| 
 
39 - İSLÂMİYYET VE KADIN 
İslâm dîni, 
kadını en yüksek dereceye çıkarmışdır. İslâmiyyetin kadına verdiği kıymeti 
hiçbir din, hiçbir düşünce vermemişdir. Komünistler, kadının erkeğe eşit 
olduğunu söylüyor. Kadın, erkeğin bütün haklarına mâlikdir diyor. Bunun için, 
kadına erkek işlerini yapdırıyorlar. Kadınları demir fabrikalarında, ma’den 
kuyularında, taş ocaklarında, Sibiryanın soğuk ormanlarında, demir yollarında, 
beton dökmekde, toprak kazmakda insâfsızca ve buğaz tokluğuna, zorla 
çalışdırıyorlar. İslâm kadınına, erkek akrabâsından, fıtra verecek kadar zengin 
olanlardan, en yakın bulunanı, bakmağa mecbûrdur. Yakın akrabâsı yoksa veyâ 
fakîr iseler, (Beyt-ül-mâl) ya’nî devlet her dürlü ihtiyâclarını vermeğe 
me’mûrdur. Evli kadına, zevci her şeyi getirmeğe ve ayrı bir ev tutmağa 
mecbûrdur. Kızın, babası evinde, hernesi varsa, hattâ kaç hizmetcisi varsa, 
kocasının, bunları alması lâzımdır. Şâfi’î mezhebinde tütün parasını vermesi 
bile lâzımdır. Hanefî mezhebinde, kahve ve tütün parası vermek lâzım olmadığı 
(Redd-ül-muhtâr)da yazılıdır. Zevci, kadına bakamıyacak kadar fakîr ise veyâ 
zengin olduğu hâlde, ihtiyâclarını almıyorsa, piyasa kıymetine göre kadının 
ihtiyâcını mahkeme ta’yîn ederek, yakın akrabânın bu parayı kadına borc 
vermesini emr eder. Erkeğin satılacak malı yoksa, çalışdırarak bu borcları 
erkeğe ödetir. Çalışmazsa habs eder. O hâlde, islâm kızı, islâm kadını geçim 
derdinden, düşüncesinden mu’afdır. O, çalışarak, didinerek para kazanmağa mecbûr 
değildir. Herşey onun ayağına gelecekdir. Dîn-i islâm, ona bu kıymeti vermişdir. 
Fekat, kadının, islâmiyyeti, dînini, îmânını, farzları, ibâdetleri, harâmları 
öğrenmesi farzdır. Babasının veyâ zevcinin, ona bu ilmleri öğretmesi lâzımdır. 
Öğretmezlerse, büyük günâha girerler. Kadının gidip dışardan öğrenmesi lâzım 
olur. Kadın, erkekden iznsiz hiçbir yere gidemez iken, bu ilmleri öğrenmek için 
gidebilir. İslâmiyyetin ilme ne kadar kıymet ve ehemmiyyet verdiği buradan da 
anlaşılmakdadır. Müslimân kadını ticâret, fen, san’at ve zirâ’at ile uğraşmağa 
mecbûr değil ise de, bunlarla meşgûl olması, para kazanması, yasak ve günâh 
değildir. Yalnız, bunlarla meşgûl olurken ve ilm öğrenirken, erkekler arasına 
girmemesi, onlara açık görünmemesi, harâmdan sakınması lâzımdır. Çünki, müslimân 
kadının başı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkması, erkeklere 
göstermesi harâmdır, günâhdır. Ehemmiyyet vermezse, aldırış etmezse îmânı gider, 
kâfir olur. Cehennem ateşinde sonsuz olarak yakılacağı bildirilmişdir. Sûre-i 
nisâ otuzbirinci âyet-i kerîmede, kadınların kesb edeceği kazanclarından nasîb 
alacaklarını, Allahü teâlâ bildirmekdedir. Hadîce-tül-kübrâ “radıyallahü anhâ”, 
islâmiyyetden evvel ve sonra, ticâretle meşgûl oluyordu, kâtibleri, me’mûrları, 
hizmetcileri çokdu. Hattâ bir kerre, Muhammed aleyhisselâmı ticâret kâfilesine 
reîs ta’yîn etmişdi. Kadının yapacağı günâhlardan, ona izn veren erkekleri de 
cezâ görecekdir. Hâlbuki, erkeğin günâhları, kadına zarar vermemekdedir. 
İslâmiyyetde, kadın, harbe de gitmez. Dünyâda râhat ve mes’ûd olduğu gibi, onun 
Cennete gitmesi de çok kolaydır. (Tenbîh-ul-gâfilîn)de yazılı hadîs-i 
şerîfde, (Dört şeyi yapan, ya’nî kocasına hıyânet etmiyen, beş vakt nemâz 
kılan, Ramezân-ı şerîfde oruc tutan ve [onsekiz erkekden] başkasına, 
[başı, saçı, kolları, bacakları] açık olarak görünmiyen kadın Cennete 
gidecekdir) buyuruldu. Çünki, doğru kılınan nemâz, insanı günâh işlemekden 
korur ve İslâmın şartlarını yerine getirmek sevgisini hâsıl eder. Onsekiz mahrem 
erkeğin kimler oldukları, ikinci kısm, otuzdördüncü maddede yazılıdır. (Tenbîh-ul-gâfilîn)de 
ve (Şir’a) şerhinde yazılı hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz “sallallahü 
teâlâ aleyhi ve sellem”, (Bir kadın, beş vakt nemâzını kılar, Ramezân ayında 
oruc tutar, nâmûsunu korur ve zevcine itâ’at ederse, dilediği kapıdan Cennete 
girer) buyurdu. Ebû Mutî’ Belhînin, (Lü’lü’iyyat) kitâbından alarak
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Beş şeyi yapan kadın 
Cehennemden kurtulur: Beş vakt nemâzını kılar, Ramezân ayında orucunu tutar, 
zevcini, anasını babasını üzmez, yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere 
göstermez, dünyâ sıkıntılarına sabr eder) buyuruldu. 
Peygamber 
efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” hicretin onuncu yılı, son haccının 
hutbesindeki sözlerinden, son nasîhatlarından biri, (Kadınlarınıza eziyyet 
etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz, 
iyilik ediniz!) olmuşdur. İslâmiyyetde evlenmek, bir kızı mes’ûd etmek, 
ibâdetdir ve bütün nâfile ibâdetlerden dahâ sevâbdır. 
İslâmiyyetde 
dört kadına kadar almağa emr olunmamış, ancak izn verilmişdir. Ya’nî mubâhdır. 
Bunun da şartları vardır. Bu şartları taşımayan erkeğin, birden fazla evlenmesi 
