39 - İSLÂMİYYET VE KADIN
İslâm dîni,
kadını en yüksek dereceye çıkarmışdır. İslâmiyyetin kadına verdiği kıymeti
hiçbir din, hiçbir düşünce vermemişdir. Komünistler, kadının erkeğe eşit
olduğunu söylüyor. Kadın, erkeğin bütün haklarına mâlikdir diyor. Bunun için,
kadına erkek işlerini yapdırıyorlar. Kadınları demir fabrikalarında, ma’den
kuyularında, taş ocaklarında, Sibiryanın soğuk ormanlarında, demir yollarında,
beton dökmekde, toprak kazmakda insâfsızca ve buğaz tokluğuna, zorla
çalışdırıyorlar. İslâm kadınına, erkek akrabâsından, fıtra verecek kadar zengin
olanlardan, en yakın bulunanı, bakmağa mecbûrdur. Yakın akrabâsı yoksa veyâ
fakîr iseler, (Beyt-ül-mâl) ya’nî devlet her dürlü ihtiyâclarını vermeğe
me’mûrdur. Evli kadına, zevci her şeyi getirmeğe ve ayrı bir ev tutmağa
mecbûrdur. Kızın, babası evinde, hernesi varsa, hattâ kaç hizmetcisi varsa,
kocasının, bunları alması lâzımdır. Şâfi’î mezhebinde tütün parasını vermesi
bile lâzımdır. Hanefî mezhebinde, kahve ve tütün parası vermek lâzım olmadığı
(Redd-ül-muhtâr)da yazılıdır. Zevci, kadına bakamıyacak kadar fakîr ise veyâ
zengin olduğu hâlde, ihtiyâclarını almıyorsa, piyasa kıymetine göre kadının
ihtiyâcını mahkeme ta’yîn ederek, yakın akrabânın bu parayı kadına borc
vermesini emr eder. Erkeğin satılacak malı yoksa, çalışdırarak bu borcları
erkeğe ödetir. Çalışmazsa habs eder. O hâlde, islâm kızı, islâm kadını geçim
derdinden, düşüncesinden mu’afdır. O, çalışarak, didinerek para kazanmağa mecbûr
değildir. Herşey onun ayağına gelecekdir. Dîn-i islâm, ona bu kıymeti vermişdir.
Fekat, kadının, islâmiyyeti, dînini, îmânını, farzları, ibâdetleri, harâmları
öğrenmesi farzdır. Babasının veyâ zevcinin, ona bu ilmleri öğretmesi lâzımdır.
Öğretmezlerse, büyük günâha girerler. Kadının gidip dışardan öğrenmesi lâzım
olur. Kadın, erkekden iznsiz hiçbir yere gidemez iken, bu ilmleri öğrenmek için
gidebilir. İslâmiyyetin ilme ne kadar kıymet ve ehemmiyyet verdiği buradan da
anlaşılmakdadır. Müslimân kadını ticâret, fen, san’at ve zirâ’at ile uğraşmağa
mecbûr değil ise de, bunlarla meşgûl olması, para kazanması, yasak ve günâh
değildir. Yalnız, bunlarla meşgûl olurken ve ilm öğrenirken, erkekler arasına
girmemesi, onlara açık görünmemesi, harâmdan sakınması lâzımdır. Çünki, müslimân
kadının başı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkması, erkeklere
göstermesi harâmdır, günâhdır. Ehemmiyyet vermezse, aldırış etmezse îmânı gider,
kâfir olur. Cehennem ateşinde sonsuz olarak yakılacağı bildirilmişdir. Sûre-i
nisâ otuzbirinci âyet-i kerîmede, kadınların kesb edeceği kazanclarından nasîb
alacaklarını, Allahü teâlâ bildirmekdedir. Hadîce-tül-kübrâ “radıyallahü anhâ”,
islâmiyyetden evvel ve sonra, ticâretle meşgûl oluyordu, kâtibleri, me’mûrları,
hizmetcileri çokdu. Hattâ bir kerre, Muhammed aleyhisselâmı ticâret kâfilesine
reîs ta’yîn etmişdi. Kadının yapacağı günâhlardan, ona izn veren erkekleri de
cezâ görecekdir. Hâlbuki, erkeğin günâhları, kadına zarar vermemekdedir.
İslâmiyyetde, kadın, harbe de gitmez. Dünyâda râhat ve mes’ûd olduğu gibi, onun
Cennete gitmesi de çok kolaydır. (Tenbîh-ul-gâfilîn)de yazılı hadîs-i
şerîfde, (Dört şeyi yapan, ya’nî kocasına hıyânet etmiyen, beş vakt nemâz
kılan, Ramezân-ı şerîfde oruc tutan ve [onsekiz erkekden] başkasına,
[başı, saçı, kolları, bacakları] açık olarak görünmiyen kadın Cennete
gidecekdir) buyuruldu. Çünki, doğru kılınan nemâz, insanı günâh işlemekden
korur ve İslâmın şartlarını yerine getirmek sevgisini hâsıl eder. Onsekiz mahrem
erkeğin kimler oldukları, ikinci kısm, otuzdördüncü maddede yazılıdır. (Tenbîh-ul-gâfilîn)de
ve (Şir’a) şerhinde yazılı hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem”, (Bir kadın, beş vakt nemâzını kılar, Ramezân ayında
oruc tutar, nâmûsunu korur ve zevcine itâ’at ederse, dilediği kapıdan Cennete
girer) buyurdu. Ebû Mutî’ Belhînin, (Lü’lü’iyyat) kitâbından alarak
(Rıyâd-un-nâsıhîn)de yazılı hadîs-i şerîfde, (Beş şeyi yapan kadın
Cehennemden kurtulur: Beş vakt nemâzını kılar, Ramezân ayında orucunu tutar,
zevcini, anasını babasını üzmez, yüzünü ve saçlarını yabancı erkeklere
göstermez, dünyâ sıkıntılarına sabr eder) buyuruldu.
