14 -
VEKÂLET
(Vekâlet),
bir kimsenin, bir işi
yapmak için, başkasını
kendi yerine koyması
[başkasına iş havâlesi]
demekdir. Yerine
geçirilen başka kimseye
(Vekîl) denir.
Vekîl edene (Sâhib)
denir. Bir kimsenin
sözünü başkasına
götürene (Resûl)
veyâ (Haberci)
denir.
Birini vekîl yapmak,
îcâb ve kabûl ile olur.
Ya’nî, (Seni vekîl
yapdım) ve (Kabûl
etdim) sözleri veyâ
yazıları ile olur.
Vekîl, cevâb vermeden,
işi yapmağa başlasa,
kabûl etmiş olur. İş
habersiz yapıldıkdan
sonra, sâhibinin, izn
verdim demesi ile de,
vekîl etmiş olur. Kirâcı
kirâ ile, kirâdaki malı
ta’mîr etmeğe vekîl
yapılabilir.
Bir iş için emr verince,
ba’zan vekîl, ba’zan da
haberci yapılır. (Zahîret-ül-Bürhâniyye)
sâhibi “rahmetullahi
teâlâ aleyh” diyor ki,
(Bir kimse, birisine yüz
lira verip, bunu
filâncaya ödünc
vereceğim. Ona git! Bu
parayı sana falan kimse
ödünc yolladı de! Bunu
verip karşılığında rehn
al dese, bu da giderek
yüz lirayı verip, rehn
olarak bir mal alsa, bu
(Haberci) olur.
Emr eden kimse, rehni
haberciden alabilir.
Çünki haberci, emr eden
kimse için konuşmuşdur.
Kendi için konuşmamışdır.
Sözleşmeden doğan haklar
emr veren kimse için
olur. Haberci, onun
sözünü iletmiş, rehni
onun için almış
olmakdadır. Rehn
habercinin elinde helâk
olursa, emr veren
kimsenin elinde helâk
olmuş gibidir. Bu kimse,
ona, seni vekîl etdim
dese, o da, kabûl etdim
dese, bu kimse rehni
vekîlden alamaz. Çünki,
vekîl, rehni kendi için
istemişdir.
Sözleşmesinin hakları
vekîle olur. Rehni
saklamak da bu
haklardandır. Rehni
veren, vekîl için
vermişdir. Rehn vekîlin
elinde helâk olursa,
yine emr veren kimse
öder. Çünki, rehn helâk
olunca, deyni almış da,
rehni geri vermiş gibi
olur. Deyni geri alıp
da, kendinde iken deyn
helâk olsaydı, emr
verene ödemezdi). Bir
kimsenin emri ile,
hizmetcisi gidip mal
satın alsa, onun vekîli
olmuşdur. O kimse,
pazarlık etdiği malı
almak için gönderse,
efendisinin resûlü
[habercisi] olur.
Vekîl yapmak, ba’zan
şartlı olur. Meselâ, [şu
sâatimi yüz liraya
satmağa seni vekîl etdim!]
demek gibi.
Vekîl edenin, işi
yapabilecek kimse olması
şartdır. Vekîlin âkıl
olması şartdır. Bâlig
olması şart değildir.
Hediyye,
âriyet, rehn, emânet,
ödünc vermek ve da’vâ
açmakda, şirket yapmakda,
vekîl, sâhibinin adını
söyliyerek iş görür.
Söylemezse, işleri sahîh
olmaz.
Alışverişde,
kirâya vermekde, da’vâcı
ile uyuşmakda, kendi
adına yapması da câiz
olur ise de, o işin
haklarından kendi mes’ûl
olur. Aldığı şeyler
sâhibinin olur.
Sâhibinin adını
söyliyerek yaparsa,
haberci gibi olur.
Habercinin yapdığı
işlerin mes’ûliyyeti,
sâhibinin üzerine olur.
