| 
 
38 
- 
NAFAKA VE KOMŞU HAKKI 
(Nikâye)
kitâbının fârisî şerhinde buyuruyor ki: 
Nafaka, insanın 
yaşayabilmesi için lâzım olan şey demekdir. Bu da, yiyecek, giyecek ve ev olduğu
(Hadîka)da ve (İbni Âbidîn)de, nafaka bâbında ve hac bahsi başında 
da yazılıdır. Ya’nî mutbah masrafı ve giyim eşyâsı masrafı ve ev kirâsı ile ev 
eşyâsı masrafıdır. Bu masraflar, şehrin âdetine, piyasaya ve akrabâ ve 
arkadaşlara göre ayârlanır. Zemâna ve hâle göre değişir. Her memleketde 
başkadır. 
[Te’mîn etmesi 
farz olan nafakayı fıkh âlimleri üçe ayırmışlardır. Birincisi, bedeni ve rûhu 
besleyen gıdâ ve hastalıklardan koruyan devâlardır. Rûhun ve kalbin gıdâsı ve 
devâsı, ilmdir. İslâm ilmleri ikiye ayrılır: Din bilgileri ve fen bilgileri. Din 
bilgileri, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbından öğrenilir. Bunlardan îmân ve fıkh 
bilgileri, her memleketde vardır. İstanbuldaki (Hakîkat Kitâbevi) bu 
kitâbları basdırmakda, her memlekete posta ile göndermekdedir. İslâmın gizli 
düşmanları, bilhâssa ingiliz câsûsları, islâmiyyeti içerden yıkmak için, uydurma 
din kitâbları yazıp dünyânın her yerine gönderiyorlar. Gençlerin bu yaldızlı 
kitâbları okuyup aldanmamaları çok mühîmdir. Elhamdülillah, Hakîkat Kitâbevi, 
Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını bol bol basdırıp, bütün dünyâya 
göndermekdedir. Bu kitâblar kalblere, rûhlara gıdâ olmakda, islâm bilgilerini 
doğru olarak bütün memleketlere yaymakdadır. Müslimân evlâdları, fen bilgilerini 
de, müslimân fen adamlarının kitâblarından öğrenmeli, islâmiyyeti fenne düşman 
gibi gösteren masonların kitâblarını okuyup aldanmamalıdır.] 
Nafakayı veyâ 
bunların parasını vermek, beş sebeble farz olur: 
1 - Zevcesi 
zengin olsa bile, bunun nafakasını vermek, zevc üzerine farzdır. Zevcesi kâfir 
ise, nafakası yine farzdır. Nafaka, nikâhdan sonra hemen farz olur. Zevc ve 
zevce fakîr iseler, fakîr nafakası verir. Zengin iseler, zengin nafakası vermesi 
lâzımdır. Zengin nafakasında, zevceye, ev işlerini yapdırması için bir hizmetci 
de tutması lâzımdır. İkisinden biri zengin olup, öteki fakîr ise, orta hâl 
nafakası verir. 
İbni 
Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Nafaka, islâmiyyetde, ta’âm, kisve 
ve süknâ demekdir. Kitâbların çoğunda, yalnız ta’âm ma’nâsına kullanılmak âdet 
olmuşdur. Fakîr olan zevcin, zengin olan zevcesine, orta hâllilere âdet olan 
nafaka vermesi lâzımdır. Fakîr nafakası verip, aradaki farkı, zengin olunca 
öder. Zevce, zevcinin gücü olup da, nafaka vermediğini şikâyet ederse, hâkim 
nafaka ta’yîn edip vermesini emr eder. Yine vermezse, zevci habs edip malını 
satarak, zevcesinin nafakasına sarf eder. Malını bulamaz ise, fakîr olduğu 
anlaşılıncaya kadar habsde bırakır. Boşanmalarına karâr vermez. Fakîr olup veyâ 
gâib olup nafakanın üçünü de veremediği için de, aralarını ayırmaz ve habs de 
etmez. Şâfi’î mezhebinde, zevce isterse, hâkim fakîr olan zevcinden ayırır. 
Hanefî hâkim, aralarını ayırabilmek için, Şâfi’î olan bir hâkimi kendine vekîl 
yapar. Ayrılmak istiyen kadının dilekçesini buna verir. Zevce ve zevc mahkemeye 
getirilir. Zevce, nafaka vermediğini iki şâhid ile isbât eder ve zevc nafaka 
vermeğe gücü yetdiğini isbât edemezse, aralarını ayırır. Gâib olan zevcin fakîr 
olduğu anlaşılamıyacağı için, ayırmaz. Hanbelî mezhebinde, gâib olan zevcinden 
nafaka almadığını isbât eden zevceyi de hâkim ayırır. 
