26 -
İKRÂH (KORKUTMAK) ve
HİCR (YASAKLAMAK)
Mü’mini ve zimmîyi ikrâh
etmek, korkutmak büyük
günâhdır.
İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ
aleyh”, beşinci cildde
ve (Dürer-ül-hükkâm)
949. cu maddede
buyuruyor ki,
(İkrâh), bir insanı,
istemediği birşeyi
yapması için, haksız
olarak zorlamak demekdir.
Birini zorlamanın ikrâh
olması için dört şart
lâzımdır. Zorlayanın,
korkutduğu şeyi
yapabilecek kuvvetde
olması, zorlananın
korkutulan şeyin
muhakkak yapılacağını
bilmesi, korkutulan
şeyin, ölüm veyâ bir
uzvun kesilmesi veyâ
üzücü birşey olması,
zorlanan şeyin,
yapılmaması gereken
birşey olması lâzımdır.
İkrâh iki dürlü olur:
Mülcî olan ve mülcî
olmıyan ikrâh. (Mülcî)
tam, ağır olup, insanın
rızâsını ve ihtiyârını
yok eder. Zorlanan şeyin
yapılması zarûrî olur.
Bu da, ölüm, bir uzvun
telef olması veyâ bu
ikisine sebeb olacak
habs ve dayakdır. Bütün
malın telef edilmesi ile
ikrâh olunmanın da (Mülcî)
olacağı İbni Âbidînde
yazılıdır. [Zarûrî olan
nafakayı te’mîn etmek
için çalışmağa mâni’
olunması ve başka
çalışacak yer bulamamak
korkusu, (mülcî olan
ikrâh) sayılacağı
buradan anlaşılmakdadır.]
(Mülcî olmıyan)
ikrâh, yalnız rızâyı yok
eder ki, bir günden
ziyâde habs veyâ
şiddetli dayak ile
korkutulmakdır. [Böyle
ikrâh da, küfr-i hükmî
için özr olur.] İlm,
şeref sâhiblerini tekdîr
etmek, sert söylemek,
bunlar için ikrâh olur.
Mahrem akrabânın habs
edilmesi de ikrâh olur.
Sultânın [Hükûmetin,
kanûnların] emrleri
ikrâh demekdir. İkrâh
ile yapdırılması istenen
şey birkaç çeşiddir:
1 - Yapması câiz,
yapmaması ise sevâb olan
şeylerdir. Mülcî ikrâh
ile küfre sebeb olan söz
söylemek, Resûlullahı
kötülemek böyledir.
Fekat, bunları söylerken
Tevriye etmesi, ya’nî
Muhammed ismindeki
başkasını düşünmesi,
puta, heykele secde
ederken, Allahü teâlâya
secde etmeği düşünmesi
lâzımdır. Böyle
düşünerek de bunlara
secde etmesi mekrûh
olur. Tevriye etmek
lâzım olduğunu
hâtırlayıp da, etmezse,
kâfir olur. Hâtırına
gelmezse ma’zûr olur.
Nemâz kılmamak ve Kur’ân-ı
kerîmde bildirilen bütün
emrler, kendinin ve
başkasının malını telef
ve müslimânı söğmek,
iftirâ etmek ve kadının
zinâ ile ikrâhı ve
livâta böyledir.
Başkasının malını almak
zulmdür. Zulm, küfr gibi
hiç halâl olmaz.
Zimmînin dahî malını
yimek, şerâb içmekden
dahâ büyük harâmdır.
İkrâh eden, malı öder.
Sultândan başka birinin
yapdığı ikrâhda, emr
edenin veyâ me’mûrunun
hâzır olması lâzımdır.
Livâta, zinâdan dahâ
büyük harâmdır.
Zevcesini boşamak da, bu
çeşid ikrâhdır. [Mülcî
olmıyan ikrâh ile
kadının başını açmasının
câiz olacağı
anlaşılmakdadır.]
