Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

5

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

1

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

30

Bir zaman rabbin meleklere: "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. Melekler de: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi.

Bir zaman rabbin. meleklere, yaratacağı Âdemi kastederek "Yeryüzünde yaratıklarım arasında hükmetmekte beni temsil edecek bir halife yaratacağım." demişti. Melekler de: "Ey rabbimiz, bildir bize, sen, yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini yaratıp ta Halifeni bizden yapmayacak mısın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz" dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben Âdem ve İblis hususunda sizin bilmediğniz şeyleri bilirim." dedi.

Allahü teâlâ, bundan önceki âyette yeryüzünü, gökleri ve onlarda bulunanları yaratıp insanoğlunun hizmetine tahsis ederek ona lütfettiği nimetlerini zikretmiş bu âyet-i kerime’de ise, bizim de o fâsıkların da atası olan Hazret-i Âdemi yaratacağını, onu yeryüzünde Halife kıldığını beyan etmiştir? Bundan sonra gelen âyet-i kerimelerde de Hazret-i Âdemin, İblisin vesveselerine uyarak rabbinin yasağını ihlal ettiğini, böylece cezalandırıldığını daha sonra ise yaptığı hatadan dolayı tevbe edip o hatadan vaz geçmesi üzerine onu affettiğini fakat, Allah'a isyan eden İblis'in isyanında direttiği için onu dünyada lanete uğrattığını âhirette ise ebedi olarak devam edecek cehennem azabına sokacağını beyan etmiştir.

Böylece Allahü teâlâ, insanlardan fâsık ve kâfir olanlardan, tevbe edip kendisine yönelenler hakkındaki hükmüne ve isyanında ısrar eden mağrurlar hakkındaki yargısına dair uyarsın. Onlar da düşünüp ibret alsınlar, Hazret-i Muhammed'in hak peygamber olduğunu idrak etsinler, onun, Allah katından getirdiklerinin doğru olduğuna inansınlar. Zira Hazret-i Muhammed'in, Allah katından getirdiği şeyler, ehl-i kitabın kitaplarında da mevcut olan hükümlerdir. Onlar bu tür şeylere yabancı değillerdir. O halde Hazret-i Muhammed'e diğer insanlardan daha önce onlar iman etmelidirler.

Âyet-i kerime’de geçen ve "Bir zaman" diye tercüme edilen kelimesi, Basra âlimlerinin bir kısmı tarafından, "Anlam ifade etmeyen zaid bir harftir" şeklinde izah edilmeye kalkışılmış ise de Taberi bunun yanlış olduğunu kelimesinin, belli olmayan bir zamanı ifade ettiğini ve kendisinden önce "Hatirlayın" anlamında bir kelimenin takdir edildiğini ve âyetin mânâsının "Hatırlayın bir zaman rabbin meleklere..." şeklinde olduğunu söylemiştir. "Melekler" anlamına gelen kelimesi ise kelimesinin çoğuludur. kelimesinin asli da dür. Hemze düşürülmüş ve harekesi Lam'a verilmiştir. Bu kelime "Göndermek" mânâsına gelen kökünden türetilmiştir. Meleklere bu adın verilmesi, Allah'ın Peygamberine ve kullarına gönderdiği elçileri olmalarındandır.

Âyet-i kerime’de zikredilen "Yeryüzü" kelimesinden maksat, bir kısım âlimlere göre "Mekke-i Mükerremedir" Âyette geçen "Halife" kelimesinin mânâsı ise, "Gidenin yerine gelen" demektir. Bu hususta başka bir âyette şöyle buyurulmaktadır. "Sonra da sizi o nesillerin ardından, ne yapacağınızı görmemiz için yeryüzünde Halifeler kildık."(10/4)

Eğer denilecek olursa ki: "Yeryüzünü Hazret-i Âdemden önce imar eden kim vardı ki Allahü teâlâ meleklere, onların yerine yeryüzünü imar edecek olan Hazret-i Âdemi yaratacağını bildirdi? "Ona cevaben denilir ki: "Bu hususta müfessirler çeşitli izahlarda bulunmuşlardır:

Abdullah b. Abbastan nakledilen bir görüşe göre, Hz Âdem daha önce yeryüzünde yaşayan ve orada bozgunculuk çıkardıkları için yok edilen cinlerin yerine yeryüzünde Halife olarak yaratılmıştır. Dehhak, Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediğini rivâyet etmiştir: Yeryüzünde ilk yaşayan Cinlerdi, onlar orada bozfunculuk çıkardılar, kan döktüler ve birbirlerini öldürdüler. Bunun üzerine Allah onlara, meleklerden meydana gelen bir ordusuyla birlikte İblisi gönderdi. İblis, beraberinde bulunanlarla birlikte cinlere karşı savaştı. Onları adalara ve dağların başlarına kaçmaya zorladı. Sonra Allahü teâlâ Âdemi yarattı. Onu yeryüzünde Cinlerin yerine getirdi.

Hasan-ı Basri ise, bu, âyette zikredilen "Halifeliği" şöyle izah etmiştir: "Ben, yeryüzünde soyu birbirlerine Halife olacak Âdemi göndereceğim, "buna göre Hazret-i Âdemin soyundan gelenler hem Âdemin hem de birbirlerinin halifeleri olacaklarından Âdem'e "Yeryüzüne gönderilecek Halife" diye ad verilmiştir.

Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'uddan nakledilen başka bir görüşe göre âyette zikredilen "Ben, yeryüzünde bir Halife yaratacağım." ifadesinden maksat, Allahü teâlânın yeryüzüne, Hazret-i Âdemi, kulları arasında hüküm verme bakımından Halifesi olarak göndermesidir. Bu sahabiler, âyeti izah ederlerken şöyle demişlerdir: "Allahü teâlâ meleklere: "Ben, yeryüzünde bir Halife yaratacağım." deyince Melekler: "Ey rabbimiz, bu halife nasıl bir şey olacak?" dediler. Allahü teâlâ: "O, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, birbirlerini kıskanan ve birbirlerini öldüren soyların atası olan bir kişi olacaktır." buyurmuştur.

Müfessirler, bu âyet-i kerimeye dayanarak, insanlar arasında çıkacak anlaşmazlıkları çözüme kavuşturması, zalimden mazlumun hakkını alması, cezaları tatbik etmesi, hayasızlığı önlemesi ve devlet idaresiyle ilgili bütün vazifeleri yerine getirmesi için Halife seçmenin vacip olduğunu söylemişlerdir. İşte Halife olacak bu kişide şu vasıfların bulunması da şarttır:

a- Halifenin erkek olması: Kadından Halife olmaz. İran Kisrasının kızının İranlılar tarafından kendilerine Kraliçe seçildiğini duyan Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki:

"İdarelerini kadına teslim eden bir topluluk asla kurtuluşa eremez. Buhari. K. el-Magazi, bab: 82, K. el-Fiten, bab: 18/rirmizi, K. el-Fiten bab, 75. Hadis No: 2264/Nesai, K. el-Kur'an. bab: 8/Ahmed b. Hanbel, Müsned c. 5, s. 43, 51

b- Hür olması: Halife hür bir kişiden olur. Köleden Halife olmaz. Zira köle efendisine tabidir, müstakil hareket edemez.

c- Buluğa ermiş olması: Henüz buluğa ermemiş çocuklar mükellef değildirler. Halifelik gibi ağır bir vazife böyle birisine verilemez.

d- Müslüman olması: Kâfirlerin Müslümanlar üzerine otorite kurmaları kabul edilemez. Bu hususta Allahü teâlâ diğer bir âyette şöyle buyuruyor: "... Allah, aranızda hükmedecek ve Müslümanlara karşı, kâfirlere asla yol vermeyecektir." Nisa sûresi 4/141

c- Halifenin adaletli olması

f- Müctehîd olması

g- İleriyi gören bir kimse olması

h- Vücutça sağlam olması

ı- Savaş idare etmesini bilmesi

i- Kureyşten olması (Bu şart ihtilaflıdır İbn-i Kesir, c. 1, s.72

Âyet-i kerime’de, meleklerin, "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratcaksın?" dedikleri zikredilmektedir.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki "Allahü teâlânın meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını bildirmesi üzerine melekler ona nasıl "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" diyebilmişlerdir? Çünkü o anda ne Âdem ne de soyu yaratılmıştır ve onların ne yapacaklarını da bilemezlerdi. Melekler bu sözü gaybi bilerek mi söylediler yoksa tahmin yürüterek mi? Elbette ki bu iki ihtimal de meleklereyakışan bir şey değildir. O halde melekler, Allahü teâlâya bu soruyu nasıl sormuşlardır? Müfessirler bu soruya farklı şekillede cevap vennişlerdir.

a- Dahhakın Abdullah b. Abbastan naklettiği bir Rivâyete göre Abdullah b. abbas, meleklerin bu sorularını şöyle izah etmiştir: Allahü teâlâ Hazret-i Âdemden önce cinleri yaratmıştı. Onlar yeryüzünde bozgunculuk çıkarmış ve kan dökmüşlerdi. Allahü teâlâ da, İblisin başkanlığında özel bir kısım melekleri göndererek onlarla savaş yaptımış ve onları mağlup ettirmiştir. Allahü teâlâ bu özel meleklere, yeryüzünde bir halife yaratacağını beyan edince onlar da önceki bilgilerine dayanarak: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratcaksın? diye sormuşlardı. Dehhak, Abdullah b. Abbastan nakledilen bu Rivâyeti şöyle anlatıyor: "İblis" vücudun gözeneklerinden geçebilen çok sıcak bir ateşten yaratılmış ve kendilerine "Cin" adı verilmiş, melekler sınıfından biri idi. Adı "Haris" idi ve cennetin bekçilerinden biri idi. Bu sınıfın dışındaki bütün melekler ise nur'dan yaratılmışlardır. Kur'an-ı kerimede zikredilen diğer cinler ise dumansız saf alevden yaratılmıştır.