günâhdır. Birinci şart, zevcelerinden herbirini mes’ûd etdirecek kadar zengin 
olmakdır. Diğer şartları, fıkh kitâblarında yazılıdır. 
(Ni’met-i 
islâm)da 
diyor ki, (Dörde kadar evlenmek, erkekler için kolaylık olduğu gibi, kadınlar 
için de, adedleri çok olduğundan kolaylıkdır. İslâmiyyetden önce, bir erkek 
dilediği kadar kadınla evlenirdi. İslâmiyyet bu sayıyı dörde indirmişdir. Birden 
fazla evlenmek vâcib olmadığı gibi, mendûb da değildir. Birden fazla 
evlenmemenin dahâ iyi olduğu bildirilmişdir). Hükûmet, mubâh olan birşeyi emr 
veyâ yasak ederse, buna uymak câiz olur. (Berîka)nın doksanbirinci 
sahîfesinde diyor ki, (Hükûmetin islâmiyyete uygun emrlerini yapmak vâcibdir. 
İslâmiyyete uymıyan emrlerine ısyân etmek, fitneye, anarşiye sebeb olmak büyük 
günâhdır. Büyük zarardan kurtulmak için, küçük zararı yapmak lâzım olur. 
Fâidesini düşünerek hükûmetin emr etdiği her mubâhı yapmak millete vâcib olur). 
Dokuzyüzyirmisekizinci sahîfede diyor ki, (Zâlim olan hükûmete karşı da ısyân 
etmek câiz değildir). (Hadîka)da, 143. cü sahîfede diyor ki, (Zâlim 
hükûmet mubâh işlemeği yasak ederse, buna itâ’at vâcib olur. Kendini tehlükeye 
atması câiz olmaz). İbni Âbidîn, kâdîlığı anlatırken diyor ki, (Kâfir 
memleketlerinde kâfir kanûnlarına itâ’at etmek zarûreti olduğundan, sulh ve 
hud’a yapılmış olur. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak da câiz 
değildir). Yaradılışda, kadınlar, erkeklerden çok olduğu gibi, harblerde, 
kazâlarda erkeklerin ölmesi, kadınların ölümünden dahâ çokdur, ya’nî erkek 
adedi, kadından azdır. İslâmiyyetin dörde kadar izn vermesi, kızların kocasız 
kalmaması, metres hayâtına, umûmî evlere düşmemesi ve şereflerini, nâmûslarını, 
se’âdetlerini te’mînat altına almak gâyesi iledir. Hıristiyanlıkda erkeğin bir 
kadından fazla alması yasak olduğu için, erkekler, metres hayâtı yaşıyor. Komşu, 
ahbâb kızlarını, talebelerini, işçileri igfâl ediyorlar. Birçok kadınla gizli 
evlilik bağı kuruyorlar. Bir yandan kadınlar, kızlar fuhşa, felâkete 
sürükleniyor, istikbâlleri mahv oluyor, bir yandan da, babası belirsiz 
milyonlarca çocuk, ya çöplüklere bırakılıyor. Yâhud, anasız, babasız, terbiyesiz 
yetişerek cem’ıyyete yük ve belâ oluyorlar. İslâmiyyetde zenginler dörde kadar 
evlenip, çocuklar, analı, babalı, terbiyeli yetişir. Evler, âile yuvaları 
çoğalır. Cem’ıyyet hayâtı kuvvetli ve düzenli olur. Çok evlenmek isteyenler de, 
zengin olmak için çalışır. İş hayâtı genişler. Ticâret, teknik ilerler. 
Erkeğin kadına 
karşı olan vazîfelerini (Mürşid-ül-müteehhilîn) kitâbı uzun yazmakdadır.
(Ma’rifetnâme) kitâbında olanı aynen aşağıda bildiriyoruz: 
Ey azîz! 
Erkeğin zevcesi ile görüşmesinde, otuz şeyi yapması lâzımdır: 
1 - Ona karşı 
her zemân, güzel huylu olmalıdır. [Allahü teâlâ iyi huylu olanları sever. 
Huysuzları sevmez. Bir insanı incitmek harâmdır. İşkence yapanın evlenmesi 
harâmdır.] 
2 - Ona karşı 
her zemân, yumuşak davranmalıdır. 
Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, 
(Müslimânların en iyisi, en fâidelisi, zevcesine 
karşı iyi ve fâideli olandır). 
3 - Eve gelince 
zevceye selâm vermeli, [ya’nî selâmün aleyküm demeli] ve nasılsın? diye hâtırını 
sormalıdır. 
4 - Onu tenhâda 
neş’eli görünce saçlarını tutup, okşamalı, gülerek, bûs etmeli ve sarılmalıdır. 
5 - Tenhâda 
üzüntülü görünce, onu çok sevdiğini, acıdığını söyleyip hâlini sormalı, tatlı 
şeyler söylemelidir. 
6 - 
Yapamıyacağı şeyleri bile söz vererek gönlünü almalıdır. Çünki o, evinde kapalı, 
başkalarından ümmîdsiz ve yalnız kendisine alışmış olan dostu, dert ortağı, 
ekmek vericisi, kendini neş’elendiricisi, çocuklarını yetişdiricisi ve 
ihtiyâclarını gidericisidir. 
7 - Çocukları 
terbiyede, ona yardım etmelidir. Çünki, bebek, anasına, gece gündüz ağlayıp, hiç 
râhat vermez. Onu insâfsızca üzen bir alacaklıdır. O hâlde, ona imdâd edene, 
Allahü teâlâ yardım eder. 
8 - Zevcesine, 
memleketde âdet olan elbisenin, çamaşırın en kıymetlisini giydirmelidir. Ev 
içinde, her istediği, güzel şeyleri giydirmelidir. Sokağa çıkarken, bunları da 
örtmeli, yabancıya göstermemelidir. 
9 - İyi şeyler 
yidirmelidir. Zengin ise, halâl olan herşeyi almalıdır. Ona geniş, kullanışlı, 
sıhhî ve islâm hanımına yakışan elbise ve nefîs ta’âm te’mîn etmeği, kendine 
borc bilmelidir. [İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i se’âdet)in 
yüzkırkbirinci sahîfesinde diyor ki, (Zevcenin nafakasını sıkmamalı, isrâf da 
etmemelidir. Âilenin nafakasına verilen paranın sevâbı, sadaka sevâbından dahâ 
çokdur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Gazâ için 
sarf edilen, köle âzâd etmek için, fakîre sadaka vermek için ve evindekilerin 
nafakası için sarf edilen altınların en üstünü ve sevâbı çok olanı, evin 
nafakasına verilen altının sevâbıdır.) İbnî Sîrîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” 