Peygamber
efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” hicretin onuncu yılı, son haccının
hutbesindeki sözlerinden, son nasîhatlarından biri, (Kadınlarınıza eziyyet
etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz,
iyilik ediniz!) olmuşdur. İslâmiyyetde evlenmek, bir kızı mes’ûd etmek,
ibâdetdir ve bütün nâfile ibâdetlerden dahâ sevâbdır.
İslâmiyyetde
dört kadına kadar almağa emr olunmamış, ancak izn verilmişdir. Ya’nî mubâhdır.
Bunun da şartları vardır. Bu şartları taşımayan erkeğin, birden fazla evlenmesi
günâhdır. Birinci şart, zevcelerinden herbirini mes’ûd etdirecek kadar zengin
olmakdır. Diğer şartları, fıkh kitâblarında yazılıdır.
(Ni’met-i
islâm)da
diyor ki, (Dörde kadar evlenmek, erkekler için kolaylık olduğu gibi, kadınlar
için de, adedleri çok olduğundan kolaylıkdır. İslâmiyyetden önce, bir erkek
dilediği kadar kadınla evlenirdi. İslâmiyyet bu sayıyı dörde indirmişdir. Birden
fazla evlenmek vâcib olmadığı gibi, mendûb da değildir. Birden fazla
evlenmemenin dahâ iyi olduğu bildirilmişdir). Hükûmet, mubâh olan birşeyi emr
veyâ yasak ederse, buna uymak câiz olur. (Berîka)nın doksanbirinci
sahîfesinde diyor ki, (Hükûmetin islâmiyyete uygun emrlerini yapmak vâcibdir.
İslâmiyyete uymıyan emrlerine ısyân etmek, fitneye, anarşiye sebeb olmak büyük
günâhdır. Büyük zarardan kurtulmak için, küçük zararı yapmak lâzım olur.
Fâidesini düşünerek hükûmetin emr etdiği her mubâhı yapmak millete vâcib olur).
Dokuzyüzyirmisekizinci sahîfede diyor ki, (Zâlim olan hükûmete karşı da ısyân
etmek câiz değildir). (Hadîka)da, 143. cü sahîfede diyor ki, (Zâlim
hükûmet mubâh işlemeği yasak ederse, buna itâ’at vâcib olur. Kendini tehlükeye
atması câiz olmaz). İbni Âbidîn, kâdîlığı anlatırken diyor ki, (Kâfir
memleketlerinde kâfir kanûnlarına itâ’at etmek zarûreti olduğundan, sulh ve
hud’a yapılmış olur. Mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmak da câiz
değildir). Yaradılışda, kadınlar, erkeklerden çok olduğu gibi, harblerde,
kazâlarda erkeklerin ölmesi, kadınların ölümünden dahâ çokdur, ya’nî erkek
adedi, kadından azdır. İslâmiyyetin dörde kadar izn vermesi, kızların kocasız
kalmaması, metres hayâtına, umûmî evlere düşmemesi ve şereflerini, nâmûslarını,
se’âdetlerini te’mînat altına almak gâyesi iledir. Hıristiyanlıkda erkeğin bir
kadından fazla alması yasak olduğu için, erkekler, metres hayâtı yaşıyor. Komşu,
ahbâb kızlarını, talebelerini, işçileri igfâl ediyorlar. Birçok kadınla gizli
evlilik bağı kuruyorlar. Bir yandan kadınlar, kızlar fuhşa, felâkete
sürükleniyor, istikbâlleri mahv oluyor, bir yandan da, babası belirsiz
milyonlarca çocuk, ya çöplüklere bırakılıyor. Yâhud, anasız, babasız, terbiyesiz
yetişerek cem’ıyyete yük ve belâ oluyorlar. İslâmiyyetde zenginler dörde kadar
evlenip, çocuklar, analı, babalı, terbiyeli yetişir. Evler, âile yuvaları
çoğalır. Cem’ıyyet hayâtı kuvvetli ve düzenli olur. Çok evlenmek isteyenler de,
zengin olmak için çalışır. İş hayâtı genişler. Ticâret, teknik ilerler.
Erkeğin kadına
karşı olan vazîfelerini (Mürşid-ül-müteehhilîn) kitâbı uzun yazmakdadır.
(Ma’rifetnâme) kitâbında olanı aynen aşağıda bildiriyoruz:
Ey azîz!
Erkeğin zevcesi ile görüşmesinde, otuz şeyi yapması lâzımdır:
1 - Ona karşı
her zemân, güzel huylu olmalıdır. [Allahü teâlâ iyi huylu olanları sever.
Huysuzları sevmez. Bir insanı incitmek harâmdır. İşkence yapanın evlenmesi
harâmdır.]
2 - Ona karşı
her zemân, yumuşak davranmalıdır.
Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki,
(Müslimânların en iyisi, en fâidelisi, zevcesine
karşı iyi ve fâideli olandır).
3 - Eve gelince
zevceye selâm vermeli, [ya’nî selâmün aleyküm demeli] ve nasılsın? diye hâtırını
sormalıdır.
4 - Onu tenhâda
neş’eli görünce saçlarını tutup, okşamalı, gülerek, bûs etmeli ve sarılmalıdır.
5 - Tenhâda
üzüntülü görünce, onu çok sevdiğini, acıdığını söyleyip hâlini sormalı, tatlı
şeyler söylemelidir.
6 -
Yapamıyacağı şeyleri bile söz vererek gönlünü almalıdır. Çünki o, evinde kapalı,
başkalarından ümmîdsiz ve yalnız kendisine alışmış olan dostu, dert ortağı,
ekmek vericisi, kendini neş’elendiricisi, çocuklarını yetişdiricisi ve
ihtiyâclarını gidericisidir.
7 - Çocukları
terbiyede, ona yardım etmelidir. Çünki, bebek, anasına, gece gündüz ağlayıp, hiç
râhat vermez. Onu insâfsızca üzen bir alacaklıdır. O hâlde, ona imdâd edene,
Allahü teâlâ yardım eder.