Yeryüzünde ilk olarak cinlen yaşamıştır. Onlar orada bozgunculuk çıkarmışlar, kan dökmüler ve birbirlerini öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Allah onların üzerine, meleklerden bir sınıf olan cinlerle birlikte İblisi göndermişti. İblis ve beraberinde bulunan melekler, yeryüzünde yaşayan cinlerle savaşmışlar, onların, denizlerdeki adalara ve dağların başlarına kaçıp sığınmalarını sağlamışlardır. İblis bunu yapınca gururlanmış ve "Ben, şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptım." demiştir. Allahü teâlâ, tabii ki İblisin kalbine gelen bu gunıru bilmiş fakat onunla birlikte savaşan diğer melekler bilememişlerdir. Allahü teâlânın bu meleklere; "Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım." demesi üzerine bu melekler: "Orada, daha önce cinlerin çıkardığı gibi fesat çıkaracak ve onların kan döktükleri gibi kan dökecek varlıklar mı yaratacaksın?" Halbuki biz oraya, onların bu hallerinden dolayı gönderilmiştik." dediler. Allahü teâlâ da meleklere; "Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. Yani sizin, şeytanın kalbindeki gurur ve kibiri bilmediğinizi bilirim." diye cevap verdi. Sonra Allahü teâlâ, Âdemin toprağının getirilmesini emretti. Onun toprağı getirildi. Allahü teâlâ Âdemi, yapışkan ve kokuşmuş bir çamurdan bizzat kendi elleriyle yarattı. Âdem, kırk gece sırtüstü yatan bir ceset halinde bırakıldı. İblis gelip ona ayağıyla vuruyor, Âdemin vücudu ses çıkarıyordu. Allahü teâlâ bu hususu beyan eden âyetinde şöyle buyuruyor: "Allah insanı, vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan yarattı. Rahman sûresi, 55/14

İblis, Âdemin ağzından girip arkasından çıkıyor ve arkasından girip ağzından çıkıyordu ve diyordu ki: "Sen, sırf ses çıkarmak için yaratılmadın. Elbette ki bir şey için yaratıldın. Yemin olsun ki eğer ben sana musallat olursam mutlaka seni helak ederim. Şeyat sen bana musallat olursan mutlaka sana isyan ederim."

Allah, âdeme kendi ruhundan üfleyinee ruh âdemin baş tarafından girdi. Vücudun ulaştığı her yerini et ve kan'a dönüştürdü. Ruh, göbeğine kadar ulaşınca Âdem vücuduna baktı ve onun güzelliğini beğendi. Hemen ayağa kalkmak istedi. Fakat kalkamadı. Allahü teâlâ bu hususta da şöyle buyuruyor: "... İnsan çok acelecidir. İsra sûresi, 17/11

Ruh, Âdemin vücudunun her tarafına ulaşınca Âdem aksırdı ve Allah'ın kendisine ilham etmesiyle "Âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun." dedi. Allah, da ona: "Ey Âdem, Allah da sana merhamet etti." dedi. Sonra Allah, gökteki bütün meleklere değil, sadece iblisle beraber bulunan ve özel bir sınıf olan meleklere: "Âdeme secde edin." dedi. O meleklerin hepsi Âdeme secde ettiler. Sadece İblis diretti ve kibirlendi. İblis: "Ben ona secde etmem. Çünkü ben ondan daha hayırlıyım. Yaşça daha büyüğüm, yaratılış bakımından daha güçlüyüm. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın. Ateş çamurdan daha kuvvetlidir." dedi. İblis secde etmemekte diretince Allah onu susturdu, bütün hayırlardan mahrum etti ve onun isyanına bir ceza olmak üzere kavulmuş şeytan yaptı.

Sonra Allahü teâlâ Âdeme, bugün insanların bildiği bütün eşyanın isimlerini öğretti. Bu isimler, insanlara, canlı varlıklara, yeryüzüne, denizlere, dağlara ve benzeri şeylere ait olan isimlerdi. Sonra Allah bu isimleri, vücudun gözeneklerinden geçecek nitelikteki ateşten yaratılan ve "Cin" diye anlandınlan özel melekler sınıfına sordu. Onlara: "Eğer sizler benim, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak bir halife yaratacağıma dair bilginizin doğru olduğunu iddia ediyorsanız şu eşyanın isimlerini bana söyleyin bakayım." dedi. Melekler, Allah'ın kendilerini, gaybla ilgili bilgiler konuşmalarından dolayı hesaba çektiğini anlayınca: "Biz seni, gaybı senin dışında herhangi bir kimsenin bilmesinden tenzih ederiz. Biz sana tevbe ettik. Senin bize öğrettiğinin dışında bizim herhangi bir bilgimiz yoktur." dediler.

Allah Âdeme: "Bu eşyanın isimlerini sen söyle." dedi. Âdem eşyanın isimlerini söyleyince Allah meleklere: "Ey Melekler ben size dememiş miydim ki, göklerin ve yerin gaybıni ancak ben bilirim. Benim dışımda kimse bilemez. Sizin, açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim. Yani sizin açıktan söylediğiniz şeyleri de, İblisin içinde sakladığı kibir ve gururu da bilirim." dedi.

Görüldüğü gibi bu Rivâyete göre Allahü teâlâ, meleklerden, İblisin sınıfından olan özel bir sınıfa, yeryüzünde halife yaratacağını beyan etmiştir. Bu sınıf ta daha önce yeryüzünde yaşayan ve fesat çıkaran cinlere karşı savaştıkları için, yeni yaratılacak olan halifenin de bozgunculuk çıkaracağını ve kan dökeceğini sanmışlar, böylece bilemeyecekleri gayba dair fikir yürütmüşlerdir. Allahü teâlâ da onları, gaybı bilemeyecekerini beyan ederek uyannış, onların, bu tahminleriyle hataya düştüklerini bildirmiştir. Bunun üzerine melekler de hatalarım anlayıp Allah'a tevbe etmişler, ondan başka herhangi bir varlığın gaybı bilemeyeceğini ifade etmişlerdir.

b- Ebû Mâlik ve Ebû Salih'in, Abdullah b. Abbastan, Mürrenin Abdullah b. Mes'uddan ve diğer sahabilerden naklettikleri başka bir görüşe göre Meleklerin Allahü teâlâya "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sorulan şu şekilde izah edilmiştir: "Allahü teâlâ meleklere. yeryüzünde bir halife yaratacağını, o halifenin soyundan gelenlerin yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklarını, birbirlerini kıskanacaklarını ve birbirlerini öldüreceklerini bildirmiş bunun üzerine melekler de: "Ey rabbimiz, orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz" dediler. Allah da: "Şüphesiz sizin bilmediklerinizi ben bilirim." dedi. Yani İblisin kalbinde taşıdığı gururu bilirim." veya "Yeryüzüne göndereceğim halifenin soyundan gelen insanların bir kısmının Peygamberler ve itaatkâr kullar olacaklarını bilirim. Siz bunu bilmiyorsunuz.

Halifenin soyundan gelen bütün insanların fesat çıkaracaklarını ve kan akıtacaklarını zannediyorsunuz." demek istedi.

Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'uddan nakledilen bu Rivâyet, özetle şöyle nakledilmektedir: Allahü teâlâ, dilediği şeyleri yarattıktan sonra Arş'a yöneldi. İblisi de dünya semasına hükümran kıldı. İblis, cennetin bekçileri oldukları için "Cin" diye adlandırılan özel melekler sınıfmdandı. İblis, hükümranlığı ile birlikte cennetin bekçiliğini de yapıyordu. Onun kalbine bu sebeple gurur geldi ve kendi kendine şöyle dedi: "Allah, meleklerden üstün olan bu rütbeyi bendeki bir meziyetten dolayı bana verdi." Allah telaa, İblisin kalbinde bulunan bu gururu biliyordu. Bu sebeple Allahü teâlâ meleklere "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım." dedi. Melekler "Bu halife nasıl bir şey olacaktır?" dediler. Allah, "onun, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak, birbirlerini kıskanıp ve birbirlerini öldürecek olan soyu meydana gelecektir." dedi. Melekler de: "Ey rabbimiz, sen orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve seni tenzili ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi bilirim." dedi. Yani, "İblisin kalbindeki gururu ve kibiri bilirim, demek istedi.

Allah, yeryüzünden çamur getirmesi için Cebrâil gönderdi. Yeryüzü "Senden birşeyi eksiltmen veya beni kusurlu yapmandan Allah'a sığınırım." dedi. Cebrâil bir şey almadan geri döndü. Ve dedi ki: "Ey rabbim, yeryüzü sana sığındı. Ben de onun bu sığınmasını kabul ettim." Bunun üzerine Allah. Mikâil'i gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı. Mikâil de onun sığınmasını kabul ederek bir şey almadan geri döndü ve Cebrâil'in söylediklerini söyledi. Bundan sonra ölüm meleği olan Azrâil'i gönderdi. Yeryüzü ondan da Allah'a sığındı. Azrâil de ona: "Ben de Allah'ın emrini uygulamayıp boş geri dönmekten Allah'a sığınırım." dedi. Yeryüzünün çeşitli yerlerinden toprak alıp birbirine karıştırdı. Topraklardan bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz diğer bir kısmı ise siyahtı. Bu sebeple Âdemin soyundan gelen insanlar. çeşitli renklerde oldular. Azrâil toprağı alıp yukan götürdü. Onu ıslattı. Toprak yapışkan bir çamur haline geldi. Onu kokuşmuş bir hale gelinceye kadar bekletti.

Âyet-i kerime bu hususu şöyle beyan ediyor: "Şüphesiz biz insanı, vurulduğu zaman ses çıkaran işlenebilir kara topraktan oluşmuş kuru bir balçıktan yarattık. Hicr sûresi. 1.V26

Allahü teâlâ, daha sonra meleklere şöyle buyurdu: "Hani bir zaman rabbin, meleklere "Ben balçıktan bir insan yaratacağım, şeklini tamamlayıp ruhumdan üflediğin zaman hemen ona secde edin. Sad sumsi,31/71.72

Allahü teâlâ. Âdemi bizzat kendi eliyle yarattı ki İblis ona karşı böbürlenmesin ve ona "Benim, elimle yaratmaktan kibirlenmediğim bir varlığa karşı sen mi kibirleneceksin?" demiş olsun. Allah, Âdemi bir beşer olarak yarattı. Âdem kırk yıl, çamurdan bir ceset olarak kaldı. Bu müddet. Âdemin yaratıldığı Cuma gününün müddetidir.

Âdemin yanından geçen Melekler onu görünce korktular. Ondan en çok rahatsız olan da İblisti. İblis, Âdemin yanından geçerken ona vuruyor ve Âdemin vücudu, testinin çıkardığı gibi bir ses çıkarıyordu. İblis ona "Sen, bir şey için yaratıldın amma bilemiyorum niçin." diyordu. Onun ağzından girip arkasından çıkıyordu. Meleklere: "Bundan korkmayın, zira sizin rabbiniz, sameddir, ihtiyaçlar için kendisine başvurulandır. Bu ise içi boş bir şey. Yemin olsun ki eğer ben ona musallat edilirsem onu mutlaka helak ederim." dedi.

Âdeme ruh üfleme zamanı gelince Allah meleklere "Ben ona ruhumdan üflediğim zaman siz ona secde edin." dedi. Ona ruh üfleyince ruh baş tarafdan içine girdi. Âdem aksırdı. Melekler ona "Elhamdülillah de" dediler. "Âdem de "Elhamdülillah" dedi. Allah da Âdeme "Yerhamükellah" Allah da sana merhamet etsin." dedi. Ruh, Âdemin gözlerine varınca o, cennetin meyvelerine bakmaya başladı. Ruh, içine doğru ilerleyince Âdem yemek yeme ihtiyacı hissetti. Ruh, henüz ayaklarına ulaşmadan cennetin meyvelerini toplamakta cele etmek için ayağa kalkmak istedi. Bu hususla Allahü teâlâ: "İnsan aceleci bir tabiatta yaratılmıştır. Enbiya sûresi, 21/37 buyurmuştur.