buyuruyor ki, (Hiç olmazsa haftada bir kerre tatlı yidirmelidir.) Nafaka 
te’mininden âciz olanın evlenmesi harâmdır. Yemeği yalnız yimemelidir. Çoluk 
çocukla yimek sevâbdır. En mühim şey, nafakayı halâlden kazanıp, halâlden 
yidirmekdir).] 
10 - Zevcesini 
döğmemelidir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzseksensekizinci sahîfedeki 
suçlardan birini işlerse, onu ta’zîr etmesi, edeblendirmesi câiz olur ise de, 
yine vâcib olmaz. 
[Ba’zı 
kimseler, Nisâ sûresi otuzüçüncü âyetinde, kadınların döğülmesi emr olunuyor 
diyorlar. Hâlbuki, bu âyet-i kerîmede meâlen, (Erkekler, kadınlar üzerine 
hâkimdirler. Çünki, Allahü teâlâ, ba’zı kullarını ba’zısından üstün yaratmışdır. 
Hem de, erkekler, kendi mallarını, onlar için harc ederler. Kadınların iyileri, 
Allahü teâlâya itâ’at eder ve zevclerinin haklarını gözetirler. Zevcleri hâzır 
olmadıkları zemân, onların nâmûslarını ve mallarını, Allahın yardımı ile 
korurlar. Hıyânet etmesinden korkduğunuz kadınlara, zevc haklarını öğretin ve 
tatlı sözlerle nasîhat edin! Onları yatağınızdan ayırın. Yine uslanmaz iseler, 
hafîf döğün! Uslanırlarsa, onları üzecek şey yapmayın!) buyuruluyor. 
Görülüyor ki, mala ve nâmûsa hıyânet etmiyen kadınları döğmek değil, onları 
hiçbir sûretle üzmek câiz değildir. Hâin olanları da, yumruksuz açık el ile veyâ 
düğümsüz açık mendil ile hafîf vurarak islâh etmeğe izn verilmişdir. Nâmûsa ve 
mala hiyânet edenlere, her hükûmet, her kanûn, ağır cezâ yapmakdadır. İslâmiyyet, 
kadınlara, çok kıymet verdiği, çok acıdığı için, hâin olanlarını kanûn pençesine 
düşürmeden önce, hafîf vurmakla islâh edilmelerinin de tecribe olunmasını emr 
etmekdedir. 
Bir hadîs-i 
şerîfde buyuruldu ki, (Bir erkek, zevcesini döğerse, kıyâmetde ben onun 
da’vâcısı olurum). Dünyâ işlerindeki kusûru için, döğmek şöyle dursun, acı, 
sert bile söylememelidir. 
Kadınların 
kalbleri ince, nâzik ve aklları noksân olduğundan, birbirlerine hased edenleri 
çokdur. Bu bakımdan, bilhâssa yeni evliler, uyanık olmalı, ana, kız kardeş ve 
başka kadınların, zevcesini çekişdirmelerine aldanmamalı, böyle şeyler 
söylenmesine fırsat vermemelidir. Böyle sözlere uyarak zevcesini incitmekden çok 
çekinmelidir. 
Anası ve kız 
kardeşleri için zevcesinin söylediklerine karşı da uyanık olmalı. Anaya eziyyet 
olunmasına hiçbir sûretle göz yummamalıdır. Anasına, kendisi, zevcesi ve 
çocukları, herhâlde saygı göstermelidir. Ana babaya, kayın vâlide ve kayın 
pedere hurmet, hizmet edilmesi birinci vazîfe olmalıdır. Büyüklerin rızâsını, 
düâsını almağa çalışmalı, hayr düâlarını, büyük kazanc bilmelidir]. 
11 - Allahü 
teâlânın emrlerini yapmak husûsunda olan kusûru için, bir günden çok dargın 
durmamalıdır. 
12 - Zevcesinin 
huysuzluklarını yumuşak karşılamalıdır. Çünki, kadınlar iğri kaburga kemiğinden 
yaratılmışdır. Aklları ve dinleri erkeklerden azdır. Erkeğe emânet 
olunmuşlardır. Gülerek, tatlılıkla geçinmek için alınmışlardır. 
[Aklı olan zevc 
ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayât arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık 
alâmetidir. Zâlim, huysuz kimsenin hayât arkadaşı devâmlı üzülerek a’sâbı 
bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşidli hastalıklar hâsıl olur. 
Hayât arkadaşı hasta olan bir eş, mahv olmuşdur. Se’âdeti sona ermişdir. Eşinin 
hizmetinden, yardımlarından mahrûm kalmışdır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, 
ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu 
felâketlere, bitmiyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebeb olmuşdur. Dizlerini 
döğmekde ise de, ne yazık ki, bu pişmânlığının fâidesi yokdur. O hâlde, ey 
müslimân! Hayât arkadaşına yapacağın huysuzlukların, işkencelerin zararlarının 
kendine de olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmağa 
çalış! Bunu yapabilirsen, rahât ve huzûr içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da 
kazanırsın!] 
13 - Zevcesinin 
ahlâkında bir değişiklik görürse, kabâhati kendinde bulup, ben iyi olsaydım, o 
da böyle olmazdı, diye düşünmelidir. Evliyâdan birinin zevcesi, huysuz idi. Buna 
hep sabr eder, soranlara derdi ki, eğer onu boşarsam, ona sabr edemiyen biri 
alır da, ikisinin birden felâkete düşmelerinden korkarım. Büyükler “rahmetullahi 
teâlâ aleyhim ecma’în” buyurmuş ki, (Bir kimse âilesinin huysuzluğuna sabr 
ederse, altı şey, ziyândan kurtulur: Çocuk dayakdan, tabak bardak, kırılmakdan, 
ahırdakiler döğülmekden, kedi sövülmekden, müsâfir gücendirilmekden, elbise 
yırtılmakdan kurtulur). Bunlar, (Şir’at-ül-islâm)da da yazılıdır. 
14 - Ehli 
kızınca, susmalıdır. Böylece kadın, pişmân olup, özr dilemeğe başlar. Çünki o, 
za’îfdir. Susunca mağlûb olur. 
15 - Ehlinin 
iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona düâ etmeli ve Allahü teâlâya 