2 - Mülcî ikrâh ile
yapması harâm olan
şeylerdir. Bir müslimânı
veyâ zimmîyi öldürmek
veyâ bir uzvunu kesmek
veyâ bunlara sebeb
olacak kadar habs etmek
ve döğmek, erkeğin zinâ
için ikrâh edilmesi
böyledir. Öldürürse,
kısâsı ikrâh edene,
günâhı ise öldürene
olur. İkrâh edilmiyen
bir kimse, kolunun
kesilmesine izn verse,
tıbbî lüzûm olmadıkca,
bunun kolunu kesmek
günâh olur. Öldürmek
için ölüm ile tehdîd
edilse, ölecek olan izn
verirse, öldürülünce
günâha girer. Devlet
başkanı el kesmek için
ölüm ile tehdîd edince,
kesmesi câiz olur. Kendi
elini kesmesi için ölüm
ile tehdîd edilenin,
kendi elini kesmesi câiz
olur. Kendini öldürmesi
için ölüm ile tehdîd
edilenin kendini
öldürmesi câiz olmaz.
[Buradan anlaşılıyor ki,
düşmanın eline geçince,
ırzlarına saldırılıp,
işkence yapıldıkdan
sonra öldürüleceklerini
anlıyan kimsenin,
kendini ve yakınlarını
öldürmesi câiz değildir.
Kadının ırzına
dokunulması, önceki
birinci çeşidde
bildirildi]. (Cihâd
bahsi)nde, (Harb
edince öldürüleceğini,
etmezse esîr olacağını
anlıyan, düşmana
saldırmaz. Düşmana zarar
vereceğini bilerek
saldırıp öldürülürse,
câiz olur. Düşmana zarar
vermiyecek ise,
saldırması câiz olmaz.
Müslimân fâsıkları
günâhdan men’ etmek
böyle değildir)
buyurulmakdadır.
[Birinci kısmın
kırkbirinci ve ikinci
kısmın dördüncü ve
(Mecelle)nin 1003. cü
maddelerine bakınız!
(Mektûbât-ı Ma’sûmiyye)
üçüncü cildinin 55.
ci mektûbunda, bu
husûsda geniş bilgi
vardır.]
3 - Mülcî olan ikrâh ile
yapması halâl, hattâ
farz, yapmayıp ölmesi
günâh olan şeylerdir.
Şerâb, kan içmek, leş,
domuz yimek böyledir.
Çünki, mülcî ikrâh ile
bunları yimek zarûret
olur. Mülcî ikrâh ile
başkasının malı telef
edilince, ikrâh eden
öder. Mülcî olmıyan
ikrâhda ise, telef eden
öder.
Mülcî olan veyâ olmıyan
bir ikrâh ile yapılan
sözleşmeler [akd] sahîh
olmaz. Çünki, sahîh
olmaları için rızâları
ile yapılması lâzımdır.
Meselâ, malını satan
veyâ birşeyi satın alan,
kirâya veren, hediyye
veren, borcunu ibrâ veyâ
te’cîl eden, borcu
olduğunu söyliyen kimse,
korkudan kurtulunca,
isterse bunlardan vaz
geçebilir, isterse râzı
olur. Zorla satdırılan
malı alan kimse, bu mala
mâlik olur. Çünki, böyle
bey’ fâsiddir. [Suç
ikrâr etmesi, evet
demesi için karakolda
polislerin ikrâh,
işkence yapması câiz
değildir. Böyle verdiği
ifâdeyi, sonra red etmek
hakkı vardır.]
Mülcî olmıyan ikrâh ile
de yapılan nikâh, talâk,
nezr, yemîn, ric’at,
ya’nî boşadığı kadını
tekrâr alması sahîh
olur. İkrâh bitince,
nikâhdan ve talâkdan
vazgeçebilir. Nezrden
vazgeçemez. Nezr olarak
verdiğini, ikrâh edenden
istiyemez. İkrâh
edilerek borclusunu afv
etmesi ve mürted olması
sahîh olmaz.
Mülcî olmıyan ikrâh ile
leş, kan, domuz yinmez.
Şerâb içilmez ve
müslimânın malı telef
edilmez. Çünki, mülcî
olmıyan ikrâh ile
zarûret hâsıl olmaz.
Ölmemek için leş, domuz
yinir ve kan, şerâb
içilir. Yimez, içmez de
ölürse Cehenneme gider.