Bütün Melekler Âdeme secde ettiler. İblis diretti. Secde edenlerle birlikte secde etmedi. Böbürlendi ve kâfirlerden oldu.

Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyurdu: "Sana emrettiğimde seni secde etmekten alıkoyan neydi?" İblis "Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ise çamurdan yarattın." dedi. Allahü teâlâ da "Öyleyse in oradan. Orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık çünkü sen, âdilerdensin." A'mf sûresi, 7/12-13 buyurdu.

Allah, Âdeme bütün eşyanın ismini öğretti. Sonra meleklere "Eğer sizlerin, Âdemoğlunun bütün soyunun, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklarına ve kan akıtacaklarına dair gayb ilminiz doğru ise şu eşyanın isimlerini bana bildirin" dedi. Meleklerde "Seni tesbih ederiz. Bize öğrettiklerinin dışında hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen, herşeyi çok iyi bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin" dediler. Allah: "Ey Âdem, eşyanın isimlerini onlara bildir." dedi. Âdem de onlara eşyanın isimlerini söyleyince Allah "Ben size, göklerin ve yerin gaybini bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim." demedim mi?" Bakara sûresi, 2/3 İ, 32

Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'ud burada, meleklerin açıkladıkları şeylerden maksadın, meleklerin "Yeryüzünde bozgunculuk yapacak olan birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sözleri, gizledikleri şeylerden maksadın ise İblisin, içinde gizlediği böbürlenme duygusu olduğunu söylemişlerdir.

Taberi "Bu ikinci Rivâyetin baştarafı birinci Rivâyete muhalif sonu ise mutabıktır." demiş ve bu ikinci Rivâyeti te'vil yoluyla birinci Rivâyete mutabık hale getirmeye çalışmıştır.

c- Katadeden nakledilen bir görüşe göre o, meleklerin, tahminlerine dayanarak Allahü teâlâya: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" dediklerini söylemiştir.

Katadeden ve Hasan-i Basri'den nakledilen başka bir görüşe göre, Allah meleklere, yeryüzünde yaratılan herhangi bir varlık bulunduğu takdirde orada fesat çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini bildirmiştir. Âdemi yaratacağını beyan edince de melekler bu görüşlerine dayanarak Allahü teâlâya: "Nasıl, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birisini yaratacaksın" demek istemişlerdir.

Bu hususta Hasan-ı Basri ve Katadeden şunlar nakledilmektedir: "Allah meleklere "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." dedi. Onlar görüşlerini beyan ettiler. Allah da onlara bir kısım ilimler öğretti, bir kısmını da öğretmedi. Melekler, Allah'ın kendilerine öğretmiş olduğu ilme dayanarak "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" dediler. Zira melekler. Allah'ın kendilerine öğrettiği ilimle biliyorlardı ki, Allah katında kan akıtmaktan daha büyük bir günah yoktur. İşte bu sebeple bu soruyu sordular. Ve "Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz ve tenzih ediyoruz." dediler. Allah da onlara: "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum." dedi. Allah, Âdemi yaratmaya başlayınca melekler kendi aralarında şöyle fisıklaştılar "Rabbimiz yaratmayı dilediği şeyi yaratsın. Elbette ki o bizden daha bilgili ve daha üstün bir varlık yaratmayacaktır." Allah, Âdemi yaratıp ona ruhundan lifleyince, Meleklere, Âdeme secde etmelerini emretti ve Âdemi onlardan üstün kıldı. Böylece melekler de Âdemden üstün olmadıklarını anlamış oldular. Fakat bu defa: "Biz, Âdemden daha hayırlı değilsek te ondan daha bilgiliyiz ya. Zira biz ondan daha önce var idik. Ondan önce başka ümmetler de yaratıldı." dediler. Melekler bilgileriyle övününce Allah onları bu hususta imtihan etti. Âdeme eşyanın isimlerini öğretti, sonra onları meleklere gösterdi ve onlara "Eğer sizler, benim sizden daha bilgili bir yaratık var edemeyeceğim kanaatinizde doğru iseniz şu eşyanın isimlerini bana söyleyin bakayım." dedi. Bunun üzerine her mü’minin yapacağı gibi onlar da tevbeye sarıldılar ve "Seni tesbih ederiz. Bize öğrettiklerinin dışında hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen her şeyi çok iyi bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin." dediler. Allah da: "Ey Âdem, eşyanın isimlerini onlara bildir." dedi. Âdem de onlara eşyanın isimlerini söyleyince Allah: "Ben size, göklerin ve yerin gaybını bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim." demedim mi? dedi. Bakara sûresi, 2/32, 33 Burada zikredilen ve meleklerin açığa vurdukları bildirilen şeyden maksat: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" sözleridir. Meleklerin gizledikleri şeylerden maksat ise, birbirlerine: "Biz o halifeden daha hayırlı ve daha bilgiliyiz." demeleridir.

d- Rebi' b. Enes bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Allah, melekleri çarşamba, Cinleri perşembe, Âdemi de Cuma günü yaratmıştır. Cinlerden bir topluluk inkâra düşmüşlerdir. Bu yüzden melekler yeryüzüne iniyor ve Cinlerle savaşıyorlardı. Yeryüzünde kan dökülüyor ve fesat kaynıyordu. Allahü teâlâ, yeryüzünde halife yaratacağını beyan edince, bu durumu bilen melekler: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" dediler. Allahü teâlânın, bu halifeyi mutlaka yaratacağını anlayınca da birbirlerine: "Allah hiçbir varlık yaratmaz ki, biz ondan daha bilgili ve daha üstün olmayalım." dediler. Allahü teâlâ da meleklere, Âdemi daha üstün kıldığını bildirmek için ona eşyanın ismini öğretti ve meleklere: "Üstün olduğunuz iddianızda doğru iseniz şu eşyanın ismini bana söyleyin." dedi. Melekler, kanaatlarının yanlış olduğunu idrak ederek Allah’a tevbe ettiler. Allah da onlara: "Ben sizin açığa vurduğunuz şeyleri de bilirim, gizlediğiniz şeyleri de bilirim." buyurdu. Burada meleklerin açığa vurdukları şeylerden maksat: "Orada bozgunculuk çıkaracak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" demeleridir. Gizledikleri şeylerden maksat ise: "Allah hiçbir varlık yaratmaz ki, biz ondan daha üstün ve daha bilgili olmayalım." sözleridir. Melekler sonunda Allah'ın, Âdemi hem bilgi hem de rütbede kendilerinden daha üstün kıldığını anlamışlardır.

e- İbn-i Zeyd bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Allah, cehennem ateşini yaratınca melekler ondan çok korktular ve "Ey rabbimiz, bu ateşi ne için yarattın?" dediler. Allahü teâlâ: "Yaratıklarımdan bana karşı gelenler için." dedi. O zaman da Allahü teâlânın, meleklerin dışında herhangi bir yaratığı yoktu. Yeryüzünde kimse bulunmuyordu. Âdem daha sonra yaratıldı. Nitekim şu âyet bunu ifade etmektedir: "Gerçekten insanın üzerinden öyle bir zaman geçti ki o vakit insan, adı zikredilen bir şey değildi. İnsan sûresi, 76/1

Melekler, "Ey rabbimiz, bizim sana isyan edeceğimiz bir zaman da mı gelecek?" dediler. Çünkü onlar, kendilerinin dışında varlıklar yaratılacağım sanmıyorlardı. Allahü teâlâ onlara: "Hayır, öyle bir zaman olmayacak. Fakat ben yeryüzünde varlıklar yaratacağım. Onların içinde bir de halife var edeceğim. O yaratıklar kan akıtacaklar ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklar." buyurdu. Bunun üzerine melekler: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" Sen bizi seçkin varlıklar yaptın. Bizi oraya gönder. Biz seni överek tesbih ederiz ve tenzih ederiz. Orada sana itaatta bulunuruz." dediler. Melekler, Allahü teâlânın, yeryüzünde kendisine isyan edecek varlıklar yaratmasını büyük bir olay olarak gördüler. Allahü teâlâ onlara: "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Ey Âdem, sen bunlara isimlerini bildir." dedi. Âdem de onların isimlerini söyledi. Melekler, Allahü teâlânın, Hazret-i Âdeme verdiği ilmi anlayınca onun üstünlüğünü kabullendiler. Sadece İblis bunu kabullenmedi, diretti ve: "Ben ondan daha hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın onu ise çamurdan." dedi. Allahü teâlâ da ona: "İn buradan aşağı. Senin burada kibirlenmeye hakkın yoktur." dedi.

İbn-i Cüreyc, meleklerin: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sorularının, Allahü teâlânın, daha önce kendilerine, yaratacağı halife ve onun soyu hakkında verdiği bilgiden kaynaklandığını söylemiştir.

Diğer bir kısım âlimler ise, meleklerin bu sorularının, Allahü teâlânın kendilerine, yaratacağı halife ve onun soyu hakkında bilgi vermesinden sonra meleklere bu hususta soru sorma yetkisi vermesinden kaynaklandığını söylemişlerdir. Yani melekler, yaratılacak halifenin ve soyunun, yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini öğrendikten sonra Allahü teâlâdan, soru sorma izni almışlar ve hayretlerini belirterek: "Ey rabbimiz, bunlar sana nasıl isyan edebilirler? Halbuki sen onların yaratıcısısm" demişler. Allahü teâlâ da onlara: "Ben sizin bilmediğiniz şeyleri bilirim." demiştir. Yani, bu tür itaatsizlikler, o yaratacağım varlıklardan da meydana gelecek, sizin, bana itaat eder gördüğünüz bazı varlıklardan da zuhur edecektir." demek istemiştir. Bu son cümle İblise işaret etmektedir. Böylece Allahü teâlâ, meleklerin bilgilerinin, kendi bilgisine göre eksik olduğunu beyan etmiştir.

Başka bir kısım âlimler de demişlerdir ki: "Melekler" Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sorulanın, rablerinin yaptığı bir işe itiraz için değil meselenin mahiyetini öğrenmek için sormuşlar, bir de kendilerinin, Allah'ı tesbih ettiklerini bildirmek için sormuşlardır."

Diğer bir bir kısım âlimler de, meleklerin, bu sorularını, bilmedikleri bir şey hakkında, kendilerine yol gösterilmesi için sorduklarını söylemişlerdir.

Taberi, Meleklerin Allahü teâlâya: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" şeklindeki sorularının hikmetinin, verilen haberin mahiyetini öğrenme olduğunu söylemenin daha evla olduğunu açıklamıştır. Yani melekler şunu demek istemişlerdir: "Ey rabbimiz, sen bize bildir, sen yeryüzünde sıfatı bu olan birini halife yapıp ta halifeni seni haınd ile tesbih ve tenzih eden bizlerden yapmayacak mısın?"

