Bir zaman rabbin
meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Melekler de: "Orada
bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni
överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz
ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.
Bir zaman rabbin. meleklere, yaratacağı Âdemi
kastederek "Yeryüzünde yaratıklarım arasında hükmetmekte beni temsil edecek bir
halife yaratacağım." demişti. Melekler de: "Ey rabbimiz, bildir bize, sen,
yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini yaratıp ta Halifeni bizden
yapmayacak mısın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz"
dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben Âdem ve İblis hususunda sizin
bilmediğniz şeyleri bilirim." dedi.
Allahü teâlâ,
bundan önceki âyette yeryüzünü, gökleri ve onlarda bulunanları yaratıp
insanoğlunun hizmetine tahsis ederek ona lütfettiği nimetlerini zikretmiş bu
âyet-i kerime’de
ise, bizim de o fâsıkların da atası olan Hazret-i Âdemi yaratacağını, onu
yeryüzünde Halife kıldığını beyan etmiştir? Bundan sonra gelen
âyet-i kerimelerde de Hazret-i Âdemin,
İblisin vesveselerine uyarak rabbinin yasağını ihlal ettiğini, böylece
cezalandırıldığını daha sonra ise yaptığı hatadan dolayı tevbe edip o hatadan
vaz geçmesi üzerine onu affettiğini fakat, Allah'a isyan eden İblis'in isyanında
direttiği için onu dünyada lanete uğrattığını âhirette ise ebedi olarak devam
edecek cehennem azabına sokacağını beyan etmiştir.
Böylece Allahü teâlâ,
insanlardan fâsık ve kâfir olanlardan, tevbe edip kendisine yönelenler
hakkındaki hükmüne ve isyanında ısrar eden mağrurlar hakkındaki yargısına dair
uyarsın. Onlar da düşünüp ibret alsınlar,
Hazret-i Muhammed'in hak peygamber olduğunu idrak etsinler, onun,
Allah katından getirdiklerinin doğru olduğuna inansınlar. Zira
Hazret-i Muhammed'in, Allah katından
getirdiği şeyler, ehl-i kitabın kitaplarında da mevcut olan hükümlerdir. Onlar
bu tür şeylere yabancı değillerdir. O halde
Hazret-i Muhammed'e diğer insanlardan daha önce onlar iman
etmelidirler.
Âyet-i kerime’de
geçen ve "Bir zaman" diye tercüme edilen kelimesi, Basra âlimlerinin bir kısmı
tarafından, "Anlam ifade etmeyen zaid bir harftir" şeklinde izah edilmeye
kalkışılmış ise de Taberi bunun yanlış
olduğunu kelimesinin, belli olmayan bir zamanı ifade ettiğini ve kendisinden
önce "Hatirlayın" anlamında bir kelimenin takdir edildiğini ve âyetin mânâsının
"Hatırlayın bir zaman rabbin meleklere..." şeklinde olduğunu söylemiştir.
"Melekler" anlamına gelen kelimesi ise kelimesinin çoğuludur. kelimesinin asli
da dür. Hemze düşürülmüş ve harekesi Lam'a verilmiştir. Bu kelime "Göndermek"
mânâsına gelen kökünden türetilmiştir. Meleklere bu adın verilmesi, Allah'ın
Peygamberine ve kullarına gönderdiği elçileri olmalarındandır.
Âyet-i kerime’de
zikredilen "Yeryüzü" kelimesinden maksat, bir kısım âlimlere göre "Mekke-i
Mükerremedir" Âyette geçen "Halife" kelimesinin mânâsı ise, "Gidenin yerine
gelen" demektir. Bu hususta başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır. "Sonra da
sizi o nesillerin ardından, ne yapacağınızı görmemiz için yeryüzünde Halifeler
kildık."(10/4)
Eğer denilecek olursa ki: "Yeryüzünü Hazret-i
Âdemden önce imar eden kim vardı ki Allahü teâlâ
meleklere, onların yerine yeryüzünü imar edecek olan Hazret-i Âdemi yaratacağını
bildirdi? "Ona cevaben denilir ki: "Bu hususta
müfessirler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır:
Abdullah b. Abbastan
nakledilen bir görüşe göre, Hz Âdem daha önce yeryüzünde yaşayan ve orada
bozgunculuk çıkardıkları için yok edilen cinlerin yerine yeryüzünde Halife
olarak yaratılmıştır. Dehhak, Abdullah b. Abbas'ın
şunları söylediğini rivâyet etmiştir: Yeryüzünde ilk yaşayan Cinlerdi, onlar
orada bozfunculuk çıkardılar, kan döktüler ve birbirlerini öldürdüler. Bunun
üzerine Allah onlara, meleklerden meydana gelen bir ordusuyla birlikte İblisi
gönderdi. İblis, beraberinde bulunanlarla birlikte cinlere karşı savaştı. Onları
adalara ve dağların başlarına kaçmaya zorladı. Sonra
Allahü teâlâ Âdemi yarattı. Onu yeryüzünde Cinlerin yerine getirdi.
Hasan-ı Basri
ise, bu, âyette zikredilen "Halifeliği" şöyle izah etmiştir: "Ben, yeryüzünde
soyu birbirlerine Halife olacak Âdemi göndereceğim, "buna göre Hazret-i Âdemin
soyundan gelenler hem Âdemin hem de birbirlerinin halifeleri olacaklarından
Âdem'e "Yeryüzüne gönderilecek Halife" diye ad verilmiştir.
Abdullah b. Abbas
ve Abdullah b. Mes'uddan nakledilen başka bir
görüşe göre âyette zikredilen "Ben, yeryüzünde bir Halife yaratacağım."
ifadesinden maksat, Allahü teâlânın
yeryüzüne, Hazret-i Âdemi, kulları arasında hüküm verme bakımından Halifesi
olarak göndermesidir. Bu sahabiler,
âyeti izah ederlerken şöyle demişlerdir: "Allahü
teâlâ meleklere: "Ben, yeryüzünde bir Halife yaratacağım." deyince
Melekler: "Ey rabbimiz, bu halife nasıl bir şey olacak?" dediler.
Allahü teâlâ: "O, yeryüzünde bozgunculuk
çıkaran, birbirlerini kıskanan ve birbirlerini öldüren soyların atası olan bir
kişi olacaktır." buyurmuştur.
Müfessirler,
bu âyet-i kerimeye dayanarak, insanlar
arasında çıkacak anlaşmazlıkları çözüme kavuşturması, zalimden mazlumun hakkını
alması, cezaları tatbik etmesi, hayasızlığı önlemesi ve devlet idaresiyle ilgili
bütün vazifeleri yerine getirmesi için Halife seçmenin vacip olduğunu
söylemişlerdir. İşte Halife olacak bu kişide şu vasıfların bulunması da şarttır:
a- Halifenin erkek olması: Kadından Halife
olmaz. İran Kisrasının kızının İranlılar tarafından kendilerine Kraliçe
seçildiğini duyan Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:
"İdarelerini kadına teslim eden bir topluluk asla
kurtuluşa eremez. Buhari. K. el-Magazi, bab: 82, K.
el-Fiten, bab: 18/rirmizi, K. el-Fiten bab, 75. Hadis No: 2264/Nesai, K.
el-Kur'an. bab: 8/Ahmed b. Hanbel,
Müsned c. 5, s. 43, 51
b- Hür olması: Halife hür bir kişiden olur.
Köleden Halife olmaz. Zira köle efendisine tabidir, müstakil hareket edemez.
c- Buluğa ermiş olması: Henüz buluğa
ermemiş çocuklar mükellef değildirler. Halifelik gibi ağır bir vazife böyle
birisine verilemez.
d- Müslüman olması: Kâfirlerin Müslümanlar
üzerine otorite kurmaları kabul edilemez. Bu hususta
Allahü teâlâ diğer bir âyette şöyle buyuruyor: "... Allah, aranızda
hükmedecek ve Müslümanlara karşı, kâfirlere asla yol vermeyecektir."
Nisa sûresi 4/141
c- Halifenin adaletli olması
f- Müctehîd olması
g- İleriyi gören bir kimse olması
h- Vücutça sağlam olması
ı- Savaş idare etmesini bilmesi
i- Kureyşten olması (Bu şart ihtilaflıdır
İbn-i Kesir, c. 1, s.72
Âyet-i kerime’de,
meleklerin, "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratcaksın?"
dedikleri zikredilmektedir.
Taberi
diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Allahü teâlânın
meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını bildirmesi üzerine melekler ona
nasıl "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?"
diyebilmişlerdir? Çünkü o anda ne Âdem ne de soyu yaratılmıştır ve onların ne
yapacaklarını da bilemezlerdi. Melekler bu sözü gaybi bilerek mi söylediler
yoksa tahmin yürüterek mi? Elbette ki bu iki ihtimal de meleklereyakışan bir şey
değildir. O halde melekler, Allahü teâlâya
bu soruyu nasıl sormuşlardır? Müfessirler
bu soruya farklı şekillede cevap vennişlerdir.
a- Dahhakın
Abdullah b. Abbastan naklettiği bir Rivâyete göre
Abdullah b. abbas, meleklerin bu sorularını
şöyle izah etmiştir: Allahü teâlâ Hazret-i
Âdemden önce cinleri yaratmıştı. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmış ve kan
dökmüşlerdi. Allahü teâlâ da, İblisin
başkanlığında özel bir kısım melekleri göndererek onlarla savaş yaptımış ve
onları mağlup ettirmiştir. Allahü teâlâ bu
özel meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını beyan edince onlar da önceki
bilgilerine dayanarak: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi
yaratcaksın? diye sormuşlardı. Dehhak,
Abdullah b. Abbastan nakledilen bu Rivâyeti
şöyle anlatıyor: "İblis" vücudun gözeneklerinden geçebilen çok sıcak bir ateşten
yaratılmış ve kendilerine "Cin" adı verilmiş, melekler sınıfından biri idi. Adı
"Haris" idi ve cennetin bekçilerinden biri idi. Bu sınıfın dışındaki bütün
melekler ise nur'dan yaratılmışlardır. Kur'an-ı kerimede zikredilen diğer cinler
ise dumansız saf alevden yaratılmıştır.
Yeryüzünde ilk olarak cinlen yaşamıştır. Onlar
orada bozgunculuk çıkarmışlar, kan dökmüler ve birbirlerini öldürmüşlerdi. Bunun
üzerine Allah onların üzerine, meleklerden bir sınıf olan cinlerle birlikte
İblisi göndermişti. İblis ve beraberinde bulunan melekler, yeryüzünde yaşayan
cinlerle savaşmışlar, onların, denizlerdeki adalara ve dağların başlarına kaçıp
sığınmalarını sağlamışlardır. İblis bunu yapınca gururlanmış ve "Ben, şimdiye
kadar hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptım." demiştir.
Allahü teâlâ, tabii ki İblisin kalbine gelen
bu gunıru bilmiş fakat onunla birlikte savaşan diğer melekler bilememişlerdir.
Allahü teâlânın bu meleklere; "Ben,
yeryüzünde bir halife yaratacağım." demesi üzerine bu melekler: "Orada, daha
önce cinlerin çıkardığı gibi fesat çıkaracak ve onların kan döktükleri gibi kan
dökecek varlıklar mı yaratacaksın?" Halbuki biz oraya, onların bu hallerinden
dolayı gönderilmiştik." dediler. Allahü teâlâ
da meleklere; "Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. Yani
sizin, şeytanın kalbindeki gurur ve kibiri bilmediğinizi bilirim." diye cevap
verdi. Sonra Allahü teâlâ, Âdemin
toprağının getirilmesini emretti. Onun toprağı getirildi.
