| 
 
49 
-  
İRÂDE-İ CÜZ’İYYE 
2 - DÜNYÂ ve 
ÂHIRET: 
Günün birinde iki ellerimiz yanımıza gelecek ve dünyâdaki hayâtımız sona 
erecekdir. Bu dehşetli bir hakîkatdir. Bu hakîkat karşısında, hayât nedir? Ölüm 
nedir? diye düşünmeyen bir insan olmaması lâzımdır. O hâlde, hayâtın ne 
olduğunu, dünyâya niçin geldiğimizi, ölümün ötesi ne olduğunu bilmek ve 
öğrenmek, insan olmanın ilk şartıdır. Hayâta niçin geldiğimizi, hayâtın 
sâhibinden dahâ iyi bilen olur mu? Her şeyin olduğu gibi, hayâtımızın sâhibi de, 
Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîminde, (Ben insânları, 
büyüklüğümü onlara tanıtmak ve bana ibâdet etmeleri için yaratdım!) 
buyuruyor. Bu büyük hakîkati, yaşadığımız bu zemândaki insanların kaçda kaçı 
biliyor ve ona göre hareket ediyor? İnsanların büyük çoğunluğunun, bu hakîkati 
bilmediklerini, bilenlerin de, bu hakîkate göz yumduklarını veyâ ehemmiyyet 
vermediklerini görüyoruz. İşte felâket de, bu noktadan başlıyor. Bu hakîkati 
bilmemek veyâ bildiği halde, ona göre davranmamak, hele bu hakîkate inanmamak, 
bir insan için, (bilhassa bir müslimân için) tasavvur edebileceğimiz en büyük 
bahtsızlık, en büyük fâcia, en büyük felâketdir. Çünki, Allahü teâlâ, kendi 
emrlerine inanmıyanları ebediyyen, inanıp da emrlerini yapmıyanları, irâde 
etdiği kadar Cehennem ateşinde yakacağını kitâb-ı kadîminde, bizlere bildiriyor. 
Allahü teâlâ, insanlar gibi yalan söylemez. Emrlerini mühimsemeyenleri mutlak 
cezâlandırır. Allahü teâlânın cezâsı çok ağırdır. Kendini bu cezâdan 
koruyamıyanlara yazıkdır. Dünyâdaki kısa hayâtımız için sonsuz âhıret hayâtımızı 
Cehennem içinde geçirmek, aklı başında bir insanın işi midir? 
                                                |