Mülcî ikrâh ile, bu
şerâbı iç, şu malını sat
denilse, malını satar.
İkrâh bitince, ister
fesh eder, isterse kabûl
eder. Şerâbı içmesi de
câiz olur. Câiz
olacağını bilmediği
için, içmez ve satmaz da
öldürülürse, şehîd olur.
Sultânın müsâdere
etmesi, ya’nî haksız
olarak, zulm ile para,
mal istemesi ikrâh olur.
Bunları vermek câiz
olur.
HİCR -
Ba’zı kimseleri, ba’zı
sözleşmelerden ve
işlerden men’ etmek
demekdir. [(Mecelle)nin
941. ci ve sonraki
maddelerine bakınız!].
Bir çocuk, satın alınan
malın mülk olacağını ve
satınca mülkden
çıkacağını anlarsa, buna
(Mümeyyiz), ya’nî
akllı denir. Mümeyyiz
olmıyan çocukların bütün
sözleşmeleri bâtıldır.
Mümeyyiz olan çocuğun
zararlı olan işlerdeki
sözleşmeleri, velîsi izn
verse de, sahîh
değildir. Talâk vermesi,
köle âzâd etmesi, birine
borçlu olduğunu
söylemesi, ödünc, sadaka
hediyye vermesi
böyledir. Fâideli olan
işler için sözleşmeleri
velîsi izn vermese de
sahîh olur. Hediyye,
sadaka kabûl etmesi,
ücret ile yapdığı işin
ücretini alması
böyledir. Başkasının
vekîli olan akıllı
çocuğun, vekîli olduğu
kimsenin malı için ve
talâkı için olan sözleri
kabûl edilir. Zararlı
da, fâideli de olabilen
sözleşmelerinin sahîh
olması için, velîsinin
izn vermesi lâzımdır.
Kendi malı ile bey’ ve
şirâsı böyledir. Bunamış
olan ihtiyârlar da,
mümeyyiz çocuk gibidir.
Alışverişlerini,
velîleri isterse kabûl,
isterse red eder. Bir
malı veyâ canı telef
ederlerse, öderler. (Hadîka)da
dil âfetlerinin
yirmincisinde diyor ki:
(Çocuğun kendi malını
kullanması mahcûr olduğu
gibi, başkasına hizmet
etmesi de, ancak
velîsinin izni ile câiz
olur. Bir sabî, bir kabı
havuzdan doldursa, sonra
tekrâr havuza dökse,
kimsenin bu havuzdan su
içmesi halâl olmaz.
Çünki, çocuk, havuzdaki,
herkese mubâh olan sudan
doldurup aldığına mâlik
olur. Bunu havuza
dökünce, havuzdaki suya,
çocuğun hakkı
karışmışdır. Zengin olan
anası, babası ve hiç
kimse, bu havuzdan
içemez ve kullanamaz.
İçebilmeleri ve
kullanabilmeleri için,
bütün havuzu boşaltarak,
tekrâr doldurmak [veyâ
(Mecelle)nin
1128. ci maddesinde
bildirilen (Şirket-i
mülk) kısmeti, ya’nî
dağılması hükmüne
uyularak, havuzdan
çocuğun dökdüğü su kadar
su alıp velîsine vermek]
lâzımdır. [Böyle
yapılması (Bey’ ve
şirâ risâlesi)nin
sonunda da yazılıdır.
Velî kendisine verilen
suyu çocuk için
kullanır. Çocuğun, umûmî
çeşmeden alıp getirdiği
su da böyledir. Velî,
çocuğun malını kimseye
hediyye edemez. Birine
hediyye etmek isterse,
evvelâ bunun kıymeti
kadar parayı ona hediyye
eder. O da, bu para ile
çocuğun malını
velîsinden satın alır.
Bu para çocuğun olur.
Velî, kendi parası ile,
çocuğun kullanması için
aldığı şeyleri
dilediğine hediyye
edebilir. Çocuk malını
anasına babasına verse,
bunların mülkü olmaz.]).
