23 -
TA’ZÎR
[TENBÎH: Allahü
teâlânın hakkı bulunan
bir günâhı işliyeni
gören kimsenin, bir
şâhid yanında ta’zîr
yapması lâzımdır. Bir
müslimâna fâsık diyen
kimsenin ta’zîr
edilmesi, o müslimânın
hakkını korumak içindir.
Bu kimse, kendini, o
müslimânın hakkı olan
ta’zîrden kurtarması
için beyyine, ya’nî iki
şâhid ile sözünü isbât
etmesi lâzım olmakdadır.
Bir müslimâna, yâ zânî
veyâ bu ma’nâda türkce
çirkin şeyler söyliyen
kimse, kazf haddinden
kurtulmak için, misâl
göstermeden sözünün
doğru olduğunu şâhid ile
isbât ederse, kabûl
edilir.
Öğrenmesi farz veyâ
vâcib olan fıkh
bilgilerini öğrenmemek
fıskdır. Fâsıkların
şâhidliği kabûl olmadığı
için, şâhidlere i’tirâz
olunduğu zemân, hâkim
şâhidlere fıkhdan sorar.
Bilmezlerse, red
olundukları gibi, ta’zîr
de olunurlar. [İbni
Âbidîn önsözünde
buyuruyor ki, (Kur’ân-ı
kerîmden nemâz kılacak
kadar ezberlemek
farzdır. Bunu
öğrendikden sonra, fıkh
bilgilerinden farz-ı ayn
olanları öğrenmek,
Kur’ân-ı kerîmin
fazlasını ezberlemekden
dahâ iyidir. Çünki,
Kur’ân-ı kerîmi
ezberlemek, ya’nî hâfız
olmak farz-ı kifâyedir.
İbâdetler ve mu’âmelât
için lâzım olan fıkh
bilgilerini öğrenmek ise
farz-ı ayndır. Halâlden,
harâmdan ikiyüzbin
mes’eleyi ezberlemek
lâzımdır. Bunların bir
kısmı farz-ı ayndır. Bir
kısmı da farz-ı
kifâyedir. Herkese,
işine göre, lüzûmlu
olanlar farz-ı ayn olur.
Fekat hepsini öğrenmek,
Kur’ân-ı kerîmi
ezberlemekden dahâ
iyidir. Tefsîr ile vakt
geçirmek doğru değildir.
Çünki, tefsîr ile, va’z
ve kıssa öğrenilir. Fıkh
okuyarak, halâli, harâmı
öğrenmelidir. Allahü
teâlâ (Hikmet)i övdü.
Tefsîr âlimlerinin çoğu
(Hikmet, fıkhdır) dedi.
Bir fıkh âlimi, bin
zâhidden dahâ
kıymetlidir. Fıkh
bilgileri, dört mezhebin
âlimlerinden öğrenilir.
Dört mezhebden birinde
bulunmıyan fıkh bilgisi
câiz değildir. Tefsîr
ilminin kâ’ideleri
kurulmamış, kollara
ayrılmamış, sonuna
varılmamışdır. Her
âyetin çok tefsîri
vardır. Hepsini Allahü
teâlâdan başka kimse
bilmez). (Hadîka)da,
üçyüzyirmidördüncü
sahîfeden başlıyarak
buyuruyor ki, (Ehl-i
sünnet i’tikâdını ve
farzları, harâmları
öğrenmek farzdır.
Bunları öğretmek ve
kendine lâzım olandan
başka fıkh bilgilerini
öğrenmek ve Kur’ân-ı
kerîmin tefsîrini ve
hadîs ilmini öğrenmek
farz-ı kifâyedir. Fıkh
bilgileri, Kur’ân-ı
kerîmden ve hadîs-i
şerîflerden öğrenilmesi
farz olan bilgilerdir.
Fıkh kitâbı okuyan
mukallidler, âyetden ve
hadîsden hükm çıkarmak
ihtiyâcından kurtulur.
Farz-ı kifâye olanları
bilen, yapan var iken,
bunları öğrenmek
müstehab olur. Bunları
yapmak nâfile ibâdet
olur. Yalnız, cenâze
nemâzı böyle değildir.
Velîsi kılınca,
başkalarının tekrâr
kılması câiz olmaz.
Nemâz kılacak kadar
Kur’ân-ı kerîm
ezberliyen kimsenin, boş
zemânlarında dahâ çok
ezberlemesi, nâfile
nemâz kılmasından dahâ
çok sevâb olur.
İbâdetlerinde ve günlük
işlerinde lâzım olan
fıkh bilgilerini
öğrenmesi ise, bundan
dahâ çok sevâb olur.