şükr etmelidir. Çünki, uygun bir kadın büyük ni’metdir. 
16 - Zevcesi 
ile öyle olmalıdır ki, zevcim beni herkesden çok seviyor, bilsin. 
17 - Bakkal, 
kasab, çarşı, pazar işlerini aslâ ona bırakmamalı, evin idâresinde onun fikrini 
sormalı, dışardaki, büyük işleri söyliyerek, onu üzmemelidir. 
18 - Zevcesinin 
câhilce hareketleri için dâimâ uyanık bulunmalıdır. Çünki, Âdem babamız 
“aleyhissalâtü vesselâm”, ehli, Havvâ anamızın da’veti üzerine, yanlış iş 
işledi. Evde hâkim, âmir erkek olmalıdır. Kadın değil. 
19 - 
Zevcesinin, günâh olmıyan kusûrlarını görmemezlikden gelmelidir. Günâh iş ve 
sözden vazgeçmesini ve nemâza, oruca ve gusl abdesti almağa devâm etmesini tatlı 
ve yumuşak sözlerle nasîhat etmelidir. Kıymetli elbise ve zînet eşyâsı alacağını 
va’d ederek ibâdetleri yapdırmalı, günâhlarını önlemelidir. 
20 - Zevcesinin 
ayblarını, sırlarını, herkesden gizlemelidir. 
21 - Zevcesine 
latîfe, şaka söylemeli ve kadın gibi olup, oyunlar yapmalıdır. Nitekim, Allahü 
teâlânın sevgilisi “sallallahü aleyhi ve sellem”, ezvâc-ı mütahherasına karşı, 
insanların en zarîfi idi. Hattâ bir kerre Âişe “radıyallahü anhâ” ile yarış etdi. 
Âişe vâldemiz geçdi. Bir dahâ yarış etdiklerinde, Server-i âlem “sallallahü 
aleyhi ve sellem” geçdi. Müslimânın ehli ile oynaması, boş ve günâh değildir, 
sevâbdır. 
İbni 
Âbidîn beşinci cild, 253. cü sahîfede diyor ki, (Lu’b, la’ib, lehv ve abes, 
hepsi oyun ile vakt geçirmekdir. Nerd, ya’nî tavla oynamak, satranc, ondört taş 
oynamak ve bütün çalgıları çalmak ve dinlemek, raks, dans etmek, hokkabazlık, 
şaklabanlık etmek, başkaları ile alay etmek, el çırpmak, hep oyun olup, tahrîmen 
mekrûhdurlar. Devâmlı yapılırsa veyâ farzları yapmağa mâni’ olurlarsa ve kumâr 
ile yapılırsa, sözbirliği ile harâm olurlar. Def ve kaval, ney çalmak ve 
dinlemek de böyledir. Hadîs-i şerîfde, (Her dürlü lehv harâmdır. Yalnız, 
zevce ile oynamak, at ve silâh ile ta’lîm, yarış yapmak câizdir) buyuruldu. 
Harbe hâzırlanmak için, güreş câizdir). Futbol oynamak, çeşidli bakımlardan 
harâm olmakdadır. 
22 - Zevcesini 
cadde üstünde, parklara, oyun yerlerine, spor sâhalarına, mekteblere karşı olan 
evlerde oturtmamalı, yabancı erkekleri görmesine, onlarla konuşmasına sebeb 
olmamalıdır. Mescide yakın ve sâlih müslimân komşular arasında oturtmalıdır. 
[38. ci maddeye bakınız!] Sâlih komşular, bunların birbirlerine zulm, işkence 
yapmalarına mâni’ olurlar. Nasîhat ederler. Yardımlarına koşarlar. Mahkemede, 
haklı olana şâhidlik yaparlar. Böyle mahalleye, böyle şehre hicret etmek 
vâcibdir. Müslimânlar, âilesini, iyi havalarda, çayırlara, su kenârlarına, harâm 
bulunmıyan, kalabalık olmıyan yerlere götürerek gezdirmeli, hava aldırmalıdır. 
Ta’til günlerinde, kalabalık zemânlarda gezdirmemelidir. Fısk meclislerine 
götürmemelidir. Birinci kısmda, ellisekizinci madde sonuna bakınız! 
23 - Zevcesini, 
islâmiyyetin yasak etdiği şeklde tahsîle, vazîfeye, fitneye sebeb olan yerlere 
göndermemelidir. (Behcet-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” 
diyor ki, (Kadınlar câmi’de, erkeklere verilen va’zı dinlemeğe gelirlerse, 
vazîfelilerin bunları men’ etmesi lâzım olur). [Mevlid dinlemeğe gelmeleri de 
böyledir.] 
(Hadîka)da, 
bütün bedenle yapılan günâhların otuzikincisinde diyor ki: Hür olan kadının, 
yanında zevci veyâ ebedî mahremlerinden biri olmadan yüzdört kilometre uzağa 
gitmesi harâmdır. Kadınlar çok olsa da harâmdır. Yâ Resûlallah, zevcem hacca 
gidiyor denildikde, (Sen de berâber git!) buyurdu. (Mahrem) demek, 
kadınla evlenmeleri ebedî harâm olan, soydan, sütden veyâ nikâhdan akrabâları 
demekdir. Kız kardeşin, teyzenin, halanın zevcleri mahrem değildirler. Çünki bu 
kadın, bunlarla evlenebilir. Birinci kısm, ellisekizinci maddeye bakınız! Zimmî 
mahremi de, müslimân mahremi gibidir. Fâsık olan, emîn olmıyan ve bâlig olmamış 
küçük mahremi ile gitmesi câiz değildir. Bâlig olmamış gösterişli kızlar da, 
kadın gibidirler. Kadınların mahremsiz olarak sefere gitmelerinin harâm olduğunu 
hanefî âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Şâfi’î mezhebinde emîn olunan 
kadınların toplu olarak mahremsiz, yalnız hacca gitmeleri câizdir. Yanlarında 
hiçbir erkeğin bulunmaması ve fitne çıkmamasından emîn olmaları  lâzımdır. 
[Hanefî mezhebinde olan kadınların Şâfi’î mezhebini taklîd ederek mahremsiz 
hacca gitmeleri câiz değildir. Bir hanefînin Şâfi’î mezhebini taklîd etmesi, 
ancak bir farzı yaparken veyâ harâmdan sakınırken karşılaşdığı haracdan, 
sıkıntıdan kurtulması için câiz olur. Câiz olduğu zemân da, taklîd edilen 
mezhebin bütün şartlarına uymak lâzım olur. Haccın hepsini Şâfi’î mezhebine göre 
yapmaları lâzım olur. Çünki, bir ibâdeti yaparken, harac [sıkıntı] yok iken, iki 
mezhebi karışdırmak (Telfîk) olur. Müleffikın ibâdeti sahîh olmaz. Bâtıl 