(Dürer)
kitâbında, yimeği,
içmeği anlatırken diyor
ki, (Alışverişde ve
vekîl etmekde, bir
kişinin sözü kabûl
edilir. Meselâ, bir
kâfir, bir kadın, bir
fâsık veyâ bir köle, bu
eti müslimândan veyâ
yehûdîden veyâ
nasrânîden aldım dese,
yimek halâl olur. Yalan
zan ederse halâl olmaz.
Ben, filânın vekîliyim
dese, onun malını bundan
satın almak câiz olur).
Alışverişe, borc vermeğe
veyâ ödemeğe vekîl olan
kimsenin teslîm aldığı
mallar, kendinde emânet
olur. Kendisi sebeb
olmadan helâk olunca
ödemez. Habercide
bulunan mal da emânet
gibidir. Haberciyi
gönderenin malı gitmiş
olur.
Bir kimse, iki kişiyi
birlikde, bir işe vekîl
etse, vekîller, yalnız
başına iş göremez. Ancak
avukatlardan ve emâneti,
borcu ödemeğe vekîl
olanlardan biri de
yapabilir.
Vekîl, sâhibinden ayrıca
izn almadıkca veyâ
(istediğini yap) diyerek
(Umûmî vekîl)
edilmedikce, başkasını
kendine vekîl yapamaz.
Yalnız, zekât vermek
için olan vekîl, iznsiz
olarak başkasını, o da
başkasını vekîl
yapabilirler. İkinci
vekîl, doğrudan doğruya
sâhibin vekîli olur.
Vekîl ederken, ücret
şart edildi ise, iş
yapdığı zemân ücreti
alır. Ücret şart
edilmedi ise, teberru’
etmiş olup, ücret
istiyemez.
Alışverişde,
malın cinsi, nev’i [veyâ
fiyâtı] vekîle
bildirilmelidir. (Umûmî
vekîl) ise, bildirmeğe
lüzûm olmaz. (Bana bir
at al) demek sahîh olur.
(Bana bir hayvân al)
demek sahîh olmaz. Nasıl
olursa olsun, nasıl
istersen öyle al!
deyince, (Umûmî vekîl)
olur. Malın maddesi
[pamuk veyâ yün olması],
kullanma yeri, işçiliği
ayrı olunca, cins
ayrılır. Koyunun yünü
ile derisi başka cinsdir.
Başka cinsden aldığı
mal, vekîle kalır.
Sâhibinin olmaz. Koç al
denilen vekîl, dişi
koyun alırsa, vekîlin
olur. Süt, pirinc gibi
şeyleri al dese,
piyasada bulunanı alması
câiz olur. Ev alacak
vekîle, mahalle ve
fiyâtını söylemek
yetişir. Ölçü ile alınan
malın mikdârı veyâ
fiyâtı söylenir.
Evsâfını söylemek lâzım
değildir.
Süleymâniyye
kütübhânesi (Es’ad
efendi) kısmında
[572] sayılı (Dürret-ül-beydâ)
kitâbında diyor ki,
(Yemeğe çağrılan
kimseye, malımdan
istediğin kadar yi ve al
ve dilediğine ver, hepsi
halâl olsun denilse,
yidikleri halâl olur.
Aldıkları ve başkasına
verdikleri halâl olmaz.
Çünki, mikdârı
bilinmiyen ta’âmın
yimesini halâl etmek
câizdir. Fekat mikdârı
bilinmiyen malı almak
için vekîl etmek ve
mechûl ve ayrı olarak
teslîmi mümkin olan malı
ayırmadan hediyye etmek
sahîh değildir).
Şartı olan vekîl, şarta
uymazsa, aldığı mal,
kendinde kalır. Şartı,
sâhibinin lehine
değişdirmesi câiz olur.
Veresiye al deyince
peşin alsa, mal,
kendinde kalır. Peşin al
deyip de, veresiye alsa,
sâhibi için almış olur.
Malın bir kısmını bulup
alsa, bölmesi zarârlı
olan malda [kumaş gibi],
sâhibi için olmaz.
Zararsız ise [pirinc,
şeker gibi] sâhibi için
almış olur.