Lüzûmundan fazla fıkh
bilgilerini öğrenmek de,
nâfile ibâdetlerden dahâ
sevâbdır. Lüzûmundan
fazla fıkh bilgisi
öğrenirken, tesavvuf
bilgilerini ve
hakîmlerin, ya’nî Allahü
teâlâya ârif olanların
sözlerini ve hâl
tercemelerini öğrenmesi
de müstehab olur.
Bunları okumak, kalbde
ihlâsı artdırır. Fıkh
bilgilerini, derin
âlimler, âyet-i
kerîmelerden ve hadîs-i
şerîflerden
çıkarmışlardır. Bunlar,
ancak fıkh kitâblarından
ve fıkh âlimlerinden
“rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în”
öğrenilir).
Görülüyor ki, tefsîr
okumak farz-ı kifâyedir.
Fıkh kitâbları varken,
din bilgilerini
tefsîrlerden öğrenmeğe
kalkışmak, nâfile ibâdet
olur. Farz-ı ayn olan
fıkh kitâblarını okumağı
bırakıp, nâfile olan
tefsîr okumak, câiz
değildir. Zâten, bizim
gibi mukallidlerin,
tefsîrden fıkh bilgisi
öğrenmesi imkânsızdır.
Cehenneme gidecekleri
bildirilen yetmişiki
fırkanın âlimleri,
tefsîrlerden yanlış
ma’nâ anladıkları için,
sapıtdılar. Âlimler
sapıtınca, bizim gibi
câhillerin tefsîrden ne
anlıyabileceğimizi
düşünmeliyiz! Doğru
yazılmış tefsîrleri
okuyan câhiller, böyle
felâkete düşerse, Mehmed
Abduh, Ömer Rızâ ve
Seyyid Kutb gibi dinde
reformcuların tefsîr
adındaki kitâblarını
okuyan acabâ ne olur?
(Feth-ul-mecîd)
vehhâbî kitâbı, gençleri
aldatmak için yazdığı
yalanlara, iftirâlara
vesîka olarak, birçok
yerinde (İmâd ibni
kesîr)in tefsîrini
göstermekdedir. Şâmdaki
âlimlerden üstâd
Abdülganî, 1391 [m.
1971] baskılı (Fadl-üz-zâkirîn)
kitâbında, (İbni
kesîr tefsîri)ni
okumamalıdır. Çünki,
içinde dalâlât-i kesîre
vardır demekdedir.
Seyyid Kutb, son
zemânlarında yazdığı
(Fî-zılâl-il Kur’ân)
kitâbında, Abduh
masonunu övüyor. Üstâdım
dediği o sapık kimsenin
yolunda olduğunu,
tefsîrine onun
yazılarını, fikrlerini
koyduğunu bildiriyor.
Önceleri bir felsefeci,
bir sosyalist iken, son
zemânlarında islâm
dînini değişdirmeğe,
kendi hulyâ ve sapık
görüşlerini din bilgisi
olarak yazmağa başlıyan
bu adamın, mezhebsiz bir
dinde reformcu olduğu,
son yazdığı kitâblarında,
açıkca görülmekdedir.
Muhammed Alî Sâbûnî
ismindeki bir kimse de,
1391 [m. 1971] senesinde
Mekke-i mükerremede
hâzırladığı (Revâi’ul-beyân)
kitâbını, Ehl-i sünnet
âlimlerinin yazıları ile
doldurmuş ve aralarına
Muhammed Sıddîk Hasen
hân Bühüpâlî, Mahmûd
Âlûsî, Seyyid Kutb ve
İbni Kesîrin vehhâbîliği
tervîc eden fikrlerini
de karışdırmışdır. Bu
zehrli kitâbları
okumamalı, çocuklarımıza
da okutmamalıyız.
Bunları piyasaya
sürenlerin yaldızlı
reklâmlarına
aldanmamalıyız].
Müslimâna, (Ey kâfir)
diyen [veyâ, müslimâna
mason diyen, komünist
diyen] ta’zîr olunur.
Onu kâfir i’tikâd
ederse, kendisi kâfir
olur. Müslimân, kendine
kâfir diyene, efendim
gibi kabûl gösteren
cevâb verirse, o da
kâfir olur.
Ey habîs, ey sapık, ey
fâcir diyen ta’zîr
olunur. Fâcir, kavgacı,
geçimsiz demekdir. Ey
muhannes diyen ta’zîr
olunur. Muhannes, kadın
gibi olan erkeğe denir.
Hâin diyen ta’zîr
olunur. Hâin, emânete
hıyânet eden, fenâlık
eden kimsedir. Sefîh,
pelîd, ahmak, mubâhî,
avânî, lûtî, zındık,
hırsız, deyyûs,
kaltaban, ey şerâb
içici, ey fâizci diyen
ta’zîr olunur. Sefîh,
parasını harâm yerlere
saçan kimsedir. Pelîd,
habîs, kötü demekdir.