Taberi diyor ki: "Burada melekler her ne kadar. Allah'ın, kendisine karşı gelecek birisini yeryüzünde halife yapmasını garip karşılamışlarsa da. Allah'ın bildirmiş olduğu bu habere karşı çıkmamışlardır."

Diğer görüşlere gelince, Allahü teâlâ meleklere, sıfatını beyan ettiği halifeyi yaratacağını bildirdikten sonra bu hususta meleklere soru sorma izni verdiğini, meleklerin de böyle bir halifenin yaratılacağına hayret ederek Allahü teâlâya soru sorduklarını beyan eden görüş açık bir delili olmadığı için kabule şayan değildir. Zira Allahü teâlânın kitabını izah etmekte herhangi bir delile dayanmayan bir görüşü ortaya koymak caiz değildir.

Meleklerin, yeryüzüne gönderilecek halifeyi, fesat çıkarmak ve kan dökmekle vasıflandırmalarının sebebi Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve Katadeden nakledildiği gibi. daha önce Allahü teâlânın meleklere halifenin böyle olacağını bildirmiş olmasından kaynaklanmış olabilir. Veya Dehhakın. Abdullah b. Abbastan naklettiği ve Rebi' b. Enesten de nakledildiği gibi meleklerin, halifeyi bu şekilde sıfatlandırmalarının sebebinin, yeryüzünde daha önce yaşadığı söylenen cinlerin davranışlarından elde edilen bilgiler olduğu da söylenebilir. Yani melekler rablerine: "Yeryüzünde daha önce yaşayan cinler gibi bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yapatacaksın?" diye sormuşlardır. Böylece melekler, geçmişteki bilgilerine dayanarak konuşmuşlar, gayba dair bir tahminde bulunmamışlardır.

Yine İbn-i Zeyd'den nakledildiği gibi, meleklerin bu soruyu, Allahü teâlânın var ettiği bir yaratığın. Allahü teâlâya nasıl isyan edebileceğine şaşarak sormuş olmaları da muhtemeldir. Fakat biz, Dehhakın, Abdullah b. Abbaslan naklettiği Rivâyeti ve İbn-i Zeyd'den nakledilen Rivâyeti makbul görmedik. Çünkü elimizde, bunların güvenilir olduğunu beyan eden kesin bir delil yoktur. Bu kundan âyetin en güzel te'vil şekli, Allahü teâlânın, meleklere, halifesinin ve onun soyundan gelecek olanların, yeryüzünde bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini bildirmesi üzerine, meleklerin de, Allahü teâlâya: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" diye sormuş olmaları şeklindeki te'vildir.

Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Allahü teâlânın meleklere, yeryüzünde yaratacağı halifenin ve onun soyundan gelecek insanların bozgunculuk çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini önceden bildirdiği nerede zikredilmekte ve nasıl anlaşılmaktadır?" Buna cevaben denilir ki: "Meleklere bu hususların bildirildiği âyetin: "... Bir zaman rabbîn meleklere "Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." Kısmı ile "Orada bozgnuculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" kısmı arasında, Allahü teâlânın, bu halife ve onun soyundan gelenler, yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecekler." şeklinde gizli bir beyanının bulunmasından anlaşılmaktadır. Kur'an-ı Kerimde ve Arap dilimle bu gibi kısaltmalar pek çoktur. Biz bunu gözönünde bulundurarak bu te'vil şeklini tercih ettik."

Âyet-i kerime’nin devamında: "Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz." buyurulmaktadır. Arapçada Allah’ı tesbih etmenin asıl mânâsı, Allah’ı, kendisine yakışmayan sıfatlardan arındırmak ve o sıfatlardan beri olduğunu zikretmektir. Bu âyette zikredilen "Tesbih etmek"ten neyin kastedildiği hakkında çeşitli açıklamalarda bulunulmuştur.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabilerden nakledilen bir görüşe göre buradaki: "Seni överek tesbih ediyoruz." ifadesinden maksat, "Senin için namaz kılıyoruz." demektir. Buna göre melekler Allah için namaz kıldıklarını bu ifade ile zikretmişlerdir. Bu hususta Said b. Cübyr'den mürsel bir hadis Rivâyet edilmiştir.

Katadeye göre ise bu âyette zikredilen "Tesbih"ten maksat demek ve Allah’ı tesbih etmektir.

Taberi: "Halbuki biz seni överek tesbih ediyoruz." ifadesinden naksadın. "Biz seni överek ve sana şükrederek seni yüceltiyoruz." demek olduğunu söylemiştir.

Âyet-i kerime’de "Seni tenzih ediyoruz." diye tercüme edilen ifadesi zikredilmektedir. Takdis'in asıl mânâsı, "Arındırmak ve yüceltmek"tir. Bu âyette zikredilen, meleklerin takdis etmelerinden maksat, "Biz seni, sana yakışan temiz sıfatlarla sıfatlandırır ve sana yakışmayan, kâfirlerin sıfatlandırdığı temiz olmayan sıfatlardan da arındırırız." demektir.

Katade, meleklerin, rablerini takdis etmelerinden maksadın, Allah için namaz kılmaları olduğunu, Ebû Salih ve Mücahid ise Allah’ı ululamak ve yüceltmek olduğunu, İbn-i İshak da. Allah’a karşı gelmemek ve Allah'ın sevmediği bir şeyi yapmamak." demek olduğunu söylemişler, Dehhak is, "Allah’ı arındırmak" demek olduğunu zikretmiştir.

Taberi diyor ki: "Allah’ı takdis etmenin mânâsının, onun için namaz kılmak ve onu yüceltmektir." diyenlerin görüşü Allah’ı, kâfirlerin isnad ettikleri temiz olmayan sıfatlardan arındırmaktır." diyenlerin görüşünün içinde bulunmaktadır. Zira Allah için namaz kılmak ve Allah’ı ululamak, onu, kendisine, layık olmayan sıfatlardan arındı mı ak demektir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Allah da onlara "Şüphesiz ki ben sizin bilmediklerinizi bilrim." dedi. Buyurulmaktadır. Burada, Allahü teâlânın bildiğini, meleklerin ise bilmediklerini beyan ettiği hususun ne olduğu hakkında farklı görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, diğer bir kısım sahabiler ve Mücahide göre burada zikredilen ve Allahü teâlânın bildiği, meleklerin ise bilmedikleri husustan maksat, İblisin durumu ve içinde Allah’a isyan etme duygusunu taşıması ve gizlediği kibirdir. Allah bunu biliyordu melekler ise bilmiyorlardı.

Katadeye göre ise, Allahü teâlânın bildiğini, meleklerin ise bilmediğini zikrettiği husustan maksat, yeryüzüne gönderilecek halifenin soyundan Peygamberlerin, velilerin ve salih kulların gelmesidir. Melekler, yeryüzünde yaratılacak olan halifenin ve onun soyundan gelecek olan bütün insanların, orada bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini zannetmişler, Allahü teâlâ da onları uyarmış, yaratacağı halifenin soyundan itaatkâr kulların da çıkacağını, meleklerin ise bunu idrak edemeyeceklerini bildirmek istemiştir.

Taberi, âyetin bu bölümünün her iki görüşü de kapsar şekilde olduğunu izah etmiştir. Buna göre Allahü teâlâ meleklere: "Ben sizin bilmediğiniz, İblisin durumunu ve halifenin soyundan gelecek olanların hepsinin aynı olmadığını bilirim." demiştir.

31

Allah Âdeme bütün isimleri öğrettikten sonra onları meleklere göstererek şöyle dedi: "Eğer doğru söylüyorsanız şunîarın isimlerini bana bildirin."

Allah Âdeme insan soyunun, meleklerin ve her şeyin ismini öğretti. Sonra bu isimleri meleklere göstererek şöyle dedi: "Ey melekler, yeryüzünde sizi halife yaparsam beni tesbih edeceğiniz ve beni yücelteceğiniz, sizin dışınızdakilerden halife seçersem, onların soylarının bana isyan edecekleri, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıp kan dökecekleri iddianızda doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin."

Aslında melekler de, Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını ve yaptığı her işte hüküm ve hikmet sahibi olduğunu çok iyi bilmekteydiler. Fakat Allahü teâlâ, onların da bilmedikleri şeyleri Hazret-i Âdemin bildiğnini onlara göstererek, Hazret-i Âdemin, yeryüzünde halife olmaya onlardan daha layık olduğuna işaret buyurdu.

"Âdem" ismi, Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud. Ebû Mûsa el-eş'arî ve diğer bir kısım sahabilere göre kökünden türemiş bir kelime olup aslında "Yüz" veya "Deri" anlamına gelmektedir. Hazret-i Âdeme bu ismin verilmesinin sebebi, onun toprağının, yerin yüzünden alınmasmdandır.

Abdullah b. Abbas, Abüulah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabilerden, bu hususta şunları söyledikleri Rivâyet edilmiştir: "Ölüm meleği olan Azrâil, Âdemin toprağını almak için yeryüzüne gönderilince O Âdemin toprağım, yemi yüzünden çeşitli yerlerden aldı. Birbirine karıştırdı. Aldığı toprak, kırmızı, beyaz ve siyah gibi renklerdeydi. Bu sebeple Âdemin soyundan gelen insanlar çeşitli renklerde oldular. Âdeme de "Deri" ve "Yüz" mânâsına gelen "Âdem" adı verildi. Çünkü onun toprağı, yerin yüzü ve derisi durumunda olan bir topraktı.

Ebû Mûsa el-Eş'ari , bu hususta Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu Rivâyet etmektedir.

"Şüphesiz ki Allah Âdemi, yeryüzünün bütününden aldığı, bir avuç topraktan yarattı. Bu sebeple Âdemin soyundan gelen evlatları, yeryüzünün şeklinde oldu. Onlardan bazıları kırmızı, bazıları beyaz, bazıları siyah bazıları da bunların arası bir renkte oldu. Bazıları ovalar gibi yumuşak bazıları kayalar gibi sert, bazıları kötü bazıları iyidir. Ebû Duvud, K. es-Sünne, bab 16, Hadis No: 4693/Tirmizi, K. Tefsir el-Kuran, Sûre: 2, Hadis No: 2955/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 400,406

Müfessirler, Allahü teâlânın, önce Hazret-i Âdeme öğretip daha sonra da meleklere sorduğu isimlerden neyi kastettiği hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir.

a- Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr, Katade ve Hasan-ı Basriden nakledilen bir görüşe göre burada, öğretildiği zikredilen isimlerden maksat, bütün eşyanın ismidir. Bu huusta Dehhak, Abdullah b. Abbasın şöyle dediğini rivâyet etmektedir. "Allah Âdeme bütün isimleri öğretti. Bu isimler bugün insanların, varlıkları tanımak için kullandığı isimlerdir. Mesela: "İnsan, hayvan yeryüzü, ova, deniz, dağ, merkep vb. şeylerin adları gibi isimlerdir." Mücahid de: "Allah Âdeme her şeyin ismini öğretmiştir. Hatta, karganın, güvercinin ismini bile." Said b. Cübeyr: "Allah Âdeme her şeyin ismini öğretmiştir, hatta devenin, sığırın, koyunun ismini bile." demiştir. Said b. Mabed, Abdullah b. Abbasın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Allah Âdeme bütün eşyanın ismini öğretti. Çanak ve çömleğin adını, hatta yellenmeyi bile öğretti." demiştir.

b- Rebi' b. Enes ise, burada Âdeme öğretilen isimlerden maksadın, meleklerin isimleri olduğunu söylemiştir.

c- İbn-i Zeyd de, Allahü teâlânın, Hazret-i Âdeme öğrettiği isimlerden maksadın. Âdemin zürriyetinin isimleri olduğunu söylemiştir.