Allahü teâlâ Âdemi, yapışkan ve kokuşmuş bir
çamurdan bizzat kendi elleriyle yarattı. Âdem, kırk gece sırtüstü yatan bir
ceset halinde bırakıldı. İblis gelip ona ayağıyla vuruyor, Âdemin vücudu ses
çıkarıyordu. Allahü teâlâ bu hususu beyan
eden âyetinde şöyle buyuruyor: "Allah insanı, vurulduğunda testi gibi ses
çıkaran kuru bir balçıktan yarattı. Rahman sûresi,
55/14
İblis, Âdemin ağzından girip arkasından çıkıyor ve
arkasından girip ağzından çıkıyordu ve diyordu ki: "Sen, sırf ses çıkarmak için
yaratılmadın. Elbette ki bir şey için yaratıldın. Yemin olsun ki eğer ben sana
musallat olursam mutlaka seni helak ederim. Şeyat sen bana musallat olursan
mutlaka sana isyan ederim."
Allah, âdeme kendi ruhundan üfleyinee ruh âdemin
baş tarafından girdi. Vücudun ulaştığı her yerini et ve kan'a dönüştürdü. Ruh,
göbeğine kadar ulaşınca Âdem vücuduna baktı ve onun güzelliğini beğendi. Hemen
ayağa kalkmak istedi. Fakat kalkamadı. Allahü teâlâ
bu hususta da şöyle buyuruyor: "... İnsan çok acelecidir.
İsra sûresi, 17/11
Ruh, Âdemin vücudunun her tarafına ulaşınca Âdem
aksırdı ve Allah'ın kendisine ilham etmesiyle "Âlemlerin rabbi olan Allah’a
hamdolsun." dedi. Allah, da ona: "Ey Âdem, Allah da sana merhamet etti." dedi.
Sonra Allah, gökteki bütün meleklere değil, sadece iblisle beraber bulunan ve
özel bir sınıf olan meleklere: "Âdeme secde edin." dedi. O meleklerin hepsi
Âdeme secde ettiler. Sadece İblis diretti ve kibirlendi. İblis: "Ben ona secde
etmem. Çünkü ben ondan daha hayırlıyım. Yaşça daha büyüğüm, yaratılış bakımından
daha güçlüyüm. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın. Ateş çamurdan daha
kuvvetlidir." dedi. İblis secde etmemekte diretince Allah onu susturdu, bütün
hayırlardan mahrum etti ve onun isyanına bir ceza olmak üzere kavulmuş şeytan
yaptı.
Sonra Allahü teâlâ Âdeme, bugün insanların bildiği bütün eşyanın
isimlerini öğretti. Bu isimler, insanlara, canlı varlıklara, yeryüzüne,
denizlere, dağlara ve benzeri şeylere ait olan isimlerdi. Sonra Allah bu
isimleri, vücudun gözeneklerinden geçecek nitelikteki ateşten yaratılan ve "Cin"
diye anlandınlan özel melekler sınıfına sordu. Onlara: "Eğer sizler benim,
yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak bir halife yaratacağıma dair bilginizin doğru
olduğunu iddia ediyorsanız şu eşyanın isimlerini bana söyleyin bakayım." dedi.
Melekler, Allah'ın kendilerini, gaybla ilgili bilgiler konuşmalarından dolayı
hesaba çektiğini anlayınca: "Biz seni, gaybı senin dışında herhangi bir kimsenin
bilmesinden tenzih ederiz. Biz sana tevbe ettik. Senin bize öğrettiğinin dışında
bizim herhangi bir bilgimiz yoktur." dediler.
Allah Âdeme: "Bu eşyanın isimlerini sen söyle."
dedi. Âdem eşyanın isimlerini söyleyince Allah meleklere: "Ey Melekler ben size
dememiş miydim ki, göklerin ve yerin gaybıni ancak ben bilirim. Benim dışımda
kimse bilemez. Sizin, açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim. Yani
sizin açıktan söylediğiniz şeyleri de, İblisin içinde sakladığı kibir ve gururu
da bilirim." dedi.
Görüldüğü gibi bu Rivâyete göre
Allahü teâlâ, meleklerden, İblisin sınıfından
olan özel bir sınıfa, yeryüzünde halife yaratacağını beyan etmiştir. Bu sınıf ta
daha önce yeryüzünde yaşayan ve fesat çıkaran cinlere karşı savaştıkları için,
yeni yaratılacak olan halifenin de bozgunculuk çıkaracağını ve kan dökeceğini
sanmışlar, böylece bilemeyecekleri gayba dair fikir yürütmüşlerdir.
Allahü teâlâ da onları, gaybı
bilemeyecekerini beyan ederek uyannış, onların, bu tahminleriyle hataya
düştüklerini bildirmiştir. Bunun üzerine melekler de hatalarım anlayıp Allah'a
tevbe etmişler, ondan başka herhangi bir varlığın gaybı bilemeyeceğini ifade
etmişlerdir.
b- Ebû Mâlik ve
Ebû Salih'in, Abdullah b. Abbastan,
Mürrenin Abdullah b. Mes'uddan ve diğer
sahabilerden naklettikleri başka bir
görüşe göre Meleklerin Allahü teâlâya
"Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki
sorulan şu şekilde izah edilmiştir: "Allahü teâlâ
meleklere. yeryüzünde bir halife yaratacağını, o halifenin soyundan gelenlerin
yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklarını, birbirlerini kıskanacaklarını ve
birbirlerini öldüreceklerini bildirmiş bunun üzerine melekler de: "Ey rabbimiz,
orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz
seni överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz" dediler. Allah da: "Şüphesiz
sizin bilmediklerinizi ben bilirim." dedi. Yani İblisin kalbinde taşıdığı gururu
bilirim." veya "Yeryüzüne göndereceğim halifenin soyundan gelen insanların bir
kısmının Peygamberler ve itaatkâr kullar olacaklarını bilirim. Siz bunu
bilmiyorsunuz.
Halifenin soyundan gelen bütün insanların fesat
çıkaracaklarını ve kan akıtacaklarını zannediyorsunuz." demek istedi.
Abdullah b. Abbas
ve Abdullah b. Mes'uddan nakledilen bu
Rivâyet, özetle şöyle nakledilmektedir: Allahü teâlâ,
dilediği şeyleri yarattıktan sonra Arş'a yöneldi. İblisi de dünya semasına
hükümran kıldı. İblis, cennetin bekçileri oldukları için "Cin" diye adlandırılan
özel melekler sınıfmdandı. İblis, hükümranlığı ile birlikte cennetin bekçiliğini
de yapıyordu. Onun kalbine bu sebeple gurur geldi ve kendi kendine şöyle dedi:
"Allah, meleklerden üstün olan bu rütbeyi bendeki bir meziyetten dolayı bana
verdi." Allah telaa, İblisin kalbinde bulunan bu gururu biliyordu. Bu sebeple
Allahü teâlâ meleklere "Muhakkak ben,
yeryüzünde bir halife yaratacağım." dedi. Melekler "Bu halife nasıl bir şey
olacaktır?" dediler. Allah, "onun, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak,
birbirlerini kıskanıp ve birbirlerini öldürecek olan soyu meydana gelecektir."
dedi. Melekler de: "Ey rabbimiz, sen orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek
birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve seni
tenzili ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben, sizin
bilmediklerinizi bilirim." dedi. Yani, "İblisin kalbindeki gururu ve kibiri
bilirim, demek istedi.
Allah, yeryüzünden çamur getirmesi için
Cebrâil gönderdi. Yeryüzü "Senden birşeyi
eksiltmen veya beni kusurlu yapmandan Allah'a sığınırım." dedi.
Cebrâil bir şey almadan geri döndü. Ve
dedi ki: "Ey rabbim, yeryüzü sana sığındı. Ben de onun bu sığınmasını kabul
ettim." Bunun üzerine Allah. Mikâil'i
gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı.
Mikâil de onun sığınmasını kabul ederek bir şey almadan geri döndü ve
Cebrâil'in söylediklerini söyledi.
Bundan sonra ölüm meleği olan Azrâil'i
gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı.
Azrâil de ona: "Ben de Allah'ın emrini uygulamayıp boş geri dönmekten
Allah'a sığınırım." dedi. Yeryüzünün çeşitli yerlerinden toprak alıp birbirine
karıştırdı. Topraklardan bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz diğer bir kısmı ise
siyahtı. Bu sebeple Âdemin soyundan gelen insanlar. çeşitli renklerde oldular.
Azrâil toprağı alıp yukan götürdü. Onu
ıslattı. Toprak yapışkan bir çamur haline geldi. Onu kokuşmuş bir hale gelinceye
kadar bekletti.
Âyet-i kerime
bu hususu şöyle beyan ediyor: "Şüphesiz biz insanı, vurulduğu zaman ses çıkaran
işlenebilir kara topraktan oluşmuş kuru bir balçıktan yarattık.
Hicr sûresi. 1.V26
Allahü teâlâ,
daha sonra meleklere şöyle buyurdu: "Hani bir zaman rabbin, meleklere "Ben
balçıktan bir insan yaratacağım, şeklini tamamlayıp ruhumdan üflediğin zaman
hemen ona secde edin. Sad sumsi,31/71.72
Allahü teâlâ.
Âdemi bizzat kendi eliyle yarattı ki İblis ona karşı böbürlenmesin ve ona
"Benim, elimle yaratmaktan kibirlenmediğim bir varlığa karşı sen mi
kibirleneceksin?" demiş olsun. Allah, Âdemi bir beşer olarak yarattı. Âdem kırk
yıl, çamurdan bir ceset olarak kaldı. Bu müddet. Âdemin yaratıldığı Cuma gününün
müddetidir.
Âdemin yanından geçen Melekler onu görünce
korktular. Ondan en çok rahatsız olan da İblisti. İblis, Âdemin yanından
geçerken ona vuruyor ve Âdemin vücudu, testinin çıkardığı gibi bir ses
çıkarıyordu. İblis ona "Sen, bir şey için yaratıldın amma bilemiyorum niçin."
diyordu. Onun ağzından girip arkasından çıkıyordu. Meleklere: "Bundan korkmayın,
zira sizin rabbiniz, sameddir, ihtiyaçlar için kendisine başvurulandır. Bu ise
içi boş bir şey. Yemin olsun ki eğer ben ona musallat edilirsem onu mutlaka
helak ederim." dedi.
Âdeme ruh üfleme zamanı gelince Allah meleklere
"Ben ona ruhumdan üflediğim zaman siz ona secde edin." dedi. Ona ruh üfleyince
ruh baş tarafdan içine girdi. Âdem aksırdı. Melekler ona "Elhamdülillah de"
dediler. "Âdem de "Elhamdülillah" dedi. Allah da Âdeme "Yerhamükellah" Allah da
sana merhamet etsin." dedi. Ruh, Âdemin gözlerine varınca o, cennetin
meyvelerine bakmaya başladı. Ruh, içine doğru ilerleyince Âdem yemek yeme
ihtiyacı hissetti. Ruh, henüz ayaklarına ulaşmadan cennetin meyvelerini
toplamakta cele etmek için ayağa kalkmak istedi. Bu hususla
Allahü teâlâ: "İnsan aceleci bir tabiatta
yaratılmıştır. Enbiya sûresi, 21/37
buyurmuştur.
