Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Yeni Pencere

Geri

 

SAYFA :

8

 

002 - BAKARA SÛRESİ

 

CÜZ :

1

 

İleri

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

 

 

 

 

 

 

 

 

 

58

Hani, şu kente girin ve ondan istediğiniz yerde bol bol yiyin, kapısından secde ederek girin ve

"hıtta” deyin ki, sizin hatalarınızı bağışlayalım. İyilik edenlerin ecrini yakında artıracağız.

Bu sözü diyen hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Mûsa'dır, bunu kırk yıl geçtikten sonra demiştir.

İkincisi: Yuşa b. Nun’dur, Mûsa’nın ölümünden sonra demiştir.

Karye cem’ (toplama) manasından alınmıştır, kareytülmae filhavzı denir ki, suyu havuzda topladım, demektir. Mikrat da içinde suyun toplandığı havuzdur.

Bu karyenin neresi olduğu hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: Beytülmukaddes'tir, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Katâde ve Süddi demişlerdir. İbn Abbâs’tan bunun Eriha olduğu da rivayet edilmiştir.

Süddi de: O Beytülmukaddes toprağıdır demiştir.

İkincisi: O Şam’a yakın bir köydür, bunu da Vehb demiştir.

"Kapıdan secde ederek girin":

İbn Abbâs: Bu Beytülmukaddes'in kapılarından biridir, ona hıtta kapısı denir, demiştir. Secde ederek: Rukû’ ederek demektir. Vehb de: Allah onları oraya tekrar döndürdüğü için Allah’a şükür manasında secde etmekle emrolundular, demiştir.

Hıtta deyiniz: İbn Semeyfa ile İbn Ebi Able: Hittatan şeklinde nasb ile okumuşlardır.

Hıtta’nın manası hakkında da üç görüş vardır:

Birincisi: İstiğfar edin, demektir, bunu İbn Abbâs ile Vehb demişlerdir.

İbn Kuteybe de şöyle demiştir: Bu istiğfar manasında bir kelimedir, hatattü’den gelir ki, günahımız silindi demektir.

İkincisi: Bunun manası: Bu durum size denildiği gibi gerçektir, bunu da Dahhâk, İbn Abbâs’tan nakletmiştir.

Üçüncüsü: Lailâhe illallahtır, bunu da İkrime demiştir.

İbn Cerir Taberî de şöyle demiştir: Mana: Günahlarınızı bağışlatacak bir kelime söyleyin demek olur.

Niçin o kente girmeleri emrolundu? Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bu irtikap ettikleri günahlardan dolayıdır, onlara: Kente girin; kapıdan secde ederek girin ki, günahlarınızı bağışlayalım, denilmiştir. Bunu Vehb söylemiştir.

İkincisi: Onlar kudret helvası ile bıldırcın etinden bıktılar, onlara: Şehre inin, denildi, ilk karşılarına çıkan da Eriha şehri idi, oraya girmeleri emrolundu.

"Nağfir leküm hatayaküm": İbn Kesir, Ebû Amr, Âsım, Hamze ve Kisâi fenin kesresi ile nunla nağfirleküm okumuşlar. Nafî ile Eban da Âsım’dan rivayetle yanın zammesi ve fenin fethası ile yuğfer okumuşlardır. İbn Âmir de mazmuın te ve meftuh fe ile (tuğfer) okumuşlardır.

59

Nefislerine zulmedenler bu sözü kendilerine denenden başka bir sözle değiştirdiler. Biz de kendilerine zulmedenlerin üzerine ettikleri fasıklık yüzünden gökten murdar bir azap indirdik.

Bil ki, aziz ve celil olan Allah onlara kente girerken bir söz ve bir iş emretti; iş secde, söz de hıtta idi. Onlar sözü de işi de değiştirdiler.

İşi değiştirmelerinde beş görüş vardır:

Birincisi: Onlar kalçaları üzerine sürünerek girdiler, bunu Ebû Hureyre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir.

İkincisi: Onlar kıçları üzerine sürünerek girdiler, bunu da İbn Abas ile İkrime demişlerdir.

Üçüncüsü: onlar başlarını eğerek girdiler, bunu da İbn Mes’ûd demiştir.

Dördüncüsü: Onlar gözlerini eğerek girdiler, bunu Mücâhid demiştir.

Beşincisi: Binekli olarak girdiler, bunu da Mukâtil demiştir.

Sözü değiştirmelerinde beş görüş vardır:

Birincisi: Hıtta yerine, habbetün fi şa’re (arpa içinde bir habbe) dediler, bunu Ebû Hureyre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir.

İkincisi: Hınta (buğday) dediler, bunu da İbn Abbâs, İkrime, Mücâhid, Vehb ve İbn Zeyd demişlerdir.

Üçüncüsü: Hıntatun hamra fiha şa’re (kırmızı buğdayın içinde bir habbe arpa) dediler.

Dördüncüsü: hıntatün meskube fiha şa’retün sevda, dediler (delikli bir buğday tanesi, içinde siyah bir arpa vardır). Bunu da Süddi şeyhlerinden demiştir.

Beşincisi: Sünbülase dediler, bunu da Ebû Salih demiştir.

Ricz ise azaptır, bunu da Kisâi ile Ebû Ubeyde ve Zeccâc demişler, Ru’be’nin şu şi’rini delil göstermişlerdir:

Çalım satan nicelerini gördük de,

Kalkıp tuzağını ona azap ettik (başına geçirdik).

Azabın mahiyetinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Karanlık ve ölümdür, onlardan bir saatte yirmi dört b. kişi öldü. Yetmiş b. kişi de ceza olarak helak oldu, bunu İbn Abbâs demiştir.

İkincisi: Onlara ölet geldi, kırk gece sürdü, sonra öldüler, bunu da Vehb b. Münebbih demiştir.

Üçüncüsü: Kardır, ondan yetmiş b. kişi helak oldu, bunu da Said b. Cübeyr demiştir.

60

Bir zamanlar Mûsa kavmi için su aramıştı. Biz de:

"Asanı taşa vur” dedik; ondan on iki pınar fışkırmıştı. Her kabile su alacak yerlerini öğrenmişlerdi. Onlara: Allah’ın rızkından yiyin, için, fesatçılar olarak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın, dedik.

İstiska su istemektir, tıpkı istensara yardım istemek olduğu gibi.

Taş hususunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Mûsa pınarı diye bilinen bir taştır, bunu İbn Abbâs, İbn Cübeyr, Katâde, Atıyye, İbn Zeyd ve Mukâtil demişlerdir. Onun nasıl olduğu hususunda da üç görüş vardır:

Birincisi: O dört köşeli bir taş idi, bunu İbn Abbâs demiştir.

İkincisi: Öküz başı gibi idi, bunu da Atıyye demiştir.

Üçüncüsü: Koyun başı gibi idi, bunu da İbn Zeyd demiştir.

Said b. Cübeyr de: Mûsa’nın elbiselerini kaçıran taş idi, demiştir. Cebrâil geldi: Allah sana bu taşı kaldırmanı söylüyor, onda güç ve senin için mucize vardır, dedi. Mûsa da suya ihtiyaç duyduğu zaman ona vururdu.

İkincisi: O, hangi taş olursa olsun ona vurmakla emrolundu. Birinci görüş daha sağlamdır.

Ondan fışkırdı: Sözün aslı şöyledir: Ona vurdu ve su fışkırdı, fışkırdı kelimesinden vurdu manası çıkınca onunla yetinildi, tekrar vurdu denilmedi. Şu âyet de öyledir:

"Asanı taşa vur, taş açıldı.” (Şuara: 63)

Ferrâ’ şöyle demiştir: Onlar on iki kabile olunca Allah da onlara on iki pınar çıkardı, bir de aralarında anlaşmazlık vardı, böylece barıştılar.

Lata’sev: Asv fesat manasınadır, asâ, âse lügattir. İbn Rakka şöyle demiştir:

Eğer haya olmasa ve saçım da bozulmasa (ağarmasa) idi,

Ben Kasım’ın anasını ziyaret ederdim.