8 - Zevcesine,
memleketde âdet olan elbisenin, çamaşırın en kıymetlisini giydirmelidir. Ev
içinde, her istediği, güzel şeyleri giydirmelidir. Sokağa çıkarken, bunları da
örtmeli, yabancıya göstermemelidir.
9 - İyi şeyler
yidirmelidir. Zengin ise, halâl olan herşeyi almalıdır. Ona geniş, kullanışlı,
sıhhî ve islâm hanımına yakışan elbise ve nefîs ta’âm te’mîn etmeği, kendine
borc bilmelidir. [İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i se’âdet)in
yüzkırkbirinci sahîfesinde diyor ki, (Zevcenin nafakasını sıkmamalı, isrâf da
etmemelidir. Âilenin nafakasına verilen paranın sevâbı, sadaka sevâbından dahâ
çokdur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Gazâ için
sarf edilen, köle âzâd etmek için, fakîre sadaka vermek için ve evindekilerin
nafakası için sarf edilen altınların en üstünü ve sevâbı çok olanı, evin
nafakasına verilen altının sevâbıdır.) İbnî Sîrîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”
buyuruyor ki, (Hiç olmazsa haftada bir kerre tatlı yidirmelidir.) Nafaka
te’mininden âciz olanın evlenmesi harâmdır. Yemeği yalnız yimemelidir. Çoluk
çocukla yimek sevâbdır. En mühim şey, nafakayı halâlden kazanıp, halâlden
yidirmekdir).]
10 - Zevcesini
döğmemelidir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cild, yüzseksensekizinci sahîfedeki
suçlardan birini işlerse, onu ta’zîr etmesi, edeblendirmesi câiz olur ise de,
yine vâcib olmaz.
[Ba’zı
kimseler, Nisâ sûresi otuzüçüncü âyetinde, kadınların döğülmesi emr olunuyor
diyorlar. Hâlbuki, bu âyet-i kerîmede meâlen, (Erkekler, kadınlar üzerine
hâkimdirler. Çünki, Allahü teâlâ, ba’zı kullarını ba’zısından üstün yaratmışdır.
Hem de, erkekler, kendi mallarını, onlar için harc ederler. Kadınların iyileri,
Allahü teâlâya itâ’at eder ve zevclerinin haklarını gözetirler. Zevcleri hâzır
olmadıkları zemân, onların nâmûslarını ve mallarını, Allahın yardımı ile
korurlar. Hıyânet etmesinden korkduğunuz kadınlara, zevc haklarını öğretin ve
tatlı sözlerle nasîhat edin! Onları yatağınızdan ayırın. Yine uslanmaz iseler,
hafîf döğün! Uslanırlarsa, onları üzecek şey yapmayın!) buyuruluyor.
Görülüyor ki, mala ve nâmûsa hıyânet etmiyen kadınları döğmek değil, onları
hiçbir sûretle üzmek câiz değildir. Hâin olanları da, yumruksuz açık el ile veyâ
düğümsüz açık mendil ile hafîf vurarak islâh etmeğe izn verilmişdir. Nâmûsa ve
mala hiyânet edenlere, her hükûmet, her kanûn, ağır cezâ yapmakdadır. İslâmiyyet,
kadınlara, çok kıymet verdiği, çok acıdığı için, hâin olanlarını kanûn pençesine
düşürmeden önce, hafîf vurmakla islâh edilmelerinin de tecribe olunmasını emr
etmekdedir.
Bir hadîs-i
şerîfde buyuruldu ki, (Bir erkek, zevcesini döğerse, kıyâmetde ben onun
da’vâcısı olurum). Dünyâ işlerindeki kusûru için, döğmek şöyle dursun, acı,
sert bile söylememelidir.
Kadınların
kalbleri ince, nâzik ve aklları noksân olduğundan, birbirlerine hased edenleri
çokdur. Bu bakımdan, bilhâssa yeni evliler, uyanık olmalı, ana, kız kardeş ve
başka kadınların, zevcesini çekişdirmelerine aldanmamalı, böyle şeyler
söylenmesine fırsat vermemelidir. Böyle sözlere uyarak zevcesini incitmekden çok
çekinmelidir.
Anası ve kız
kardeşleri için zevcesinin söylediklerine karşı da uyanık olmalı. Anaya eziyyet
olunmasına hiçbir sûretle göz yummamalıdır. Anasına, kendisi, zevcesi ve
çocukları, herhâlde saygı göstermelidir. Ana babaya, kayın vâlide ve kayın
pedere hurmet, hizmet edilmesi birinci vazîfe olmalıdır. Büyüklerin rızâsını,
düâsını almağa çalışmalı, hayr düâlarını, büyük kazanc bilmelidir].
11 - Allahü
teâlânın emrlerini yapmak husûsunda olan kusûru için, bir günden çok dargın
durmamalıdır.
12 - Zevcesinin
huysuzluklarını yumuşak karşılamalıdır. Çünki, kadınlar iğri kaburga kemiğinden
yaratılmışdır. Aklları ve dinleri erkeklerden azdır. Erkeğe emânet
olunmuşlardır. Gülerek, tatlılıkla geçinmek için alınmışlardır.
[Aklı olan zevc
ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayât arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık
alâmetidir. Zâlim, huysuz kimsenin hayât arkadaşı devâmlı üzülerek a’sâbı
bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşidli hastalıklar hâsıl olur.
Hayât arkadaşı hasta olan bir eş, mahv olmuşdur. Se’âdeti sona ermişdir. Eşinin
hizmetinden, yardımlarından mahrûm kalmışdır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle,
ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu
felâketlere, bitmiyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebeb olmuşdur. Dizlerini
döğmekde ise de, ne yazık ki, bu pişmânlığının fâidesi yokdur. O hâlde, ey
müslimân! Hayât arkadaşına yapacağın huysuzlukların, işkencelerin zararlarının
kendine de olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmağa
çalış! Bunu yapabilirsen, rahât ve huzûr içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da
kazanırsın!]