Bütün Melekler Âdeme secde ettiler. İblis diretti.
Secde edenlerle birlikte secde etmedi. Böbürlendi ve kâfirlerden oldu.
Bu hususta Allahü teâlâ
şöyle buyurdu: "Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi?" İblis
"Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın." dedi.
Allahü teâlâ da "Öyleyse in oradan. Orada
büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık çünkü sen, âdilerdensin."
A'mf sûresi, 7/12-13 buyurdu.
Allah, Âdeme bütün eşyanın ismini öğretti. Sonra
meleklere "Eğer sizlerin, Âdemoğlunun bütün soyunun, yeryüzünde bozgunculuk
çıkaracaklarına ve kan akıtacaklarına dair gayb ilminiz doğru ise şu eşyanın
isimlerini bana bildirin" dedi. Meleklerde "Seni tesbih ederiz. Bize
öğrettiklerinin dışında hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen, herşeyi çok iyi
bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin" dediler. Allah: "Ey Âdem, eşyanın
isimlerini onlara bildir." dedi. Âdem de onlara eşyanın isimlerini söyleyince
Allah "Ben size, göklerin ve yerin gaybini bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da
gizlediklerinizi de bilirim." demedim mi?" Bakara
sûresi, 2/3 İ, 32
Abdullah b. Abbas
ve Abdullah b. Mes'ud burada, meleklerin
açıkladıkları şeylerden maksadın, meleklerin "Yeryüzünde bozgunculuk yapacak
olan birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sözleri, gizledikleri şeylerden
maksadın ise İblisin, içinde gizlediği böbürlenme duygusu olduğunu
söylemişlerdir.
Taberi "Bu
ikinci Rivâyetin baştarafı
birinci Rivâyete muhalif sonu ise mutabıktır."
demiş ve bu ikinci Rivâyeti te'vil yoluyla
birinci Rivâyete mutabık hale getirmeye
çalışmıştır.
c- Katadeden
nakledilen bir görüşe göre o, meleklerin, tahminlerine dayanarak
Allahü teâlâya: "Orada bozgunculuk yapacak ve
kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" dediklerini söylemiştir.
Katadeden ve
Hasan-i Basri'den nakledilen başka bir görüşe göre, Allah meleklere, yeryüzünde
yaratılan herhangi bir varlık bulunduğu takdirde orada fesat çıkaracaklarını ve
kan dökeceklerini bildirmiştir. Âdemi yaratacağını beyan edince de melekler bu
görüşlerine dayanarak Allahü teâlâya:
"Nasıl, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birisini yaratacaksın"
demek istemişlerdir.
Bu hususta Hasan-ı
Basri ve Katadeden şunlar
nakledilmektedir: "Allah meleklere "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife
yaratacağım." dedi. Onlar görüşlerini beyan ettiler. Allah da onlara bir kısım
ilimler öğretti, bir kısmını da öğretmedi. Melekler, Allah'ın kendilerine
öğretmiş olduğu ilme dayanarak "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek
birisini mi yaratacaksın?" dediler. Zira melekler. Allah'ın kendilerine
öğrettiği ilimle biliyorlardı ki, Allah katında kan akıtmaktan daha büyük bir
günah yoktur. İşte bu sebeple bu soruyu sordular. Ve "Halbuki biz seni överek
tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Ben sizin
bilmediğiniz şeyleri biliyorum." dedi. Allah, Âdemi yaratmaya başlayınca
melekler kendi aralarında şöyle fisıklaştılar "Rabbimiz yaratmayı dilediği şeyi
yaratsın. Elbette ki o bizden daha bilgili ve daha üstün bir varlık
yaratmayacaktır." Allah, Âdemi yaratıp ona ruhundan lifleyince, Meleklere, Âdeme
secde etmelerini emretti ve Âdemi onlardan üstün kıldı. Böylece melekler de
Âdemden üstün olmadıklarını anlamış oldular. Fakat bu defa: "Biz, Âdemden daha
hayırlı değilsek te ondan daha bilgiliyiz ya. Zira biz ondan daha önce var idik.
Ondan önce başka ümmetler de yaratıldı." dediler. Melekler bilgileriyle övününce
Allah onları bu hususta imtihan etti. Âdeme eşyanın isimlerini öğretti, sonra
onları meleklere gösterdi ve onlara "Eğer sizler, benim sizden daha bilgili bir
yaratık var edemeyeceğim kanaatinizde doğru iseniz şu eşyanın isimlerini bana
söyleyin bakayım." dedi. Bunun üzerine her mü’minin yapacağı gibi onlar da
tevbeye sarıldılar ve "Seni tesbih ederiz. Bize öğrettiklerinin dışında hiçbir
bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen her şeyi çok iyi bilensin, hüküm ve hikmet
sahibisin." dediler. Allah da: "Ey Âdem, eşyanın isimlerini onlara bildir."
dedi. Âdem de onlara eşyanın isimlerini söyleyince Allah: "Ben size, göklerin ve
yerin gaybını bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de
bilirim." demedim mi? dedi. Bakara sûresi, 2/32, 33
Burada zikredilen ve meleklerin açığa vurdukları bildirilen şeyden maksat:
"Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" sözleridir.
Meleklerin gizledikleri şeylerden maksat ise, birbirlerine: "Biz o halifeden
daha hayırlı ve daha bilgiliyiz." demeleridir.
d- Rebi' b.
Enes bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Allah, melekleri çarşamba,
Cinleri perşembe, Âdemi de Cuma günü yaratmıştır. Cinlerden bir topluluk inkâra
düşmüşlerdir. Bu yüzden melekler yeryüzüne iniyor ve Cinlerle savaşıyorlardı.
Yeryüzünde kan dökülüyor ve fesat kaynıyordu. Allahü
teâlâ, yeryüzünde halife yaratacağını beyan edince, bu durumu bilen
melekler: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?"
dediler. Allahü teâlânın, bu halifeyi
mutlaka yaratacağını anlayınca da birbirlerine: "Allah hiçbir varlık yaratmaz
ki, biz ondan daha bilgili ve daha üstün olmayalım." dediler.
Allahü teâlâ da meleklere, Âdemi daha üstün
kıldığını bildirmek için ona eşyanın ismini öğretti ve meleklere: "Üstün
olduğunuz iddianızda doğru iseniz şu eşyanın ismini bana söyleyin." dedi.
Melekler, kanaatlarının yanlış olduğunu idrak ederek Allah’a tevbe ettiler.
Allah da onlara: "Ben sizin açığa vurduğunuz şeyleri de bilirim, gizlediğiniz
şeyleri de bilirim." buyurdu. Burada meleklerin açığa vurdukları şeylerden
maksat: "Orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?"
demeleridir. Gizledikleri şeylerden maksat ise: "Allah hiçbir varlık yaratmaz
ki, biz ondan daha üstün ve daha bilgili olmayalım." sözleridir. Melekler
sonunda Allah'ın, Âdemi hem bilgi hem de rütbede kendilerinden daha üstün
kıldığını anlamışlardır.
e- İbn-i Zeyd
bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Allah, cehennem ateşini yaratınca melekler
ondan çok korktular ve "Ey rabbimiz, bu ateşi ne için yarattın?" dediler.
Allahü teâlâ: "Yaratıklarımdan bana karşı
gelenler için." dedi. O zaman da Allahü teâlânın,
meleklerin dışında herhangi bir yaratığı yoktu. Yeryüzünde kimse bulunmuyordu.
Âdem daha sonra yaratıldı. Nitekim şu âyet bunu ifade etmektedir: "Gerçekten
insanın üzerinden öyle bir zaman geçti ki o vakit insan, adı zikredilen bir şey
değildi. İnsan sûresi, 76/1
Melekler, "Ey rabbimiz, bizim sana isyan
edeceğimiz bir zaman da mı gelecek?" dediler. Çünkü onlar, kendilerinin dışında
varlıklar yaratılacağım sanmıyorlardı. Allahü teâlâ
onlara: "Hayır, öyle bir zaman olmayacak. Fakat ben yeryüzünde varlıklar
yaratacağım. Onların içinde bir de halife var edeceğim. O yaratıklar kan
akıtacaklar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklar." buyurdu. Bunun üzerine
melekler: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?"
Sen bizi seçkin varlıklar yaptın. Bizi oraya gönder. Biz seni överek tesbih
ederiz ve tenzih ederiz. Orada sana itaatta bulunuruz." dediler. Melekler,
Allahü teâlânın, yeryüzünde kendisine isyan
edecek varlıklar yaratmasını büyük bir olay olarak gördüler.
Allahü teâlâ onlara: "Ben sizin bilmediğiniz
şeyleri biliyorum. Ey Âdem, sen bunlara isimlerini bildir." dedi. Âdem de
onların isimlerini söyledi. Melekler, Allahü teâlânın,
Hazret-i Âdeme verdiği ilmi anlayınca onun üstünlüğünü kabullendiler. Sadece
İblis bunu kabullenmedi, diretti ve: "Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni
ateşten yarattın onu ise çamurdan." dedi. Allahü
teâlâ da ona: "İn buradan aşağı. Senin burada kibirlenmeye hakkın
yoktur." dedi.
İbn-i Cüreyc,
meleklerin: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?"
şeklindeki sorularının, Allahü teâlânın,
daha önce kendilerine, yaratacağı halife ve onun soyu hakkında verdiği bilgiden
kaynaklandığını söylemiştir.
Diğer bir kısım
âlimler ise, meleklerin bu sorularının,
Allahü teâlânın kendilerine, yaratacağı halife ve onun soyu hakkında
bilgi vermesinden sonra meleklere bu hususta soru sorma yetkisi vermesinden
kaynaklandığını söylemişlerdir. Yani melekler, yaratılacak halifenin ve soyunun,
yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini öğrendikten sonra
Allahü teâlâdan, soru sorma izni almışlar ve
hayretlerini belirterek: "Ey rabbimiz, bunlar sana nasıl isyan edebilirler?
Halbuki sen onların yaratıcısısm" demişler. Allahü
teâlâ da onlara: "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim." demiştir.
Yani, bu tür itaatsizlikler, o yaratacağım varlıklardan da meydana gelecek,
sizin, bana itaat eder gördüğünüz bazı varlıklardan da zuhur edecektir." demek
istemiştir. Bu son cümle İblise işaret etmektedir. Böylece
Allahü teâlâ, meleklerin bilgilerinin, kendi
bilgisine göre eksik olduğunu beyan etmiştir.
Başka bir kısım
âlimler de demişlerdir ki: "Melekler" Orada bozgunculuk yapacak ve
kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sorulanın, rablerinin yaptığı
bir işe itiraz için değil meselenin mahiyetini öğrenmek için sormuşlar, bir de
kendilerinin, Allah'ı tesbih ettiklerini bildirmek için sormuşlardır."
Diğer bir bir kısım âlimler de, meleklerin, bu
sorularını, bilmedikleri bir şey hakkında, kendilerine yol gösterilmesi için
sorduklarını söylemişlerdir.