Ahmak, aklı az, kötü
huylu demekdir. Mubâhî,
harâmlara halâl
diyendir. Avânî,
suçsuzları, iftirâ
ederek mahkemeye
sürükliyendir. Zındık,
müslimân görünen
kitâbsız kâfir demekdir.
Deyyûs, zevcesinin
nâmûssuzluğunu hoş
görendir. Buna kaltaban
ve pezevenk de denir.
Lûtî, pédèraste ya’nî
puşt demekdir.
Ey münâfık, ey yezîdî,
mübtedi’, yehûdî,
nasrânî, kahbenin oğlu
diyen ta’zîr olunur.
Münâfık, kâfir olduğu
hâlde müslimân görünen
kimsedir. Yezîdî,
hazret-i Alîye düşman
olan, şeytâna
tapınandır. Mübtedi’,
bid’at sâhibi olandır.
Bid’at, Ehl-i sünnete
uymıyan her inanış
demekdir. Kahbe, ücretli
fâhişe, genel ev kadını
demekdir. İki imâma göre
“rahmetullahi teâlâ
aleyhimâ”, kahbenin oğlu
demek, zâniye oğlu demek
olup had vurulur. Orospu
oğlu demek de böyledir.
Nâmûssuzun oğlu,
fâcirenin oğlu, kâfirin
oğlu, fâsıkın oğlu,
hırsızların yuvası,
zânîlerin başı,
harâmzâde, oğlancı diyen
ta’zîr olunur. Piç
diyene had vurulur.
Kendine deyyûs diyen
veyâ böyle meşhûr olan,
bunu halâl bilmedikce
öldürülmez. Şiddetle
ta’zîr olunur. Bir fâsık
tevbe etse ve bir dahâ
günâh işlersem, şu kimse
râfızî olsun, kâfir
olsun derse, günâh
işleyince, o kimse kâfir
olmaz. Söyliyenin yemîn
keffâreti vermesi lâzım
olur. Onun kâfir
olmıyacağını bilmezse,
kendisi kâfir olur.
Çünki, başkasının
küfrüne râzı olan kâfir
olur.
Eşek, domuz, köpek,
maymun, öküz, ayı, yılan
diyen ta’zîr olunmaz.
Yalan olduğu meydânda
olup, kendini
kötülemekdedir. Kötülük,
söyliyene râci’ olursa,
ta’zîr yapılmaz. Çünki
ta’zîr, harâm işleyene
ve sözü ile, hareketi
ile, işâreti ile,
müslimâna haksız olarak
eziyyet verene yapılır.
Birisine hırsız deyip de
isbât edemiyen, ta’zîr
olunmaz. Birisine
fâhişe, orospu deyip de
isbât edemiyene kazf
haddi lâzım olur.
Ta’zîrin çoğunda, Allahü
teâlânın hakkı ve kul
hakkı birlikde vardır.
Fekat kul hakkı dahâ
çokdur. Kazfde de iki
hak karışıkdır. Fekat,
kazfde kul hakkı dahâ
azdır. Bunun için,
hadler afv edilmez.
Ta’zîr ise, incitilen
kimsenin afv etmesi ile
sâkıt olur. Fekat, kul
hakkını hâkim afv
edemez. Bir kimse,
birini çeşidli
kelimelerle veyâ birkaç
kişiyi bir kelime ile
söğse, herbiri için ayrı
ayrı ta’zîr olunur.
Çünki kulların hakları
birbirleri yerine
geçmez. Had cezâları ise
tedâhul eder. Ta’zîrde,
söğen inkâr ederse,
yemîni kabûl edilerek,
afv olur.
Yabancı kadını öpmek ve
günâh işlenen yerde
bulunmak gibi ta’zîr
lâzım gelen ba’zı
suçlarda, yalnız Allah
hakkı bulunduğu için,
ta’zîr edilmesi afv ve
yemîni kabûl edilmez.
Bunu yalnız hükûmet
reîsi afv edebilir.
Nemâz kılan biri, eli
ile veyâ dili ile
insanları incitiyorsa,
bunu ıslâh için hükûmete
haber vermek câizdir.
Yalnız Allah hakkı olan
ta’zîrlerde, âdil bir
kimsenin haber vermesi
ile hâkim ta’zîr eder.
Çünki, kul hakkı
karışmıyan suçlarda
hâkim kendi bilgisi ile
karâr verebilir. Haber,
yazı ile verilebilir.
Şerâb, içki satın alan,
içen ve nemâz kılmıyan
habs olunur ve döğülür,
sonra çıkarılır. Adam
öldürmekle, hırsızlıkla,
insan döğmekle ittihâm
olunan, tevbe etdiği
hâlinden anlaşılıncaya
kadar uzun süre habs
olunur. Çünki, bunun
zararı herkesedir.
Öncekilerin ise,
kendilerinedir. Zimmîye
söğen müslimân ta’zîr
olunur. Zimmîye söğmek
günâhdır. Yehûdînin,
mecûsînin yüzüne karşı,
yâ kâfir demek günâhdır.
Onlar kendilerini kâfir
bilmiyor. Kâfir
denilince inciniyorlar.
Kadının, zevcine karşı,
meşrû’ olan zînetlerini
giyinerek, takarak güzel
koku sürünerek
süslenmesi lâzımdır ve
çok sevâbdır. Bunu
bildiren hadîs-i
şerîfler, (Şir’atül-islâm
şerhi) 465. ci
sahîfesinde de
yazılıdır. Süslenmezse
ve gusl abdesti almazsa,
haksız yere evden iznsiz
çıkarsa, yatağına
gelmezse, küçük çocuğunu
ağlayınca, döğerse,
zevci buna nasîhat
verir. Nasîhati
dinlemezse veyâ zevcine
söğerse, nâ-mahreme
yüzünü açarsa, âdetden
fazla malını iznsiz
verirse, had cezâsına
girmiyen herhangi bir
günâhı işlerse, zevcin
bunu ta’zîr etmesi,
ya’nî açık eli veyâ
mendil ile hafîf vurması
câiz olur. Başka
sebeblerle hafîf dahî
vuramaz. [Kadının yüzü
avret değil ise de,
fitneye sebeb olursa,
örtmesi lâzım olur.]
Nemâz kılmadığı için
ta’zîr etmez. Çünki,
nemâzın fâidesi zevc
için değildir. Baba
bâlig olmıyan oğlunu
nemâz kılmadığı ve oruc
tutmadığı için ta’zîr
eder. Ana ve vasî de,
baba gibidir. Büyük
oğul, yabancı gibidir.
Anası, babası günâh
işliyen çocuk, bunlara
bir kerre nasîhat eder.
Kabûl etmezlerse, susar.
Onlara düâ eder. Genç ve
dul anası, düğünlere,
fitne olan yerlere
giderse, oğlu men’
etmez. Hâkime haber
verir. Hâkim men’ eder.
Çocuğun, Kur’ân-ı
kerîmi, edebleri ve
farzları, harâmları, Ehl-i
sünnet i’tikâdını
öğrenmesi için babası
ikrâh eder, zorlar.
Çocuğunu döğdüğü
işlerde, yetîmi de
döğebilir. Çocuk ve
zevce sopa ile döğülmez.
El ile, mendil ile
vurulur. Ayakla,
yumrukla vurulmaz. Kul
hakkı olan suçlarda,
çocuk ta’zîr olunur.
İçki, zinâ, sirkat gibi,
yalnız Allahü teâlânın
hakkı olan suçlar için
çocuk ta’zîr edilmez.
Hâkimin had ve ta’zîr
cezâsı verdiği suçlu,
cezâlandırılırken
ölürse, kimse mes’ûl
olmaz. Zevc, zevcesini
ve mu’allim talebesini
ta’zîr ederken ölürse,
tazmîn eder. Çünki,
zevcin ta’zîri vâcib
değil, mubâhdır. Ya’nî,
islâmiyyet erkeğin
zevcesini döğmesini aslâ
emr etmemişdir. Hafîf
vurmasına izn vermişdir.
Zevcesini aşırı döğen
zevc ve talebesini aşırı
döğen mu’allim ta’zîr
olunur. Haksız yere,
hafîf döğerlerse de
ta’zîr olunurlar. Dünyâ
menfe’ati için, meselâ
bir kız ile evlenebilmek
için [veyâ midye gibi ve
elektrikle öldürülerek
leş olmuş hayvân gibi
harâm şeyleri yiyebilmek
için] mezhebini
değişdiren ta’zîr
olunur. Çünki, müctehid
olmıyan kimsenin, dünyâ
menfe’ati için,
mezhebini değişdirmesi
günâhdır. Dînini ve
mezhebini beğenmemiş
olur. Birinci kısm, 54.
cü madde, 3. cü
sahîfesine bakınız!
İbni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)ın
ellibirinci sahîfesinde
buyuruyor ki, (Bir işin,
bir ibâdetin sahîh
olması için, dört
mezhebden herhangi
birine uygun olması
lâzımdır. Ya’nî, o işin
sahîh olması için, bir
mezhebde uyulması lâzım
olan şartların hepsine
uygun olması lâzımdır.
Bir ibâdeti yaparken,
şartlarından biri bir
mezhebe, başka biri de
başka mezhebe uygun
olursa, bu ibâdet sahîh
olmaz. Meselâ, deriden
kan akarsa, Hanefî
mezhebinde abdest
bozulur. Şâfi’î
mezhebinde bozulmaz. Bir
erkek, yabancı kadının
derisine dokununca,
Şâfi’îde, ikisinin de
abdesti bozulur.
Hanefîde ikisinin de
bozulmaz. Derisinden kan
aksa ve kadına da
dokunsa, her iki mezhebe
göre abdesti bozulur. Bu
abdest ile kıldığı nemâz
sahîh olmaz. (Bunun
abdesti, bir mezhebe
göre sahîh olmadığı
zemân, diğer mezhebe
göre sahîh oluyor.
Nemâzı sahîh olur)
denilemez. Bu kimse, iki
mezhebi (Telfîk)
etmekde,
karışdırmakdadır. Böyle
kimseye (Müleffık)
denir. Müleffıkın
ibâdetinin sahîh
olmıyacağı sözbirliği
ile bildirilmişdir. Bir
ibâdetin bir şartı bir
mezhebe, başka şartı da
başka mezhebe göre sahîh
olursa, bu ibâdet sahîh
olmaz. Abdest alırken,
başının bir parçasını
mesh eden kimse, köpeğe
değdikden sonra nemâz
kılsa, bu nemâzı sahîh
olmaz. Çünki, abdesti
Mâlikîye göre sahîh
değildir. Köpeğe
dokununca, Şâfi’îye göre
üstü necs olmuşdur.
Bunun gibi, tehdîd ile,
zor ile yapdırılan talâk
Hanefîde sahîh olur.
Boşadığı kadının kız
kardeşini alabilir.
Şâfi’îde ise sahîh
olmaz. Bu adamın, her
iki mezhebe uyarak, bu
kızkardeşlerin ikisi ile
birlikde evli yaşaması
sahîh olmaz. Bunlar da
(Telfîk) olur.
Fekat bir kimse, bir
ibâdeti, bir işi, bir
mezhebin bütün
şartlarına uyarak yapıp
bitirdikden sonra, bunu
tekrâr yaparken veyâ
başka bir ibâdeti, başka
bir işi yaparken, başka
mezhebin şartlarına
uyarak yapması,
âlimlerin çoğuna göre
sahîh olur. İhtiyâc
olduğu zemân yapmak ise,
sözbirliği ile sahîh
olur. Hattâ bir mezhebin
şartlarına uyarak
yapılan bir işin, bir
ibâdetin bu mezhebe göre
sahîh olmadığı, başka
bir mezhebe göre sahîh
olduğu sonradan
anlaşılsa, o mezhebe
göre sahîh olduğunu
düşününce, o mezhebi
taklîd etmiş olur. O işi
sahîh olur. [Çünki o
ibâdeti kurtarmak için,
mezheb taklîdine ihtiyâc
hâsıl olmuşdur.
Menfe’ati için, zevki
için, çeşidli işlerini,
çeşidli mezheblere
uyarak yapmak telfîk
olur. Bir ibâdeti kendi
mezhebine göre yapmasına
mâni’ olan bir özr hâsıl
olunca, bu ibâdeti başka
bir mezhebi taklîd
ederek yapmak lâzım
olduğu, gusl abdesti
bahsinde bildirilmişdi.
Başka mezhebi taklîd
etmesine mâni’ olan
ikinci bir özr de hâsıl
olsa ve bu özr kendi
mezhebine uymasına mâni’
olmasa, bu ibâdeti, iki
mezhebe göre de sahîh
olmadığı hâlde, özr ile,
ihtiyâc ile olduğu için,
bu hâli telfîk olmaz.
İbâdeti sahîh olur.]
Başka bir mezheb taklîd
edilirken, kendi
mezhebinde mekrûh veyâ
harâm olsa bile, o
mezhebin farzlarına ve
müfsidlerine uymak
lâzımdır. Kendi
mezhebinin harâm
demesine bakılmaz).
Mezhebleri telfîk eden
ta’zîr olunur. (Seyf-ül-ebrâr)
kitâbına bakınız!
[Mâlikî mezhebinde,
dokuz yaşına gelmiş
kızın önünden, bir sebeb
olmadan akan kırmızı,
sarı veyâ bulanık kana
(Hayz kanı)
denir. Akmağa
başlayınca, hayz olur.
Devâm ederse, onbeş
günden azı âdet olur.
Fazlası istihâda olur.
Sonraki ayda, âdeti
değişirse, âdetlerinden
en çoğunun üç gün
fazlası hayz olur. Dahâ
fazlası ve onbeş günden
fazlası istihâda olur.
Kürsüf kuru veyâ beyâz
ıslak ise, hayzın
kesildiği anlaşılır.
Yetmiş yaşından sonra
gelen kan hayz olmaz,
istihâda olur. Kan,
fâsılalarla devâm
ederse, kesildiği günler
temiz kabûl edilir.
Temizliğin asgarî
müddeti onbeş gündür.
Onbeş günden evvel gelen
kan, istihâda olur.
Böyle temizlik müddeti
sonsuzdur. Kesilip,
onbeş gün sonra başlarsa
hayz olur. Doğumdan
evvel gelen kan, hayzdır.
Karın yarılarak çocuk
alınınca gelen kan nifâs
olmaz. Nifâsın a’zamî
müddeti altmış gündür.
Onbeş gün kan kesilirse,
tâhir olur. Sonra gelen
hayz olur.]
Kinâye, îmâ ile kazf
eden ta’zîr olunur.
Kinâye yolu ile söğen
ta’zîr olunmaz. Birinin
zevcesini aldatıp,
nikâhlayan kimse,
boşayıncıya veyâ
ölünciye kadar habs
olunur. Riyâ olarak vera’
ve takvâ gösteren ta’zîr
olunur.
Kul hakkı bulunan ta’zîr
suçları, had suçları
gibi, tevbe ile afv
olmazlar.
(Mecelle)nin
ondokuzuncu maddesinde,
(Birine zarar vermek ve
zarar yapana karşılık
olarak zarar yapmak câiz
değildir) diyor. Mubâh
işler, başkasına zarar
verirse, câiz olmaz.
Malı çalınan kimse,
hırsızın veyâ
başkalarının malını
çalmağa hak kazanmaz.
Zararları ahkâm-ı
islâmiyyeye uygun olarak
gidermek hâkimin
vazîfesidir. Zarar,
kendi kadar veyâ dahâ
çok zararla giderilmez.
(Bahr-ül-fetâvâ)da
diyor ki, (İçki satan
müslimân, şiddetle
ta’zîr olunur. Yolda bir
kadını kucaklıyan, öpen
ta’zîr olunur.
Karşılığında had cezâsı
bulunmıyan günâhları
işliyen ta’zîr olunur.
Ta’zîr cezâsı, yalnız
don, gömlek ile ayakda
iken sopa vurmak ile
yapılır. Kocası ölen
kadın, iddet zemânı
temâm olmadan evlenirse,
bunu bilerek alan kimse,
şiddetle ta’zîr olunur.
Zevci uzakda olan kadın
ile evlenen kimse ta’zîr
ve araları tefrîk
olunur. Erkek şeklinde
dolaşan kadın ve kadın
şeklinde gezen erkek
ta’zîr ve tevbe edinciye
kadar habs olunurlar.
Şarkıcı ve çalgıcı olan
da böyledir. Birinin
zevcesini zor ile kendi
evine götüren, şiddetle
ta’zîr olunur ve kadın
kocasına teslîm edilir.
Fâhişe kadını, komşuları
evden, mahalleden
atamazlar. Hâkim dayak
ile veyâ habs ile ta’zîr
eder.
Sihr, büyü yapan ta’zîr
olunur. İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ
aleyh” önsözde diyor ki,
(Öğrenmesi harâm olan
bilgilerden biri sihr ve
kehânetdir. Sihr, ilme,
fenne uymıyan gizli
sebebler kullanarak,
garîb işler yapmağı
sağlıyan ilmdir. Sihri
öğrenmek de, öğretmek de
harâmdır. Müslimânları
zarardan korumak için ve
hayrlı işler yapmak için
öğrenmek de harâmdır.
[Demek ki, yapılmış
büyüyü çözüp yok etmek,
zevc ve zevce arasında
muhabbet hâsıl etmek ve
harbde düşmanı mağlûb
etmek gibi fâideli işler
için de sihr yapmak
büyük günâhdır. Hayrlı
iş yapmak için, bu büyük
günâhı işlemenin câiz
olmıyacağı (Hadîka)da,
bütün bedene âid âfetler
kısmında yazılıdır.]
Zevcin zevcesini sevmesi
için (Tivele) denilen
sihri yapmak, hadîs-i
şerîf ile nehy
edilmişdir. Bunun harâm
olduğu (Hâniye)
fetvâsında da yazılıdır.
Sihrde âyetlerden,
me’sûr olan düâlardan
başka şeyler yazılıdır.
Sihrbazın ve zındıkın
tevbeleri kabûl edilmez.
Ben her istediğimi
yaparım şeklinde küfre
sebeb olan i’tikâdı
olmasa dahî, fitne ve
fesâda çalışdığı için,
sâhirin hâkim tarafından
ta’zîr olunması
lâzımdır. Ta’zîri katl
ile olur. Sihrde îmânı
gideren birşey de
yaparsa, kâfir olur.
Kehânet, ileride olacak
şeyleri haber vermekdir.
Arrâf, falcı demekdir.
Çalınan şeylerin
yerlerini, çalanları ve
sihr yapanları haber
verir. Tecribe ile,
hesâb ile değil, tahmîn
ile, zan ile konuşurlar.
Yâhud cinden öğreniyoruz
derler).
Kalbine, küfre sebeb
olan şey gelen, bunu
söylemese ve üzülse,
îmânına zarar vermez.
Îmânının kuvvetli
olduğunu gösterir.
Şeyhayne “radıyallahü
teâlâ anhümâ” söğen,
mürted olur. Katl
olunur. Erkeklerin ipek
giymeleri halâldir diyen
kâfir olmaz. Zîrâ
ihtilâflıdır.
İslâmiyyete de mürâce’at
edelim diyene,
islâmiyyet ile işim
yokdur diyen kâfir olur.
Îmânını ve nikâhını
tecdîd etmesi lâzım
olur. Müslimânın hem
islâmiyyete, hem de
kanûna uyması lâzımdır.
Mürted olup Dâr-ül-harbe
gidenin malları
vârislerine intikâl
eder. Beyt-ül-mâlın
olmaz. Müslimân oldum
diyen zimmî tasdîk
olunur. Kâfir, sünnet
olmakla, müslimân olmaz.
Müslimân câriyeyi satın
alan zimmî şiddetle
ta’zîr olunur. Câriyeyi
müslimâna satması emr
olunur. Müslimânların
mahallesinde ev satın
alan zimmînin, bu evi
bir müslimâna satması
emr olunur. Câmi’
civârındaki evlerini
zimmîlere kirâya veren
müslimâna, bunlardan
alıp, nemâz kılanlara
vermesi emr olunur.
Zimmînin kâfir köle
satın alması câizdir.
Köle müslimân olursa,
bunu müslimâna satması
lâzım olur. Zimmî
müslimân kadınla zinâ
etse, yüz değnek had
vurulur ve uzun zemân
habs olunur. Bu kadın
muhsan ise recm, değilse
darb olunur. Gelini ile
zinâ eden recm olunur).
Fuhş söyliyen kimse
ta’zîr olunur. Çünki,
fuhş söylemek tahrîmen
mekrûhdur. (Hadîka)
kitâbında, dil
âfetlerinin
onbirincisinde diyor ki,
fuhş, çirkin söz
demekdir. Haddi aşan
herşeye fâhiş denir.
Burada, çirkin olan
işleri başkalarına açık
kelimelerle anlatmak
demekdir. Cimâ’ için ve
abdest bozmak için
kullanılan kelimeleri
söylemek böyledir. Bu
kelimeleri söylemek
fuhşdur ve tahrîmen
mekrûhdur. Çünki bunları
söylemek, mürüvvete ve
diyânete uygun değildir
ve hayâyı, utanmayı
giderir ve başkalarını
gücendirir. Mürüvvet,
insanlık, erkeklik
demekdir. Cimâ’ı ve
abdest bozmağı anlatmak
lâzım olduğu zemân, açık
olarak söylememeli,
kinâye olarak
söylemelidir.
(Kinâye), birşeyi,
açık ma’nâları başka
olan kelimelerle
anlatmakdır. Edebli
olan, sâlih olan, fuhş
söylemeğe mecbûr olunca,
kinâye olarak söyler.
Meselâ, Allahü teâlâ,
Kur’ân-ı kerîmde, cimâ’
için dokunmak (lems)
kelimesini söylemişdir.
İbni Ebiddünyânın ve Ebû
Nu’aymın “rahmetullahi
teâlâ aleyhimâ”
bildirdikleri hadîs-i
şerîfde, (Fuhş
söyliyenlerin Cennete
girmeleri harâmdır)
buyuruldu. Ya’nî, bunun
azâbını çekmedikce
Cennete girmezler. (Hadîka)dan
terceme temâm oldu.
(Berîka)
kitâbında diyor ki, kalb
âfetlerinin
otuzaltıncısı, (Vekâhet)dir.
Vekâhet, hayânın az
olması demekdir. Hayâ,
çirkin şey yapmakdan,
ayblanmakdan çekinmekdir.
Türkçede, utanmak,
sıkılmak denir. Hadîs-i
şerîfde, (Allahü
teâlâdan hayâ ediniz!)
buyuruldu. Allahü
teâlâdan hayâ etmek,
şehvetlerini, ya’nî
nefsin isteklerini terk
etmekle olur. Hayâsı
olan, Allahü teâlâdan
korkar. Onun, râzı
olmadığı işlerden ve
sözlerden kaçınır. Bir
hadîs-i şerîfde,
(Hayâ, îmândandır. Fuhş
söylemek, cefâdandır.