İbni Âbidînde diyor ki,
(İki imâma göre, sefîh
olan ya’nî, nafaka
te’mîn ederken, malını
isrâf eden, ya’nî
ahkâm-ı islâmiyyenin ve
aklın uygun görmediği
lüzûmsuz yere harc eden
ve harâmlara sarf eden
âkıl ve bâlig kimse de,
çocuk gibi, hâkim
tarafından hicr edilir.
Fetvâ da böyledir.
Lüzûmsuz yere hayra da
verse, meselâ câmi’
yapmakda isrâf etse,
sefîh olur. İçki, zinâ
gibi mal sarfı olmıyan
günâhları yapana sefîh
denmez, fâsık denir.
Alışverişde fazla
aldanan da sefîh
sayılır. İslâmiyyetden
ayrılmak için hîle-i
bâtıla öğreten hocalar,
câhil tabîb ve eczâcılar
ve hîleli iflâs yapan
tüccârlar, câhil
hâkimler, hîle yapan
satıcılar, ihtikâr
yapanlar, hicr edilir.
İşlerinden men’ edilir.
Câhil, fâsık müftîler de
hicr edilir.) (Mecma’ul-enhür)de
diyor ki, (İki imâma
göre, borclu,
alacaklının talebi
üzerine, hicr olunur.
Hâkim, borcluyu habs
etdikden sonra, onu hicr
eder. Sonra, onun
bilgisi ile, onun
mallarını satdırarak,
nafakası lâzım olanların
nafakasını öder. Geri
kalan ile borclarını
öder. Parası yetişmezse,
ihtiyâcından fazla olan
eşyâsını satar. Bu da
yetişmezse, ihtiyâcından
fazla olan binâlarını
satar. Fetvâ böyledir).
Hicr edilmiş olan, sefîh
veyâ iflâs etmiş
kimsenin, nikâhda ve
talâkda sözü geçer.
Çünki evlenmek masrafı,
ihtiyâc eşyâsındandır.
Zekât olarak malının
kırkda birini ayırması
için, kâdî [ya’nî
hâkim], sefîhe malını
teslîm eder. Fekat, bu
arada, uygunsuz yere
sarf etmemesi için,
yanında emîn birini
bulundurur. Hacca
gitmesine de mâni’
olunmaz. Yol parasını
isrâf etmesin diye, emîn
birine teslîm olunur.
Baba, ced, çocuğa velî
olur, sefîh adama olmaz.
Reşîd olmıyan çocuk,
bâlig olunca, malını
kullanmağa hak kazanır.
Fekat, rüşdü ya’nî sefîh
olmadığı görülmezse,
yirmibeş yaşına kadar,
malı kendine verilmez.
İki imâma ve üç mezhebe
göre, rüşdü görülmedikce,
ihtiyârlasa dahî, malı
verilmez. Malında
tesarrufu, hâkimin izn
verdiği kadar sahîh
olur. Bir kimse reşîd
olduğunu söylese,
alacaklıları da,
sefâhetden kurtulmadı
deseler, iki taraf da
şâhid gösterse, kâdî
rüşdünü kabûl eder.
Oniki yaşını dolduran
oğlan ve dokuz yaşını
dolduran kız, bâlig
olduğunu söylerse, kabûl
edilir. Söylemezlerse,
onbeş yaşını doldurunca
bâlig kabûl edilirler.
Çocuğun velîsi, üçüncü
kısm üçüncü ve dördüncü
maddede bildirilmişdir.
Ölüm hastası, küçük
çocuğuna bırakacağı
malını, bu çocuğun
ihtiyâclarına sarf
etmesi için birini vasî
ta’yîn edince, çocuk
âkıl bâlig oldukda,
reşîd olmadıkca, vasîden
malları alamaz. Vasînin,
erkek çocuğu nikâh
yapmağa hakkı olmadığı
gibi, kız çocukla mahrem
olamaz. Evlâdlık
edinenlerin, buna dikkat
etmeleri lâzımdır.