Taberi, âyet-i kerime’de geçen ve "Onlar" anlamına gelen zamiri kullanıldığından ve bu zamirin de sadece insanlar ve melekler için kullanıldığından, buradaki isimlerden maksadın, meleklerin ve Âdem soyunun isimleri olduğunu söylemenin daha doğru olacağını ifade etmiştir.

Taberi, insan ve melekler yanında, diğer varlıklar da kastedildiği zaman zamiri Kur'an-ı kerimde kullanılmış ise de aslında bu zamirin insan ve melekler için kullanılması daha doğru olduğundan, buradaki isimlerden maksadın meleklerin isimleri olduğunu söylemenin de daha evla olacağını beyan etmiştir.

Taberi, Abdullah b. Abbasın, "Buradaki isimlerden maksat, bütün eşyanın ismidir." derken, Übey b. Kâ'b'ın bu âyeti şeklindeki kıraata dayanarak söylemiş olabileceğini beyan etmiştir. Buna göre zamiri zikredilmiştir. Bu zamir de canlı ve cansız bütün varlıklar için kullanılan bir zamirdir.

Âyeti kerime’de: "Sonra onları meleklere göstererek şöyle dedi." buyurulmaktadır. Burada geçen "Onlar" ifadesinden maksat, daha önce de belirtildiği gibi, Abdullah b. Abbas Abdullah b. Mes'ud, Katade ve Mücahide göre. bütün eşyanın ismidir. İbn-i Zeyd'e göre. Âdemin soyundan gelen bütün insanların ismidir.

Âyet-i kerime’de: "Eğer doğru söylüyorsanız." ifadesi zikredilmektedir. Müfessirler, melekerin hangi hususta doğru söyledikleri meselesinde farklı görüşler zikretmişlerdir.

Dehhakın Abdullah b. Abbastan rivâyet ettiğine göre İbn-i Abbas, âyetin bu bölümünü şöyle izah etmiştir: "Eğer sizler benim yeryüzünde halife yaratmayacağım sözünüzde doğru söylüyorsanız şunların isimlerini bana bildirin."

Ebû Mâlik ve Ebû Salih'in İbn-i Abbastan, Mürrenin de İbn-i Mes'ud dan ve diğer bir kısım sahabilerden naklettiğine göre, onlar âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Sizler, Âdemoğullarının, yeryüzünde bozgunculuk yapacakları ve kan dökecekleri iddianızda doğru iseniz şunların isimlerini bana bildirin."

Hasan-i Basri ve katade ise âyetin bu bölümünü şu şekilde izah etmişlerdir: "Eğer sizler benim yaratacağım her mahluktan daha bilgili olacağınız iddiamzda doğru iseniz şunların isimlerini bana bildirin."

Taberi bu izahlardan ikinci izah tarzının daha isabetli olduğunu söylemiş ve bu izaha göre âyetin mânâsının şöyle olduğunu izkretmiştir;"Ey, "Sen bizi bırakıp ta yeryüzünde bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Halbuki biz seni överek tesbih ediyor ve tenzih ediyoruz." diyen melekler, eğer sizler." Bizim dışımızda birini yeryüzünde halife yaparsan, onun soyu sana isyan eder, yeryüzünde bozgunculuk yapar ve kan döker. Halifeyi bizden yapacak olursan o halife sana itaat eder, emirlerine uyar ve seni tesbih ve tenzih eder" iddianızda doğru iseniz, şunların isimlerini bana söyleyin bakayım." Eğer sizler, bunlar gözününüzn önünde mevcut oldukları halde isimlerini bilemezseniz ve sizin dışınızda birisi de benim kendisine öğretmemle bunları bilecek olursa, sizler gözünüzün görmediği ve henüz meydana gelmeyen şeyleri nereden bileceksiniz? O halde bilmediğiniz bir şeyi bana sormayın. Çünkü ben sizin için de diğer yaratıklarım için de neyin daha uygun olduğunu çok iyi bilmekteyim.

Taberi diyor ki: "Allahü teâlânın bu âyet-i kerime’de meleklere sitem etmesi, oğlunun niçin suda boğulduğunu soran Nuh'a, şu âyetlerde sitem etmesi gibidir." "Nuh rabbine nida ederek "Ey rabbim, şüphesiz ki oğlum ailemdendi. Senin, ailemi helak etmeme vaadin haktır. Sen de hükmedenlerin en adilisin." dedi." "Allah şöyle dedi: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amel sahibidir. O halde bilmediğin bir şeyi benden isteme. Cahillerden olınayasın diye sana öğüt veriyorum." "Nuh dedi ki: "Ey rabbim, bundan sonra gerçek yüzünü bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, rahmetinle merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum. Hud sûresi. 11/45-47 Melekler de hata ettiklerini anlayınca Allah'a tevbe etmişler ve şöyle demişlerdir:

32

Melekler ise şöyle dediler: Seni tesbih ederiz. Bize öğrettiklerinin dışında hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen, her şeyi çok iyi bilensin, hüküm ve hikmet sahibisin.

Ey rabbimiz, seni, sana yakışmayan sıfatlardan arındırır, bize öğrettiklerinin dışında hiçbir şey bilmediğimize dair aczimizi beyan ederiz. Ey rabbimiz, gaybı ancak sen bilirsin. Senin dışında hiçbir varlık bilemez. Sen, hüküm ve hikmet sahibisin.

Taberi diyor ki: "Bu üç âyette, ibret almak isteyen kimse için ibretler, öğüt almak isteyen kimse için öğütler vardır. Böyle olan insanlar, Allahü teâlânın, Kur'an-ı kerimin bu âyetlerinde, dillerin vasıflandırmaktan âciz kalacağı ince hikmetlerin bulunduğunu görür. Zira Allahü teâlâ bu âyetleri, Yahudilerin içinde yaşayan Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak Peygamber olduğunu ispatlayan deliller olarak zikretmiştir. Çünkü Resûlüllah, ancak Allah'ın bildinnesiyle bilinebilecek gaybla ilgili haberler zikretmiştir. Böylece Yahudiler, Resûlüllah'ın Peygamberliğinin doğru olduğunu itiraf etmiş olsunlar. Yine bu âyetler göstermektedir ki bir kimse gerek geçmişe gerekse geleceğe ait herhangi bir haberi, Allah kendisine bildirmeden ve habere dair elinde bir delil bulunmadan anlatacak olursa o kimse kendi tahminlerine göre haber vermiştir ve rabbinin cezasını hak etmiştir. Nitekim meleklerin, Hazret-i Âdemin soyundan gelecek olan insanların, dünyada bozgunculuk yapacaklarını ve kan dökeceklerini bildirmeleri üzerine Allahü teâlâ onları kınamış, onlar da hatalarını anlayarak affedilmelerini dilemişlerdir. Bütün bunlar gösteriyor ki, gaybe ait bilgileri bildiğini iddia eden kâhinlerin, müneccimlerin, falcıların ve insanın şekline bakarak birtakım tahminlerde bulunan kişilerin sözleri asılsızdır, yalandır.

33

Allah: "Ey Âdem, eşyanın isimlerini onlara bildir." dedi. Âdem de onlara eşyanın isimlerini söyleyince Allah: "Ben size, göklerin ve yerin gaybını bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim." demedim mi? dedi.

Allah: "Ey Âdem, kendilerine gösterdiğim halde, isimlerini bilmedikleri şu eşyanın isimlerini o meleklere bildir." dedi Âdem de o eşyanın isimlerini meleklere söyleyince Allah onlara dedi ki: "Ey Melekler, ben size demedim mi ki, bütün göklerin ve yerin gaybını ben bilirim. Onu benden başkası bilemez? Ben, sizin dilinizle açıkça söylediklerinizi de bilirim, içinizde gizleyip söylemediklerinizi de. Bana hiçbir şry gizli kalmaz.

* Âyet-i kerime’den anlaşılmaktadır ki Allahü teâlâ meleklere, kaza ve kaderi bilemeyeceklerini, gayba ait bilgiler kendilerine bildirilmedikçe onu kavrayamayacaklarını beyan etmektedir.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve Said b. Cübeyr'e göre, onların dilleriyle açıkladıkları sözleri: "Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?" demeleriydi. Gizledikleri şey ise, özellikle İblisin içinde sakladığı şey, kibirinden dolayı Allah'ın emirlerine boyun eğmeme duygusuydu.

Katade ve Hasan-ı Basriye göre ise, meleklerin içlerinde gizledikleri şey, Hazret-i Âdemin yaratılışını görünce: "Allah bizden daha üstün bir yaratık var etmeyecektir." demeleridir.

Rebi' b. Enesten Rivâyet edildiğine göre, onların gizledikleri şey, "Rabbimiz bizden daha bilgili ve daha üstün bir varlığı katiyyen yaratmayacaktır." şekîindeki düşünceleridir.

Fakat onlar sonunda, Allah'ın, Hazret-i Âdemi, ilimde ve değerde onlardan üstün kildığnı anladılar.

Taberi,

birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, zira İblisin böbürlendiğinin daha sonraki âyetlerde beyan edildiğini söylemiş, ikinci ve üçüncü görüşün ise güvenilir delillere dayanmadığından tercihe şayan olmadığını bildirmiştir.

34

Yine bir zamanlar meleklere: "Âdeme secde edin." demiştik, bunun üzerine onlar Âdeme secde ettiler. İblis hariç, O diretti, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu.

Yine bir zaman meleklerimin, Âdeme secde etmelerini istedim. Meleklerin hepsi Âdeme secde ettiler. Fakat İblis ona secde etmekten çekindi. Bana itaat etmekten kibirlendi ve nimetime nankörlük edenlerden oldu.

Taberi bu âyet-i kerime’nin önceki âyetlerle irtibatını şöyle izah etmiştir: Allahü teâlâ, Resûlüllah'ın hicret ettiği Medine'nin çevresinde yaşayan Yahudilere ve onların atalarına verdiği nimetleri hatırlatmakta, onlara demektedir ki: "Yeryüzünde yarattığım bütün şeyleri sizin faydalanmanıza tahsis ederek, atanız Âdemi yeryüzünde halife yapıp onu üstün kılarak ve bütün melekleri ona secde ettirip onu yücelterek size ve atanıza lütfettiğim nimetleri hatırlayın. Böylece azgınlık ve sapıklıkta inat etmekten vaz geçin, kurtuluş yoluna yönelin. Aksi takdirde sizler de İblis gibi, Allah'ın cezasına çarptırılırsınız.