Değeri bildirilmiyen
malı, az aldanmak ile
alabilir. Fekat, et,
ekmek, şeker gibi
kıymeti meşhûr şeylerde
az aldanmak afv olmaz.
Fâhiş aldanmakla alınan
malı, sâhibi kabûl
etmiyebilir.
Belli malı satın almağa
vekîl olan, o malı
kendisi için satın
alamaz. Kendim için
aldım dese bile,
sâhibinin olur. Sâhibi
yanında iken aldığı mal,
vekîlin olur.
Vekîl, sâhibine kendi
malını satamaz.
Vekîl, veresiye satın
aldığı malın semenini,
sâhibinden peşin
istiyemez. Peşin aldığı
malın semenini, sâhibi
te’cîl etdirse bile,
peşin istiyebilir.
Semeni almadan önce,
malı sâhibine teslîm
etmiyebilir. Fekat, bu
zemân, mal telef olursa,
vekîl başkasını satın
alıp öder. Satın alma
vekîli, bey’i ikâle
edemez.
Umûmî vekîl, sâhibinin
malını, dilediği fiyâta
satabilir. Fiyât
söylenmiş ise, dahâ
aşağı satamaz. Satarsa,
öder. Vekîl, sâhibinin
malını, kendine satın
alamaz. Akrabâsına da
satamaz. Ancak, bunlar,
umûmî vekîl ise veyâ
değerinden yüksek
satabilir. Umûmî vekîl,
peşin de, veresiye de
satabilir. Fekat, peşin
sat veyâ şu malımı sat
da borcumu ver denildi
ise, veresiye satamaz.
Veresiye satdığı malın
semeni için rehn veyâ
kefîl alabilir ve
bunlardan mes’ûl olmaz.
Rehn ile, kefîl ile sat
denildi ise, böyle
satması lâzımdır.
Vekîl, semeni almadan,
sâhibine kendi malından
vermeğe zorlanamaz.
Semeni, müşterîden,
sâhibi de alabilir.
Ücretsiz vekîl,
müşterîden semeni almağa
mecbûr değildir. Fekat,
semeni almak için,
sâhibini vekîl etmesi
lâzımdır. Dellâl ya’nî
komisyoncu ve simsâr
gibi, ücretli vekîller,
semeni almağa mecbûrdur.
Satmağa vekîl olan,
alışverişi ikâle
edebilir. Fekat bu ikâle,
sâhibi için olmaz. Mal
kendinin olup, semeni
sâhibine öder.
Borc
ödeme vekîli, kendi
malından ödese,
sâhibinden bunu ister.
Kâğıd lira ödemeğe
me’mûr olan vekîl, kendi
malından altın ödese,
sâhibinden kâğıd lira
alır. Altın ödemeğe
vekîl olan, kâğıd ödese,
kâğıd alır. Vekîli,
alacaklıya kendi malını
satıp, sâhibinin borcunu
öderse, sâhibinden borc
kadar alır.
Filâna ödünc veyâ sadaka
veyâ hediyye ver dese,
vekîl bunu verince, emr
edenden istiyemez. Sonra
ben sana veririm dedi
ise, istiyebilir.
Herkes, ancak kendi
mülkü için emr
verebilir. Başkasının
malını denize at dese,
atılmaz. Atan öder.
Borcumu, kendi malından
öde dese, vekîl kabûl
etse bile, ödemeğe
mecbûr olmaz. Fekat,
vekîlde alacağı veyâ
emânet parası varsa,
emri yapmağa [ödemeğe]
mecbûrdur. Malımı satıp
öde dese, bu emri,
yalnız ücretli vekîl
yapmağa mecbûr olur.
Falan alacaklıma ver
diye, vekîle para verse,
bunu, sâhibin başka
alacaklılarına veremez.
Parayı alacaklıya
vermeden, sâhibi ölse,
para vârislerine geri
verilir. Alacaklılar
mîrâsdan isterler.