Ölüm hastası,
vasıyyetini yerine
getirmek veyâ küçük
çocuğuna bakmak için
birini vasî ta’yîn etse,
bu da vasî olmağı kabûl
etse, hasta öldükden
sonra, vasîlikden
vazgeçemez. Yetîm için
babasının veyâ ceddinin
veyâ hâkimin ta’yîn
etdiği vasî, yetîmi,
yalnız malını tasarruf
etmek için evlâd edinmiş
olur. [Bir adam, bir
kızı (Evlâd edinmek)
ile, kendi kızı gibi
olamaz. Her zemân
kendisine yabancıdır.
Büyüdüğü zemân, onun,
elinden, yüzünden başka
yerlerine bakamaz ve
dokunamaz. Kızın, bu
adamdan da örtünmesi
lâzım olur. Bu adam
bununla evlenebilir ve
oğlu ile evlendirebilir.
Bununla sefere gidemez
ve halvet yapamaz.
Birbirlerinden mîrâs
alamazlar. Bir adamın
evlâd edindiği oğlan da
böyledir. Bâlig oldukdan
sonra, bu adamın
zevcesine ve kızına
yabancı olur. Bu kızla
evlenebilir. Bu oğlan
evlenirse, zevcesi bu
adamın gelini olmaz.
Yabancı bir kadın olur.
(El-halâl vel-harâm)da
diyor ki, (Yabancı
çocuğu kendi öz evlâdı
olarak i’lân etmek
harâmdır. Ahzâb
sûresinin dördüncü âyeti
ile yasak edilmişdir).
(Kâdîhân)da diyor
ki, (Bâliga kız veyâ
velîsi, noksân mehr ile
veyâ küfvü olmıyana
nikâh için tehdîd
edilse, sonra bunu fesh
edebilirler).
(Eşbâh)da
ve bunun şerhı olan
(Uyûn-ül-besâir)de
diyor ki: (Çocuğa hiçbir
ibâdet, hattâ, Hanefîde
zekât da farz değildir.
Hiçbirşey harâm
değildir. Çocuğa ta’zîr
yapılır. Had vurulmaz.
Kısâs yapılmaz. Amden
öldürdüğü, hatâ kabûl
edilir. Aklı olunca,
îmân etmesi vâcib olur
denildi. Sadaka-i fıtr
ve kurbanın, kendi
malından vâcib olması da
ihtilâflıdır. Toprağı
varsa, uşr ve harâc
vermesi lâzımdır. Zengin
ise, zevcesinin ve
akrabâsının nafakalarını
verir. Fâsid olmıyan
ibâdetlerinin
sevâblarına kavuşur.
Çocuğa ilm öğretenlere,
iyilik yapdıranlara çok
sevâb verilir. Büyüklere
imâm olamaz. Bir kimse,
bir çocuğa imâm olunca,
cemâ’at sevâbı hâsıl
olur. Çocuk velî olamaz.
Cum’a ve bayram hutbesi
okuması câiz olur.
Sultân, ya’nî devlet
reîsi olabilir ise de,
milleti idâre için bir
vâlî ta’yîn eder. İzn
verilince da’vâ açabilir
ve yemîni kabûl edilir.
Ezân okuması sahîh ise
de, mekrûhdur. Farz-ı
kifâyeyi yapması ile,
büyüklerden sâkıt olmaz.
Birşeyi yapması için
çocuğa izn vermek
câizdir. Çocuğun iznli
olduğunu ve getirdiği
şeyin hediyye olduğunu
söylemesi kabûl edilir.
Satdığı şeyi, iznli
olduğunu sorup
anladıkdan sonra, almak
câiz olur. Çocuğun
[başkasının malından]
getirdiği hediyyeyi ve
sadakayı almak da
böyledir. Çocuğun iznli
olduğunda şübhe
edilirse, araşdırmak
lâzım olur. Öğrenmesi
için çocuğa Kur’ân-ı
kerîm vermek câiz olur.
Kız çocuğun küpe için
kulağını delmek câizdir.