13 - Zevcesinin
ahlâkında bir değişiklik görürse, kabâhati kendinde bulup, ben iyi olsaydım, o
da böyle olmazdı, diye düşünmelidir. Evliyâdan birinin zevcesi, huysuz idi. Buna
hep sabr eder, soranlara derdi ki, eğer onu boşarsam, ona sabr edemiyen biri
alır da, ikisinin birden felâkete düşmelerinden korkarım. Büyükler “rahmetullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” buyurmuş ki, (Bir kimse âilesinin huysuzluğuna sabr
ederse, altı şey, ziyândan kurtulur: Çocuk dayakdan, tabak bardak, kırılmakdan,
ahırdakiler döğülmekden, kedi sövülmekden, müsâfir gücendirilmekden, elbise
yırtılmakdan kurtulur). Bunlar, (Şir’at-ül-islâm)da da yazılıdır.
14 - Ehli
kızınca, susmalıdır. Böylece kadın, pişmân olup, özr dilemeğe başlar. Çünki o,
za’îfdir. Susunca mağlûb olur.
15 - Ehlinin
iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona düâ etmeli ve Allahü teâlâya
şükr etmelidir. Çünki, uygun bir kadın büyük ni’metdir.
16 - Zevcesi
ile öyle olmalıdır ki, zevcim beni herkesden çok seviyor, bilsin.
17 - Bakkal,
kasab, çarşı, pazar işlerini aslâ ona bırakmamalı, evin idâresinde onun fikrini
sormalı, dışardaki, büyük işleri söyliyerek, onu üzmemelidir.
18 - Zevcesinin
câhilce hareketleri için dâimâ uyanık bulunmalıdır. Çünki, Âdem babamız
“aleyhissalâtü vesselâm”, ehli, Havvâ anamızın da’veti üzerine, yanlış iş
işledi. Evde hâkim, âmir erkek olmalıdır. Kadın değil.
19 -
Zevcesinin, günâh olmıyan kusûrlarını görmemezlikden gelmelidir. Günâh iş ve
sözden vazgeçmesini ve nemâza, oruca ve gusl abdesti almağa devâm etmesini tatlı
ve yumuşak sözlerle nasîhat etmelidir. Kıymetli elbise ve zînet eşyâsı alacağını
va’d ederek ibâdetleri yapdırmalı, günâhlarını önlemelidir.
20 - Zevcesinin
ayblarını, sırlarını, herkesden gizlemelidir.
21 - Zevcesine
latîfe, şaka söylemeli ve kadın gibi olup, oyunlar yapmalıdır. Nitekim, Allahü
teâlânın sevgilisi “sallallahü aleyhi ve sellem”, ezvâc-ı mütahherasına karşı,
insanların en zarîfi idi. Hattâ bir kerre Âişe “radıyallahü anhâ” ile yarış etdi.
Âişe vâldemiz geçdi. Bir dahâ yarış etdiklerinde, Server-i âlem “sallallahü
aleyhi ve sellem” geçdi. Müslimânın ehli ile oynaması, boş ve günâh değildir,
sevâbdır.
İbni
Âbidîn beşinci cild, 253. cü sahîfede diyor ki, (Lu’b, la’ib, lehv ve abes,
hepsi oyun ile vakt geçirmekdir. Nerd, ya’nî tavla oynamak, satranc, ondört taş
oynamak ve bütün çalgıları çalmak ve dinlemek, raks, dans etmek, hokkabazlık,
şaklabanlık etmek, başkaları ile alay etmek, el çırpmak, hep oyun olup, tahrîmen
mekrûhdurlar. Devâmlı yapılırsa veyâ farzları yapmağa mâni’ olurlarsa ve kumâr
ile yapılırsa, sözbirliği ile harâm olurlar. Def ve kaval, ney çalmak ve
dinlemek de böyledir. Hadîs-i şerîfde, (Her dürlü lehv harâmdır. Yalnız,
zevce ile oynamak, at ve silâh ile ta’lîm, yarış yapmak câizdir) buyuruldu.
Harbe hâzırlanmak için, güreş câizdir). Futbol oynamak, çeşidli bakımlardan
harâm olmakdadır.
22 - Zevcesini
cadde üstünde, parklara, oyun yerlerine, spor sâhalarına, mekteblere karşı olan
evlerde oturtmamalı, yabancı erkekleri görmesine, onlarla konuşmasına sebeb
olmamalıdır. Mescide yakın ve sâlih müslimân komşular arasında oturtmalıdır.
[38. ci maddeye bakınız!] Sâlih komşular, bunların birbirlerine zulm, işkence
yapmalarına mâni’ olurlar. Nasîhat ederler. Yardımlarına koşarlar. Mahkemede,
haklı olana şâhidlik yaparlar. Böyle mahalleye, böyle şehre hicret etmek
vâcibdir. Müslimânlar, âilesini, iyi havalarda, çayırlara, su kenârlarına, harâm
bulunmıyan, kalabalık olmıyan yerlere götürerek gezdirmeli, hava aldırmalıdır.
Ta’til günlerinde, kalabalık zemânlarda gezdirmemelidir. Fısk meclislerine
götürmemelidir. Birinci kısmda, ellisekizinci madde sonuna bakınız!
23 - Zevcesini,
islâmiyyetin yasak etdiği şeklde tahsîle, vazîfeye, fitneye sebeb olan yerlere
göndermemelidir. (Behcet-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”
diyor ki, (Kadınlar câmi’de, erkeklere verilen va’zı dinlemeğe gelirlerse,
vazîfelilerin bunları men’ etmesi lâzım olur). [Mevlid dinlemeğe gelmeleri de
böyledir.]