Alacaklıma verip,
senedin arkasına yazdır
veyâ vesîka al diyerek
vekîle para verse, vekîl
ödeyip, vesîka almasa,
alacaklı inkâr ederse,
vekîl öder.
Vekîle verilen para,
ta’yîn ile te’ayyün
eder. Bu para telef
olsa, vekîl azl olur.
Vekîl, aldığı parayı
kendi için harc edip,
sâhibinin istediği malı
kendi parası ile satın
alsa, aldığı mal
kendisinin olur.
(Dürer-ül-hükkâm).
[1288] de İstanbulda
basılan (Dürr-üs-sükûk)
kitâbı, İstanbuldaki
islâm mahkemelerinin
ba’zı karârlarını
bildirmekdedir. Birinci
cildi, onbeşinci [15]
sahîfesinde diyor ki:
(Bir tüccâr, zekâtı olan
beşyüz kuruş beyâz
beşliği, hacca gitmekde
olan Mûsâ efendiye
teslîm eder. Bu zekâtı,
Medîne-i münevvere
şehrinde bulunan İbrâhim
efendiye teslîm etmesini
ve kendi zekâtı olduğunu
ona söylemesini emr
ederek Mûsâ efendiyi
vekîl yapar. Mûsâ
efendi, vekîl olmağı
kabûl edip, beşyüz
kuruşu teslîm alır.
Fekat, İbrâhîm efendi
vefât etmiş olduğundan,
Mûsâ efendi, bu zekâtı,
Medînede bulunan başka
fakîre verir. Vekîl,
zekâtı, emre uygun
vermediğinden, beşyüz
kuruşu, sâhibi geri
isteyince, sâhibine geri
vermesi lâzım olur).
Sadakayı belli bir
fakîre vermeğe vekîl
olan kimse, sadakayı
başkasına verirse,
sadakanın sâhibi
sadakayı, vekîlden geri
istiyemez.
Da’vâcı
ve zanlı, birbirinin
gönlü olmasa bile,
kendilerine avukat [ya’nî
da’vâ vekîli] tutabilir.
Avukat, sâhibi
aleyhinde, mahkemede
konuşabilir, başka yerde
konuşamaz. Konuşursa
dinlenmez ve vekîllikden
çıkar. Aleyhe hiç
konuşmamak üzere, avukat
tutulabilir. Konuşursa
azl olur.
Avukat, mal almağa vekîl
değildir. Mal almağa
vekîl olan da, sâhibine
avukatlık yapamaz.
Sâhibi, başkasının hakkı
karışan vekîlini azl
edemez. Başkasının hakkı
karışmadı ise azl
edebilir. Bu takdîrde
vekîl de kendini azl
edebilir. Azl olunan
vekîlin azl haberini
alıncıya kadar yapdığı
işler, câiz olur. Kendi
kendini azl eden vekîl,
sâhibine bildirinciye
kadar iş yapar.
Alacaklı, borclunun
bildiği vekîlini,
borclunun haberi olmadan
azl edemez.
Vekîlin işi bitince,
vekîllik de biter.
Sâhibin ölümü ile de,
vekîllik biter ise de
başkasının hakkı
karışmış ise bitmez.
Vekîlin ölmesi ile de,
vekîllik biterek,
vârisleri vekîl olamaz.
Herşeye
vekîlimsin denilen
(Umûmî vekîl), talâk,
hediyye, sadaka ve
vakfdan başka herşeyi,
sâhibi adına yapabilir.
Birinden ödünc istemek
için başkasını vekîl
yapmak bâtıldır. Bunun
için haberci göndermek
sahîhdir. Ödünc
istenilen malı almak
için vekîl yapmak
câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de
diyor ki, (Zevcesini,
sefer uzaklığında
bulunan babasının [veyâ
mahreminin] yanından
alıp getirmek için,
zevcin kendi kardeşini
veyâ yabancı bir erkeği
vekîl etmesi câizdir.
Onlar, zevcenin bu vekîl
ile gitmesine mâni’
olamaz. Mâni’ olmaları
günâhdır). Kırküçüncü
sahîfesinde diyor ki:
Kıtlık zemânında, bir
kadın, bir bileyziğini
zevcine verip, bunu sat!