Meleklerin âdeme secde etmeleri, ona ibadet için değil saygı göstermeleri ve Allah'ın emrine itaat etmeleri içindir.

Buradaki "İblis" kelimesi "İblas" kelimesinden türetilliş bir kelimedir. "Hayırdan, pişmanlıktan ve üzüntüden kesilmiş, hayırı olmayan" anlamına gelir. İblisin meleklerden olup olmadıağı hususunda ihtilaf edilmiştir. İhtilaf edilen çeşitli görüşleri şöylece özetlemek mümkündür.

a- Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, diğer bazı sahabiler, Said b. el-Müseyyeb, Katade ve Muhammed b. İshak, İblisin, meleklerden birisi olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta Dehhak, Abdullah b. Abbasın şunları söylediğini rivâyet etmiştir: İblis, meleklerin kabilelerinden biri olan "Cin" kabilesindendir. Meleklerin bu kabilesi, vücudun gözeneklerinden nüfuz edebilecek bir ateşten yaratılmıştır. Bu kabileden olan İblis'in adı "Haris" idi. O, cennetin bekçilerinden birisi idi. Bu kabilenin haricindeki melekler ise nur'dan yaratılmışlardır. Kuran-ı kerimde zikredilen cin'ler ise, dumansız alevden yaratılmışlardır.

Tavus da Abdullah b. Abbastan şunları Rivâyet etmiştir: "İblis, isyan etmesinden önce meleklerdendi. İsmi "Azazil" idi. O, yeryüzü sakinlerindendi. Meleklerin en çalışkan ve en bilgili idi. Onu, kibirlenmeye bu durumu sürüklemişti. Ve o, "Cin" diye adlandırılan bir kabiledendi. Ebû Mâlik ve Ebû Salih'in, Abdullah b. Abbastan, Mürrenin de Abdullah b. Mes'ud ve diğer bazı sahabilerden naklettiklerine göre, onlar, İblis hakkında şunları söylemişlerdir: İblise dünya semasının mülkü verilmişti. O, meleklerin, "Cin" diye adlandırılan bir kabilesindendi. Cin'lere bu adın verilmesinin sebebi de onların, cennetin bekçileri olmalarındandı. İblis, hem dünya semasının idarecisi hem de cennetin bekçilerindendi. Muhammed b. İshak da cinlere bu adın verilmesinin sebebinin, insanların gözüne görünmemeleri olduğunu söylemiştir. Bir âyet-i kerime’de"... İblis hariç, O, cinlerdendi. Kehf sûresi, 18/50 buyurulmaktadır. Bunun mânâsı, "O meleklerdendi." demektir. Zira melekler, görülmedikleri için onlara "Cin" denmiştir.

Bir âyet-i kerime’de: "Onlar, Allah ile cinler arasında bir soy bağı kurdular. Şüphesiz ki cinler de o müşriklerin, Allah'ın huzuruna çıkarılacaklarını bilirler.. Saffal sûresi, 37/158 buyurulmaktadır. Burada "Cinler" ifadesinden de meleklerin kastedildiği muhakkaktır. Zira Kureyşliler, meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını iddia ediyorlardı.

b- Hasan-i Basri, Şehr b. Havşeb ve İbn-i Zeyd, İblisin, meleklerden olmadığını söylemişlerdir. Bu hususta Hasan-ı Basrinin şöyle söylediği rivâyet edilmektedir. " İblis, hiçbir an meleklerden olmamıştır. Âdem insanların atası olduğu gibi o da cinlerin atasıdır. Onlar da Âdemoğulları gibi doğum yoluyla çoğalırlar. Şehr b. Havşeb ise şöyle demiştir: "İblis, meleklerin kovaladığı cinlerdendir. Bazı melekler İblisi esir edip onu göğe götürmüşlerdir. Bu hususta Abdullah b. Mes'udun şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Melekler cinlerle savaşıyorlardı. İblis, küçükken'esir alındı. O, meleklerle beraber bulunuyor ve onlarla birlikte Allah'a ibadet ediyordu. Meleklere, Âdeme secde etmeleri emredilince hepsi secde etti. İblis ise diretti. Bu sebeple Allah, "İblis hariç. Çünkü o, cinlerdendi. Kehf sûresi, 18/50 buyurdu.

İblisin meleklerden olmayıp Cinlerden olduğunu söyleyenler de delil olarak şunları zikretmişlerdir:

a- İblis, melkelerden olsaydı Allahü teâlâya isyan etmezdi. Çünkü Allahü teâlâ melekler hakkında "Allah'ın emrine karşı gelmeyen, verilen emirleri olduğu gibi yerine getiren melekler vardır. Tahrim sûresi, 66/6 buyurmaktadır.

b- Melekler evlenmezler ve çocuk sahibi olmazlar. İblisin ise soyu vardı. Bu hususta Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Beni bırakıp ta İblisi ve soyunu mu ortaklar ediniyorsunuz? Kehf sûresi, 18/50

c- Meleklerle cinlerin yaratılış özellikleri farklıdır. Melekler nurdan yaratılmışlardır. Cinler ise ateşten yaratılmışlardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır:

"Melekler nurdan yaratılmış, cinler de saf ateşten yaratılmışlardır. Âdem ise size vasfedildiği şekilde yaratılmıştır. Müslim, K. ez-Zühd, bab: 60, Hadis No: 2996/Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 153 Âyet-i kerime’de de: "Allah, cinleri de dumansız saf ateşten yarattı. Rahman sûresi, 55/15 buyurulmaktadır. İblisin kendisi de Kur'an-ı kerimin beyanına göre, Hazret-i Âdeme secde etme emrine itiraz ederek" şöyle demiştir: "Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten onu ire çamurdan yarattm. A'raf sûresi, 7/12 İblis kendisini bizden daha iyi bilmektedir. Kur'an da bunun böyle olduğunu şöyle açıklamaktadır. "Cinleri de daha önce, insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen bir ateşten yarattık. Hicr sûresi, 15/27

d- Kur'an-ı Kerim, Kehf suresinde, İblisin, Cinlerden biri olduğunu açıkça beyan etmektedir. "Hani bir zaman biz meleklere: "Âdeme secde edin." demiştik de İblisin dışında bütün melekler secde etmişlerdi. Cinlerden olan İblis ise rabbinin emrinden çıkmıştı. Kehf sûresi, 18/50 Bu ifade, İblisin meleklerden olmadığını açıkça göstermektedir.

Taberi, Allahü teâlânın, meleklerin bir kısmını nurdan, diğer bir kısmını ateşten yarattığının söylenemeyeceğini, ayrıca meleklerin nurdan yaratıldığına dair açık bir nass bulunmadığını beyan etmiş, meleklerin bir kısmının evlenip çoğalacaklarını söylemenin de onları melek olmaktan çıkarmayacağını, bu sebeple

birinci görüşü tercih etmenin daha uygun olacağını söylemiştir.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "İblis hariç o diretti." buyurulmaktadır. Bunun mânâsı: "İblis, Âdeme secde etmemekte diretti. Allah'ın emrine boyun eğmeye karşı böbürlendi ve büyüklük tasladı." demektir.

Taberi diyor ki: "Her ne kadar bu âyet-i kerime, özellikle İblisi zikrediyorsa da, Allah'ın emir ve yasaklarına, böbürlenerek boyun eğmeyen ve Allah'ın birbirlerine karşı, yerine getirmelerini emrettiği vazifeleri yerine getirmeyen herkesi de kapsamına almaktadır.

Allah'ın emirlerine boyun eğmeyen ve ona itaate teslim olmayan ve başkalarına karşı olan vazifelerini yerine getirme hükmüne razı olmayan kavimlerden biri de Yahudilerdir. Yahudiler, Resûlüllah'ın hicret ettiği topraklarda yaşamalarına, hahamlarının. Resûlüllah'ın sıfatlarını daha önceden bildirdikleri için onun hak peygamber olduğunu anlamalarına rağmen, onun Peygamberliğini kabul etmeye karşı böbürlenmişler ve sırf kıskançlıklarından dolayı Allah'ın emirlerine boyun eğmemişlerdir. İşte Allahü teâlâ, kıskanması ve kibiri yüzünden Âdeme secde etmeyen İblisi bu Yahudilere örnek göstererek onların da kıskanma ve böbürlenmelerinden dolayı, Hazret-i Muhammedin (sallallahü aleyhi ve sellem) hak Peygamber olduğunu itiraf etmediklerini bildirmekte, onları da, İblis gibi cezalandırılmakla tehdit etmektedir.

iblis, Allah'ın kendisine verdiği, nimetlere karşı nankörlük etmiş, rabbinin emrine boyun eğmemiş, Yahudiler de kendilerine ve önceki atalarına verilen kudret helvası ve bıldırcın eti gibi çeşitli nimetlere karşı nankörlük etmişler. Hazreti Muhammed'in hak Peygamber olduğunu kabulienmemişlerdir.

35

Ve şöyle demiştik: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden hol boy yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.

Biz, Âdemi yarattıktan sonra ona şöyle demiştik: "Ey Âdem, eşinle birlikte cennette yaşayın. Oradaki nimetlerden bol bol yeyin. Orada ne güçlük vardır ne de yorgunluk. Cennetin neresinden dilerseniz oradan yeyin. Yalnız oradaki ağaçlardan belli bir ağaca yaklaşmayın. Yoksa Allah'ın koymuş olduğu hudutları aşan, zalim kimselerden olursunuz.

Taberi diyor ki: "Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, İblis, Âdeme secde etmeye karşı kibirlenmesinden sonra cennetten çıkarıldı. Fakat o, yeryüzüne inmeden önce Âdem cennete yerleştirildi." diyen görüş isabetlidir. Bu hususta Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabilerin şöyle dedikleri Rivâyet edilmektedir: "Allah düşmanı İblis, Allah'ın lanete uğratmasından ve onu cennetten çıkarmasından sonra ve yeryüzüne inmeden önce, Allah'ın yüceliğine yemin ederek, Allah'ın ihlaslı kullan hariç, onun soyundan gelenleri ve eşini mutlaka azdıracağını ve yoldan çıkaracağını söylemiştir. Allah da Âdeme bütün isimleri öğretmiştir.

Taberi diyor ki: "Müfessirler, Hazret-i Âdemin zevcesinin ne zaman yaratıldığı hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir:

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabilerden nakledildiğine göre İblis, lanete uğratıldıktan sonra cennetten çıkarıldı. Buna mukabil Âdem cennete yerleştirildi. Âdem cennette, kendisiyle beraber olacak bir eşi olmaksızın yalnız başına dolaşıyordu... Bir zaman uykuya daldı. Sonra uyandı. Bir de ne görsün, başucunda bir kadın oturuyor. Allah o kadını Âdemin kaburgasından yaratmıştı. Âdem kadına: "Sen kimsin?" dedi. O, "Ben bir kadınım." dedi. Âdem: "Niçin yaratıldın?" diye sordu. Kadın: "Sen benimle birlikte yaşayasın diye" dedi.