Taberi,
Meleklerin Allahü teâlâya: "Orada
bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki
sorularının hikmetinin, verilen haberin mahiyetini öğrenme olduğunu söylemenin
daha evla olduğunu açıklamıştır. Yani melekler şunu demek istemişlerdir: "Ey
rabbimiz, sen bize bildir, sen yeryüzünde sıfatı bu olan birini halife yapıp ta
halifeni seni haınd ile tesbih ve tenzih eden bizlerden yapmayacak mısın?"
Taberi
diyor ki: "Burada melekler her ne kadar. Allah'ın, kendisine karşı gelecek
birisini yeryüzünde halife yapmasını garip karşılamışlarsa da. Allah'ın
bildirmiş olduğu bu habere karşı çıkmamışlardır."
Diğer görüşlere gelince,
Allahü teâlâ meleklere, sıfatını beyan ettiği
halifeyi yaratacağını bildirdikten sonra bu hususta meleklere soru sorma izni
verdiğini, meleklerin de böyle bir halifenin yaratılacağına hayret ederek
Allahü teâlâya soru sorduklarını beyan eden
görüş açık bir delili olmadığı için kabule şayan değildir. Zira
Allahü teâlânın kitabını izah etmekte
herhangi bir delile dayanmayan bir görüşü ortaya koymak caiz değildir.
Meleklerin, yeryüzüne gönderilecek halifeyi, fesat
çıkarmak ve kan dökmekle vasıflandırmalarının sebebi
Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud
ve Katadeden nakledildiği gibi. daha önce
Allahü teâlânın meleklere halifenin böyle
olacağını bildirmiş olmasından kaynaklanmış olabilir. Veya
Dehhakın.
Abdullah b. Abbastan naklettiği ve Rebi' b.
Enesten de nakledildiği gibi meleklerin, halifeyi bu şekilde
sıfatlandırmalarının sebebinin, yeryüzünde daha önce yaşadığı söylenen cinlerin
davranışlarından elde edilen bilgiler olduğu da söylenebilir. Yani melekler
rablerine: "Yeryüzünde daha önce yaşayan cinler gibi bozgunculuk yapacak ve kan
dökecek birisini mi yapatacaksın?" diye sormuşlardır. Böylece melekler,
geçmişteki bilgilerine dayanarak konuşmuşlar, gayba dair bir tahminde
bulunmamışlardır.
Yine İbn-i Zeyd'den
nakledildiği gibi, meleklerin bu soruyu, Allahü teâlânın
var ettiği bir yaratığın. Allahü teâlâya
nasıl isyan edebileceğine şaşarak sormuş olmaları da muhtemeldir. Fakat biz,
Dehhakın,
Abdullah b. Abbaslan naklettiği Rivâyeti ve
İbn-i Zeyd'den nakledilen Rivâyeti makbul görmedik. Çünkü elimizde,
bunların güvenilir olduğunu beyan eden kesin bir delil yoktur. Bu kundan âyetin
en güzel te'vil şekli, Allahü teâlânın,
meleklere, halifesinin ve onun soyundan gelecek olanların, yeryüzünde
bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini bildirmesi üzerine, meleklerin
de, Allahü teâlâya: "Orada bozgunculuk
yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" diye sormuş olmaları
şeklindeki te'vildir.
Taberi
diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Allahü teâlânın
meleklere, yeryüzünde yaratacağı halifenin ve onun soyundan gelecek insanların
bozgunculuk çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini önceden bildirdiği nerede
zikredilmekte ve nasıl anlaşılmaktadır?" Buna cevaben denilir ki: "Meleklere bu
hususların bildirildiği âyetin: "... Bir zaman rabbîn meleklere "Muhakkak ben
yeryüzünde bir halife yaratacağım." Kısmı ile "Orada bozgnuculuk yapacak ve kan
dökecek birisini mi yaratacaksın?" kısmı arasında,
Allahü teâlânın, bu halife ve onun soyundan gelenler, yeryüzünde
bozgunculuk yapacak ve kan dökecekler." şeklinde gizli bir beyanının
bulunmasından anlaşılmaktadır. Kur'an-ı Kerimde ve Arap dilimle bu gibi
kısaltmalar pek çoktur. Biz bunu gözönünde bulundurarak bu te'vil şeklini tercih
ettik."
Âyet-i kerime’nin
devamında: "Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz." buyurulmaktadır. Arapçada
Allah’ı tesbih etmenin asıl mânâsı, Allah’ı, kendisine yakışmayan sıfatlardan
arındırmak ve o sıfatlardan beri olduğunu zikretmektir. Bu âyette zikredilen
"Tesbih etmek"ten neyin kastedildiği hakkında çeşitli açıklamalarda
bulunulmuştur.
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım
sahabilerden nakledilen bir görüşe göre
buradaki: "Seni överek tesbih ediyoruz." ifadesinden maksat, "Senin için namaz
kılıyoruz." demektir. Buna göre melekler Allah için namaz kıldıklarını bu ifade
ile zikretmişlerdir. Bu hususta Said b. Cübyr'den mürsel bir hadis Rivâyet
edilmiştir.
Katadeye göre
ise bu âyette zikredilen "Tesbih"ten maksat demek ve Allah’ı tesbih etmektir.
Taberi:
"Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz." ifadesinden naksadın. "Biz seni
överek ve sana şükrederek seni yüceltiyoruz." demek olduğunu söylemiştir.
Âyet-i kerime’de
"Seni tenzih ediyoruz." diye tercüme edilen ifadesi zikredilmektedir. Takdis'in
asıl mânâsı, "Arındırmak ve yüceltmek"tir. Bu âyette zikredilen, meleklerin
takdis etmelerinden maksat, "Biz seni, sana yakışan temiz sıfatlarla
sıfatlandırır ve sana yakışmayan, kâfirlerin sıfatlandırdığı temiz olmayan
sıfatlardan da arındırırız." demektir.
Katade,
meleklerin, rablerini takdis etmelerinden maksadın, Allah için namaz kılmaları
olduğunu, Ebû Salih ve
Mücahid ise Allah’ı ululamak ve yüceltmek
olduğunu, İbn-i İshak da. Allah’a karşı gelmemek ve Allah'ın sevmediği bir şeyi
yapmamak." demek olduğunu söylemişler, Dehhak
is, "Allah’ı arındırmak" demek olduğunu zikretmiştir.
Taberi
diyor ki: "Allah’ı takdis etmenin mânâsının, onun için namaz kılmak ve onu
yüceltmektir." diyenlerin görüşü Allah’ı, kâfirlerin isnad ettikleri temiz
olmayan sıfatlardan arındırmaktır." diyenlerin görüşünün içinde bulunmaktadır.
Zira Allah için namaz kılmak ve Allah’ı ululamak, onu, kendisine, layık olmayan
sıfatlardan arındı mı ak demektir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "Allah da onlara "Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilrim." dedi.
Buyurulmaktadır. Burada, Allahü teâlânın
bildiğini, meleklerin ise bilmediklerini beyan ettiği hususun ne olduğu hakkında
farklı görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud, diğer bir kısım
sahabiler ve
Mücahide göre burada zikredilen ve Allahü
teâlânın bildiği, meleklerin ise bilmedikleri husustan maksat,
İblisin durumu ve içinde Allah’a isyan etme duygusunu taşıması ve gizlediği
kibirdir. Allah bunu biliyordu melekler ise bilmiyorlardı.
Katadeye göre
ise, Allahü teâlânın bildiğini, meleklerin
ise bilmediğini zikrettiği husustan maksat, yeryüzüne gönderilecek halifenin
soyundan Peygamberlerin, velilerin ve salih kulların gelmesidir. Melekler,
yeryüzünde yaratılacak olan halifenin ve onun soyundan gelecek olan bütün
insanların, orada bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini zannetmişler,
Allahü teâlâ da onları uyarmış, yaratacağı
halifenin soyundan itaatkâr kulların da çıkacağını, meleklerin ise bunu idrak
edemeyeceklerini bildirmek istemiştir.
Taberi,
âyetin bu bölümünün her iki görüşü de kapsar şekilde olduğunu izah etmiştir.
Buna göre Allahü teâlâ meleklere: "Ben
sizin bilmediğiniz, İblisin durumunu ve halifenin soyundan gelecek olanların
hepsinin aynı olmadığını bilirim." demiştir.
Allah Âdeme bütün
isimleri öğrettikten sonra onları meleklere göstererek şöyle dedi: "Eğer doğru
söylüyorsanız şunîarın isimlerini bana bildirin."
Allah Âdeme insan soyunun, meleklerin ve her şeyin
ismini öğretti. Sonra bu isimleri meleklere göstererek şöyle dedi: "Ey melekler,
yeryüzünde sizi halife yaparsam beni tesbih edeceğiniz ve beni yücelteceğiniz,
sizin dışınızdakilerden halife seçersem, onların soylarının bana isyan
edecekleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan dökecekleri iddianızda doğru
iseniz şunların isimlerini bana söyleyin."
Aslında melekler de, Allah'ın ilminin her şeyi
kuşattığını ve yaptığı her işte hüküm ve hikmet sahibi olduğunu çok iyi
bilmekteydiler. Fakat Allahü teâlâ,
onların da bilmedikleri şeyleri Hazret-i Âdemin bildiğnini onlara göstererek,
Hazret-i Âdemin, yeryüzünde halife olmaya onlardan daha layık olduğuna işaret
buyurdu.
"Âdem" ismi, Said b.
Cübeyr, Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud. Ebû
Mûsa el-eş'arî ve diğer bir kısım
sahabilere göre kökünden türemiş bir
kelime olup aslında "Yüz" veya "Deri" anlamına gelmektedir. Hazret-i Âdeme bu
ismin verilmesinin sebebi, onun toprağının, yerin yüzünden alınmasmdandır.
Abdullah b. Abbas,
Abüulah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabilerden,
bu hususta şunları söyledikleri Rivâyet edilmiştir: "Ölüm meleği olan
Azrâil, Âdemin toprağını almak için
yeryüzüne gönderilince O Âdemin toprağım, yemi yüzünden çeşitli yerlerden aldı.
Birbirine karıştırdı. Aldığı toprak, kırmızı, beyaz ve siyah gibi renklerdeydi.
Bu sebeple Âdemin soyundan gelen insanlar çeşitli renklerde oldular. Âdeme de
"Deri" ve "Yüz" mânâsına gelen "Âdem" adı verildi. Çünkü onun toprağı, yerin
yüzü ve derisi durumunda olan bir topraktı.
Ebû
Mûsa el-Eş'ari
, bu hususta Resûlüllah
(sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle
buyurduğunu Rivâyet etmektedir.
"Şüphesiz ki Allah Âdemi, yeryüzünün bütününden
aldığı, bir avuç topraktan yarattı. Bu sebeple Âdemin soyundan gelen evlatları,
yeryüzünün şeklinde oldu. Onlardan bazıları kırmızı, bazıları beyaz, bazıları
siyah bazıları da bunların arası bir renkte oldu. Bazıları ovalar gibi yumuşak
bazıları kayalar gibi sert, bazıları kötü bazıları iyidir.
Ebû Duvud, K. es-Sünne, bab 16, Hadis No:
4693/Tirmizi, K. Tefsir el-Kuran, Sûre: 2, Hadis No: 2955/Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 400,406
Müfessirler,
Allahü teâlânın, önce Hazret-i Âdeme
öğretip daha sonra da meleklere sorduğu isimlerden neyi kastettiği hakkında
farklı görüşler zikretmişlerdir.
a- Abdullah b.