(Hadîka)da,
bütün bedenle yapılan günâhların otuzikincisinde diyor ki: Hür olan kadının,
yanında zevci veyâ ebedî mahremlerinden biri olmadan yüzdört kilometre uzağa
gitmesi harâmdır. Kadınlar çok olsa da harâmdır. Yâ Resûlallah, zevcem hacca
gidiyor denildikde, (Sen de berâber git!) buyurdu. (Mahrem) demek,
kadınla evlenmeleri ebedî harâm olan, soydan, sütden veyâ nikâhdan akrabâları
demekdir. Kız kardeşin, teyzenin, halanın zevcleri mahrem değildirler. Çünki bu
kadın, bunlarla evlenebilir. Birinci kısm, ellisekizinci maddeye bakınız! Zimmî
mahremi de, müslimân mahremi gibidir. Fâsık olan, emîn olmıyan ve bâlig olmamış
küçük mahremi ile gitmesi câiz değildir. Bâlig olmamış gösterişli kızlar da,
kadın gibidirler. Kadınların mahremsiz olarak sefere gitmelerinin harâm olduğunu
hanefî âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Şâfi’î mezhebinde emîn olunan
kadınların toplu olarak mahremsiz, yalnız hacca gitmeleri câizdir. Yanlarında
hiçbir erkeğin bulunmaması ve fitne çıkmamasından emîn olmaları lâzımdır.
[Hanefî mezhebinde olan kadınların Şâfi’î mezhebini taklîd ederek mahremsiz
hacca gitmeleri câiz değildir. Bir hanefînin Şâfi’î mezhebini taklîd etmesi,
ancak bir farzı yaparken veyâ harâmdan sakınırken karşılaşdığı haracdan,
sıkıntıdan kurtulması için câiz olur. Câiz olduğu zemân da, taklîd edilen
mezhebin bütün şartlarına uymak lâzım olur. Haccın hepsini Şâfi’î mezhebine göre
yapmaları lâzım olur. Çünki, bir ibâdeti yaparken, harac [sıkıntı] yok iken, iki
mezhebi karışdırmak (Telfîk) olur. Müleffikın ibâdeti sahîh olmaz. Bâtıl
olur.] (Hadîka)dan terceme temâm oldu.
24 - Zevcesine
Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzlardan, harâmlardan, ona lâzım olanları
öğretmelidir. Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını bilmiyen ve zevcesine ve
çocuklarına öğretmiyen, Cehennemde azâb çekecekdir.
25 - Ehlinden
iznsiz, nutfeyi ondan azl etmemeli ve muvâka’ada, o râhatlanmayınca ferâgat
etmemelidir. İbni Âbidîn “rahime-hullahü teâlâ” nikâhda kısmeti anlatırken diyor
ki, (Bir kerre cimâ’ ile zevcenin hakkı ödenmiş olur. Tekrârlamak diyâneten
vâcibdir. Kadâen vâcib olmaz. Ya’nî kadın, hâkime mürâceat edemez. Tekrârını
taleb etmek zevcenin de hakkı olup, taleb edince zevc üzerine vâcib olur. Bu
husûsda zemân ve adet bildirilmedi). İfrâtı bedene, tefrîti rûha zarar verir.
Dört geceden fazla boş bırakmamalı, denildi. Hayz hâlinde, ya’nî âdet zemânında,
ona tekarrüb, ya’nî yaklaşmak harâmdır. Büyük günâhdır. Âdet (regle) on günden
sonra kesilirse, gusl etmese bile, muvâka’a câiz olur. On günden önce, fekat
âdet temâm olunca, kesilirse, gusl etdikden veyâ bir nemâz vakti geçdikden sonra
câiz olur. On günden ve âdetden önce kesilirse, gusl etse dahî, âdeti olan
günler temâm oluncıya kadar, âilesi ile cimâ’ câiz olmaz. Fekat, bu zemân
içinde, nemâz kılması ve oruc tutması lâzımdır. Birinci kısmda, ellidördüncü
maddeye bakınız!
26 - Zevce,
yalnız evde zevcine karşı süslenip, başka kimselere süslenmemelidir. Zevcesi ve
kızları açık gezen erkekler, onlarla birlikde Cehenneme gidecek, çok acı azâb
çekeceklerdir.
(Halebî-yi
kebîr)de
diyor ki, (Hür kadının avuç içinden ve yüzünden ve ayaklarından başka bütün
vücûdü avretdir. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kadın
avretdir. Açık olarak çıkarsa, şeytân gözlerini çok açarak ona bakar)
buyurdu. Ayaklarına avret diyenler de oldu. Nûr sûresindeki âyet-i kerîmede
meâlen, (Müslimân kadınlar, zînetlerini göstermesinler! İş yaparken zarûrî
açılanlar günâh olmaz. Baş örtülerini yakalarına kadar örtsünler [Böylece,
saçları, kulakları ve göğüsleri iyi örtülsün]) buyuruluyor. Âyet-i kerîmede (Zînet),
ya’nî (süs)leri örtsünler demek, zînet takılan, süslenen yerlerinizi
örtün demekdir. Açılması günâh olmıyan zînet yerlerinin, yüz ile el olduğunu,
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi. Yine bu sûrede,
(Kadınlar ayaklarını yere vurarak yürümesinler ki, ayaklarındaki örtülü
zînetlerin sesleri işitilmesin) buyuruldu. Ayakların avret olduğu buradan
anlaşılmakdadır). Kadınların örtünmeleri Kur’ân-ı kerîmde emr olundu. Bunu
kıskanc olan ba’zı kocalar söylemişdir demek doğru değildir. Böyle sözler, din
câhillerinin, hattâ din düşmanlarının, müslimân kadınlarını aldatmak için
yapdıkları çirkin iftirâlardır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde herşeyi açıkca
bildirmedi ki, din düşmanlarının bu iftirâlarının bir değeri olsun. Beş vakt
nemâzın kaç rek’at oldukları, her rek’atda kaç secdenin farz olduğu ve dahâ nice
farzlar Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilmedi. Bu farzları açık olarak,
Peygamberimiz bildirmişdir. Peygamberimizin bildirdiği farzlar ve harâmlar da,
Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilen farzlar, harâmlar gibi kıymetlidirler.