olur.] (Hadîka)dan terceme temâm oldu. 
24 - Zevcesine 
Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzlardan, harâmlardan, ona lâzım olanları 
öğretmelidir. Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını bilmiyen ve zevcesine ve 
çocuklarına öğretmiyen, Cehennemde azâb çekecekdir. 
25 - Ehlinden 
iznsiz, nutfeyi ondan azl etmemeli ve muvâka’ada, o râhatlanmayınca ferâgat 
etmemelidir. İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” nikâhda kısmeti anlatırken diyor 
ki, (Bir kerre cimâ’ ile zevcenin hakkı ödenmiş olur. Tekrârlamak diyâneten 
vâcibdir. Kadâen vâcib olmaz. Ya’nî kadın, hâkime mürâceat edemez. Tekrârını 
taleb etmek zevcenin de hakkı olup, taleb edince zevc üzerine vâcib olur. Bu 
husûsda zemân ve adet bildirilmedi). İfrâtı bedene, tefrîti rûha zarar verir. 
Dört geceden fazla boş bırakmamalı, denildi. Hayz hâlinde, ya’nî âdet zemânında, 
ona tekarrüb, ya’nî yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır. Âdet (regle) on günden 
sonra kesilirse, gusl etmese bile, muvâka’a câiz olur. On günden önce, fekat 
âdet temâm olunca, kesilirse, gusl etdikden veyâ bir nemâz vakti geçdikden sonra 
câiz olur. On günden ve âdetden önce kesilirse, gusl etse dahî, âdeti olan 
günler temâm oluncıya kadar, âilesi ile cimâ’ câiz olmaz. Fekat, bu zemân 
içinde, nemâz kılması ve oruc tutması lâzımdır. Birinci kısmda, ellidördüncü 
maddeye bakınız! 
26 - Zevce, 
yalnız evde zevcine karşı süslenip, başka kimselere süslenmemelidir. Zevcesi ve 
kızları açık gezen erkekler, onlarla birlikde Cehenneme gidecek, çok acı azâb 
çekeceklerdir. 
(Halebî-yi 
kebîr)de 
diyor ki, (Hür kadının avuç içinden ve yüzünden ve ayaklarından başka bütün 
vücûdü avretdir. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kadın 
avretdir. Açık olarak çıkarsa, şeytân gözlerini çok açarak ona bakar) 
buyurdu. Ayaklarına avret diyenler de oldu. Nûr sûresindeki âyet-i kerîmede 
meâlen, (Müslimân kadınlar, zînetlerini göstermesinler! İş yaparken zarûrî 
açılanlar günâh olmaz. Baş örtülerini yakalarına kadar örtsünler [Böylece, 
saçları, kulakları ve göğüsleri iyi örtülsün]) buyuruluyor. Âyet-i kerîmede (Zînet),
ya’nî (süs)leri örtsünler demek, zînet takılan, süslenen yerlerinizi 
örtün demekdir. Açılması günâh olmıyan zînet yerlerinin, yüz ile el olduğunu, 
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi. Yine bu sûrede, 
(Kadınlar ayaklarını yere vurarak yürümesinler ki, ayaklarındaki örtülü 
zînetlerin sesleri işitilmesin) buyuruldu. Ayakların avret olduğu buradan 
anlaşılmakdadır). Kadınların örtünmeleri Kur’ân-ı kerîmde emr olundu. Bunu 
kıskanc olan ba’zı kocalar söylemişdir demek doğru değildir. Böyle sözler, din 
câhillerinin, hattâ din düşmanlarının, müslimân kadınlarını aldatmak için 
yapdıkları çirkin iftirâlardır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde herşeyi açıkca 
bildirmedi ki, din düşmanlarının bu iftirâlarının bir değeri olsun. Beş vakt 
nemâzın kaç rek’at oldukları, her rek’atda kaç secdenin farz olduğu ve dahâ nice 
farzlar Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilmedi. Bu farzları açık olarak, 
Peygamberimiz bildirmişdir. Peygamberimizin bildirdiği farzlar ve harâmlar da, 
Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilen farzlar, harâmlar gibi kıymetlidirler. 
Bunlara da inanmıyan, kabûl etmiyen dinden çıkar, kâfir olur. Çünki, Kur’ân-ı 
kerîmin onyedi yerinde meâl-i şerîfleri, (Allahı seviyorsanız bana tâbi’ 
olunuz! Bana tâbi’ olanları Allahü teâlâ sever) ve (Allaha ve Resûle 
itâ’at ediniz. İtâ’at etmezseniz, Allah kâfirleri elbet sevmez)  olan âyet-i 
kerîmeler vardır. Bu onyedi âyet-i kerîme, (Hadîka)da ve (Berîka)da 
uzun yazılıdır. (Mecma’ul-enhür)deki hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hür kadının, yüzünden ve iki eli ayasından 
başka, bütün bedeni avretdir) buyurdu. Avret yeri açık olarak erkeklerin 
yanına çıkmak ve başkasının avret yerine şehvetsiz bile bakmak harâmdır. Yabancı 
kadının yüzüne de şehvet ile bakmak harâmdır. Hadîs-i şerîfde, (Kadının 
neresine olursa olsun, şehvet ile bakan kimsenin gözlerine kıyâmet günü erimiş 
kurşun dökülecek, sonra Cehenneme atılacakdır) buyuruldu. Yabancı genç 
kadının elini, yüzünü el ile, şehvetsiz bile tutmak harâmdır.  Hadîs-i şerîfde,
(Yabancı genc kadının elini tutan kimsenin eline kıyâmet günü ateş 
doldurulacakdır) buyuruldu. (Zevâcir)deki hadîs-i şerîflerde, 
(Zevcinin evinden başka yerde başını açan kadın, Rabbi ile kendi arasındaki 
perdeyi yırtmış olur) ve (Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, hamâma 
gitmesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, zevcesini hamâma göndermesin ve 
Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, şerâb içmesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe 