Abbas, Said b. Cübeyr,
Katade ve Hasan-ı
Basriden nakledilen bir görüşe göre burada, öğretildiği zikredilen
isimlerden maksat, bütün eşyanın ismidir. Bu huusta
Dehhak, Abdullah b. Abbasın şöyle
dediğini rivâyet etmektedir. "Allah Âdeme bütün isimleri öğretti. Bu isimler
bugün insanların, varlıkları tanımak için kullandığı isimlerdir. Mesela: "İnsan,
hayvan yeryüzü, ova, deniz, dağ, merkep vb. şeylerin adları gibi isimlerdir."
Mücahid de: "Allah Âdeme her şeyin ismini
öğretmiştir. Hatta, karganın, güvercinin ismini bile."
Said b. Cübeyr: "Allah Âdeme her şeyin ismini
öğretmiştir, hatta devenin, sığırın, koyunun ismini bile." demiştir. Said b.
Mabed, Abdullah b. Abbasın şöyle dediğini
rivâyet etmiştir: "Allah Âdeme bütün eşyanın ismini öğretti. Çanak ve çömleğin
adını, hatta yellenmeyi bile öğretti." demiştir.
b- Rebi' b.
Enes ise, burada Âdeme öğretilen isimlerden maksadın, meleklerin isimleri
olduğunu söylemiştir.
c- İbn-i Zeyd
de, Allahü teâlânın, Hazret-i Âdeme
öğrettiği isimlerden maksadın. Âdemin zürriyetinin isimleri olduğunu
söylemiştir.
Taberi,
âyet-i kerime’de
geçen ve "Onlar" anlamına gelen zamiri kullanıldığından ve bu zamirin de sadece
insanlar ve melekler için kullanıldığından, buradaki isimlerden maksadın,
meleklerin ve Âdem soyunun isimleri olduğunu söylemenin daha doğru olacağını
ifade etmiştir.
Taberi,
insan ve melekler yanında, diğer varlıklar da kastedildiği zaman zamiri Kur'an-ı
kerimde kullanılmış ise de aslında bu zamirin insan ve melekler için
kullanılması daha doğru olduğundan, buradaki isimlerden maksadın meleklerin
isimleri olduğunu söylemenin de daha evla olacağını beyan etmiştir.
Taberi,
Abdullah b. Abbasın, "Buradaki isimlerden
maksat, bütün eşyanın ismidir." derken, Übey b. Kâ'b'ın
bu âyeti şeklindeki kıraata dayanarak söylemiş olabileceğini beyan etmiştir.
Buna göre zamiri zikredilmiştir. Bu zamir de canlı ve cansız bütün varlıklar
için kullanılan bir zamirdir.
Âyeti kerime’de: "Sonra onları meleklere
göstererek şöyle dedi." buyurulmaktadır. Burada geçen "Onlar" ifadesinden
maksat, daha önce de belirtildiği gibi, Abdullah b.
Abbas Abdullah b. Mes'ud,
Katade ve Mücahide
göre. bütün eşyanın ismidir. İbn-i Zeyd'e
göre. Âdemin soyundan gelen bütün insanların ismidir.
Âyet-i kerime’de:
"Eğer doğru söylüyorsanız." ifadesi zikredilmektedir.
Müfessirler, melekerin hangi hususta doğru
söyledikleri meselesinde farklı görüşler zikretmişlerdir.
Dehhakın
Abdullah b. Abbastan rivâyet ettiğine göre
İbn-i Abbas, âyetin bu bölümünü şöyle izah
etmiştir: "Eğer sizler benim yeryüzünde halife yaratmayacağım sözünüzde doğru
söylüyorsanız şunların isimlerini bana bildirin."
Ebû Mâlik ve Ebû Salih'in
İbn-i Abbastan, Mürrenin de İbn-i Mes'ud dan
ve diğer bir kısım sahabilerden
naklettiğine göre, onlar âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir:
"Sizler, Âdemoğullarının, yeryüzünde bozgunculuk yapacakları ve kan dökecekleri
iddianızda doğru iseniz şunların isimlerini bana bildirin."
Hasan-i Basri ve
katade ise âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Eğer sizler
benim yaratacağım her mahluktan daha bilgili olacağınız iddiamzda doğru iseniz
şunların isimlerini bana bildirin."
Taberi bu
izahlardan ikinci izah tarzının daha isabetli
olduğunu söylemiş ve bu izaha göre âyetin mânâsının şöyle olduğunu
izkretmiştir;"Ey, "Sen bizi bırakıp ta yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan
dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyor ve
tenzih ediyoruz." diyen melekler, eğer sizler." Bizim dışımızda birini
yeryüzünde halife yaparsan, onun soyu sana isyan eder, yeryüzünde bozgunculuk
yapar ve kan döker. Halifeyi bizden yapacak olursan o halife sana itaat eder,
emirlerine uyar ve seni tesbih ve tenzih eder" iddianızda doğru iseniz, şunların
isimlerini bana söyleyin bakayım." Eğer sizler, bunlar gözününüzn önünde mevcut
oldukları halde isimlerini bilemezseniz ve sizin dışınızda birisi de benim
kendisine öğretmemle bunları bilecek olursa, sizler gözünüzün görmediği ve henüz
meydana gelmeyen şeyleri nereden bileceksiniz? O halde bilmediğiniz bir şeyi
bana sormayın. Çünkü ben sizin için de diğer yaratıklarım için de neyin daha
uygun olduğunu çok iyi bilmekteyim.
Taberi
diyor ki: "Allahü teâlânın bu
âyet-i kerime’de
meleklere sitem etmesi, oğlunun niçin suda boğulduğunu soran Nuh'a, şu âyetlerde
sitem etmesi gibidir." "Nuh rabbine nida ederek "Ey rabbim, şüphesiz ki oğlum
ailemdendi. Senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır. Sen de hükmedenlerin en
adilisin." dedi." "Allah şöyle dedi: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü
o, iyi olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme.
Cahillerden olınayasın diye sana öğüt veriyorum." "Nuh dedi ki: "Ey rabbim,
bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım.
Eğer beni affetmez, rahmetinle merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum.
Hud sûresi. 11/45-47 Melekler de hata
ettiklerini anlayınca Allah'a tevbe etmişler ve şöyle demişlerdir:
Melekler ise şöyle
dediler: Seni tesbih ederiz. Bize öğrettiklerinin dışında hiçbir bilgimiz
yoktur. Şüphesiz ki sen, her şeyi çok iyi bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin.
Ey rabbimiz, seni, sana yakışmayan sıfatlardan
arındırır, bize öğrettiklerinin dışında hiçbir şey bilmediğimize dair aczimizi
beyan ederiz. Ey rabbimiz, gaybı ancak sen bilirsin. Senin dışında hiçbir varlık
bilemez. Sen, hüküm ve hikmet sahibisin.
Taberi
diyor ki: "Bu üç âyette, ibret almak isteyen kimse için ibretler, öğüt almak
isteyen kimse için öğütler vardır. Böyle olan insanlar,
Allahü teâlânın, Kur'an-ı kerimin bu
âyetlerinde, dillerin vasıflandırmaktan âciz kalacağı ince hikmetlerin
bulunduğunu görür. Zira Allahü teâlâ bu
âyetleri, Yahudilerin içinde yaşayan Hazret-i
Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in
hak Peygamber olduğunu ispatlayan deliller olarak zikretmiştir. Çünkü
Resûlüllah, ancak Allah'ın bildinnesiyle
bilinebilecek gaybla ilgili haberler zikretmiştir. Böylece Yahudiler,
Resûlüllah'ın Peygamberliğinin doğru
olduğunu itiraf etmiş olsunlar. Yine bu âyetler göstermektedir ki bir kimse
gerek geçmişe gerekse geleceğe ait herhangi bir haberi, Allah kendisine
bildirmeden ve habere dair elinde bir delil bulunmadan anlatacak olursa o kimse
kendi tahminlerine göre haber vermiştir ve rabbinin cezasını hak etmiştir.
Nitekim meleklerin, Hazret-i Âdemin soyundan gelecek olan insanların, dünyada
bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini bildirmeleri üzerine
Allahü teâlâ onları kınamış, onlar da
hatalarını anlayarak affedilmelerini dilemişlerdir. Bütün bunlar gösteriyor ki,
gaybe ait bilgileri bildiğini iddia eden kâhinlerin, müneccimlerin, falcıların
ve insanın şekline bakarak birtakım tahminlerde bulunan kişilerin sözleri
asılsızdır, yalandır.
Allah: "Ey Âdem, eşyanın
isimlerini onlara bildir." dedi. Âdem de onlara eşyanın isimlerini söyleyince
Allah: "Ben size, göklerin ve yerin gaybını bilirim ve sizin açıkladıklarınızı
da gizlediklerinizi de bilirim." demedim mi? dedi.
Allah: "Ey Âdem, kendilerine gösterdiğim halde,
isimlerini bilmedikleri şu eşyanın isimlerini o meleklere bildir." dedi Âdem de
o eşyanın isimlerini meleklere söyleyince Allah onlara dedi ki: "Ey Melekler,
ben size demedim mi ki, bütün göklerin ve yerin gaybını ben bilirim. Onu benden
başkası bilemez? Ben, sizin dilinizle açıkça söylediklerinizi de bilirim,
içinizde gizleyip söylemediklerinizi de. Bana hiçbir şry gizli kalmaz.
* Âyet-i kerime’den
anlaşılmaktadır ki Allahü teâlâ meleklere,
kaza ve kaderi bilemeyeceklerini, gayba ait bilgiler kendilerine bildirilmedikçe
onu kavrayamayacaklarını beyan etmektedir.
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud ve
Said b. Cübeyr'e göre, onların dilleriyle
açıkladıkları sözleri: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi
yaratacaksın?" demeleriydi. Gizledikleri şey ise, özellikle İblisin içinde
sakladığı şey, kibirinden dolayı Allah'ın emirlerine boyun eğmeme duygusuydu.
Katade ve
Hasan-ı Basriye göre ise, meleklerin
içlerinde gizledikleri şey, Hazret-i Âdemin yaratılışını görünce: "Allah bizden
daha üstün bir yaratık var etmeyecektir." demeleridir.
Rebi' b. Enesten
Rivâyet edildiğine göre, onların gizledikleri şey, "Rabbimiz bizden daha bilgili
ve daha üstün bir varlığı katiyyen yaratmayacaktır." şekîindeki düşünceleridir.
Fakat onlar sonunda, Allah'ın, Hazret-i Âdemi,
ilimde ve değerde onlardan üstün kildığnı anladılar.
Taberi,
birinci görüşün
tercihe şayan olduğunu, zira İblisin böbürlendiğinin daha sonraki âyetlerde
beyan edildiğini söylemiş, ikinci ve
üçüncü görüşün ise güvenilir delillere
dayanmadığından tercihe şayan olmadığını bildirmiştir.
Yine bir zamanlar
meleklere: "Âdeme secde edin." demiştik, bunun üzerine onlar Âdeme secde
ettiler. İblis hariç, O diretti, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.
Yine bir zaman meleklerimin, Âdeme secde
etmelerini istedim. Meleklerin hepsi Âdeme secde ettiler. Fakat İblis ona secde
etmekten çekindi. Bana itaat etmekten kibirlendi ve nimetime nankörlük
edenlerden oldu.