Bunlara da inanmıyan, kabûl etmiyen dinden çıkar, kâfir olur. Çünki, Kur’ân-ı
kerîmin onyedi yerinde meâl-i şerîfleri, (Allahı seviyorsanız bana tâbi’
olunuz! Bana tâbi’ olanları Allahü teâlâ sever) ve (Allaha ve Resûle
itâ’at ediniz. İtâ’at etmezseniz, Allah kâfirleri elbet sevmez) olan âyet-i
kerîmeler vardır. Bu onyedi âyet-i kerîme, (Hadîka)da ve (Berîka)da
uzun yazılıdır. (Mecma’ul-enhür)deki hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hür kadının, yüzünden ve iki eli ayasından
başka, bütün bedeni avretdir) buyurdu. Avret yeri açık olarak erkeklerin
yanına çıkmak ve başkasının avret yerine şehvetsiz bile bakmak harâmdır. Yabancı
kadının yüzüne de şehvet ile bakmak harâmdır. Hadîs-i şerîfde, (Kadının
neresine olursa olsun, şehvet ile bakan kimsenin gözlerine kıyâmet günü erimiş
kurşun dökülecek, sonra Cehenneme atılacakdır) buyuruldu. Yabancı genç
kadının elini, yüzünü el ile, şehvetsiz bile tutmak harâmdır. Hadîs-i şerîfde,
(Yabancı genc kadının elini tutan kimsenin eline kıyâmet günü ateş
doldurulacakdır) buyuruldu. (Zevâcir)deki hadîs-i şerîflerde,
(Zevcinin evinden başka yerde başını açan kadın, Rabbi ile kendi arasındaki
perdeyi yırtmış olur) ve (Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, hamâma
gitmesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, zevcesini hamâma göndermesin ve
Allaha ve Kıyâmet gününe inanan, şerâb içmesin ve Allaha ve Kıyâmet gününe
inanan, şerâb içilen sofrada oturmasın ve Allaha ve Kıyâmet gününe inanan,
yabancı bir kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin) ve (Âhır zemânda
ümmetimin erkeklerinin, avret yerleri örtülü olarak da hamâma gitmeleri harâm
olur. Çünki, orada avret mahalleri açık olanlar da bulunur. Avret yerlerini
açanlara ve başkasının avret yerine bakanlara, Allah la’net eylesin!) ve
(Göbekle dizkapağı arası avretdir) buyurdu. Hanefî mezhebinde, erkeğin dizi
avretdir. Açması harâmdır. Şâfi’îde diz avret değildir. Mâlikî ve Hanbelî
mezheblerinde, göbek de, diz de avret değildir. Bu iki mezhebde yalnız sev’eteyn
avretdir. Bu hadîs-i şerîfler karşısında, müslimân hânımlarının örtünmeleri,
çıplakların bulundukları yerlere gitmemeleri lâzımdır. [Müslimânların, apartman
katlarında oturmayıp, bağçe içinde müstekıl evlerde oturmaları ve evlerindeki
banyolarda yıkanmaları muvâfıkdır. Müslimân erkekler, toplu olarak, çıplakların
bulunmadıkları tenhâ sâhillerde denize girer. Hanefî ve Şâfi’î mezhebinde olan
erkeğin, gusl abdesti almak için veyâ nafakasını, hakkını kurtarmak için veyâ
fitne çıkmasını önlemek için, sıkışık durumda kalınca, diğer iki mezhebi taklîd
ederek dizlerini, uyluklarını örtmemesi câiz olur. Fekat sıkışık hâl geçince,
bir dakîka bile açık kalması harâm olur. Kadınların sıkışık durumda, mezheb
taklîd ederek, hiçbir yerlerini açmaları mümkin değildir. Çünki, dört mezhebde
de, kadınların her yerlerini örtmeleri lâzımdır. Kadınları sıkışık duruma
düşürecek sebeb de yokdur.
(Tefsîr-i
Mazherî)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Nûr sûresinin tefsîrinde diyor ki, (Kadın
ancak zarûret olduğu zemân ve başı, saçları, boynu ve bütün bedeni örtülü olarak
sokağa çıkmalıdır. Kadının sokağa çıkması için zarûret, ihtiyâc maddelerini
alacak ve dînini öğretecek kimsesi bulunmamakdır. Baş örtüsü ile yüzünü de
örterek ve bedenini örtecek her şeklde kumaş ile örtünerek çıkması câizdir.
Burada, yüzünü kelimesi, başını demekdir. Çünki, yüzü açık çıkması, dört
mezhebde de câizdir). Buradan anlaşılıyor ki, Osmânlı devletinin son
zemânlarında kadınların örtündükleri çarşaf ile örtünmeleri şart değildir. Geniş
ve dizden aşağı uzun manto, çorab ve baş örtüsü ile örtünmeleri de câizdir.
Yüzaltmışbeşinci sahîfeye bakınız! İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, birinci
cildin, üçyüzonüçüncü mektûbunda, (Bütün arab memleketlerinde, pîrâhen, ya’nî
kamîs, ya’nî antârî denilen uzun gömlek giyen erkeklerin de, kadınların da çok
olduğunu, kadın gömleklerinin yakası kapalı, erkek elbisesinin önü açık, kamîs
olduğunu) yazmakdadır. Ahzâb sûresi, kadınların (Celâbîb)lerinden ba’zısı
ile örtünmelerini emr etmekdedir. Celâbîb, cilbâblar demekdir. Ebüssü’ûd efendi
tefsîrinde diyor ki, (Cilbâb, baş örtüsünden dahâ geniş ve gömlekden kısa olan
örtüdür. Kadınlar bununla başlarını örterler. Yüzü ve bedeni örten her örtüye de
denir). Türkçe (Tibyân) tefsîri sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, buna
Milhafe, ya’nî dışa giyilen örtü diyor. (Mevâkib) tefsîrinde de ve (Lugat-ı
Nâcî)de (câr, ya’nî ferâce uzun gömlek) olduğu yazılıdır ki, manto
demekdirler. Bunun iki parçadan yapılmış çarşaf demek olduğu ve kadınların
yalnız bu çarşafı giymeleri lâzım olduğu, tefsîrlerde ve fıkh kitâblarında
yazılı değildir. Hattâ, (Harâmdan olan Cilbâb giyenin nemâzı kabûl olmaz!)