Melekler, Âdemin ilminin derecesini ölçmek için "Ey Âdem bu kadının ismi ne?" dediler. Âdem: "Havva" dedi. Melekler: "Niçin Havva diye adlandırıldı?" dediler. Âdem: Çünkü o, diri bir varlıktan yaratıldı." dedi. Allahü teâlâ Âdeme: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden bol bol yeyin." dedi. Bu Rivâyetten anlaşıldığı gibi Hazret-i Havva, Hazret-i Âdem cennete yerleştirildikten sonra yaratılmış ve Hazret-i Âdemin onunla birlikte yaşaması için var edilmiştir.

İbn-i İshak ise Hazret-i Havvanm. Âdemin cennete yerleştirilmesinden önce yaratıldığını söylemiştir. Seleme, İbn-i İshakın şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Allah, İblisi kınadıktan sonra Âdeme yönlendi. Ona bütün isimleri öğretmişti ve ona: "Ey Âdem, şunların isimlerini onlara bildir." dedi. Âdem de onlara o şeylerin isimlerini söyleyince Allah: "Ben size, göklerin ve yerin gaybını bilirim ve sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilirim." demedim mi? Dedi. Bakara sûresi, 2/33

Sonra Allah Âdemi uyuttu. Âdemin sol kaburgalarından birini aldı. Yerine et doldurdu. Âdem uykusuna devam ediyordu ve uyanmamıştı. Nihâyet Allah, Âdemin o kaburga kemiğinden eşi Havvayi yarattı ve Âdem onunla yaşasın diye tam bir kadın haline getirdi. Allah Âdemden uykuyu kaldırınca Âdem uyandı. Havyayı yanında gördü ve ona şöyle dediği rivâyet edildi: "Benim etim ve benim kanımdan benim eşim." Böyle dedi ve onunla sükunete kavuştu. (En doğrusunu Allah bilir).

Allahü teâlâ Âdemin bizzat kendi vücudundan, onunla birlikte yaşayacak birini yarattıktan sonra ona: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden bol bol yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz." dedi.

Âyet-i kerimerde zikredilen ve "bol bol" diye tercüme edilen kelimesinin mânâsı "Bol yaşantı ve sahibini yormayan rahat geçim." demektir.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud kelimesini "Rahat yaşantı" anlamında izah etmişler, Mücahid "Hesap sorulmayan bir hayat" şeklinde açıklamşıtır.

Âyet-i kerime’de" Şu ağaca yaklaşmayın" buyurulmaktadır.

Taberi diyor ki: "Arapçada "Ağaç" diye tercüme ediilen kelimesi, sapı üzerinde dikili duran her ağaç için kullanılır.

Müfessirler, Hazret-i Âdemin, meyvesini yemesi yasaklanan bu ağacın hangi ağaç olduğu hakkında farklı görüşler zikretmişlerdir:

Abdullah b. Abbas, Ebû Mâlik, Atıyye, Katade, Muharip b. Dinar ve Hasanı Basriye göre bu âyette zikredilen "Ağaç"tan maksat, "Başak" demektir. Bu sebeple Allahü teâlâ, başağı, dünyada Âdemin soyundan gelen insanlara rızık kılmıştır.

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud, diğer bir kısım sahabiler, Süddi, Câde b. Hubeyre, Said b. Cübeyr ve Muhammed b. Kays'a göre bu ağaçtan maksat, "Üzüm ağacı" demektir.

İbn-i Cüreyc ise, bir kısım sahabilerin, bu ağacın "İncir ağacı" olduğunu söylediklerini rivâyet etmiştir.

Taberi diyor ki: "Bu ağacın hangi ağaç olduğunu gösteren açık bir delil yoktur. Allahü teâlânın, bu ağacın hangi ağaç olduğunu bize biidirmemesinden anlaşılıyor ki bunu bilmek zaruri bir şey değildir. Eğer böyle bir zaruret olsaydı Allahü teâlâ onu bize mutlaka bildirirdi. Bu sebeple bu ağacın şu veya bu ağaç olduğunu söylemek yerine, Allah'ın, meyvesinin yenmesini Âdeme yasakladığı herhangi bir ağaç olduğunu söylemek daha doğrudur.

Âyet-i kerime’nin sonunda: "Yoksa zalimlerden olursunuz" buyurulmaktadır. Bunun mânâsı, "Eğer ağaca yaklaşacak olursanız, sizler, kendisine izin verilmeyen şeye saldıranlardan ve sınırı aşanlardan olursunuz." demektir. Arapçada "Zulüm" kelimesinin asıl mânâsı "Bir şeyi yerine koymamaktır.

36

Şeytan oradan her ikisinin de ayağını kaydırdı ve onları, içinde bulundukları nimetten çıkardı. Biz de: "Birbirinize düşman olarak (yeryüzüne) inin. Sizin için orada belirli bir zamana kadar kalma ve geçim imkânı vardır." dedik.

Şeytan onları hataya düşürerek, oradan her ikisinin de ayağını kaydırdı ve Allah'a itaattan alıkoymaya çalıştı. Böylece Âdemi ve eşini, içinde bulundukları bol ve rahat yaşayıştan ve cennetin geniş nimetlerinden çıkarıp ayırdı. Biz de: "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin. Size yeryüzünde, içinde istikrar bulup kalacağınız meskenler ve dünyanın sonu gelinceye kadar, lezzetler, ziynetler, yeyip içme ve faydalanma imkânı da vardır." dedik.

Müfessirler, İblisin, Hz Âdem ve Havvanm ayaklarını nasıl kaydırdığı, onları hataya nasıl sürüklediği, cennetten kovulduktan sonra tekrar oraya nasıl girip Hazret-i Âdem ve Hz Havva ile nasıl muhatap olduğu ve onlara vesvese verdiği hususnda özetle şunları zikretmişlerdir:

a- Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Mes'ud gibi sahabiler, Vehb b. Münebbih ve Rebi' b. Enes gibi Müfessirler, İblisin cennetten kovulmasından sonra, yılanın ağzına veya kamına girerek tekrar cennete girdiğini ve orada önce Hazret-i Havvayı sonra da Hazret-i Âdemi aldatarak, kendilerine yasaklanan ağaçtan yemelerine ve dolayısıyle cennetten çıkarılmalarına sebep olduğunu söylemişlerdir.

b- İbn-i İshak ise, İblisin cennete, Allah'ın ona verdiği özel bir güçle girdiğini söylemiştir. İbn-i İshak demiştir ki: "İblis, Âdemin soyundan gelen insanlara, görünmeden nasıl yaklaşıyor ve vesvese veriyorsa Âdeme de o şekilde yaklaşmış ve görünmeden vesvese vermiştir."

Taberi, İblisin cennetten kovulmasından sonra tekrar Hazret-i Âdem ve Havvaya ulaşma yolunun, müfessirlerin rivâyet ettikleri yılan vasıtasıyla olabileceğini söylemiş, İbn-i İshakın zikrettiği izahın bir çok ilim adamı tarafından rivâyet edilen nakilleri bertaraf edemediğini söylemiştir.

Bu konu hakkında Vehb b. Münebbih'in şunlan söylediği rivâyet edilmektedir: "Allahü teâlâ Âdemi ve zevcevsini cennette yerleştirip Âdeme, belli bir ağacın meyvesinden yemesini yasakladı. Bu ağaç, dallan birbirine girmiş bir ağaçtı. Melekler bunun meyvesini, ebedi olarak yaşamak için yerlerdi. Allahü teâlâ işte bu ağacın meyvesini Hazret-i Âdeme yasaklamıştı. İblis, Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havvanm ayaklarım kaydırmak isteyince yılanın karnına girdi. Yılan, dört ayaklı bir hayvandı. O, Allah’ıın yarattığı en güzel bir hayvandı, sanki o, Horasan develeri gibi idi. Cennete girince İblis karnından çıktı. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem ve Havvaya yasakladığı ağaçtan alıp Havvaya götürdü ve ona: "Bak bu ağaca kokusu ne hoş, tadı ne kadar iyi ve rengi ne güzel," dedi. Âdem de ondan yedi. Bunun üzerine her ikisinin de avret yerleri birbirlerine göründü. Âdem ağacın içine girdi. Rabbi ona: "Ey Âdem nerdesin? dedi. Âdem : "burdayım ey rabbim." dedi. Allahü teâlâ: "Çıkmıyor musun?" dedi. Âdem: "Ey rabbim senden utanıyorum." dedi. Allahü teâlâ: "Senin, kendisinden yaratıldığın toprağa lanet edilmiştir. Öyle ki o toprağın meyveleri dikene dönüşecektir." dedi.

Allahü teâlâ sonra Hazret-i Havvaya şöyle dedi: "Benim kulumu sen aldattın. Sen her gebe kaldığında istemeyerek ve zahmetle gebe kalacaksın. Karnında bulunanı doğurmak istediğinde de bir kaç defa, ölümden döner gibi doğuracaksın." Yılana ise şöyle dedi: "Mel'un şeytan, senin karnında içeri girdi ve kulumu aldattı. Sen de lanete uğratıldın? Öyle lanetlendin ki, ayakların karnına girdi. Senin rızkın sadece toprak oldu. Sen Âdemoğlunun düşmanısın. Onlar da senin düşmanındır. Onlardan biriyle karşılaştığında onu kovalarsın. Onlardan biri seninle karşılaştığında ise senin başını ezer."

Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ud ve diğer bir kısım sahabilerin ise bu hususta özetle şunlan söyledikleri Rivâyet edilmektedir: "Allahü teâlâ Hazret-i Âdeme: "Ey Âdem, sen ve eşin cennette kalın. Orada istediğiniz yerden bol bol yeyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz." deyince İblis cennette Âdem ile Havvanın yanına gitmek istedi. Cennetin bekçileri ona engel oldular. Bu defa İblis, yılana gitti. Yılan, deveye benzeyen dört ayaklı bir hayvandı. O, en güzel hayvanlardan biriydi. İblis yılana, ağzına girerek cennete gitmesini ve Âdeme ulaşmasını teklif etti. Yılan onu ağzına aldı cennete girerken bekçiler, İblisin, yılanın ağzında olduğunun farkına varamadılar. İblis yılanın ağzında iken Âdeme konuştu. Âdem onun sözlerine aldırış etmedi. İblis bu defa dışarı çıktı ve "Ey Âdem sana, ebedilik ağacını ve yok olmayan bir mülkü göstereyim mi?" dedi. Tâhâ sûresi, 20/120 Ayrıca İblis, Âdem ve Havvaya "Ben, ikinize de nasihat edenlerdenim." diye yemin etti. İblis bunu yaparken Âdem ve Havvaya, örtülü olan edep yerlerini göstermek istiyordu. Bu da onların elbiselerini yok etmesiyle gerçekleşecekti. İblis, Âdem ve Havvanın avret mahalleri bulunduğunu, meleklerin kitaplarından okumuş ve öğrenmişti. Âdem bunu bilmiyordu. Âdemle Havvanın elbiseleri tırnak'tandı. Âdem, o ağaçtan yemedi. Havva ise ileri atılıp yedi ve Âdeme "Ey Âdem sen de ye. Çünkü ben yedim bana zarar vermedi." dedi. Âdem de yeyince her ikisinin de avret mahalleri birbirlerine göründü. Bu sefer cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.

