45
-
İKİNCİ CİLD - 35.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb, hocası
Muhammed Bâkînin [973-1013 Delhîde] “kuddise sirruh” oğlu, Muhammed Abdüllaha
“rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmış olup, iki süâline cevâb vermekde ve
ayn-ül-yakîni anlatmakdadır:
Allahü teâlâya hamd ve
Muhammed Mustafâya “sallallahü aleyhi ve sellem” salât ve size düâ ederim.
Kıymetli mektûbunuz geldi. Okuyunca, bizi çok sevindirdi. Her ân hâtırladığınızı
bildiriyorsunuz. Ne güzel, ne mubârekdir. Üç ayda sizin elinize geçen ni’met,
başka yollarda, eğer on senede nasîb olursa, büyük kâr bilirler. Bu ni’mete şükr
ediniz! Yaradılışınızın yüksek olduğunu ve böyle hâllerin kıymetini işitince,
ucb, kibr ile lekelenmiyeceğinizi bildiğim için, bu ni’metin büyüklüğünü yazdım.
(Şükr ederseniz, ni’metimi artdırırım) meâlindeki âyet-i kerîmeyi hiç
unutmayınız!
Önceden, tevhîd bilgileri
hâsıl olmağa başladı diyorsunuz. Bunlar da, bereketli kazancdır. Bu hâlin hâsıl
olmasını isteyiniz. Fekat islâmiyyetin edeblerini gözetmeğe çok gayret ediniz!
Kulluk vazîfelerini yerine getiriniz! Eğer, bu hâller doğru ise, kusûrlu değil
ise, sevgiliye muhabbetin çokluğundan hâsıl olur. Çünki, âşık nereye giderse
gitsin, sevgiliden başka birşey görmez ve bilmez. Her nereden bir zevk, lezzet
duyarsa, bunu sevgilisinden geliyor sanır. Bu hâlde olan âşık, mahlûkları
görmekde, fekat hepsini, bir mahbûb sanmakdadır. Bu hâlde, Fenâ hâsıl olmaz.
Çünki, Fenâ hâsıl olunca, bir mevcûdün görülmesi insanı kapladığından mahlûklar
temâmen görünmez olur. Buna da Fenâ denilmesi, mahlûklar görülmediği içindir.
Hakîkî Fenâ ise, sıfât-i ilâhînin ve ismlerinin ve hiçbir bağlılığın, ayrı bir
görünüşün de, temâmen görülmediği zemân hâsıl olur. Zât-ı ilâhîden başka
hiçbirşey görülmez ve düşünülmez. Seyr-i ilallah [Allah yolculuğu], işte burada
sona erer. Zıllerin, görünüşlerin hepsinden temâmen kurtulmak, burada hâsıl
olur. Ârif, bu zemân, aslların aslı iledir. Alâmetlerden geçip, kendisine
kavuşmuşdur. İlm, ayn olmuşdur. İşitmek, erişmek hâlini almışdır. Vasl-ı uryânî
[ancak Ona kavuşmak] se’âdeti ve neler neler ve neler neler olmuşdur. Bu makâm,
bu üstün derece, ancak, işâret, sembol, şifre ile anlatılabilir. Bu da kapalı ve
perdeli olabilir.
Süâl:
Kıymetli evlâd! Bizden, bu ayn-ül-yakînin anlatılmasını istiyor. Bu aynı
anlaşılabilir mi sanıyor?
Cevâb:
Bunu anlatmak zor bir işdir. Ne yapayım? Ne söyliyeyim? Ne bildireyim? Akla
nasıl uygun getireyim? Kıymetli yavrum! Ma’zûr görmenizi umarım. İşitmeği,
öğrenmeği değil, edinmeği, hâllenmeği isteyiniz!
Süâl:
Kur’ân-ı kerîmdeki müteşâbihâtın ma’nâlarını, râsih olan âlimler bilir. Bu
ma’nâlar nasıl anlaşılır?
Cevâb:
Bu süâlin cevâbı, birincinin cevâbından dahâ ince ve dahâ örtülü ve dahâ
örtülmesi lâzımdır. Bu iki süâl, bu kıymetli yavrunun yaradılışının çok yüksek
olduğunu göstermekdedir.
Allahü teâlânın
kitâblarındaki müteşâbihlerin ma’nâsını anlamak, ancak Peygamberlere mahsûsdur
“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Ümmetlerinden pekaz kimseye, onlara tâm
uydukları, vârisleri olmakla şereflendikleri için, bu bilgiden bir yudum
tatdırabilirler. O güzelin yüzündeki perdeyi, bu dünyâda, bunlar için de
açarlar. Kıyâmetde, ümmetlerden, çok kimseleri, Peygamberlerine uydukları için,
bu devlete kavuşduracakları umulur. Anladığıma göre, bu dünyâda da, o pekaz
kimselerden başkalarını da, bu devletle şereflendirirler. Ammâ, bunlara işin iç
yüzünü bildirmezler, ma’nâyı açmazlar. Ya’nî, müteşâbihlere, doğru ma’nâ
verirler. Fekat bu ma’nâların ne olduğunu bilmezler. Müteşâbihât, mu’âmeleleri,
hâlleri gösteren işâretlerdir. Bunlara, bu hâller hâsıl olabilir. Fekat, bu
hâllerin ne olduğu bildirilmez. Sevdiklerimizin birinde bu hâli görmekdeyiz.
Başkalarını, artık düşünün. Sizin, bundan süâliniz, ümmîd kapısını açmışdır.
Yâ Rabbî! Bizlere ihsân
eylediğin nûrumuzu artdır! Günâhlarımızı, kusûrlarımızı ört! Sen herşeyi
yapabilirsin! Selâm ederim.
|