Parası ile bize nafaka
al! Sonra, aynı değerde
bir bileyzik bana
verirsin diyor. Sonra
bileyziğin değerinde
uyuşamıyorlar. Zevcin
yemîn ederek söylediğine
inanılır. Çünki, satmak
için, zevcesinin vekîli
olmuşdur. Satış
vekîlinden bileyziğin
benzerini geri istemesi
sahîh değildir. Sat
demeseydi, ödünc olurdu.
O zemân, kıymeti kadar
istemesi fâsid olurdu).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de
diyor ki, (Vekîlin,
vekîl olmağı kabûl
etmesi şart değildir.
Red etmezse, kabûl
etdiği anlaşılır. Dâr-ül-harbde
bulunan mürted, Dâr-ül-islâmda
bulunan malını satmak
için birini vekîl etse,
câiz olmaz. Çünki,
mürted Dâr-ül-harbe [ya’nî,
İtalya, Fransa gibi
hıristiyan memleketine]
gidince, malları
mülkünden çıkar. Dâr-ül-islâmda
bulunan müslimânın Dâr-ül-harbde
bulunan kâfiri vekîl
etmesi bâtıldır. Dâr-ül-harbde
bulunan kâfirin Dâr-ül-islâmdaki
müslimânı vekîl etmesi
de bâtıldır. Dâr-ül-harbdeki
kâfir, Dâr-ül-islâmdaki
alacağını almak için,
Dâr-ül-harbde bulunan
bir müslimânı veyâ
zimmîyi veyâ harbîyi,
iki müslimân şâhid
yanında vekîl etse, câiz
olur. Bu işi alışveriş
için yapması da câiz
olur. Müslimân ve zimmî,
Dâr-ül-islâmda bulunan
harbîyi vekîl etseler
câiz olur. Dâr-ül-harbe
giderse, vekîl olması
biter. Mürtedi de vekîl
etmeleri böyledir.
Alışverişde, kirâya
vermekde, nikâhda,
talâkda, hul’da,
uyuşmak, anlaşmakda,
borc ödemekde ve rehnde
vekîl tutmak câizdir.
Herkes için mubâh olan
odun kesmekde, ot
toplamakda, yerden
ma’den, petrol
çıkarmakda câiz
değildir. Ya’nî ele
geçenler vekîlin olur.
Hediyye, vedî’a, âriyet,
ödünc ve rehn vermeğe
vekîl olanın bunları
geri almağa hakkı yokdur.
Mutlak olan, ya’nî
(İstediğini yap!)
denilen vekîl başkasını
da vekîl yapabilir. Bu
yenisi, vekâlet
sâhibinin vekîli olur.
İkinci vekîl, bir üçüncü
vekîl yapamaz. [İbni
Âbidîn diyor ki, (Vekîl,
sâhibinin izni ile,
başkasını vekîl
yapabilir. Kurban satın
almağa vekîl olan,
başkasını, bu da
başkasını vekîl edip,
sonuncu vekîl satın
alsa, sâhibi izn verirse
câiz olur. Zekât vermek
vekîli, izne bağlı
olmaksızın başkasını, bu
da diğerini vekîl
yapabilir. Sonuncu
vekîlin vermesi câiz
olur).] Vekîli zemân ve
mekân ile sınırlamak
câizdir. Müşterî,
haberci olduğunu söyler,
bâyı’ ise vekîlsin
diyerek semeni isterse,
müşterîye inanılır.
Bâyı’ın sözünü isbât
etmesi lâzım olur.
Satmak için vekîl olan,
kendisi için satın
alamaz. Çünki, bir kimse
hem alıcı, hem satıcı
olamaz. Selem satışında
bâyı’ vekîl tutamaz.
Haberci ile sarf satışı
yapılmaz, vekîl ile
yapılır. Mu’ayyen bin
lira ile birşey satın
almak için vekîl edip,
vekîl bu bin lirayı
almadan önce başka bin
lirasını alıp, o şeyi
satın alsa câiz olur. O
bin lirayı teslîm
aldıkdan sonra başka bin
lirası ile satın alsa
câiz olmaz. İki kimse
birisine para verip
birşey satın alması için
vekîl etseler, paraları
birbiri ile karışdırırsa,
vekîlliği kalmaz.
[Aldığı şeyler kendinin
olur. Paralarını geri
vermesi lâzım olur.]
Hediyye ve sadaka veren
ve alan, vekîl ta’yîn
edebilirler. Şerâb veyâ
hınzır hediyyeleşen iki
zimmîye müslimânların
vekîl olması câizdir.
Sendeki alacağımdan on
altını benim için sadaka
ver yâhud yemîn
keffâretimi yap yâhud
zekâtımı ver diyerek
fakîri vekîl etmek
sahîhdir. Bir zengin,
bir fakîre, filâncada
alacağım olan elli
dirhemi, zekâtım olarak
ondan al dese, fakîr de,
o değerde altın alsa
câiz olmaz. Falancadaki
alacağımı sana hediyye
etdim, ondan al dese,
gümüş yerine altın alsa,
câiz olur. Borclunun
vekîli, borcu ödeyince,
borcludan ister. Yemîn
keffâreti veyâ zekât
vermek için vekîl olan,
verince, emr edenden
istiyebilmesi için, emr
verilirken, sonra sana
öderim denilmesi
lâzımdır. Filâna benim
tarafımdan on altın ver
dese, yâhud benim
tarafımdan demeyip, ona
olan borcumu dese, sonra
vekîle ödemesi lâzım
olur. Mâlımın zekâtı
olarak veyâ sadakam
olarak veyâ filâna
hediyyem olarak ver
dese, sonra öderim
demezse, vekîl verdiğini
âmirden istiyemez. Vekîl
öderken Beyyine [ya’nî
iki şâhid] bulunmazsa
veyâ makbûz almazsa,
mes’ûl olmaz. Emr
verilirken, bunlar
istenildi ise, mes’ûl
olur. Falana olan
borcumu ver diyerek
vekîl etdikden sonra,
alacaklı mürted olsa ve
ölse, vekîl borclunun
parasını öder. Çünki
mürtede vermesi câiz
değildir. Borcumu öde
diyerek vekîline on
altın verse, vekîl bunu
vermeyip kendi
parasından verse veyâ
alacaklıya on altınlık
mal satsa, yâhud ondan
alacağı on altın ile
takas etse [ödeşse] câiz
olur. Ya’nî borclunun
borcu ödenmiş olur. Dâr-ül-harbde
harbînin vekîli olsa,
biri veyâ ikisi müslimân
olunca, vekâlet bâtıl
olur. Sadaka için
verilen parayı kendi
ihtiyâcına sarf edip,
sonra kendi parasından o
kadar sadaka verse, câiz
olmaz. Sarf etdiğini
geri verir. Aldığı para
yanında iken, kendi
malından verirse câiz
olur. Sendeki buğdayımı
falana sadaka ver dese,
falan da vekîle buğdayı
sat parasını bana ver
dese, buğday sâhibinin
izni olmadan satamaz.
Çünki, sadaka kabz
edilmedikce mülk olmaz.
Falandaki alacağımı alıp
sadaka ver dese, vekîl
de önce kendi malından
sadaka verip, sonra
borcludan alması câiz
olur). (Fetâvâ-yı
Kâdîhân)da diyor ki,
(Birisine, herşeyde
vekîlimsin dese, yalnız
malını korumak için
vekîl etmiş olur. Her
şeyde vekîlimsin, emrin
câizdir dese, bey’ ve
şirâ ve hibe, ya’nî
hediyye etmek ve sadaka
gibi bütün alış verişde
vekîl yapmış olur).