Bu mesele ile ilgili olarak İbn-i İshak da özetle şunlan söylemiştir: "İblis Âdeme ve eşine, Allah'ın Âdemi ve onun soyundan gelenleri imtihan etmek için ona verdiği bir güçle ulaşmıştır, öyleki, İblis kendisine verilen bu güçle Âdemoğluna uykusunda da gelebilir, uyanık ikende. Dilediği zaman ona yaklaşır ve onu günah işlemeye davet eder, nefsini şehevani şeylere çeker. Halbuki Âdemoğlu onu gönnez. Nitekim Allahü teâlâ, âyetlerinde şöyle buyurmuştur: "Şeytan onlara, kendilerine görünmeyen avret yerlerini göstermek için vesvese verdi ve şöyle dedi: "Rabbiniz size bu ağacı, sadece ikiniz de melek olmayasınız veya cennette ebedi olarak kalmayasınız diye yasakladı." "Ey Âdemoğulları, Şeytan, atalarınızı avret yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü şeytan ve taraftarları, sizin onları göremediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki biz, şeytanları, inanmayanların dostları yaptık. Araf sûresi, 7/20,27 Yine Allahü teâlâ Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e:

"Ey Rasûlüm, de ki: "Cin ve insanlardan olan ve insanların kalblerîne vesvese veren, o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların rabbi, insanların maliki ve insanların mabudu olan Allah'a sığını Nâs sûresi, 144/1-6 buyurmuştur. Resûlüllah da:

"Şüphesiz ki şeytan, Âdemoğlunda kanın dolaşımı gibi dolaşır." buyurmuştur. Buhari, K. Bed'ul halk bab: 11, Müslim K.es-Selam bab: 23, Hadis No: 2174/Ebû Davud K. es-Savm, bab: 79, Hadis No: 2470 İbn-i İshak sözlerine devamla şöyle demiştir: "Âdemoğlunun, Allah düşmanı İblis ile durumian ne ise, Hz Âdemin de İblis ile dununu öyle olmuştur. Öyle ki, İblis, Âdemin soyuna görünmeyerek nasıl yaklaşıyorsa Âdeme de cennette öyle yaklaşmıştır."

Daha önce de belirtildiği gibi Taberi, İbn-i İshak'in bu izahını benimsememekte, sahabi ve tabiinden Rivâyet edilen önceki görüşleri daha evla görmekte ve İblisin cennete belli bir vasıta ile girdiğini söylemenin daha isabetli olacağı kanaatindedir.

Âyeti kerime’de "İblis onları içinde bulundukları nimetten çıkardı." buyurulmaktadır. Aslında Hazret-i Âdem ile Havvayı, içinde bulundukları nimetlerden çıkaran Allahü teâlâdır. Fakat onların çıkmalarına İblis sebep olduğu için çıkarma işi, mecazi olarak ona insad edilmiştir.

Âyet-i kerime’de "yeryüzüne inin" buyurulmaktadır. Bu emrin Âdem ve Havvaya verildiği hususunda ittifak edilmekle beraber bunların dışında daha başka nelere ve kimlere verildiği hususunda farklı görüşler zikredilmiştir.

Abdullah b. Abbas, Süddi ve Ebû Salih, âyette geçen "İnin" emrinin, Âdeme, Havvaya, İblise ve ayaklan kesilen yılana verildiğini söylemişlerdir.

Mücahid, Ebuî Âliye ve İbn-i Zeyd ise bu emrin Âdme, İblise ve onların soylarından gelecek olanlara verildiğini söylemişlerdir.

Âyet-i kerime’de "Birbirinize düşman olarak" ifadesi zikredilmektedir.

Taberi diyor ki: "Âdem ve zevcesi ile İblis ve yılanın, aralarındaki düşmanlığın nasıl olduğu ve nereden kaynaklandığı sorulacak olursa cevaben denilir ki: "İblisin, Âdeme ve zürriyetine düşmanlığı. Âdemi kıskanmısımlan ve Allah'ın ona "Secde et" emrine isyan etmesinden ve böbürlenmesindendir. Âdemin ve zürriyetinin, İblise karşı düşmanlığı ise, İblisin, Allah'ın emrine karşı gelerek ona isyan etmesindendir. Âdem ve onun soyu ile yılan arasındaki düşmanlık ise, yılanın şeytanı cennete sokarak Âdemin ayağının kaymasına sebep olmasındandır. Yılanın insanoğluna düşman olduğu ve onunla ilk' savaşı başlattıktan sonra bir daha barış yapılmadığını beyan eden şu hadisi şeriflerde Peygamber efendimiz buyurmuştur ki:

"Biz, onlarla savaştığımı?, zamandan beri bir daha banşmadsk. Kim onlardan birini korkarak bırakacak olursa o bizden değildir, Ebû Davud, K. el-Edeb, bab: 174, Hadis No: 5248

"Bütün yılanları öldürün. Kim onların intikam alacağından korkarsa o benden değildir. Ebû Davud, K. el-Edeb, bab: 174, Hadis No: 5249

"Kim yılanların takibedeceklerinden korkarak onları bırakacak olursa o bizden değildir. Biz, onlarla savaştığımız andan beri bir daha barışmamışızdır. Ehil Davud, K. el-Iîdeb, bab: 174, Hadis No: 5250

Âyet-i kerime’de: "sizin için yeryüzünde kalma vardır." buyurulmaktadır. Bu ifadeden maksat, Ebul Âliye ve Rebi' b. Enes'e göre, yeryüzünde insanların karar kılıp yaşamalarıdır.

Abdullah b. Abbas ve Süddiye göre ise, kabirde kalmalarıdır.

Taberi, "Kalma" diye tercüme edilen kelimesinin Arapçada "Karar kılma yeri" mânâsına geldiğini âyet-i kerime’nin de. Âdemin ve soyunun cennetteki ve semadaki yerlerine ilaveten dünyada da karar kılacak yerleri ve evleri olacağını bildirdiğini söylemiştir.

"Belli bir zamana kadar" ifadesinden maksat ise, Süddiye göre "Ölünceye kadar" demek. Mücahide göre "Kıyamet kopuncaya kadar" demek, Rebi' b. Enes'e göre ise "Belli bir vadeye kadar" demektir.

Taberi "Kıyamete kadar" şeklinde izah etmenin, âyetin genel ifadesine daha uygun düştüğünü söylemiştir.

37

Âdem, rabbinden kelimeler aldı. (günahının bağışlanmasını istedi) Allah da tevbesini kabul etti. Şüphesiz ki Allah, tevbeleri çokça kabul edendir, merhamet sahibidir.

Allah Âdeme bir kısım kelimeler telkin etti. Âdem de onları rabbinden alıp kabul etti ve o kelimelerin gerektirdiği gibi amel etti. O kelimeleri söyleyerek ve ifade ettiği hükümleri yerine getirerek rabbine tevbe etti. Allah da Âdemin kabul edip söylediği o kelimelerle pişmanlığını ve tevbesini kabul etti. Allah, tevbeleri çokça kabul eden ve çokça merhamet edendir.

Hz Âdemin, Allahü teâlâdan alarak tevbe etmek için söylediği kelimelerin neler oldukları hakkında çeşitli görüşler zikredilmiştir.

a- Hasan-ı Basri, Mücahid, Katade ve İbn-i Zeyd'den nakledilen bir görüşe göre Hazret-i Âdemin rabbinden aldığı kelimeler, Allahü teâlânın, âyette zikrettiği şu kelimelerdir: "Âdem ve zevcesi, rablerine şöyle yalvardılar" Ey rabbimiz, biz kendimize zulmetik. eğer sen bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz. A'raf sûresi, 7/23 Taberi bu görüşün, âyete dayandığından dolayı tercihe şayan olduğunu, bunun dışında zikredilenlerin güvenilen delillere dayanmadıkları için tercih edilemeyceklerini söylemiştir.

b- Said b. Cübeyr, Abdullah b. Abbasın, Hazret-i Âdemin rabbinden aldığ bu sözlerin şunlar olduklarını söylediğini beyan etmiştir: "Âdem, ey rabbim, beni sen kendi elinle yaratmadın mı?" demiş Allah da: "Evet" demiştir. Âdem: "Ey rabim, sen bana ruhundan liflemedin mi." demiş Allah da: "Evet" demiştir. Âdem: "Sen beni cennetine yerleştirmedin mi? " demiş Allah da: "Evet" demiştir. Âdem: "Ey rabbim, rahmetin gazabını geçmiş değil midir?" demiş, Allah: "Evet" demiştir. Âdem: "Eğer ben tevbe eder kendimi düzeltirsem sen beni tekrar cennete döndürür müsün?" demiş Allah: "Evet" demiştir. Bu görüş, Katade, Ebul Âliye ve Süddiden nakledilmektedir.

Ubeyd b. Umeyr ise, Hazret-i Âdemin, Allah'tan aldığı sözlerin şunlar olduğunu söylemiştir: Âdem: "Ey rabbim, benim işlemiş olduğum bu hatayı, benim alnıma beni yaratmadan önce sen mi yazdın, yosak bunu ben kendim mi icadettim?" dedi. Allah: "bunu, seni yaratmadan önce ben yazdım." dedi. Âdem: "Bunu bana yazdığın gibi tevbemi kabul et ve beni affet." dedi.

Abdurrahman b. Yezid ise Hz Âdemin, rabbinden aldığı kelimelerin ve tevbe ediş şeklinin şöyle olduğunu söylemiştir: Âdem "Ey Allah’ım, senden başka hiçbir ilâh yoktur. Ben seni hamd ile tesbih ederim. Senden af diler ve sana tevbe ederim. Sen benim tevbemi kabul et. Zira sen, tevebeleri çokça kabul edensin ve çok merhamet sahibisin." demiştir.

Âyet-i kerime’de Allah talanın, Hz Âdemin tevbesini kabul ettiği zikredilmektedir. Kul'un, rabbine tevbe etmesi, Allah'ı gazaplandıran davranışlardan vazgeçip rabbine itaate yönelmesi ve onu razı etmeye çalışmasıdır. Allahü teâlânın, kulun tevbesini kabul etmesi ise, kul'a tevbe etmeyi asibetmesi, ona gazap etmekten vaz geçip ondan razı olması, cezalandırmayı bırakıp onu affetmesidir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 922  H : 310)

 

TABERİ TEFSÎR-İ - (TÜRKÇE)

 

-

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç