47
-
TEVEKKÜL
İmâm-ı
Muhammed Gazâlînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, fârisî (Kimyâ-i se’âdet)
kitâbının [1281] senesinde Hindistân baskısı, beşyüzsekizinci sahîfesinde,
dördüncü rükn, sekizinci aslı, aynen terceme edilerek aşağıya yazıldı:
Cenâb-ı Hakka
yaklaşanların geçdiği makâmlardan biri de, tevekküldür ve derecesi çok
yüksekdir. Fekat, tevekkülü öğrenmek güc ve incedir. Yapması ise, dahâ gücdür.
Çünki bir kimse, hareketlerde, işlerde, Allahü teâlâdan başkasının te’sîr
etdiğini düşünse, bu kimsenin tevhîdi, noksân olur. Eğer, hiçbir sebeb lâzım
değildir dese, islâmiyyetden ayrılmış olur. Eğer sebebleri araya koymak lâzım
değildir derse, akla uymamış olur. Lâzımdır derse, sebebleri hâzırlıyana
tevekkül etmiş olur ki, bu da tevhîdde noksânlık olur. Görülüyor ki, tevekkülü,
hem akla, hem islâmiyyete, hem de tevhîde uyacak şeklde anlamak lâzımdır. Böyle
anlıyabilmek için, derin bilgi ister. O hâlde, herkes anlıyamaz. Biz, önce,
tevekkülün kıymetini, sonra ne demek olduğunu, dahâ sonra, nasıl elde
edileceğini bildireceğiz:
Tevekkülün
fazîleti: Allahü teâlâ, herkese, tevekkülü emr eylemişdir. (Tevekkül îmânın
şartıdır) meâlindeki âyet-i kerîme, bu emrlerden biridir. Sûre-i Mâidede,
(Eğer îmânınız varsa, Allahü teâlâya tevekkül ediniz!), sûre-i İmrânda,
(Allahü teâlâ, tevekkül edenleri elbette sever), sûre-i Talâkda, (Bir
kimse, Allahü teâlâya tevekkül ederse, Allahü teâlâ, ona kâfîdir), sûre-i
Zümerde, (Allahü teâlâ, kuluna kâfî değil midir?) meâllerinde dahâ nice
âyet-i kerîme vardır.
Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Ümmetimden bir kısmını, bana
gösterdiler. Dağları, sahrâları doldurmuşlardı. Böyle çok olduklarına şaşdım ve
sevindim. Sevindin mi, dediler, evet dedim. Bunlardan ancak yetmişbin adedi
hesâbsız Cennete girer dediler. Bunlar hangileridir diye sordum. İşlerine sihr,
büyü, dağlamak, fal karışdırmayıp, Allahü teâlâdan başkasına, tevekkül ve
i’timâd etmiyenlerdir buyuruldu). Dinliyenler arasında Ukâşe “radıyallahü
anh”, ayağa kalkıp, (Yâ Resûlallah! Düâ buyur da, onlardan olayım) deyince,
(Yâ Rabbî! Bunu onlardan eyle!) buyurdu. Biri kalkıp, aynı düâyı isteyince,
(Ukâşe senden çabuk davrandı) buyurdu.
Bir hadîs-i
şerîfde, (Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği
gibi, size de gönderirdi. Kuşlar, sabâh mi’deleri boş, aç gider. Akşam mi’deleri
dolmuş, doymuş olarak döner) buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse,
Allahü teâlâya sığınırsa, Allahü teâlâ, onun her işine yetişir. Hiç ummadığı
yerden, ona rızk verir. Her kim, dünyâya güvenirse, onu dünyâda bırakır)
buyurdu. İbrâhîm aleyhisselâmı mancınığa koyup, ateşe atarlarken (Hasbiyallah
ve ni’melvekîl), ya’nî (Bana Allahım yetişir. O iyi vekîl, yardımcıdır)
dedi. Ateşe düşerken, Cebrâîl “aleyhisselâm” gelip, (Bir dileğin var mı?)
dedikde, (Var, amma sana değil) dedi. Böylece (Hasbiyallah) sözünün eri olduğunu
gösterdi. Bunun için Vennecmi sûresinde, (Sözünün eri olan İbrâhîm)
meâlindeki âyet-i kerîme ile medh buyuruldu. Allahü teâlâ, Dâvüd aleyhisselâma,
(Bir kimse, herşeyden ümmîd kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde
bulunanların hepsi, ona zarar yapmağa, aldatmağa uğraşsalar, onu elbette
kurtarırım) meâlindeki âyet-i kerîme ile vahy gönderdi. Sa’îd bin Cübeyr
diyor ki, elimi akreb sokmuşdu. Annem, elini uzat da, efsûn etsinler, ya’nî
uydurma şeyler okusunlar diye and verdi. Diğer elimi uzatdım, efsûn okudular.
Sa’îd elini okutmadı. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Efsûn
yapan ve ateş ile dağlıyan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmemiş olur)
buyurdu. İbrâhîm-i Edhem “kuddise sirruh”, bir papasa sordu ki, (Nerden
geçiniyorsun?). (Nerden gönderdiğini, rızkımı verene sor, ben bilmem!) dedi.
Birine sordular ki, (Hergün ibâdet ediyorsun. Ne yiyip, ne içiyorsun?). Cevâb
olarak, dişlerini gösterdi. Ya’nî, (Değirmeni yapan, suyunu gönderir) demek
istedi. Herem bin Hayyân, Üveys Karnîye [Veyselkaranî de denilir] sorup, (Nerede
yerleşeyim?) dedikde, (Şâmda) buyurdu. (Acabâ Şâmda geçim nasıldır?) deyince,
Üveys, (Rızklarından şübhe eden kalblere yazıklar olsun! Bunlara, nasîhat fâide
etmez!) buyurdu.
Tevekkül,
kalbin yapacağı bir işdir ve îmândan meydâna gelir. Îmânın çeşidleri vardır.
Fekat tevekkül, bunlardan ikisine dayanmakdadır. Bunlar, tevhîdde îmân ve lutf
ve merhamet-i ilâhînin çokluğuna îmândır.
|