61

Hani siz:

"Ey Mûsa, biz bir çeşit yiyeceğe sabredenleyiz; bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiklerinden; sebzesinden, acurundan, sarılmağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın” demiştiniz. O da: "Şu daha hayırlı olanı daha aşağısı ile mi değiştirmek istiyorsunuz? Şehre inin; şüphesiz orada istedikleriniz vardır” dedi. Üzerlerine zillet ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah’ın gazabına uğradılar. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini inkâr ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyorlardı. İşte bunlar, isyan ettikleri ve aşırı gittikleri yüzündendir.

"Ey Mûsa: Biz bir çeşit yiyeceğe sabredenleyiz, demiştiniz": Bunu Tih sahrasında demişlerdi. Bir çeşit yemekten de kudret helvası ile bıldırcın etini kasdediyorlardı. Muhammed b. Kasım şöyle demiştir: Kudret helvası bıldırcın eti ile bıldırcın eti de kudret helvası ile yeniyordu, onun için bir çeşit yemek denilmiştir. Burada baki, cins ismi olup onunla sebzeleri kasdetmişlerdir. Ben şeyhim Ebû Mansur el-Lügavi’den şöyle okudum: Halk bakliyat denince hayvanların değil de özellikle insanların yediği yere yayılan ve çiğ yenen sebzeleri kasteder, ama öyle değildir; baki aslında yaş ot ve baharda bitip de hem insanların hem de hayvanların yediği şeylere denir. Bakaletil ardu ve ebkalet denir ki, ikisi de fasih lügattir, sebze bitmek manasınadır. İbtekaletil ibilü denir ki, deve yayıldı demektir. Ebunnecm, develeri anlatırken şöyle der:

İlk yaylımda Malik ile

Nehşel’in mızrakları arasında otladı.

Kıssâ’da da kafin kesri ve zammı ile iki lügat vardır, kesrelisi daha kalitelidir. Cumhûr öyle okumuştur. İbn Mes’ûd, Ebû Recâ’, Katâde, Talha b. Mûsarrif ve A’meş kafin zammesi ile okumuşlardır.

Ferrâ’ da: Kesre Hicazlıların, zamme de Temimliler ile bazı Esed oğullarının lügatidir, demiştir.

Füm üzerinde de üç görüş vardır:

Birincisi: Buğdaydır, bunu İbn Abbâs, Süddi - şeyhlerinden - Hasen ve Ebû Mâlik demişlerdir.

Ferrâ’ da: O eski bir lügattir, onu konuşanlar: Fevmu lena derler ki, bize ekmek yapın demektir, demiştir.

İkincisi: O sarımsaktır, Abdullah ile Übeyy’in kıraati budur. Ve sumiha kıraatini Ferrâ’ da tercih etmiş ve sebebini şöyle göstermiştir: O, benzerleriyle zikredilmiş, fe de se’den dönüşmüştür, nitekim Araplar kabir için cedes ve decef; tencerenin akına konan taş için esafi ve esasi; bir çeşit sakız için mağafir ve mağasir derler. Bu; Mücâhid, Rebi’ b. Enes, Mukâtil, Kisâi, Nadr b. Şümeyl ve İbn Kuteybe’nin görüşleridir.

Üçüncüsü: O hububattır, bunu da İbn Kuteybe ile Zeccâc demişlerdir.

"Daha aşağısını daha hayırlısı ile mi değiştirmek istiyorsunuz?": Burada geçen edna en aşağısı, hayr da en alası demektir, kudret helvası ile bıldırcın eti, aradığınız şeylerin en âlâsıdır, demek istiyor.

Şehre (Mısr) inin: Bunda da iki görüş vardır:

Birincisi: Bu belli bir mısır (şehir) değil, rastgele bir şehirdir, bunu İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, Katâde ve İbn Zeyd demişlerdir. Şehre inmelerinin istenmesi, aradıkları şeylerin şehirlerde bulunmasındandır.