inanan, şerâb içilen sofrada oturmasın ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, 
yabancı bir kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin) ve (Âhır zemânda 
ümmetimin erkeklerinin, avret yerleri örtülü olarak da hamâma gitmeleri harâm 
olur. Çünki, orada avret mahalleri açık olanlar da bulunur. Avret yerlerini 
açanlara ve başkasının avret yerine bakanlara, Allah la’net eylesin!) ve 
(Göbekle dizkapağı arası avretdir) buyurdu. Hanefî mezhebinde, erkeğin dizi 
avretdir. Açması harâmdır. Şâfi’îde diz avret değildir. Mâlikî ve Hanbelî 
mezheblerinde, göbek de, diz de avret değildir. Bu iki mezhebde yalnız sev’eteyn 
avretdir. Bu hadîs-i şerîfler karşısında, müslimân hânımlarının örtünmeleri, 
çıplakların bulundukları yerlere gitmemeleri lâzımdır. [Müslimânların, apartman 
katlarında oturmayıp, bağçe içinde müstekıl evlerde oturmaları ve evlerindeki 
banyolarda yıkanmaları muvâfıkdır. Müslimân erkekler, toplu olarak, çıplakların 
bulunmadıkları tenhâ sâhillerde denize girer. Hanefî ve Şâfi’î mezhebinde olan 
erkeğin, gusl abdesti almak için veyâ nafakasını, hakkını kurtarmak için veyâ 
fitne çıkmasını önlemek için, sıkışık durumda kalınca, diğer iki mezhebi taklîd 
ederek dizlerini, uyluklarını örtmemesi câiz olur. Fekat sıkışık hâl geçince, 
bir dakîka bile açık kalması harâm olur. Kadınların sıkışık durumda, mezheb 
taklîd ederek, hiçbir yerlerini açmaları mümkin değildir. Çünki, dört mezhebde 
de, kadınların her yerlerini  örtmeleri lâzımdır. Kadınları sıkışık duruma 
düşürecek sebeb de yokdur. 
(Tefsîr-i 
Mazherî) 
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Nûr sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Kadın 
ancak zarûret olduğu zemân ve başı, saçları, boynu ve bütün bedeni örtülü olarak 
sokağa çıkmalıdır. Kadının sokağa çıkması için zarûret, ihtiyâc maddelerini 
alacak ve dînini öğretecek kimsesi bulunmamakdır. Baş örtüsü ile yüzünü de 
örterek ve bedenini örtecek her şeklde kumaş ile örtünerek çıkması câizdir. 
Burada, yüzünü kelimesi, başını demekdir. Çünki, yüzü açık çıkması, dört 
mezhebde de câizdir). Buradan anlaşılıyor ki, Osmânlı devletinin son 
zemânlarında kadınların örtündükleri çarşaf ile örtünmeleri şart değildir. Geniş 
ve dizden aşağı uzun manto, çorab ve baş örtüsü ile örtünmeleri de câizdir. 
Yüzaltmışbeşinci sahîfeye bakınız! İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, birinci 
cildin, üçyüzonüçüncü mektûbunda, (Bütün arab memleketlerinde, pîrâhen, ya’nî 
kamîs, ya’nî antârî denilen uzun gömlek giyen erkeklerin de, kadınların da çok 
olduğunu, kadın gömleklerinin yakası kapalı, erkek elbisesinin önü açık, kamîs 
olduğunu) yazmakdadır. Ahzâb sûresi, kadınların (Celâbîb)lerinden ba’zısı 
ile örtünmelerini emr etmekdedir. Celâbîb, cilbâblar demekdir. Ebüssü’ûd efendi 
tefsîrinde diyor ki, (Cilbâb, baş örtüsünden dahâ geniş ve gömlekden kısa olan 
örtüdür. Kadınlar bununla başlarını örterler. Yüzü ve bedeni örten her örtüye de 
denir). Türkçe (Tibyân) tefsîri sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, buna 
Milhafe, ya’nî dışa giyilen örtü diyor. (Mevâkib) tefsîrinde de ve (Lugat-ı 
Nâcî)de (câr, ya’nî ferâce uzun gömlek) olduğu yazılıdır ki, manto 
demekdirler. Bunun iki parçadan yapılmış çarşaf demek olduğu ve kadınların 
yalnız bu çarşafı giymeleri lâzım olduğu, tefsîrlerde ve fıkh kitâblarında 
yazılı değildir. Hattâ, (Harâmdan olan Cilbâb giyenin nemâzı kabûl olmaz!) 
hadîs-i şerîfindeki (Cilbâb) kelimesine, (Kitâb-ül-fıkh-ı alel-mezâhib-il 
erbe’a)da kamîs, ya’nî uzun gömlek ma’nâsı verilmişdir. (Müncid)de 
de, cilbâb, kamîs demekdir diyor. (Câliyet-ül-ekdâr)ın son sahîfesinde 
de, (Ya Rabbî! Bize hikmetinin celâbîbini giydir) demekdedir. Bu hadîs-i şerîf 
ve bu düâ, cilbâbı erkeklerin de kullandığını bildiriyor. Şâfi’î (El-envâr) 
kitâbının hâşiyesinde diyor ki, (Kadının nemâzda, geniş, uzun antârî ve baş 
örtüsü ile örtünmesi ve elbisesinin üstüne kalın cilbâb örtmesi müstehabdır. 
Cilbâb, milhafe [ferâce, manto denilen] uzun, geniş antârî örtü veyâ baş örtüsü 
demekdir). Âyet-i kerîmedeki cilbâb kelimesine, çarşaf diyerek, geniş ve uzun 
manto ile örtünmeği red etmek, Kur’ân-ı kerîmi kendi re’yi, kendi görüşü ile, 
yanlış tefsîr etmek olur. 
Şimdi zemân 
böyle. Zemâna uymadan olmıyor gibi sözler doğru değildir. Masonların yaydıkları 
yalanlardır. Komünistler, işkence yaparak, öldürerek müslimânları yok ediyor. 
Masonlar ise, yalan ve bozuk sözlerle okşıyarak müslimânları dinden 
çıkarıyorlar. Mezhebsizler de, islâmiyyeti değişdiriyorlar. Âyet-i kerîme ve 
hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâlar veriyorlar.] 
27 - 
Zevcesinden iznsiz sefere, hattâ nâfile hacca gitmemelidir. 
28 - Zevcesi 
nemâz kılıyor ve kendisine itâ’at ediyorsa ve yabancı erkeklere açık saçık 
görünmiyorsa, ondan başka evlenmemelidir. Zîrâ, zevceleri arasında adâlet ve 