Çocuğa gelen hediyyeyi,
çocuğa zarûrî lâzım
değilse, yalnız fakîr
olan anası babası
yiyebilir. [Başka
fakîrlere de
yidiremezler.] Ana baba
fakîr değil, fekat
kendilerinde bulunmayan
birşey ise, yiyebilirler
ve kıymetini çocuğa
öderler. Anaya babaya
hediyye etmek niyyeti
ile getirilen şeyi,
kıymetsiz olduğunu
bildirmek için, çocuğa
hediyye diyerek
verilirse, anaya babaya
getirilmiş olur. Bunu,
zengin iseler de
yiyebilirler ve
dilediklerine
verebilirler. Akllı
çocuk, alış verişe ve
zekât vermeğe vekîl
yapılabilir. İznli olsa
dahî kefîl olamaz.
Çocuğun selâmına cevâb
vermek vâcib olur.
Çocuğa selâm vermek
câizdir. Müslimân olması
sahîh olup, mürted
olması sahîh değildir.
Mürted olmağa sebeb
olunca öldürülmez.
Besmele ile kesdiği
yinir. Kadınlara bakması
ve halveti câizdir.
Küçük kız, mahrem
olmıyan emîn kimse ile
sefere çıkabilir. Çocuk
kaçıran, kız kaçıran,
birinin zevcesini
kaçıran, bunları
getirinciye veyâ ölüm
haberleri gelinciye
kadar habs olunur.
Çocuğa tehlükeli iş
yapdırınca çocuk ölürse,
yapdıran diyetini öder.
Çocuk çukura, suya düşüp
ölürse, anası babası
cezâlanmaz. Elinden
düşürüp ölürse, keffâret
lâzım olur ki, altmış
gün oruc tutar. Çocuğun
anasından, babasından
iznsiz herhangi bir
sefere çıkması câiz
değildir. Ananın
babanın, günâh olmıyan
emrlerine itâ’at etmesi
farz-ı ayndır. (Berîka)da,
ayak âfetleri başındaki
hadîs-i şerîfde,
(Ananın, babanın yüzüne
merhamet ile bakana,
makbûl hac sevâbı
verilir) buyuruldu.
Bâlig olan çocuğun da,
seferin tehlükeli olması
veyâ kendisine muhtâc
olmaları hâlinde,
iznleri olmadan gitmesi
câiz değildir. Ana baba
olmazsa, ced ve cedde
onların yerine geçer.
Bunlardan iznsiz yapılan
hac mekrûh olur. Ana
baba veyâ babanın
terbiye için izn verdiği
hoca, çocuğu elleri ile
üç def’a vurarak terbiye
edebilirler. Fakîr
oğlunu da evlendirmek
babaya vâcibdir. Çocuğun
malını ona harc etmeğe,
babası veyâ dedesi velî
olur. Anası olmaz.
Anası, kendi yanında
kalan çocuğun ihtiyâcını
onun parası ile satın
alabilir.)
(Hadîka),
ikinci cild
beşyüzdoksanbirinci
sahîfede diyor ki,
(Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve
sellem”, (Allahü
teâlâya ve âhıret gününe
inanan kadının üç günlük
yola, zevci veyâ zî-rahm-i
mahreminden biri ile
gitmesi halâl olur)
buyurdu. Yâ Resûlallah!
Zevcem hacca gidiyor.
Ben cihâda gidiyorum.
Yanında bulunamıyacağım
denildi. Buna,
(Cihâdı bırak. Zevcen
ile birlikde hac yap!)
buyurdu. Bu hadîs-i
şerîfe göre, zevcesini
hacca götürmek için,
başka mahremi bulunmaz
ise, zevcin cihâddan
geri dönmesi lâzımdır.
Çünki, zevceyi harâmdan
korumak farz-ı ayndır.
Kadının, mahremsiz
sefere çıkması câiz
olmadığı gibi, yabancı
erkeklerin ve mahremleri
ile giden kadınların da,
bir kadını sefere
götürmeleri câiz
değildir. Kadının hacca
gitmesi için de, yanında
mahremi veyâ zevci
bulunması lâzımdır. Kız
kardeşinin zevci, ya’nî
enişte ve teyzenin
zevci, kadının mahremi
değildir. [Bunların
mahrem olmadıkları (Ni’met-i
islâm)ın hac
kısmında ve (Alî
efendi fetvâsı)nda
yazılıdır.] Mahremin
emîn ve âkıl ve bâlig
olması lâzımdır.