hadîs-i şerîfindeki (Cilbâb) kelimesine, (Kitâb-ül-fıkh-ı alel-mezâhib-il
erbe’a)da kamîs, ya’nî uzun gömlek ma’nâsı verilmişdir. (Müncid)de
de, cilbâb, kamîs demekdir diyor. (Câliyet-ül-ekdâr)ın son sahîfesinde
de, (Ya Rabbî! Bize hikmetinin celâbîbini giydir) demekdedir. Bu hadîs-i şerîf
ve bu düâ, cilbâbı erkeklerin de kullandığını bildiriyor. Şâfi’î (El-envâr)
kitâbının hâşiyesinde diyor ki, (Kadının nemâzda, geniş, uzun antârî ve baş
örtüsü ile örtünmesi ve elbisesinin üstüne kalın cilbâb örtmesi müstehabdır.
Cilbâb, milhafe [ferâce, manto denilen] uzun, geniş antârî örtü veyâ baş örtüsü
demekdir). Âyet-i kerîmedeki cilbâb kelimesine, çarşaf diyerek, geniş ve uzun
manto ile örtünmeği red etmek, Kur’ân-ı kerîmi kendi re’yi, kendi görüşü ile,
yanlış tefsîr etmek olur.
Şimdi zemân
böyle. Zemâna uymadan olmıyor gibi sözler doğru değildir. Masonların yaydıkları
yalanlardır. Komünistler, işkence yaparak, öldürerek müslimânları yok ediyor.
Masonlar ise, yalan ve bozuk sözlerle okşıyarak müslimânları dinden
çıkarıyorlar. Mezhebsizler de, islâmiyyeti değişdiriyorlar. Âyet-i kerîme ve
hadîs-i şerîflere yanlış ma’nâlar veriyorlar.]
27 -
Zevcesinden iznsiz sefere, hattâ nâfile hacca gitmemelidir.
28 - Zevcesi
nemâz kılıyor ve kendisine itâ’at ediyorsa ve yabancı erkeklere açık saçık
görünmiyorsa, ondan başka evlenmemelidir. Zîrâ, zevceleri arasında adâlet ve
müsâvât yapmıyanlar Cehenneme gideceklerdir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurdu ki: (İki zevcesi olup
da, ikisine müsâvî bakmıyan kimse, kıyâmet günü, mahşer meydânına yarı iğrilmiş
olarak gelecekdir).
29 - Zevceye,
gamını, kederini, düşmanlarını, borclarını söylememelidir.
30 - Ona,
yanında ve olmadığı zemânlarda, hep hayr düâ etmeli, fenâ düâ etmemelidir. Çünki,
gece gündüz onun için çalışmakdadır. Onun ekmekcisi, aşçısı, terzisi ve
hamâmcısı ve malının bekcisi ve yoldaşı ve mûnisi ve yârı ve nigârıdır.
(Kimyâ-i
se’âdet)
sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” yüzkırküçüncü
sahîfesinde buyuruyor ki, (Erkeğin vazîfelerinden onikincisi, zevcesini
boşamamakdır. Allahü teâlâ, bütün mubâhlar [ya’nî izn verdiği şeyler] içinde
yalnız, talâk vermeği [ya’nî boşamağı] sevmez. Zarûret olmadıkca, birini
incitmek câiz değildir).
Dînini bilen ve
seven erkekler, her hareketinde islâmiyyete uyarak, hem kendilerine, hem de âile
ve akrabâlarına ve bütün mahlûklara hayrlı ve fâideli olur. Bunun için, kızını
seven ve onun dünyâda ve âhıretde mes’ûd olmasını istiyen, onu açık sokağa
çıkarmamalı, dîni ve ahlâkı bozan televizyonları, radyoları dinlemesine ve böyle
olan sinemalara ve topluluklara gitmesine mâni’ olmalıdır. Müslimân olan kimse,
kızını müslimân ve sâlih kimselere vermelidir. Mal ve apartman ve mevkı’ sâhibi
değil, din ve ahlâk sâhibi dâmâd aramalıdır. Kızını kâfire veren kimsenin
kendisi de, kızı da kâfir olur. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Bir kimse, kızını fâsıka verirse, Allahü teâlânın emânetine
hıyânet etmiş olur. Emânete hıyânet edenlerin gideceği yer, Cehennemdir).
Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Kızını fâsıka veren kimse, mel’ûndur). (Şir’a)
şerhindeki hadîs-i şerîfde, (Şefâ’atime kavuşmak istiyen, kızını fâsıka
vermesin!) buyuruldu. (Eşi’atül-lemeât)da, nemâzı gecikdirmemeli
bâbındaki hadîs-i şerîfde, (Yâ Alî! Üç şeyi gecikdirme! Nemâzı evvel vaktinde
kıl! Hâzırlanmış cenâzenin nemâzını hemen kıl! Dul veyâ kızı küfvü isteyince,
hemen evlendir!) Ya’nî nemâzını kılan ve günâh işlemiyen ve nafakasını
halâlden kazanan birini bulunca, hemen ona ver, buyurdu.
Sun’î
İlkâh: (El-halâl vel-harâm)da
diyor ki, (Erkeğin menîsini, bir tüp veyâ başka şey içinde, nikâhlı zevcesi
olmıyan yabancı bir kadının rahmine koyup, çocuk hâsıl olmasına, (Sun’î ilkâh)
denir. Harâmdır. Çocuk, veled-i zinâ, piç olur).
Süâl:
Şer’î nikâhı bulunan bir âilenin çocuğu olmaz ise,
(Sun’î ilkâh) ve (Tüp bebek) denilen üsûl ile, çocuk olmasına teşebbüs etmek
câiz midir?
Cevâb:
Bir erkekle kızın şer’î nikâh yaparak, Allahü
teâlâdan çocuk taleb etmelerini tergîb ve teşvîk buyuran hadîs-i şerîfler çokdur.
Çocuğu olmıyan zevceynin, Silsile-i aliyyeyi vâsıta yaparak, düâ etmeleri ve
meşrû’ sebeblere teşebbüs etmeleri lâzımdır. Zevceynin menîleri alınıp, bir tüpe
konuyor. Tüpde ilkâh vâkı’ oldukdan sonra zevcenin rahmine konuyor. Buna (Sun’î
ilkâh) ve (tüp bebek) deniyor. Bunun câiz olacağı anlaşılmakdadır. Ancak,
buna zarûret olmadığı için, bu işi zevceynin kendilerinin yapmaları, tabîb,
hemşîre, ebe gibi yabancıların, bunların avret mahallerini görmemeleri ve sun’î
ilkâhın, nikâhsız olan erkekle kız arasında yapılmaması lâzımdır.
(Mecelle)nin
yediyüzaltmışikinci (762) maddesinde diyor ki: Güvenilen kimseye bırakılan mala
(Emânet) denir. Emânet üçe ayrılır:
1 - (Vedî’a),
güvenilen kimseye saklamak için verilen maldır. Söz veyâ hâl ile yapılan îcâb ve
kabûl ile hâsıl olur. Veren ve alan, diledikleri zemân fesh edebilir. Bâlig
olmaları lâzım değildir. Parasız Vedî’a zâyı’ olursa, ödemez. Ödemesi şart
edilirse, sözleşme bâtıl olur. Ücretli olan Vedî’a helâk olunca, ödenir. Mümkin
ve fâideli şartla Vedî’a sözleşmesi câizdir. Vedî’a olan malı kendi malı gibi
saklar. Vedî’a olan hayvanın nafakası, sâhibine âiddir. Vedî’a, sâhibinden
iznsiz kullanılamaz ve vedî’a, âriyet, kirâ ve rehn ve ödünc verilemez ve
sâhibinin borcunu, onun izni olmadan ödeyemez. Bunları izn ile yapabilir. Sâhibi
isteyince aynen geri vermesi lâzımdır. Ödemezse gâsıb olur. Vedî’a olan paranın
da kendisini verir. Başkasını veremez.
2 - Kirâ veyâ
âriyet olarak verilen emânetdir. Îcâb ve kabûl ile hâsıl olurlar. Bâlig olmaları
şart değildir. (Âriyet), bedelsiz kullanmak demekdir. Âriyet hayvânın
nafakası, kullanana âiddir. Zemân ve mekân ve istifâde şekli sınırlı olarak
âriyet vermek câizdir. Şartsız âriyet verilen eve, dükkâna, tarlaya dilediğini
koyabilir. Âriyet alan, bunu vedî’a verebilir. Kirâya ve rehne veremez. Sâhibi
isteyince veyâ sözleşmedeki müddeti bitince, geri vermesi lâzım olur.
3 - Sözleşme
olmadan ele geçer. Meselâ, rüzgârın getirdiği mal emânet olur.
Çık da, bir
seyret dışarda, her tarafın rengini,
kudret-i
Hakkın cihânda, görünen âhengini!
Bir temiz
kan, bir yeşil can, yağdırıp kudret, yere,
yemyeşil
olmuş her tepe, neş’elenmiş dağ, dere.
En kısır
toprak doğurmuş, emzirir birçok nebât,
fışkırır bir
damlacık otdan, tutup sıksan, hayât!
Dün kemikden
dahâ katı idi, her çıplak fidan,
bak, ne
sağlam kan bugün, her birisinden damlıyan!
Dün
uykudaydı belli, milyarlarca canlı teni,
silkinip
kalkmış yatakdan, elbiseler hep yeni.
Dün ne
mâtemdeydi âlem, yer mahzûn, gökler mahzûn,
şimdi,
sevincden her bitki gülmekde uzun uzun.
İşlemiş
kırlarda yer yer, Allahın kudret eli,
yalnız
söylemekle olmaz, bir gidip de görmeli.
Öyle amma,
gördüğüm binbir hikmetin tersine,
bende hâlâ,
zevke benzer, duygu yok aslâ yine.
Bir değil,
yüzbin behârlar gökden indirseydi Hak,
öyle
kararmış ki kalbim, nerde birşey anlamak?
Dem çeker
bülbül, beynimde benim, baykuşlar öter.
ne bu
sersemlik, eyvâh, bana neler olmuş neler?
Bir tanıdık
yok, hayâlim konsa, en bildik yere,
cedlerin
rûhu ağlıyor, din düşmüş, yâd ellere.
Atom, füze
lâfı yok, yalnız (dinde reform) sesi,
iktisad,
teknik düşünmez, bir dinsizlik hevesi.
Ahlâksızın,
hayâsızın, zulmün dinde yok yeri,
reform
ister, bunun için ırz düşmanı serseri.
Duygusuz
olmak kadar dünyâda büyük derd yok,
öyle
salgınmış ki mel’un kurtulan bir ferd yok.
Fende yüksek
olsa da, dîni bozulmuş bir millet,
çok baskı
yapılsa da, yaşamaz, mahvolur elbet.
Ey ölüm
hâlindeki, topraklara hayât veren!
ni’mete
küfrân da etsek îmânın za’fı neden?
Bir hâlim
yok, bilirim şâyân olan ihsânına,
ah,
yükselsem de, bir düşsem, senin dâmânına!
Bir esim
ister, kımıldanmak için, canlar bugün,
bir nesîm
olsun ilâhî, canlansın kanlar bugün,
İlkbehârın
rûhu etsin, bir de bizlerden zuhûr,
yoksa artık,
Sûr-i İsrâfîle mi kaldı nüşûr!
|