müsâvât yapmıyanlar Cehenneme gideceklerdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve 
sellem” buyurdu ki: (İki zevcesi olup 
da, ikisine müsâvî bakmıyan kimse, kıyâmet günü, mahşer meydânına yarı iğrilmiş 
olarak gelecekdir). 
29 - Zevceye, 
gamını, kederini, düşmanlarını, borclarını söylememelidir. 
30 - Ona, 
yanında ve olmadığı zemânlarda, hep hayr düâ etmeli, fenâ düâ etmemelidir. Çünki, 
gece gündüz onun için çalışmakdadır. Onun ekmekcisi, aşçısı, terzisi ve 
hamâmcısı ve malının bekcisi ve yoldaşı ve mûnisi ve yârı ve nigârıdır. 
(Kimyâ-i 
se’âdet) 
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yüzkırküçüncü 
sahîfesinde buyuruyor ki, (Erkeğin vazîfelerinden onikincisi, zevcesini 
boşamamakdır. Allahü teâlâ, bütün mubâhlar [ya’nî izn verdiği şeyler] içinde 
yalnız, talâk vermeği [ya’nî boşamağı] sevmez. Zarûret olmadıkca, birini 
incitmek câiz değildir). 
Dînini bilen ve 
seven erkekler, her hareketinde islâmiyyete uyarak, hem kendilerine, hem de âile 
ve akrabâlarına ve bütün mahlûklara hayrlı ve fâideli olur. Bunun için, kızını 
seven ve onun dünyâda ve âhıretde mes’ûd olmasını istiyen, onu açık sokağa 
çıkarmamalı, dîni ve ahlâkı bozan televizyonları, radyoları dinlemesine ve böyle 
olan sinemalara ve topluluklara gitmesine mâni’ olmalıdır. Müslimân olan kimse, 
kızını müslimân ve sâlih kimselere vermelidir. Mal ve apartman ve mevkı’ sâhibi 
değil, din ve ahlâk sâhibi dâmâd aramalıdır. Kızını kâfire veren kimsenin 
kendisi de, kızı da kâfir olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” 
buyurdu ki, (Bir kimse, kızını fâsıka verirse, Allahü teâlânın emânetine 
hıyânet etmiş olur. Emânete hıyânet edenlerin gideceği yer, Cehennemdir). 
Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Kızını fâsıka veren kimse, mel’ûndur). (Şir’a) 
şerhindeki hadîs-i şerîfde, (Şefâ’atime kavuşmak istiyen, kızını fâsıka 
vermesin!) buyuruldu. (Eşi’atül-lemeât)da, nemâzı gecikdirmemeli 
bâbındaki hadîs-i şerîfde, (Yâ Alî! Üç şeyi gecikdirme! Nemâzı evvel vaktinde 
kıl! Hâzırlanmış cenâzenin nemâzını hemen kıl! Dul veyâ kızı küfvü isteyince, 
hemen evlendir!) Ya’nî nemâzını kılan ve günâh işlemiyen ve nafakasını 
halâlden kazanan birini bulunca, hemen ona ver, buyurdu. 
Sun’î 
İlkâh: (El-halâl vel-harâm)da 
diyor ki, (Erkeğin menîsini, bir  tüp veyâ başka şey içinde, nikâhlı zevcesi 
olmıyan yabancı bir kadının rahmine koyup, çocuk hâsıl olmasına, (Sun’î ilkâh) 
denir. Harâmdır. Çocuk, veled-i zinâ, piç olur). 
Süâl: 
Şer’î nikâhı bulunan bir âilenin çocuğu olmaz ise, 
(Sun’î ilkâh) ve (Tüp bebek) denilen üsûl ile, çocuk olmasına teşebbüs etmek 
câiz midir? 
Cevâb: 
Bir erkekle kızın şer’î nikâh yaparak, Allahü 
teâlâdan çocuk taleb etmelerini tergîb ve teşvîk buyuran hadîs-i şerîfler çokdur. 
Çocuğu olmıyan zevceynin, Silsile-i aliyyeyi vâsıta yaparak, düâ etmeleri ve 
meşrû’ sebeblere teşebbüs etmeleri lâzımdır. Zevceynin menîleri alınıp, bir tüpe 
konuyor. Tüpde ilkâh vâkı’ oldukdan sonra zevcenin rahmine konuyor. Buna (Sun’î 
ilkâh) ve (tüp bebek) deniyor. Bunun câiz olacağı anlaşılmakdadır. Ancak, 
buna zarûret olmadığı için, bu işi zevceynin kendilerinin yapmaları, tabîb, 
hemşîre, ebe gibi yabancıların, bunların avret mahallerini görmemeleri ve sun’î 
ilkâhın, nikâhsız olan erkekle kız arasında yapılmaması lâzımdır. 
(Mecelle)nin 
yediyüzaltmışikinci (762) maddesinde diyor ki: Güvenilen kimseye bırakılan mala
(Emânet) denir. Emânet üçe ayrılır: 
1 - (Vedî’a), 
güvenilen kimseye saklamak için verilen maldır. Söz veyâ hâl ile yapılan îcâb ve 
kabûl ile hâsıl olur. Veren ve alan, diledikleri zemân fesh edebilir. Bâlig 
olmaları lâzım değildir. Parasız Vedî’a zâyı’ olursa, ödemez. Ödemesi şart 
edilirse, sözleşme bâtıl olur. Ücretli olan Vedî’a helâk olunca, ödenir. Mümkin 
ve fâideli şartla Vedî’a sözleşmesi câizdir. Vedî’a olan malı kendi malı gibi 
saklar. Vedî’a olan hayvanın nafakası, sâhibine âiddir. Vedî’a, sâhibinden 
iznsiz kullanılamaz ve vedî’a, âriyet, kirâ ve rehn ve ödünc verilemez ve 
sâhibinin borcunu, onun izni olmadan ödeyemez. Bunları izn ile yapabilir. Sâhibi 
isteyince aynen geri vermesi lâzımdır. Ödemezse gâsıb olur. Vedî’a olan paranın 
da kendisini verir. Başkasını veremez. 
2 - Kirâ veyâ 
âriyet olarak verilen emânetdir. Îcâb ve kabûl ile hâsıl olurlar. Bâlig olmaları 
şart değildir. (Âriyet), bedelsiz kullanmak demekdir. Âriyet hayvânın 
nafakası, kullanana âiddir. Zemân ve mekân ve istifâde şekli sınırlı olarak 
âriyet vermek câizdir. Şartsız âriyet verilen eve, dükkâna, tarlaya dilediğini 
koyabilir. Âriyet alan, bunu vedî’a verebilir. Kirâya ve rehne veremez. Sâhibi 
isteyince veyâ sözleşmedeki müddeti bitince, geri vermesi lâzım olur. 
3 - Sözleşme 
olmadan ele geçer. Meselâ, rüzgârın getirdiği mal emânet olur. 
  