İkincisi: Mısır denen şehir kastedilmiştir. Abdullah, Hasen, Talha b. Mûsarrif ve A'meş’in kıraatlerinde tenvinsiz olarak mısra, denmiştir. Ebû Salih de İbn Abbâs’tan rivayetle Fir’avn’in şehri demiştir. Ebû’l - Âliyye ile Dahhâk da bu görüştedirler, Ferrâ’ da bunu tercih etmiş ve delil olarak Abdullah’ın kıraatini göstermiştir. A'meş'e de bu sorulmuş: O şimdi Salih b. Ali’nin valilik ettiği şehirdir, demiştir. Mufaddal ed - Dabbi de: Ona mısır denmesi, doğu hududunun sonu, batı hududunun da başı olmasındandır, O ikisi arasında sınırdır. Mısır lügatte sınıra denir, Hecerliler antlaşmalarına: İştera fülanün eddare bimusuriha derler ki, evi hudutları ile satın aldı demektir. Şair Adiy de şöyle demiştir:

Güneşi sınır kıldı, bunda da gizlilik yoktur,

Gündüzle geceyi ayıran bir sınır.

İbn Fâris 'te birilerinden şöyle dediklerini hikaye etmiştir: Ona mısır denmesi insanların oraya niyet edip gitmelerindendir. Bu, masartüşşate gibidir ki, koyunu sağmak manasınadır. İnsanlar ona niyet eder giderler, oraya konduktan sonra da nedense bir daha ondan ayrılmak istemezler.

"Üzerlerine zillet damgası vuruldu": Yani bir daha onlardan ayrılmadı demektir.

Ferrâ’: Zillet ile zül aynı manayadır, demiştir.

Hasen de onun cizye olduğunu söylemiştir. Meskenet hakkında da iki görüş vardır:

Birincisi: O fakirlik ve ihtiyaçtır, bunu Ebû’l - Âliyye, Süddi ve Ebû Ubeyd demişlerdir. Süddi’den de onun nefis fakirliği olduğu rivayet edilmiştir.

İkincisi: Baş eğmektir, bunu da Zeccâc demiştir.

Bâu: Döndüler demektir, zalike de gazaba râcîdir. Bunun onlardan ayrılmayan zillet, meskenet ve diğer şeylere râci olduğu da söylenmiştir.

"Peygamberleri (nebileri) öldürürler:” Nâfi nebiyyin, enbiya, nübuet ve bundan gelen maddeleri hemzeli okur. Ancak Ahzab’taki: "Peygamberin evlerine girmeyin” (Ahzab: 53) ile

"eğer kendini Peygambere bağışlarsa” (Ahzab: 50) âyetlerinde geçenleri hemzesiz okur. Burada neden hemzesiz okumayı tercih etmiştir, çünkü aynı cinsten iki meksur hemze arka arkaya gelmiştir. Diğer kurralar ise hiçbir yerdekini hemzeli okumazlar.

Zeccâc: Üstün kıraat hemzesiz olandır, demiştir. Nebi kelimesi de nebee ve enbe’den gelir ki, haber vermektir. Yükseklik manasına olan neba yen bu’d an gelmesi de câizdir, o zaman hemzesiz olarak yükseklik manasına fail vezninde olur. Abdullah da şöyle demiştir: İsrâil oğulları bir günde üç yüz peygamber öldürürler, sonra da akşam üzeri sebze pazarı kurarlardı.

Haksız yere: Bunda da üç görüş vardır:

Birincisi: Bunun manası, suçsuz yere demektir, bunu İbn Enbari söylemiştir.

İkincisi: Tekittir, meselâ şurada olduğu gibi:

"Ancak göğüslerin içindeki kalpler kör olur.” (Hac: 46)

Üçüncüsü: Zalimlikle öldürmelerinin sıfatıdır, Allahü teâlâ’nın:

"Rabbim, hak ile hüküm ver” (Enbiya: 112) âyetinde olduğu gibi, hükmü hak ile nitelenmiştir, bu O’nun haksız karar verdiğini göstermez.

"Onlar itida ederlerdi": Udvan aşırı zulüm demektir,

Zeccâc da: îtida: Her şeyde haddi aşmaktır, demiştir.

 

 

 

 

Ana Sayfa (Kur'an-ı Kerim) Aynı Pencere

Geri

 

(T :  M : 1201  H : 597)

 

EZ-ZÂDU'L-MESÎR TEFSÎRİ - (TÜRKÇE)

 

HANBELÎ

 

İleri

Sayfayı Büyüterek Aynı Pencerede Aç