Müslimân da, zimmî de
olabilir. Mecûsî olamaz.
Müslimân bir kadın,
mecûsî olan mahremi ile
ve emîn olmıyan mahremi
ile ve bâlig olmamış
akllı çocuk mahremi ile
sefere çıkamaz. [Böyle
çocuğun bulunması,
halvete mâni’ olamaz.]
Bâliga olmamış,
gösterişli kız da, kadın
gibidir. Ya’nî mahremsiz
sefere çıkamaz. Hanefî
mezhebinde, kadının
mahremsiz sefere
çıkması, sözbirliği ile
harâmdır. Şâfi’î
mezhebinde, kadının
mahremi olmadan, emîn
kadınlarla birlikde,
yalnız hacca gitmesi
câizdir). Hanefî kadın,
Şâfi’îyi taklîd ederek,
böyle hacca gidemez.
Çünki, mezheb taklîdi,
ancak emr olunan bir iş
yapılırken, meşakkat,
sıkıntı olduğu zemân, bu
sıkıntıdan kurtulmak
içindir. Mahrem bir
erkeği bulunmıyan
kadının hacca gitmesi
emr olunmadı ki,
Şâfi’îyi taklîd etmek
lâzım olsun. Ya’nî,
mahremi olmıyan kadına
hacca gitmek farz olmaz.
Aşağıdaki yazı
(Dürer-ül-hükkâm)
[176] maddesi ekinden
alınmışdır:
Âdil veyâ hâli belli
olmıyan baba, mükellef
olmıyan çocuğunun binâ
ve her malını, piyasa
fiyâtına veyâ aldanarak
kendine ve başkalarına
satabilir, parasını
çocuğa ve fakîr ise,
kendine de nafaka yapar.
Fâsık ve isrâf eden
baba, satamaz. Çocuk
bâlig olunca, müşterîden
bunları geri alabilir.
Fekat, iki kat fiyâtla
satması sahîh olup,
semeni âdil birine
emânet verilir. Fakîr
baba, gâib olan büyük
oğlunun yalnız menkûl
mallarını, kendi
nafakası için satabilir.
Binâsını, toprağını
satamaz. Baba yoksa,
vasî de yoksa, babanın
babası satabilir. Vasî,
çocuğun yalnız menkûl
mallarını, yalnız
başkalarına satabilir.
Vasî, meyyit tarafından
ta’yîn edilmiş ise,
çocuğun malını yüzde
elli kârla kendine de
satabilir. Hâkim
tarafından ta’yîn
edilmiş ise, kendisi hiç
satın alamaz. Ammâ,
yetîm çocuklarının
nafakaları için, menkûl
mallarını satabilir.
Terekede menkûl mal
varken, vasî, meyyitin
deyni için, binâ ve
toprak satamaz. Deynden
fazla malını da satamaz.
Meyyitin borcunu bir
vârisi ödese, bunu
terekeden alabilir.
Meyyitin borclarını
vârisler öderse,
alacaklılar, terekeden
ödenmesini istiyemezler.
Borclar, terekeden fazla
olunca, vârisler, tereke
kadarını ödeyip,
terekeyi kurtarırız
diyemezler. Vâris
olmıyan biri, bütün
borcları ödeyip, tereke
malları, alacaklılardan
zorla alamaz.
Borc, terekeden çok ise,
dâyin, ya’nî garîm,
ya’nî alacaklı bir ise,
terekenin hepsi ona
verilir. Çok iseler,
tereke, alacakları ile
orantılı olarak, hepsine
dağıtılır. Vakf
alacağının, diğer
alacaklardan önceliği
yokdur. Taksîmden sonra,
başka bir garîm ortaya
çıksa, yeniden hepsine
bölünür. Vârisler, kendi
malları ile, meyyitin
borclarını ödemeğe
zorlanamaz.
İki şey vardır ki,
bunların hasreti,
kimler olursa olsun,
yakar herkesi.
Göz kan ağlasa,
haklarını ödeyemez,
birisi gençlik, biri de,
din kardeşi! |