyor ki: "Onların çölde giydikleri elbise ne eskiyor ne de kirleniyordu."
İbn-i Cüreyc
diyor ki: "Onların, kudret helvası ve bıldırcın etinden, bir günlük
yiyeceklerinden fazla almaları halinde bu yiyecekler bozuluyordu. Ancak
Cumartesi gününün yiyeceğini Cuma gününden alıyorlardı. O günün yiyeceği
bozulmuyordu.
|