İbni
Âbidîn (Hibe)yi
anlatırken diyor ki,
(Hibe, ya’nî teberru’ ve
hediyye, karşılık
beklemeden, ayn olan
malını, zengine
vermekdir. Menfe’at
hediyye edilmez. İ’âre
edilir. Deyn, ya’nî
alacak, ancak borcluya
veyâ bundan almasını emr
etmek şartı ile,
başkalarına hediyye
edilebilir. Verdiği
malın, kendi malı ile
meşgûl olmaması ve
hisse-i şâyı’alı
olmıyacak sûretde ayrı
olarak kabz olunması
lâzımdır. Kurban
maddesine bakınız!
Verenin, hediyye etdim,
hibe etdim gibi âdet
olan sözü söylemesi,
alanın kabûl etdim
demesi veyâ kabz etmesi
ile temâm olur. Kabz
edince, mülkü olur.
Tabağı, hayvanı, evi
hediyye ve teslîm edip
de, yemeğini, semerini,
evdeki eşyâyı hediyye
etmez ise, câiz olmaz.
Bunların aksi câiz olur.
Çünki, yemek, semer ve
eşyâ, verenin mülkü ile
meşgûl değil,
şâgildirler. Kısaca,
şâgil hediyye edilir.
Meşgûl hediyye edilmez.
Yalnız, tarladaki ekin,
ağaç şâgil oldukları
hâlde, hibe edilemezler.
Sadakanın ve rehnin kabz
edilmeleri de böyledir.
İki kimse, ortak
oldukları bir evi birine
hediyye etseler, câiz
olur. Bir kimse, evini
iki kişiye hediyye etse,
câiz olmaz. Çünki,
taksîmi mümkin olan
şeyi, hisse-i şâyı’alı
olarak vermek câiz
değildir. On lirayı iki
fakîre sadaka veyâ
hediyye etmek câiz olur.
Çünki, fakîre hediyye
olarak verilen şey
sadaka olur. Ya’nî,
sadaka ahkâmına uymak
lâzım olur. Sadakanın
hisse-i şâyı’alı
verilmesi câizdir ve
sadakayı geri almak câiz
değildir. On lirayı iki
zengine sadaka veyâ
hediyye etmek câiz
değildir. Çünki zengine
sadaka diyerek verilen
şey hediyye olur ve
hediyye ahkâmına uymak
lâzım olur. Şüyû’
olmaması için, on lirayı
ikiye ayırıp, herbirine
beşer lira vermek
lâzımdır. Hediyye
verirken belli olmıyan
birşey karşılık isterse,
bu şart bâtıl olur.
Belli birşey isterse,
ikisinin de birlikde
kabz etmesi lâzım olur.
Kabzdan evvel hibe
ahkâmı, kabzdan sonra
bey’ ahkâmı cârî olur.
Bunun için, kabzdan
sonra, yalnız birisi
vazgeçemez. Birisi kabz
etmezse, herbiri
vazgeçebilir).
(İhtiyâr)da
diyor ki, (Ömrî)
denilen hibe câizdir.
Ya’nî, ömrün boyunca
evim senin olsun
deyince, öldükden sonra
ev, sâhibine, sâhibi
ölmüş ise, vârislerine
geri verilir. (Rukbî)
denilen hibe,
tarafeyne göre bâtıldır.
Ya’nî, sen ölürsen benim
olsun. Ben ölürsem senin
olsun diyerek evini
birisine vermek
bâtıldır. Herbiri,
ötekinin ölümünü
terakkub etdiği,
beklediği için, rukbî
denilmişdir. Mülk
edinmeği hatara, zarara
ta’lîk etmek sahîh
değildir. Bir kimseye
giyecek gönderilse,
hediyye olur. Kabz
edince mülkü olur.
Başkalarına verebilir.
Bir kimseyi yemeğe
çağırınca, önüne konan
şey, hediyye edilmiş
olmaz, (ibâha), yimesine
izn vermek olur. Ancak
yidiği mülkü olur. Ondan
izn almadan, başkalarına
veremez.
(Fetâvâ-yı Bezzâziyye)de
diyor ki, (Bunu sana
hediyye etdim dese, o da
kabûl etdim demeyip onun
yanında alsa, yâhud
almayıp, kabûl etdim
dese sahîh olur.