Îmân Cennete, cefâ
Cehenneme götürür)
buyuruldu. Hayâ ve îmân
birlikde bulunur. Biri
yok olursa, diğeri de
yok olur. Kadın hayâsı,
erkek hayâsından dokuz
kat fazladır. Bir
hadîs-i şerîfde, (Fuhş
insanın lekesi, hayâ,
zînetidir) buyuruldu.
Hayânın en kıymetlisi,
Allahü teâlâdan
utanmakdır. Ondan sonra,
Resûlullahdan
“sallallahü aleyhi ve
sellem” hayâdır. Dahâ
sonra, insanlardan hayâ
etmekdir. (Berîka)dan
terceme temâm oldu.
Kâfirler, müslimânların
îmânlarını yok etmek
için, hayâlarını yok
etmeğe çalışıyorlar.
Pilâjlarda, futbol
oyunlarında, sporlarda
avret yerlerinin, edeb
yerlerinin açılmasına
önderlik yapıyorlar.
Fuhş sözlere seks
bilgisi diyorlar. Bu
açıklıklara ve seks
bilgilerine ilericilik
ve lüzûmlu, fâideli
diyerek gençleri hayâsız
yapmak istiyorlar.
Gençleri aldatmak için,
medenî milletlerin
yapdıklarını biz de
yapacağız. Çağımıza ayak
uyduracağız.
Gericilikden
kurtulacağız diyorlar.
Kâfirler teknikde
ilerledikleri, madde ve
kuvvet üzerinde çok şey
keşf etdikleri için,
kâfirlik iyidir,
fâidelidir denilebilir
mi? Onların
ibâdetlerini,
kötülüklerini biz de
yapalım denilebilir mi?
Bir müslimân, Allahü
teâlânın yasak etdiği
şeyleri, kâfirlerin
yapdıklarını ileri
sürerek, övemez. Bunlar
fâidelidir diyemez.
Harâmlar hiçbir sebeble
fâideli, iyi olamaz.
Kâfirlerin yapdığı
şeylerden islâm dîninin
yasak etmediklerini,
hattâ emr etdiklerini
övmek ve yapmak ise, suç
olmaz. Fen bilgileri,
ağır sanâyı’ böyledir.
Kâfirlere medenî
etiketini koyduran da bu
sâhadaki başarılarıdır.
Müslimân, kâfirlerin bu
başarılarını över. İslâm
düşmanı ise, bu
başarıları ileri
sürerek, onların
küfrlerini,
ibâdetlerini,
ahlâksızlıklarını ve
islâmiyyetin yasak
etdiği zararlı, kötü
şeylerini över. Allahü
teâlâ, din yolunda
çalışanlara ve din
bilgilerini,
ma’rifetlerini,
kerâmetleri, hârikaları
öğretenlere râhat, huzûr
veriyor. Dünyâ
bilgilerinde, fende
çalışanlara da
aradıklarını veriyor.
Kâfir milletler, yalnız
fen bilgileri üzerinde
çalışıyorlar. İslâm
dînini insâf ile, temiz
bir vicdân ile
incelemiyorlar. Bunun
için, fende ilerliyor,
büyük endüstri
kuruyorlar. Fekat, küfr
pisliğinden, harâm ve
kötü işlerinin
zararlarından
kurtulamıyorlar. Râhata,
huzûra ve se’âdete
kavuşamıyorlar. Fende
ilerledikleri hâlde,
râhat yaşıyamıyorlar.
Çünki, küfrden ve harâm
işlemekden, hep zarar,
hep ziyân, hep fenâlık
hâsıl olur. Sonu hep
felâket olur. Îmândan,
ibâdetlerden ve güzel
ahlâkdan ise, dâimâ
iyilik, râhatlık hâsıl
olur. Fende
ilerlediklerini ileri
sürerek, kâfirlerin
küfrlerini, islâmiyyete
uymıyan işlerini övmek,
câhillik ve şaşkınlıkdır.
Müslimânlar, onlar gibi,
fen bilgilerinde de
çalışmağa, onlar gibi
büyük fabrikalar kurmağa
özenmelidir. Çünki,
islâmiyyet bunu emr
etmekdedir. İslâmiyyet,
hem fen bilgilerinde
çalışmağı, hem de güzel
ahlâklı olmağı, herkese
iyilik yapmağı emr
etmekdedir. Müslimânlar,
kâfirlerin, münâfıkların
çıplak gezmelerini ve
seks bilgisi adı altında
fuhş söylemelerini
fâideli zan etmemelidir.
Bunları övmenin,
müslimânların
hayâlarını, îmânlarını
çalmak için bir tuzak
olduğunu bilmelidir. Bir
işin, bir sözün fâideli
veyâ zararlı olduğunu
anlamak için, kâfirlerin
yapıp yapmadıklarına
değil, dînimizin emr
veyâ yasak etdiğine
bakmalıdır. |