Taberi bu
âyet-i kerime’nin
önceki âyetlerle irtibatını şöyle izah etmiştir:
Allahü teâlâ, Resûlüllah'ın
hicret ettiği Medine'nin çevresinde yaşayan Yahudilere ve onların atalarına
verdiği nimetleri hatırlatmakta, onlara demektedir ki: "Yeryüzünde yarattığım
bütün şeyleri sizin faydalanmanıza tahsis ederek, atanız Âdemi yeryüzünde halife
yapıp onu üstün kılarak ve bütün melekleri ona secde ettirip onu yücelterek size
ve atanıza lütfettiğim nimetleri hatırlayın. Böylece azgınlık ve sapıklıkta inat
etmekten vaz geçin, kurtuluş yoluna yönelin. Aksi takdirde sizler de İblis gibi,
Allah'ın cezasına çarptırılırsınız.
Meleklerin âdeme secde etmeleri, ona ibadet için
değil saygı göstermeleri ve Allah'ın emrine itaat etmeleri içindir.
Buradaki "İblis" kelimesi "İblas" kelimesinden
türetilliş bir kelimedir. "Hayırdan, pişmanlıktan ve üzüntüden kesilmiş, hayırı
olmayan" anlamına gelir. İblisin meleklerden olup olmadıağı hususunda ihtilaf
edilmiştir. İhtilaf edilen çeşitli görüşleri şöylece özetlemek mümkündür.
a- Abdullah b.
Abbas, Abdullah b. Mes'ud, diğer bazı
sahabiler,
Said b. el-Müseyyeb,
Katade ve
Muhammed b. İshak, İblisin, meleklerden birisi olduğunu
söylemişlerdir. Bu hususta Dehhak,
Abdullah b. Abbasın şunları söylediğini
rivâyet etmiştir: İblis, meleklerin kabilelerinden biri olan "Cin"
kabilesindendir. Meleklerin bu kabilesi, vücudun gözeneklerinden nüfuz
edebilecek bir ateşten yaratılmıştır. Bu kabileden olan İblis'in adı "Haris"
idi. O, cennetin bekçilerinden birisi idi. Bu kabilenin haricindeki
melekler ise nur'dan yaratılmışlardır. Kuran-ı kerimde zikredilen cin'ler ise,
dumansız alevden yaratılmışlardır.
Tavus da
Abdullah b. Abbastan şunları Rivâyet
etmiştir: "İblis, isyan etmesinden önce meleklerdendi. İsmi "Azazil" idi. O,
yeryüzü sakinlerindendi. Meleklerin en çalışkan ve en bilgili idi. Onu,
kibirlenmeye bu durumu sürüklemişti. Ve o, "Cin" diye adlandırılan bir
kabiledendi. Ebû Mâlik ve Ebû Salih'in,
Abdullah b. Abbastan, Mürrenin de
Abdullah b. Mes'ud ve diğer bazı
sahabilerden naklettiklerine göre,
onlar, İblis hakkında şunları söylemişlerdir: İblise dünya semasının mülkü
verilmişti. O, meleklerin, "Cin" diye adlandırılan bir kabilesindendi. Cin'lere
bu adın verilmesinin sebebi de onların, cennetin bekçileri olmalarındandı.
İblis, hem dünya semasının idarecisi hem de cennetin bekçilerindendi.
Muhammed b. İshak da cinlere bu adın
verilmesinin sebebinin, insanların gözüne görünmemeleri olduğunu söylemiştir.
Bir âyet-i kerime’de"...
İblis hariç, O, cinlerdendi. Kehf sûresi, 18/50
buyurulmaktadır. Bunun mânâsı, "O meleklerdendi." demektir. Zira melekler,
görülmedikleri için onlara "Cin" denmiştir.
Bir âyet-i kerime’de:
"Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı kurdular. Şüphesiz ki cinler de o
müşriklerin, Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarını bilirler..
Saffal sûresi, 37/158 buyurulmaktadır. Burada
"Cinler" ifadesinden de meleklerin kastedildiği muhakkaktır. Zira Kureyşliler,
meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını iddia ediyorlardı.
b- Hasan-i Basri, Şehr b. Havşeb ve
İbn-i Zeyd, İblisin, meleklerden olmadığını
söylemişlerdir. Bu hususta Hasan-ı Basrinin
şöyle söylediği rivâyet edilmektedir. " İblis, hiçbir an meleklerden olmamıştır.
Âdem insanların atası olduğu gibi o da cinlerin atasıdır. Onlar da Âdemoğulları
gibi doğum yoluyla çoğalırlar. Şehr b. Havşeb ise şöyle demiştir: "İblis,
meleklerin kovaladığı cinlerdendir. Bazı melekler İblisi esir edip onu göğe
götürmüşlerdir. Bu hususta Abdullah b. Mes'udun
şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Melekler cinlerle savaşıyorlardı. İblis,
küçükken'esir alındı. O, meleklerle beraber bulunuyor ve onlarla birlikte
Allah'a ibadet ediyordu. Meleklere, Âdeme secde etmeleri emredilince hepsi secde
etti. İblis ise diretti. Bu sebeple Allah, "İblis hariç. Çünkü o, cinlerdendi.
Kehf sûresi, 18/50 buyurdu.
İblisin meleklerden olmayıp Cinlerden olduğunu
söyleyenler de delil olarak şunları zikretmişlerdir:
a- İblis, melkelerden olsaydı
Allahü teâlâya isyan etmezdi. Çünkü
Allahü teâlâ melekler hakkında "Allah'ın
emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler
vardır. Tahrim sûresi, 66/6 buyurmaktadır.
b- Melekler evlenmezler ve çocuk sahibi
olmazlar. İblisin ise soyu vardı. Bu hususta Allahü
teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Beni bırakıp ta İblisi ve soyunu mu
ortaklar ediniyorsunuz? Kehf sûresi, 18/50
c- Meleklerle cinlerin yaratılış
özellikleri farklıdır. Melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler ise ateşten
yaratılmışlardır. Bir hadis-i şerifte
şöyle buyurulmaktadır:
"Melekler nurdan yaratılmış, cinler de saf ateşten
yaratılmışlardır. Âdem ise size vasfedildiği şekilde yaratılmıştır.
Müslim, K. ez-Zühd, bab: 60, Hadis No: 2996/Ahmed
b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 153
Âyet-i kerime’de
de: "Allah, cinleri de dumansız saf ateşten yarattı.
Rahman sûresi, 55/15 buyurulmaktadır. İblisin kendisi de Kur'an-ı kerimin
beyanına göre, Hazret-i Âdeme secde etme emrine itiraz ederek" şöyle demiştir:
"Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ire çamurdan yarattm.
A'raf sûresi, 7/12 İblis kendisini bizden daha
iyi bilmektedir. Kur'an da bunun böyle olduğunu şöyle açıklamaktadır. "Cinleri
de daha önce, insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen bir ateşten yarattık.
Hicr sûresi, 15/27
d- Kur'an-ı Kerim, Kehf suresinde, İblisin,
Cinlerden biri olduğunu açıkça beyan etmektedir. "Hani bir zaman biz meleklere:
"Âdeme secde edin." demiştik de İblisin dışında bütün melekler secde etmişlerdi.
Cinlerden olan İblis ise rabbinin emrinden çıkmıştı.
Kehf sûresi, 18/50 Bu ifade, İblisin meleklerden olmadığını açıkça
göstermektedir.
Taberi,
Allahü teâlânın, meleklerin bir kısmını
nurdan, diğer bir kısmını ateşten yarattığının söylenemeyeceğini, ayrıca
meleklerin nurdan yaratıldığına dair açık bir nass bulunmadığını beyan etmiş,
meleklerin bir kısmının evlenip çoğalacaklarını söylemenin de onları melek
olmaktan çıkarmayacağını, bu sebeple
birinci görüşü
tercih etmenin daha uygun olacağını söylemiştir.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "İblis hariç o diretti." buyurulmaktadır. Bunun mânâsı: "İblis, Âdeme
secde etmemekte diretti. Allah'ın emrine boyun eğmeye karşı böbürlendi ve
büyüklük tasladı." demektir.
Taberi
diyor ki: "Her ne kadar bu âyet-i kerime,
özellikle İblisi zikrediyorsa da, Allah'ın emir ve yasaklarına, böbürlenerek
boyun eğmeyen ve Allah'ın birbirlerine karşı, yerine getirmelerini emrettiği
vazifeleri yerine getirmeyen herkesi de kapsamına almaktadır.
Allah'ın emirlerine boyun eğmeyen ve ona itaate
teslim olmayan ve başkalarına karşı olan vazifelerini yerine getirme hükmüne
razı olmayan kavimlerden biri de Yahudilerdir. Yahudiler,
Resûlüllah'ın hicret ettiği topraklarda
yaşamalarına, hahamlarının. Resûlüllah'ın
sıfatlarını daha önceden bildirdikleri için onun hak peygamber olduğunu
anlamalarına rağmen, onun Peygamberliğini kabul etmeye karşı böbürlenmişler ve
sırf kıskançlıklarından dolayı Allah'ın emirlerine boyun eğmemişlerdir. İşte
Allahü teâlâ, kıskanması ve kibiri yüzünden
Âdeme secde etmeyen İblisi bu Yahudilere örnek göstererek onların da kıskanma ve
böbürlenmelerinden dolayı, Hazret-i Muhammedin
(sallallahü aleyhi ve sellem) hak Peygamber
olduğunu itiraf etmediklerini bildirmekte, onları da, İblis gibi
cezalandırılmakla tehdit etmektedir.
iblis, Allah'ın kendisine verdiği, nimetlere karşı
nankörlük etmiş, rabbinin emrine boyun eğmemiş, Yahudiler de kendilerine ve
önceki atalarına verilen kudret helvası ve bıldırcın eti gibi çeşitli nimetlere
karşı nankörlük etmişler. Hazreti Muhammed'in
hak Peygamber olduğunu kabulienmemişlerdir.
Ve şöyle demiştik: "Ey
Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden hol boy yeyin. Yalnız
şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.
Biz, Âdemi yarattıktan sonra ona şöyle demiştik:
"Ey Âdem, eşinle birlikte cennette yaşayın. Oradaki nimetlerden bol bol yeyin.
Orada ne güçlük vardır ne de yorgunluk. Cennetin neresinden dilerseniz oradan
yeyin. Yalnız oradaki ağaçlardan belli bir ağaca yaklaşmayın. Yoksa Allah'ın
koymuş olduğu hudutları aşan, zalim kimselerden olursunuz.
Taberi
diyor ki: "Bu âyet-i kerime gösteriyor ki,
İblis, Âdeme secde etmeye karşı kibirlenmesinden sonra cennetten çıkarıldı.
Fakat o, yeryüzüne inmeden önce Âdem cennete yerleştirildi." diyen görüş
isabetlidir. Bu hususta Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım
sahabilerin şöyle dedikleri Rivâyet
edilmektedir: "Allah düşmanı İblis, Allah'ın lanete uğratmasından ve onu
cennetten çıkarmasından sonra ve yeryüzüne inmeden önce, Allah'ın yüceliğine
yemin ederek, Allah'ın ihlaslı kullan hariç, onun soyundan gelenleri ve eşini
mutlaka azdıracağını ve yoldan çıkaracağını söylemiştir. Allah da Âdeme bütün
isimleri öğretmiştir.