Çık da, bir 
seyret dışarda, her tarafın rengini, 
kudret-i 
Hakkın cihânda, görünen âhengini! 
  
Bir temiz 
kan, bir yeşil can, yağdırıp kudret, yere, 
yemyeşil 
olmuş her tepe, neş’elenmiş dağ, dere. 
  
En kısır 
toprak doğurmuş, emzirir birçok nebât, 
fışkırır bir 
damlacık otdan, tutup sıksan, hayât! 
  
Dün kemikden 
dahâ katı idi, her çıplak fidan, 
bak, ne 
sağlam kan bugün, her birisinden damlıyan! 
  
Dün 
uykudaydı belli, milyarlarca canlı teni, 
silkinip 
kalkmış yatakdan, elbiseler hep yeni. 
  
Dün ne 
mâtemdeydi âlem, yer mahzûn, gökler mahzûn, 
şimdi, 
sevincden her bitki gülmekde uzun uzun. 
  
İşlemiş 
kırlarda yer yer, Allahın kudret eli, 
yalnız 
söylemekle olmaz, bir gidip de görmeli. 
  
Öyle amma, 
gördüğüm binbir hikmetin tersine, 
bende hâlâ, 
zevke benzer, duygu yok aslâ yine. 
  
Bir değil, 
yüzbin behârlar gökden indirseydi Hak, 
öyle 
kararmış ki kalbim, nerde birşey anlamak? 
  
Dem çeker 
bülbül, beynimde benim, baykuşlar öter. 
ne bu 
sersemlik, eyvâh, bana neler olmuş neler? 
  
Bir tanıdık 
yok, hayâlim konsa, en bildik yere, 
cedlerin 
rûhu ağlıyor, din düşmüş, yâd ellere. 
  
Atom, füze 
lâfı yok, yalnız (dinde reform) sesi, 
iktisad, 
teknik düşünmez, bir dinsizlik hevesi. 
  
Ahlâksızın, 
hayâsızın, zulmün dinde yok yeri, 
reform 
ister, bunun için ırz düşmanı serseri. 
  
Duygusuz 
olmak kadar dünyâda büyük derd yok, 
öyle 
salgınmış ki mel’un kurtulan bir ferd yok. 
  
Fende yüksek 
olsa da, dîni bozulmuş bir millet, 
çok baskı 
yapılsa da, yaşamaz, mahvolur elbet. 
  
Ey ölüm 
hâlindeki, topraklara hayât veren! 
ni’mete 
küfrân da etsek îmânın za’fı neden? 
  
Bir hâlim 
yok, bilirim şâyân olan ihsânına, 
ah, 
yükselsem de, bir düşsem, senin dâmânına! 
  
Bir esim 
ister, kımıldanmak için, canlar bugün, 
bir nesîm 
olsun ilâhî, canlansın kanlar bugün, 
  
İlkbehârın 
rûhu etsin, bir de bizlerden zuhûr, 
yoksa artık, 
Sûr-i İsrâfîle mi kaldı nüşûr! 
                                                |