Falancadaki alacağımı
sana hediyye etdim,
ondan al derse câiz
olur. Sana zekât verdim.
Ondan al dese, câiz
olmaz. Çünki zekât ayn
olan maldan verilir.
[Bunun için, zekât
olarak kâğıd para vermek
câiz olmaz. Çünki kâğıd
paralar ayn olan mal
değildir. Değerleri
kadar mal ile
değişdirilecek
senedlerdir. Kâğıd
paraların zekâtları
altın verilir.] Sana
borcum olan mehrini bana
hediyye etmezsen,
babanın evine hiç
gidemezsin dese, zevcesi
de hediyye etse, sahîh
olmaz. Çünki kerhen, zor
ile hediyye vermek sahîh
olmaz. Mehri zevcine
hediyye etmeği şarta
bağlamak, meselâ şu işi
yaparsan mehrim sana
halâl olsun demek sahîh
değildir. (Fetâvâ-yı
Feyziyye)de diyor
ki, (Eğer diyerek şarta
bağlanan hibe, bâtıl
olur. Üzere diyerek
şarta bağlanan hibe
sahîh olup, şartı
mülâyım ise sahîh,
muhâlif ise bâtıl olur.
Bir işi yapmasını şart
ederse, hibe olmaz. Onu
ecîr yapmış olur). Küçük
çocuğa verilen hediyyeyi
babası kabz eder. Babası
yok ise, babanın vasîsi,
o da yoksa, dedesi kabûl
eder. Dedesi de yoksa,
dedesinin vasıyyet
etdiği kabûl eder. Bu
dördünden biri varken,
çocuğa bakan akrabâsı
bile alamaz. Bu
dördünden biri yoksa,
çocuğa evinde bakan
kabûl eder. Aklı başında
çocuğun kendisi kabûl
edebilir. Sâlih olan
oğlan ve kızlarına
hediyyeyi, müsâvî
mikdârda vermek efdaldir.
Ölüm hastası olmıyanın
malının hepsini oğluna
hediyye etmek câiz olur
ise de günâhdır. Çocuğun
mülkü olur ise de babaya
günâh olur [Hindiyye].
Reşîd ve sâlih veyâ ilm
tahsîlinde olan
çocuklarına dahâ çok
vermek câizdir.
Salâhları müsâvî ise,
müsâvî dağıtmalıdır.
Çocukları fâsık olanın
mîrâs bırakmayıp,
sâlihlere, hayrâta
vermesi efdaldir. Çünki,
günâha yardım etmemiş
olur. [Üçüncü kısmda,
yedinci maddeye
bakınız!] Fâsık çocuğa
nafakadan fazla yardım
yapmamalıdır. Çocuğa
gelen hediyyeden ananın
babanın yimesi câizdir.
Çocuğun yapdığı
iyiliklerin sevâbı
kendisinedir. Anasına
babasına, öğretmek ve
yapdırmak sevâb olur.
Satılan malı teslîm
etmek, hediyye olunanın
ise kabz olunması da
lâzımdır).
Ey nazlı yavrum, unutmam
seni,
aylar, günler değil,
geçse de yıllar!
Yakdı, mahv eyledi,
ayrılık beni,
çıkar mı gönülden, o
tatlı diller?
Kıyamaz iken hiç, öpmeğe
tenin,
şimdi ne hâldedir, nâzik
bedenin?
Andıkca her zemân, gonca
dihenin,
yansın âhım ile, kül
olsun güller!
Tegayyürler gelip, güzel
cismine,
döküldü mü, siyâh kaşlar
yüzüne?
Sırma saçlar, dağıldı mı
üstüne,
sarardı mı, kokladığım
sünbüller?
Temiz rûhun, Cennetine
uçdu mu?
gül yanağın, tatlı yüzün
soldu mu?
Çürüyüp de, şimdi toprak
oldu mu,
öpüp kokladığım, o pamuk
eller. |