Taberi
diyor ki: "Müfessirler, Hazret-i Âdemin
zevcesinin ne zaman yaratıldığı hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir:
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım
sahabilerden nakledildiğine göre İblis,
lanete uğratıldıktan sonra cennetten çıkarıldı. Buna mukabil Âdem cennete
yerleştirildi. Âdem cennette, kendisiyle beraber olacak bir eşi olmaksızın
yalnız başına dolaşıyordu... Bir zaman uykuya daldı. Sonra uyandı. Bir de ne
görsün, başucunda bir kadın oturuyor. Allah o kadını Âdemin kaburgasından
yaratmıştı. Âdem kadına: "Sen kimsin?" dedi. O, "Ben bir kadınım." dedi. Âdem:
"Niçin yaratıldın?" diye sordu. Kadın: "Sen benimle birlikte yaşayasın diye"
dedi.
Melekler, Âdemin ilminin derecesini ölçmek için
"Ey Âdem bu kadının ismi ne?" dediler. Âdem: "Havva" dedi. Melekler: "Niçin
Havva diye adlandırıldı?" dediler. Âdem: Çünkü o, diri bir varlıktan yaratıldı."
dedi. Allahü teâlâ Âdeme: "Ey Âdem, sen ve
eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden bol bol yeyin." dedi. Bu
Rivâyetten anlaşıldığı gibi Hazret-i Havva, Hazret-i Âdem cennete
yerleştirildikten sonra yaratılmış ve Hazret-i Âdemin onunla birlikte yaşaması
için var edilmiştir.
İbn-i İshak ise Hazret-i Havvanm. Âdemin cennete
yerleştirilmesinden önce yaratıldığını söylemiştir. Seleme, İbn-i İshakın şöyle
dediğini rivâyet etmiştir: "Allah, İblisi kınadıktan sonra Âdeme yönlendi. Ona
bütün isimleri öğretmişti ve ona: "Ey Âdem, şunların isimlerini onlara bildir."
dedi. Âdem de onlara o şeylerin isimlerini söyleyince Allah: "Ben size, göklerin
ve yerin gaybını bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de
bilirim." demedim mi? Dedi. Bakara sûresi, 2/33
Sonra Allah Âdemi uyuttu. Âdemin sol
kaburgalarından birini aldı. Yerine et doldurdu. Âdem uykusuna devam ediyordu ve
uyanmamıştı. Nihâyet Allah, Âdemin o kaburga kemiğinden eşi Havvayi yarattı ve
Âdem onunla yaşasın diye tam bir kadın haline getirdi. Allah Âdemden uykuyu
kaldırınca Âdem uyandı. Havyayı yanında gördü ve ona şöyle dediği rivâyet
edildi: "Benim etim ve benim kanımdan benim eşim." Böyle dedi ve onunla sükunete
kavuştu. (En doğrusunu Allah bilir).
Allahü teâlâ
Âdemin bizzat kendi vücudundan, onunla birlikte yaşayacak birini yarattıktan
sonra ona: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden bol
bol yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz." dedi.
Âyet-i kerimerde
zikredilen ve "bol bol" diye tercüme edilen kelimesinin mânâsı "Bol yaşantı ve
sahibini yormayan rahat geçim." demektir.
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud kelimesini "Rahat yaşantı"
anlamında izah etmişler, Mücahid "Hesap
sorulmayan bir hayat" şeklinde açıklamşıtır.
Âyet-i kerime’de"
Şu ağaca yaklaşmayın" buyurulmaktadır.
Taberi
diyor ki: "Arapçada "Ağaç" diye tercüme ediilen kelimesi, sapı üzerinde dikili
duran her ağaç için kullanılır.
Müfessirler,
Hazret-i Âdemin, meyvesini yemesi yasaklanan bu ağacın hangi ağaç olduğu
hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir:
Abdullah b. Abbas,
Ebû Mâlik, Atıyye, Katade, Muharip b. Dinar ve Hasanı Basriye göre bu âyette
zikredilen "Ağaç"tan maksat, "Başak" demektir. Bu sebeple
Allahü teâlâ, başağı, dünyada Âdemin soyundan
gelen insanlara rızık kılmıştır.
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud, diğer bir kısım
sahabiler,
Süddi, Câde b. Hubeyre, Said b. Cübeyr
ve Muhammed b. Kays'a göre bu ağaçtan
maksat, "Üzüm ağacı" demektir.
İbn-i Cüreyc
ise, bir kısım sahabilerin, bu ağacın
"İncir ağacı" olduğunu söylediklerini rivâyet etmiştir.
Taberi
diyor ki: "Bu ağacın hangi ağaç olduğunu gösteren açık bir delil yoktur.
Allahü teâlânın, bu ağacın hangi ağaç
olduğunu bize biidirmemesinden anlaşılıyor ki bunu bilmek zaruri bir şey
değildir. Eğer böyle bir zaruret olsaydı Allahü teâlâ
onu bize mutlaka bildirirdi. Bu sebeple bu ağacın şu veya bu ağaç olduğunu
söylemek yerine, Allah'ın, meyvesinin yenmesini Âdeme yasakladığı herhangi bir
ağaç olduğunu söylemek daha doğrudur.
Âyet-i kerime’nin
sonunda: "Yoksa zalimlerden olursunuz" buyurulmaktadır. Bunun mânâsı, "Eğer
ağaca yaklaşacak olursanız, sizler, kendisine izin verilmeyen şeye
saldıranlardan ve sınırı aşanlardan olursunuz." demektir. Arapçada "Zulüm"
kelimesinin asıl mânâsı "Bir şeyi yerine koymamaktır.
Şeytan oradan her
ikisinin de ayağını kaydırdı ve onları, içinde bulundukları nimetten çıkardı.
Biz de: "Birbirinize düşman olarak (yeryüzüne) inin. Sizin için orada belirli
bir zamana kadar kalma ve geçim imkânı vardır." dedik.
Şeytan onları hataya düşürerek, oradan her
ikisinin de ayağını kaydırdı ve Allah'a itaattan alıkoymaya çalıştı. Böylece
Âdemi ve eşini, içinde bulundukları bol ve rahat yaşayıştan ve cennetin geniş
nimetlerinden çıkarıp ayırdı. Biz de: "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin.
Size yeryüzünde, içinde istikrar bulup kalacağınız meskenler ve dünyanın sonu
gelinceye kadar, lezzetler, ziynetler, yeyip içme ve faydalanma imkânı da
vardır." dedik.
Müfessirler,
İblisin, Hz Âdem ve Havvanm ayaklarını nasıl kaydırdığı, onları hataya nasıl
sürüklediği, cennetten kovulduktan sonra tekrar oraya nasıl girip Hazret-i Âdem
ve Hz Havva ile nasıl muhatap olduğu ve onlara vesvese verdiği hususnda özetle
şunları zikretmişlerdir:
a- Abdullah b.
Abbas ve Abdullah b. Mes'ud gibi
sahabiler, Vehb b. Münebbih ve
Rebi' b. Enes gibi
Müfessirler, İblisin cennetten kovulmasından
sonra, yılanın ağzına veya kamına girerek tekrar cennete girdiğini ve orada önce
Hazret-i Havvayı sonra da Hazret-i Âdemi aldatarak, kendilerine yasaklanan
ağaçtan yemelerine ve dolayısıyle cennetten çıkarılmalarına sebep olduğunu
söylemişlerdir.
b- İbn-i İshak ise, İblisin cennete,
Allah'ın ona verdiği özel bir güçle girdiğini söylemiştir. İbn-i İshak demiştir
ki: "İblis, Âdemin soyundan gelen insanlara, görünmeden nasıl yaklaşıyor ve
vesvese veriyorsa Âdeme de o şekilde yaklaşmış ve görünmeden vesvese vermiştir."
Taberi,
İblisin cennetten kovulmasından sonra tekrar Hazret-i Âdem ve Havvaya ulaşma
yolunun, müfessirlerin rivâyet ettikleri
yılan vasıtasıyla olabileceğini söylemiş, İbn-i İshakın zikrettiği izahın bir
çok ilim adamı tarafından rivâyet edilen nakilleri bertaraf edemediğini
söylemiştir.
Bu konu hakkında Vehb b. Münebbih'in şunlan
söylediği rivâyet edilmektedir: "Allahü teâlâ
Âdemi ve zevcevsini cennette yerleştirip Âdeme, belli bir ağacın meyvesinden
yemesini yasakladı. Bu ağaç, dallan birbirine girmiş bir ağaçtı. Melekler bunun
meyvesini, ebedi olarak yaşamak için yerlerdi. Allahü
teâlâ işte bu ağacın meyvesini Hazret-i Âdeme yasaklamıştı. İblis,
Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havvanm ayaklarım kaydırmak isteyince yılanın karnına
girdi. Yılan, dört ayaklı bir hayvandı. O, Allah’ıın yarattığı en güzel bir
hayvandı, sanki o, Horasan develeri gibi idi. Cennete girince İblis karnından
çıktı. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem ve
Havvaya yasakladığı ağaçtan alıp Havvaya götürdü ve ona: "Bak bu ağaca kokusu ne
hoş, tadı ne kadar iyi ve rengi ne güzel," dedi. Âdem de ondan yedi. Bunun
üzerine her ikisinin de avret yerleri birbirlerine göründü. Âdem ağacın içine
girdi. Rabbi ona: "Ey Âdem nerdesin? dedi. Âdem : "burdayım ey rabbim." dedi.
Allahü teâlâ: "Çıkmıyor musun?" dedi. Âdem:
"Ey rabbim senden utanıyorum." dedi. Allahü teâlâ:
"Senin, kendisinden yaratıldığın toprağa lanet edilmiştir. Öyle ki o toprağın
meyveleri dikene dönüşecektir." dedi.
Allahü teâlâ
sonra Hazret-i Havvaya şöyle dedi: "Benim kulumu sen aldattın. Sen her gebe
kaldığında istemeyerek ve zahmetle gebe kalacaksın. Karnında bulunanı doğurmak
istediğinde de bir kaç defa, ölümden döner gibi doğuracaksın." Yılana ise şöyle
dedi: "Mel'un şeytan, senin karnında içeri girdi ve kulumu aldattı. Sen de
lanete uğratıldın? Öyle lanetlendin ki, ayakların karnına girdi. Senin rızkın
sadece toprak oldu. Sen Âdemoğlunun düşmanısın. Onlar da senin düşmanındır.
Onlardan biriyle karşılaştığında onu kovalarsın. Onlardan biri seninle
karşılaştığında ise senin başını ezer."
Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım
sahabilerin ise bu hususta özetle şunlan
söyledikleri Rivâyet edilmektedir: "Allahü teâlâ
Hazret-i Âdeme: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden
bol bol yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz."
deyince İblis cennette Âdem ile Havvanın yanına gitmek istedi. Cennetin
bekçileri ona engel oldular. Bu defa İblis, yılana gitti. Yılan, deveye benzeyen
dört ayaklı bir hayvandı. O, en güzel hayvanlardan biriydi. İblis yılana, ağzına
girerek cennete gitmesini ve Âdeme ulaşmasını teklif etti. Yılan onu ağzına aldı
cennete girerken bekçiler, İblisin, yılanın ağzında olduğunun farkına
varamadılar. İblis yılanın ağzında iken Âdeme konuştu. Âdem onun sözlerine
aldırış etmedi. İblis bu defa dışarı çıktı ve "Ey Âdem sana, ebedilik ağacını ve
yok olmayan bir mülkü göstereyim mi?" dedi. Tâhâ
sûresi, 20/120 Ayrıca İblis, Âdem ve Havvaya "Ben, ikinize de nasihat
edenlerdenim." diye yemin etti. İblis bunu yaparken Âdem ve Havvaya, örtülü olan
edep yerlerini göstermek istiyordu. Bu da onların elbiselerini yok etmesiyle
gerçekleşecekti. İblis, Âdem ve Havvanın avret mahalleri bulunduğunu, meleklerin
kitaplarından okumuş ve öğrenmişti. Âdem bunu bilmiyordu. Âdemle Havvanın
elbiseleri tırnak'tandı. Âdem, o ağaçtan yemedi. Havva ise ileri atılıp yedi ve
Âdeme "Ey Âdem sen de ye. Çünkü ben yedim bana zarar vermedi." dedi. Âdem de
yeyince her ikisinin de avret mahalleri birbirlerine göründü. Bu sefer cennet
yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.
Bu mesele ile ilgili olarak İbn-i İshak da özetle
şunlan söylemiştir: "İblis Âdeme ve eşine, Allah'ın Âdemi ve onun soyundan
gelenleri imtihan etmek için ona verdiği bir güçle ulaşmıştır, öyleki, İblis
kendisine verilen bu güçle Âdemoğluna uykusunda da gelebilir, uyanık ikende.
Dilediği zaman ona yaklaşır ve onu günah işlemeye davet eder, nefsini şehevani
şeylere çeker. Halbuki Âdemoğlu onu gönnez. Nitekim
Allahü teâlâ, âyetlerinde şöyle buyurmuştur: "Şeytan onlara,
kendilerine görünmeyen avret yerlerini göstermek için vesvese verdi ve şöyle
dedi: "Rabbiniz size bu ağacı, sadece ikiniz de melek olmayasınız veya cennette
ebedi olarak kalmayasınız diye yasakladı." "Ey Âdemoğulları, Şeytan, atalarınızı
avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten
çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü şeytan ve taraftarları, sizin onları
göremediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz, şeytanları, inanmayanların
dostları yaptık. Araf sûresi, 7/20,27 Yine
Allahü teâlâ
Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve
sellem)e:
"Ey Rasûlüm, de ki: "Cin ve insanlardan olan ve
insanların kalblerîne vesvese veren, o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların
rabbi, insanların maliki ve insanların mabudu olan Allah'a sığını
Nâs sûresi, 144/1-6 buyurmuştur.
Resûlüllah da:
"Şüphesiz ki şeytan, Âdemoğlunda kanın dolaşımı
gibi dolaşır." buyurmuştur. Buhari, K. Bed'ul halk
bab: 11, Müslim K.es-Selam bab: 23, Hadis No: 2174/Ebû Davud K. es-Savm, bab:
79, Hadis No: 2470 İbn-i İshak sözlerine devamla şöyle demiştir:
"Âdemoğlunun, Allah düşmanı İblis ile durumian ne ise, Hz Âdemin de İblis ile
dununu öyle olmuştur. Öyle ki, İblis, Âdemin soyuna görünmeyerek nasıl
yaklaşıyorsa Âdeme de cennette öyle yaklaşmıştır."
Daha önce de belirtildiği gibi
Taberi, İbn-i İshak'in bu izahını
benimsememekte, sahabi ve tabiinden Rivâyet edilen önceki görüşleri daha evla
görmekte ve İblisin cennete belli bir vasıta ile girdiğini söylemenin daha
isabetli olacağı kanaatindedir.
Âyeti kerime’de "İblis onları içinde bulundukları
nimetten çıkardı." buyurulmaktadır. Aslında Hazret-i Âdem ile Havvayı, içinde
bulundukları nimetlerden çıkaran Allahü teâlâdır.
Fakat onların çıkmalarına İblis sebep olduğu için çıkarma işi, mecazi olarak ona
insad edilmiştir.
Âyet-i kerime’de
"yeryüzüne inin" buyurulmaktadır. Bu emrin Âdem ve Havvaya verildiği hususunda
ittifak edilmekle beraber bunların dışında daha başka nelere ve kimlere
verildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.
Abdullah b. Abbas,
Süddi ve Ebû
Salih, âyette geçen "İnin" emrinin, Âdeme, Havvaya, İblise ve ayaklan
kesilen yılana verildiğini söylemişlerdir.
Mücahid, Ebuî
Âliye ve İbn-i Zeyd ise bu emrin Âdme, İblise
ve onların soylarından gelecek olanlara verildiğini söylemişlerdir.
Âyet-i kerime’de
"Birbirinize düşman olarak" ifadesi zikredilmektedir.
Taberi
diyor ki: "Âdem ve zevcesi ile İblis ve yılanın, aralarındaki düşmanlığın nasıl
olduğu ve nereden kaynaklandığı sorulacak olursa cevaben denilir ki: "İblisin,
Âdeme ve zürriyetine düşmanlığı. Âdemi kıskanmısımlan ve Allah'ın ona "Secde et"
emrine isyan etmesinden ve böbürlenmesindendir. Âdemin ve zürriyetinin, İblise
karşı düşmanlığı ise, İblisin, Allah'ın emrine karşı gelerek ona isyan
etmesindendir. Âdem ve onun soyu ile yılan arasındaki düşmanlık ise, yılanın
şeytanı cennete sokarak Âdemin ayağının kaymasına sebep olmasındandır. Yılanın
insanoğluna düşman olduğu ve onunla ilk' savaşı başlattıktan sonra bir daha
barış yapılmadığını beyan eden şu hadisi şeriflerde
Peygamber efendimiz buyurmuştur ki:
"Biz, onlarla savaştığımı?, zamandan beri bir daha
banşmadsk. Kim onlardan birini korkarak bırakacak olursa o bizden değildir,
Ebû Davud, K. el-Edeb, bab: 174, Hadis No: 5248
"Bütün yılanları öldürün. Kim onların intikam
alacağından korkarsa o benden değildir. Ebû Davud, K.
el-Edeb, bab: 174, Hadis No: 5249
"Kim yılanların takibedeceklerinden korkarak
onları bırakacak olursa o bizden değildir. Biz, onlarla savaştığımız andan beri
bir daha barışmamışızdır. Ehil Davud, K. el-Iîdeb,
bab: 174, Hadis No: 5250
Âyet-i kerime’de:
"sizin için yeryüzünde kalma vardır." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, Ebul
Âliye ve Rebi' b. Enes'e göre, yeryüzünde
insanların karar kılıp yaşamalarıdır.
Abdullah b. Abbas
ve Süddiye göre ise, kabirde kalmalarıdır.
Taberi,
"Kalma" diye tercüme edilen kelimesinin Arapçada "Karar kılma yeri" mânâsına
geldiğini âyet-i kerime’nin
de. Âdemin ve soyunun cennetteki ve semadaki yerlerine ilaveten dünyada da karar
kılacak yerleri ve evleri olacağını bildirdiğini söylemiştir.
"Belli bir zamana kadar" ifadesinden maksat ise,
Süddiye göre "Ölünceye kadar" demek.
Mücahide göre "Kıyamet kopuncaya kadar"
demek, Rebi' b. Enes'e göre ise "Belli bir
vadeye kadar" demektir.
Taberi
"Kıyamete kadar" şeklinde izah etmenin, âyetin genel ifadesine daha uygun
düştüğünü söylemiştir.
Âdem, rabbinden
kelimeler aldı. (günahının bağışlanmasını istedi) Allah da tevbesini kabul etti.
Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, merhamet sahibidir.
Allah Âdeme bir kısım kelimeler telkin etti. Âdem
de onları rabbinden alıp kabul etti ve o kelimelerin gerektirdiği gibi amel
etti. O kelimeleri söyleyerek ve ifade ettiği hükümleri yerine getirerek rabbine
tevbe etti. Allah da Âdemin kabul edip söylediği o kelimelerle pişmanlığını ve
tevbesini kabul etti. Allah, tevbeleri çokça kabul eden ve çokça merhamet
edendir.
Hz Âdemin, Allahü teâlâdan
alarak tevbe etmek için söylediği kelimelerin neler oldukları hakkında çeşitli
görüşler zikredilmiştir.
a- Hasan-ı
Basri, Mücahid,
Katade ve İbn-i
Zeyd'den nakledilen bir görüşe göre Hazret-i Âdemin rabbinden aldığı
kelimeler, Allahü teâlânın, âyette
zikrettiği şu kelimelerdir: "Âdem ve zevcesi, rablerine şöyle yalvardılar" Ey
rabbimiz, biz kendimize zulmetik. eğer sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan,
şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz. A'raf sûresi,
7/23 Taberi bu görüşün, âyete
dayandığından dolayı tercihe şayan olduğunu, bunun dışında zikredilenlerin
güvenilen delillere dayanmadıkları için tercih edilemeyceklerini söylemiştir.
b- Said b.
Cübeyr, Abdullah b. Abbasın, Hazret-i
Âdemin rabbinden aldığ bu sözlerin şunlar olduklarını söylediğini beyan
etmiştir: "Âdem, ey rabbim, beni sen kendi elinle yaratmadın mı?" demiş Allah
da: "Evet" demiştir. Âdem: "Ey rabim, sen bana ruhundan liflemedin mi." demiş
Allah da: "Evet" demiştir. Âdem: "Sen beni cennetine yerleştirmedin mi? " demiş
Allah da: "Evet" demiştir. Âdem: "Ey rabbim, rahmetin gazabını geçmiş değil
midir?" demiş, Allah: "Evet" demiştir. Âdem: "Eğer ben tevbe eder kendimi
düzeltirsem sen beni tekrar cennete döndürür müsün?" demiş Allah: "Evet"
demiştir. Bu görüş, Katade, Ebul Âliye ve
Süddiden nakledilmektedir.
Ubeyd b. Umeyr ise, Hazret-i Âdemin, Allah'tan
aldığı sözlerin şunlar olduğunu söylemiştir: Âdem: "Ey rabbim, benim işlemiş
olduğum bu hatayı, benim alnıma beni yaratmadan önce sen mi yazdın, yosak bunu
ben kendim mi icadettim?" dedi. Allah: "bunu, seni yaratmadan önce ben yazdım."
dedi. Âdem: "Bunu bana yazdığın gibi tevbemi kabul et ve beni affet." dedi.
Abdurrahman b. Yezid ise Hz Âdemin, rabbinden
aldığı kelimelerin ve tevbe ediş şeklinin şöyle olduğunu söylemiştir: Âdem "Ey
Allah’ım, senden başka hiçbir ilâh yoktur. Ben seni hamd ile tesbih ederim.
Senden af diler ve sana tevbe ederim. Sen benim tevbemi kabul et. Zira sen,
tevebeleri çokça kabul edensin ve çok merhamet sahibisin." demiştir.
Âyet-i kerime’de
Allah talanın, Hz Âdemin tevbesini kabul ettiği zikredilmektedir. Kul'un,
rabbine tevbe etmesi, Allah'ı gazaplandıran davranışlardan vazgeçip rabbine
itaate yönelmesi ve onu razı etmeye çalışmasıdır.
Allahü teâlânın, kulun tevbesini kabul etmesi ise, kul'a tevbe etmeyi
asibetmesi, ona gazap etmekten vaz geçip ondan razı olması, cezalandırmayı
bırakıp onu affetmesidir.
|