Hanefî 
mezhebindeki hâkim nafaka vermiyen fakîri ayırmaz ise de, aylık veyâ senelik 
nafaka parası tesbît edip, zevce zengin ise, kendi malından kullanmasını, fakîr 
ise, zevci ölmüş olsaydı, buna ve küçük çocuklarına nafaka vermeleri farz olan 
zevcin ve zevcenin mahrem akrabâlarına, buna şimdi ödünc vermelerini veyâ 
veresiye mal satmalarını emr eder. Ödünc vermiyenleri veyâ satmıyanları habs 
eder. Böylece, zevcenin anası, babası, amcası, erkek kardeşi ve çocukların 
amcaları, erkek kardeşleri veyâ kendisi vermiş olduklarını, zevc zengin olunca 
bundan alırlar. [Ödünc, veresiye verecek zengin akrabâ yoksa, Beyt-ül-mâl, ya’nî 
devlet ödünc verir. Bu da vermezse, erkekle karışık olmıyan kadın işinde 
çalışır. Meselâ, hastahânede yalnız kadın hastalara bakar. Kadın ölüsünü yıkar. 
Süt annelik, ebelik, kızlara hocalık yapar.] Hâkim, bunları da zevcine ödetir. 
Talâk iddeti zemânında, nafaka sâkıt olmaz. Kadının iddet zemânı bitince, nafaka 
kesilir. 
[Zarûret 
olmadan boşayarak evini barkını, yuvayı yıkmak, huzûru, se’âdeti kaçırmak ve 
boşadığı kadına mehr parasını ödemek, bir erkek için kolay şey değildir. Kadın, 
zevcine yemek hâzırlıyarak, çamaşırını yıkayarak, yırtıklarını dikerek, 
çocuklara din ve ahlâk bilgisi vererek, zevcinin râhat ve mes’ûd yaşamasını 
sağlar. Tatlı sözleri ile zevcini neşelendirir. Zevcesini boşayan erkek, bu 
ni’metlerden mahrûm kalır. Çünki, boşama âdeti olana kimse kızını vermez. 
Boşanılan kadının nafakasını vermek, babasına, babası yoksa, zengin akrabâsına 
farz olur. Zengin akrabâsı yoksa, islâmiyyete tâbi’ olan kadına, Beyt-ül-mâlın, 
ya’nî hükûmetin ma’âş vermesi lâzım olur. Hükûmet islâmiyyetin bu emrini 
yapmazsa, kadın çalışıp kazanmağa mecbûr olur. Görülüyor ki, islâm dîninde, 
kadın değil, erkek acınacak hâldedir. Kız olsun, dul olsun, evli olmıyan fakîr 
kadına babası bakmağa mecbûrdur. Bakmazsa habs olunur. Babası yoksa veyâ 
fakîrse, zengin akrabâsı bakacakdır. Bunlar da yoksa, hükûmet ma’âş 
bağlıyacakdır. Müslimân kadının çalışıp kazanmağa hiç ihtiyâcı yokdur. İslâm 
dîni, kadının bütün ihtiyâclarını erkeğin sırtına yüklemişdir. Erkeğin bu ağır 
yüküne karşılık, mîrâsın hepsinin yalnız erkeğe verilmesi lâzım iken, Allahü 
teâlâ, kadınlara burada da ihsânda bulunarak, erkek kardeşlerinin yarısı kadar 
da mîrâs almalarını emr buyurmuşdur. 1029. cu sahîfeye bakınız! Zevc, zevcesini, 
evin içinde veyâ dışında çalışmağa zorlayamaz. Kadın arzû ederse ve zevci izn 
verirse, erkek bulunmıyan yerlerde, mestûre olarak çalışması câiz ise de, 
kazandığı kendi mülkü olur. Hiç kimse, bunları ve mîrâsdan eline geçeni, 
kadından zorla alamaz. Kendisinin ve çocukların ve evin herhangi bir ihtiyâcına 
sarf etmesi için zorlanamaz. Bunların hepsini zevcin alıp getirmesi farzdır. 
Şimdi, komünist memleketlerde, kadın da, erkeklerle birlikde, buğaz tokluğuna, 
hayvanlar gibi, en ağır işlerde zorla çalışdırılıyor. Hür dünyâ dedikleri 
hıristiyan memleketlerde ve islâm ülkeleri denilen arab memleketlerinde, (Hayât 
müşterekdir) denilerek, kadınlar da, fabrikalarda, tarlalarda, ticâretde, 
erkekler gibi çalışıyorlar. Çoğunun evlendiklerine pişmân oldukları, 
mahkemelerin boşanma da’vâları ile dolu olduğu, günlük gazetelerde sık sık 
görülmekdedir. Kadınlar, islâm dîninin kendilerine verdiği kıymeti, râhatı, 
huzûru, hürriyyeti ve boşanma hakkına mâlik olduklarını bilmiş olsalar, bütün 
dünyâ kadınları, hemen müslimân olurlar ve islâmiyyetin her memlekete yayılması 
için çalışırlar. Fekat, ne yazık ki, bu hakîkatleri anlıyamıyorlar. Allahü teâlâ, 
bütün insanlara, islâm dîninin ışıklı yolunu, doğru olarak öğrenmek nasîb 
eylesin!] 
(Bahr-ür-râık)da 
diyor ki, (Zevcin, zevcesine nafakayı temlîk etmesi farzdır. Zevcenin aldığı 
nafaka, mülkü olur. Bunu satabilir. Hediyye ve sadaka verebilir. Zengin olan 
zevc nafaka vermezse, hâkim bunun malını satıp nafakayı verir. Evini satmaz. 
Açıkda malı yoksa, bunu habs eder. Kisve, senede iki dır’ ve iki himâr ve iki 
milhafedir. Milhafe, kadının sokağa çıkarken giydiği bir şeydir. [Şimdi buna 
ferâce, saya, manto deniyor.] Bunların biri yazlık, biri kışlıkdır. Şimdi, 
bunlara iç donu, cübbe [kalın manto], yatak, yorgan da ilâve etmek lâzımdır. Kış 
mevsiminde, dır’ yünden, manto ve himâr ipekden olur. [Himâr, baş örtüsüdür.] 
Ayakkabı, mest sokağa çıkmak için olduklarından, nafakaya dâhil edilmemişdir. 
Fekat, zemânın ve memleketin âdetine göre dâhil edilirler. Dır’ göğsü açılabilen 
uzun gömlekdir. Kamîs, omuzu açılabilen uzun gömlek [ya’nî antâri]dir. 
Memleketin âdetine göre, kadına lâzım olan gıdâ, elbise ve ev eşyâsının hepsi 
nafakaya dâhil olur. Zevcin bunları getirmesi lâzımdır. Lâzım olduğu zemân 
getirmezse veyâ hıyânet ederse, zevce, zevcinin parası ile kendi satın alıp 
getirir. Yâhud, vekîl tutar. Bu vekîl satın alır. Lâzım olan şeylerin kadında 
bulunması, bunların nafakadan düşmesine sebeb olmaz. Kadın kendi malını 
kullanmağa zorlanamaz. Kullanırsa, zevc bunların parasını zevcesine öder. 
Herşeyi erkeğin getirmesi lâzımdır. Kadını çalışıp kazanmağa zorlaması harâmdır. 
Nâşize olan, ya’nî zevcinden kaçan zevceye nafaka verilmez. Geri gelince, nafaka 
da başlar. Üç günlük yoldan uzakda olan zevce, mahremi olmadığı için, zevcinin 
yanına gitmezse veyâ zevc, zevcesini böyle uzağa götürmek ister, o da gitmezse, 
nâşize olmaz. Zevc, kendi mülkü olan veyâ kirâladığı yâhud âriyet olarak aldığı 
evde zevcesini oturtur. Sâlih komşular arasında barındırması lâzımdır. Sâlih 
komşuları olmıyan ev, şer’î mesken değildir). 
[(Hindiyye)de 
diyor ki: (Ev zevcenin mülkü olup, zevcini evine sokmazsa, nafakası verilmez. 
Beni evine götür derse, zevc de götürmezse, kendi evine sokmadığı için 
nafakasını kesemez. Zevcinin gasb etdiği evde oturmak istemiyen kadının nafakası 
kesilmez. Kadın, nemâz kılmıyan zevcinden ayrılmaz. Zemânımızda, zevc, zevcesini 
başka memlekete götüremez. Zevc üç günden uzak memleketde olup, yol parası 
göndererek, zevcesini yanına çağırır, o da mahremi olmadığı için gidemezse ve 
zevcin evinde hastalanan kadının nafakaları kesilmez. Şâhidsiz nikâh ile yapılan 
izdivâcda nafaka lâzım olur. Zevce, yemek pişirmek için ücret istiyemez. 
Pişirmeğe de zorlanamaz ise de, zevci ona peynir, zeytin gibi şeyler getirir. 
Kadının zevcine karşı temiz ve zînetli olması vâcibdir). 
(Bezzâziyye)de 
diyor ki: (Babası hasta olup, bakacak kimse bulunamazsa, zevcinden iznsiz gidip 
hizmet eder. Zimmî baba da böyledir. Zengin olan oğul, zengin olan babasına 
bakmağa mecbûr değildir). Hediyyeleşmeleri sünnetdir. Anaya, babaya karşı 
gelmek, sert konuşmak, kalblerini incitmek harâmdır. İslâm kadını, her zemân bir 
milhafe ile örtünmüşdür. Bu da, geniş manto demekdir. İki parça olan çarşaf 
sonradan ortaya çıkmışdır. Şimdi çarşaf âdet olan yerlerde çarşafla, manto âdet 
olan yerde geniş manto ve kalın baş örtüsü ile örtünmelidir. Mubâh olan şeylerde 
âdete uymamak fitneye sebeb olur. Harâm olur]. 
Zevcin izni ile 
zevcesi babasının evinde olunca, hasta olunca nafakası kesilmez. Zevcinin evinde 
kendisini teslîm etmezse, nafaka kesilmez. Borcu olduğu için habs edilmiş olan 
ve düğünden önce hasta olan ve başkası ile hacca giden kadına nafaka verilmez. 
Hacca zevci ile giden kadına, evdeki nafaka verilir. Seferî nafaka verilmez ve 
yol parasını vermek vâcib olmaz. Cenâze masrafı nafakaya dâhildir. Vefât eden 
kadının cenâze masrafını zevci verir. Kadının mirâsını alanlar vermez. 
Zevc 
nafaka vermezse veyâ fakîr olup, habsde, firârda olup vermezse, hâkim zevcesini 
ayırmaz. Zevcin ve zevcenin zengin olan mahrem akrabâsına, buna zevci adına 
ödünc olarak veyâ veresiye satarak vermelerini emr eder. Vermiyeni habs eder. 
Parayı, malı veren, sonra zevcden ister. Ödemezse, habs olunur. Mahkeme karârı 
olmadan, ödünc veyâ veresiye alırsa, zevcden istemez. İmâm-ı Şâfi’î 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, hâkim zevceyi ayırır dedi. Kocasından nafaka 
alamıyan Hanefî bir kadın, boşanmak isterse, Şâfi’î mezhebindeki hâkime 
başvurur. 
Geçmiş zemânın 
nafakası, zevcden istenemez. Ancak, her ay vermeği sözleşirlerse veyâ hâkim emr 
etmiş ise, almadığı aylıkları, ölünciye kadar istiyebilir. Zevc, birkaç ay veyâ 
yıl için peşin verdiği nafakayı, zevce bu müddet bitmeden ölürse, geri alamaz. 
İmâm-ı Şâfi’î “rahmetullahi teâlâ aleyh”, zevc hesâb ederek, geri kalan zemâna 
düşen nafakaları geri alır dedi. 
Zevcin 
akrabâsından hiç kimsenin evde bulunmasını istememek, zevcenin hakkıdır. Zevce 
izn verirse, zevc mahrem akrabâsını evinde bulundurabilir. Fakîr nafakası için, 
kilidi olan bir oda, mutbah ve halâ yetişir. Zevc, zevcesinin ana, baba ve 
kardeşlerini bile eve sokmıyabilir. Fekat görmelerine ve konuşmalarına mâni’ 
olamaz. Bunlardan sâlih olanlarına, haftada bir kerre, gelip oturmaları için 
mâni’ olmaması iyi olur. Diğer akrabâsının da, senede bir kerre gelip 
oturmalarına mâni’ olmamalıdır. [Zevcesinin sâlih olan akrabâsını, kendi de 
da’vet eder. Karşılar. Anasının, babasının ellerini öper. Yiyecek, içecek ikrâm 
eder. Onlarla sohbet eder. Emr-i ma’rûf ve nehy-i münkerde bulunur. Başka 
şehrden gelmiş olanlarına, gece kalmalarını söyler. Onların kalblerini 
kazanmağa, hayrlı düâlarını almağa çalışır. Kendisinin ve zevcesinin 
akrabâsından fâsık olanlar, zevcesinin dînini, ahlâkını bozmak istiyenler varsa, 
onları evine almaz ve evlerine gitmez. Onlarla görüşmez ve zevcesini görüşdürmez. 
Fekat, onlara da ve hiçkimseye sert davranmaz. Hattâ, münâkaşa etmez. Fitne 
çıkmasına sebeb olmaz. Dinlerine ve dünyâlarına zarâr gelecek şeylerden sakınır. 
Herkese karşı, güler yüzlü olmalıdır. 
(Ukûd-üd-dürriyye)de 
diyor ki: (Zevc sefere çıkmak isteyince, zevcesi, nafaka vermiyeceğinden 
korkarak, bir aylık nafakası için, kefîl göstermesini hâkimden istiyebilir. 
Sefere çıkmıyan zevcinden kefîl istiyebilmesi için, nafaka mikdârının, hâkim 
tarafından veyâ ikisi aralarında anlaşarak tesbît edilmiş olması lâzımdır). (Behcet-ül-fetâvâ)da 
diyor ki: (Zeyd kızını Amre tezvîc edip, Amr zevcesini çağırmadığı için, 
zevcesinin babası evinde kaldığı zemânın nafakasını verir). (Feyziyye)de 
diyor ki: (Zevci zengin olan kadın, oğlundan nafaka istiyemez. Bâlig ise de, 
farz olan ilmleri tahsîl etdiği için fakîr olana, zengin olan babası bakar). 
(Bahr-ül-fetâvâ)da diyor ki: (Zevci nafaka bırakmadan, başka diyâra giden 
kadın, zevcinin emânet bırakmış olduğu maldan nafaka vermesi için, emânet 
bulunan kimseyi zorlıyamaz. Hâkim vâsıtası ile alabileceği, (Hindiyye)de 
yazılıdır. İnsan, hayvanına nafaka vermesi için, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre cebr 
olunur.) Otuzdokuzuncu maddeye bakınız!] 
Bâin 
ve ric’î talâkla boşanan kadının, iddet zemânında, nafakasını zevcin vermesi 
farzdır. Mürted olmak veyâ üvey oğlunu şehvetle öpmek gibi suç ile ayrılarak 
veyâ kocası ölerek iddet bekliyen kadına nafaka vermesi farz değildir. Üç 
talâkda boş olan kadın, iddet zemânında mürted olursa, nafaka verilmez. 
[Şimdi, hayât 
müşterekdir diyenleri işitiyoruz. Bu sözleri doğrudur. Fekat, bu sözün ma’nâsı, 
onların anladıkları gibi değildir. Ya’nî, kadın da gitsin, para kazansın demek 
değildir. Bunun ma’nâsı, erkek gitsin, çalışsın, kazansın. Lüzûmlu şeyleri, 
dışardan alıp getirsin. Kadın da, hergün zevkınde gezmeyip, boş vakt geçirmeyip, 
ev içindeki kadınlık vazîfelerini yapsın demekdir. Erkeğin vazîfesi, dışardaki 
işleri, kadının vazîfesi içerdeki işleri yapmakdır.] 
2 - Fakîr 
çocuğun nafakasını yalnız babası verir. Babası fakîr ise, babasına ödetmek 
üzere, zengin olan anası verir. Anası da fakîr ise, zengin olan dedesi verir. 
Çocuk zengin ise, kendi malından nafakalanır. Malı olmıyan yetîmin anası, dayısı 
ve amca çocukları zengin olsalar, nafakasını anası verir. Babası gâib, anası 
fakîr, amcası zengin olan çocuğun nafakasını amcası verir. Yakın asebe gâib veyâ 
fakîr olunca, uzak olanı verir. Anadan başkası, çocuğa verdiği nafakayı 
babasından istiyemez. Anası, çocuğunu emzirmeğe zorlanamaz. Para ile emzirecek 
başka kadın bulunamazsa, ananın emzirmesi vâcib olur. Anaya ücret verilmez. 
Boşanan anayı, iddetden sonra, para ile süt anası tutmak câiz olur. Ana ücret 
ile, yabancı kadın parasız emzirmek istese, çocuk yabancıya emzirtilir. 
Erkek çocuğa, 
bâlig oluncaya kadar nafaka verilir. Kız çocuklara evleninciye kadar ve bâlig 
olan hasta oğula iyi oluncaya kadar babası bakar. Bunlar zengin ise, kendi 
malları ile nafakalanırlar. Veled-i zinâya babası nafaka vermez. 
(Lakît),
geçim sıkıntısı veyâ nâmûs korkusu ile terkedilmiş 
çocuk demekdir. Çocuğu terk etmek günâh, görünce alıp ölümden kurtarmak şehrde 
sünnet, tenhâ yerde ise farzdır. Kuyuya düşecek a’mâyı kurtarmak da böyledir. 
Dâr-ül-islâmda bulunan çocuk, hür ve mü’min olur. Nafakası ve sultân nikâhını 
yapınca mehr parası çocuğun malından veyâ akrabâsından alınır. Bunlar yoksa, 
Beyt-ül-mâl verir. Çocuğu başkası bundan zorla alamaz. Benim çocuğumdur diyen 
bir adamın sözü kabûl edilir. Kadın söylerse, iki şâhid istenir. İlm öğretilir. 
Sonra san’ate verilir. Hükûmetden izn almadan sünnet etdirilemez ve malı 
satılamaz. Hükûmetden iznsiz yapılan masraflar, çocuğa teberru’, ya’nî hediyye 
olur. 
3 - Zengin olan 
çocukların, fakîr olan ana babalarına nafaka vermesi farzdır. Kız ve oğlan 
çocuklar eşit mikdârda verir. Anaya, babaya bakmak, bunlar öldükde dahâ çok 
mîrâs alacak olana farz değildir. Bunlara dahâ yakın olana ve onların parçası 
olana farzdır. Oğlunun oğlu ile kızı bulunan anaya, babaya yalnız kızları bakar. 
Hâlbuki, mîrâsı kız ile torun yarı yarıya alır. Kızının çocuğu ile erkek kardeşi 
bulunana, torunu bakacakdır. Hâlbuki, mîrâsın hepsini erkek kardeş alır. 
Kızlarının çocuklarına hiç mîrâs düşmez. (Hazânet-ür-rivâyât) sâhibi 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Anadan babadan birine iyilik edince öteki 
incinirse, babaya hurmet, saygı, itâ’at etmeli, anaya hizmet ve yardım ve ihsân 
etmelidir. Babanın oğluna kızması, bağırması câizdir. Baba, çocuğuna vereceği 
emri, onun yapmıyacağını anlarsa, onu ısyân günâhından korumak için, emr 
etmemeli, bunu yaparsan iyi olur demelidir). (Fetâvâ-i Hayriyye) sâhibi 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki: (Kazandığı, geçimini karşılayabilen fakîr 
kimsenin, fakîr babasına nafaka vermesi farz değildir. Fakîr olan anasını, 
babasını kendi evine alıp, birlikde geçinirler. Zevceyi döğmek, eziyyet etmek, 
nafakasını tam vermemek, onsuz başka şehre yerleşmek harâmdır. Büyük günâhdır. 
Kıyâmet günü, bunun süâli çok çetin, azâbı da, pek elîm olacakdır. Hâkim 
tarafından ta’zîr olunması, cezâlandırılması lâzımdır. Gücü yetdiği hâlde, üç 
cins nafakadan birini vermezse, habs olunur)]. 
4 - Âkıl ve 
bâlig olmayan oğlan ve her yaşdaki evlenmemiş veyâ dul kız ve hasta veyâ kör 
adam fakîr olup, babaları yok ise, nafakalarını vermek, zengin olan zî rahm-i 
mahremleri üzerine, mîrâs mikdârı ile farz olur. Farz olması için, mahkemede 
da’vâ açması lâzım olduğu, (Fetâvâ-i Hayriyye)de yazılıdır. Herbiri, o 
gün için alması lâzım gelen mîrâs mikdârlarına göre ortaklaşa verirler. Bunlar, 
neseb (soy) bakımından nikâhı ebedî harâm olan yedi kişidir. Bunlardan zengin 
olanları, fakîr olan zî rahm-i mahremlerine ortaklaşa bakmağa mecbûrdurlar. Bir 
kimsenin dayısı ve amcasının oğlu olsa, bunun nafakasını, dayısı verecekdir. 
Çünki, bu kimse kadın farz edilirse, dayısı mahremdir. Amcası oğlu ise nâ-mahrem 
olur. Nâ-mahremin nafaka vermesi farz değildir. Mahrem, mîrâs almasa da, 
nafakayı mahrem verir. Fakîr olan küçük çocuğun anası ve kız kardeşi ve amcası 
zengin olsalar, nafakanın üçde birini anası, yarısını kardeşi, gerisini amcası 
verir. Fakîr bir kimsenin, zengin bir kız kardeşi ve baba bir kız kardeşi ve ana 
bir kız kardeşi varsa, bu kimseye üç kız kardeşi ortaklaşa bakar. Nafakanın 
beşde üçünü kız kardeşi, beşde birini baba bir kız kardeşi, beşde birini de, 
anadan kız kardeşi verir. Çünki, bu kimse ölseydi, mîrâsı bu oranda 
paylaşırlardı. (Behcet-ül-fetâvâ) da diyor ki, (Küçük çocuğun, anası ve 
iki kız kardeşleri ve amcası bulunsa ve hepsi zengin olsa, nafakayı altıda birer 
anası ve amcası verir. Kardeşleri de altıda ikişer verirler). 
Başka dinden 
olan, ya’nî müslimân olmıyan zî rahm-i mahrem akrabâya nafaka vermek farz 
değildir. Fekat, zimmî olan anaya, babaya, çocuklara ve zevceye nafaka vermek 
farzdır. Zevcden ve fakîr çocukları olan babadan başka hiçbir fakîrin nafaka 
vermesi farz değildir. Zevceden başka, hiçbir zengine nafaka verilmesi farz 
değildir. Kurban kesmek nisâbına mâlik olan kimse zengindir. Bu nisâba mâlik 
olmıyana fakîr denir. Baba kendi nafakası için oğlunun malını satabilir. Fekat, 
binâyı, toprağını satamaz. Ana ise, nafaka yapmak için oğlunun malını satamaz. 
Üçüncü kısmda, 3. maddenin sonuna bakınız! 
[Bir kadının, 
kızın, anası, babası ve mahrem akrabâsı yok ise veyâ mevcûd olup fakîr iseler ve 
Beyt-ül-mâl, ya’nî devlet de yardım etmez ve kimse ve hayr cem’iyyeti imdâd 
etmezse, bu kadın, kendinin, çocuklarının ve hastalık, ihtiyârlık sebebi ile 
çalışamıyan fakîr ana, babasının nafakalarını temîn etmek için çalışmak 
zorundadır. Erkekle karışık olmıyan kadın işlerinde çalışır. Erkek bulunmıyan iş 
yok ise, sıhhatini, dînini, nâmûsunu, müslimânlık haysiyyetini ve şerefini 
koruyacak kadar farz olan nafaka kazanmak için, yabancı erkeklerin bulunduğu 
yerde örtülü olarak çalışması câiz olur. Bu nafakayı kazanmasında mâni’ 
olunması, ikrâh olur. Böyle ihtiyâcdan fazla, orada kalması câiz olmaz. Dâr-ül-harbde 
zâlimler, çalışırken, başını, kollarını açması için ikrâh ederlerse, 
zorlarlarsa, açmazsan, burada çalışma, git derlerse, örtülü olarak çalışacak 
başka yer bulamayınca, kolları açık çalışması, Ebû Yûsüf kavline göre câiz olur. 
Kadının kulaklarından sarkan saçlarını örtmesi farz değildir diyen âlimlerin de 
mevcûd olduğu, (İbni Âbidîn)de ve (Hindiyye)de yazılıdır. Harac 
olduğu zemân, bu za’îf kavl ile amel etmek câiz olur. Başında bulunan saçları 
örtmenin farz olduğu sözbirliği ile bildirildi ise de, bunun açılması, ikrâh 
olunmak sebebi ile câiz olur. Üçüncü kısmda, (26). cı maddeye bakınız! Böyle 
ikrâh olunan kadın, her zemân, erkekle karışık olmıyan veyâ örtülü çalışacak yer 
aramalıdır. Bulunca, orada çalışması lâzım olur. Saçlarını, kollarını sokakda, 
gidip gelirken hep örtmelidir. Müslimân erkekle evlenince, bunun nafakasını 
zevci te’mîn etmeğe mecbûrdur. Zengin olmadığı için, anasına, babasına ve 
çocuklarına nafaka vermesi lâzım gelmez ise de, zevcinin izni ile çalışıp onlara 
bakması lâzımdır. Öğrenmesi farz ilmleri öğrenmek de, nafaka kazanmak gibidir.] 
5 - Kölenin, 
câriyenin nafakasını vermek, efendisine farzdır. Efendisi nafaka vermezse, 
kölesi, çalışıp kazandığından kendine nafaka yapar. Köle ve câriye çalışamıyacak 
hâlde ise, hâkim, efendiye, bunları satmasını emr eder. 
İbni 
Âbidîn beşinci cild, ikiyüzyirmiüçüncü sahîfede buyuruyor ki: 
(Avret yerini 
örtecek ve soğukdan, sıcakdan korunacak kadar giyinmek farzdır. Pamuk, keten ve 
yün kumaş iyidir. Erkek kamîsi, ya’nî antârisi ve paltosu bacağın ortasına 
kadar, kolları parmak ucuna kadar uzun olması sünnetdir. Kol ağzı bir karış 
olmalıdır. Orta hâlli giyinmeli, şöhretden sakınmalıdır. Ni’meti göstermek için 
iyi ve kıymetli giyinmek müstehabdır. Bayramlarda, topluluklarda, güzel, süslü 
giyinmek mubâhdır. Her zemân böyle giyinmek iyi değildir. Öğünmek için, gösteriş 
için giyinmek mekrûhdur. Beyâz ve siyâh giyinmek müstehabdır. Resûlullahın 
antârisi, gömleği ve donu beyâz pamuk bezdendi. [Mekkeyi feth eylediği gün, 
mubârek başlığının ve paltosunun siyâh olduğu, İbni Âbidîn, beşinci cildi, 
dörtyüzseksenbirinci sahîfesinde ve (Mecma’ul-enhür)de yazılıdır.] Yeşil 
giyinmek sünnetdir. Domuzdan başka yırtıcı hayvan leşlerinin postları, derileri 
dabaglanınca temiz olur. Besmele ile öldürülenlerin postları ve derileri 
temizdir. Derileri üzerinde nemâz kılınır. Bunlarla yapılan elbiseleri, kürkleri 
ve kürklü paltoları, başlıkları giymek erkeklere câizdir. Kadınların erkekler 
gibi giyinmeleri, erkek işleri yapmaları câiz değildir. Erkeklerin, donu, 
pantalonu ayaklarını örtecek kadar uzatması mekrûhdur. Nemâz dışında, pis elbise 
giymek mekrûhdur). [El, ayak, parmak, burun, diş, göz, kalb ve başka uzvlar 
bozulunca, kopunca yerlerine ma’den, plâstik koymak, diri ve ölü insandan organ 
nakl etmek câiz olduğu, Hindistân âlimlerinin neşr etdiği (El-muallim) 
mecmû’ası, 1406 nushasında yazılıdır. Çünki, bir organı kurtarmak, hayâtı 
kurtarmak gibi zarûrîdir. Diri insanın organını, etini yimek câiz değildir. 
Kanını nakl etmek câizdir. Kadınların ve erkeklerin traşda, tuvalet yapmakda ve 
giyinmekde birbirlerine benzemeleri harâmdır. Erkeklerin yanak üzerine saç 
uzatarak kadınlara benzemelerinin harâm olduğu (Hadîka) 
beşyüzellisekizinci sahîfesinde yazılıdır. Kadının, insan saçını, kendi saçı 
arasına örerek birleşdirmeyip de, kendi saçına iplikle, bez şeridle bağlamasının 
ve hayvan kılları eklemenin harâm olmadığı, (İbni Âbidîn) beşinci cildi, 
ikiyüzotuzsekizinci, (Hadîka) ikinci cildi, beşyüzyetmişdokuzuncu ve (Fetâvâ-i 
kübrâ)nın yüzyetmişdördüncü sahîfelerinde yazılıdır. İnsan ve hayvan 
kılından ve naylon gibi ipliklerden yapılmış olan, (Peruk) denilen takma 
saçları ve kirpikleri kullanmak câiz olduğu anlaşılıyor ise de, ihtiyâc ile 
zîneti birbirine karışdırmamalıdır. İhtiyâc için câiz olan şeyi, süs, gösteriş 
için takmak câiz değildir. Erkekler arasında başını açmak zarûreti olduğu zemân, 
kadının başını ve kendi saçlarını peruk takarak örtmesi câiz ve lâzım olur. 
Zarûret olunca, avret yerlerini mümkin olan herşeyle örtmek lâzımdır. Günâhı 
yalnız saçını vermiş olana ve bakanadır. İnsanın saçını ve herhangi bir organı 
satması harâmdır. Peruk takarak sokağa çıkmak, zarûret olmadan câiz değildir. 
Çünki, kadınların yabancılara süslenmeleri harâmdır. Zarûret ne demek olduğu, 
(Mecelle)nin 22 ve 42. ci maddeleri şerhlerinde bildirilmişdir.] 
(Uyûn-ül-besâir) 
kitâbının yüzondokuzuncu sahîfesinde diyor ki, (İnsanın kullandığı şeyler beşe 
ayrılır. Bunlar zarûret, ihtiyâc, menfe’at, zînet ve fudûldür. Kullanılmadığı 
zemân helâke sebeb olan yasak şeyi kullanmak zarûret olur. Kullanılmaması 
sıkıntıya, meşakkate sebeb olursa, ihtiyâc denir. [Fâidesi, menfe’ati olmayıp, 
yalnız gösteriş için kullanılan şeye, zînet denir.] İhtiyâc olunca, orucu bozmak 
câiz olur. [(Bahr-ür-râık)da diyor ki, (Bir ibâdete başlayınca, bunu özr 
olmadan bozmak harâmdır. Farz olan orucu bozmak için sekiz özr vardır: Hastalık, 
sefere çıkmak, ikrâh ya’nî zâlimin zorlaması, kadının hâmile olması, çocuk 
emzirmek, açlık, susuzluk ve ihtiyârlık). Kitâbda bildirilen ihtiyâc, bu sekiz 
özrden biri demekdir.] Buğday ekmeği, koyun eti, yağlı yimek, menfe’atdir. Tatlı 
yimek, zînetdir. Mubâhları kullanmakda taşkınlık, fudûldur. Zarûret olunca, 
yalan yere yemîn etmek câiz olmaz. Ta’rîz söylemek, ya’nî iki ma’nâlı kelime 
söyleyip yemîn edilir. Aç kalanın ölmiyecek kadar leş yimesi, zarûret olur. 
Abdest alırken elbiseye su sıçraması, hayvan idrâr yaparken, üstündekinin 
elbisesine sıçraması zarûretdir. Mecnûnun birden fazla evlenmesi câiz değildir. 
Çünki ihtiyâcı olmaz). 
[Harâm işlemek 
veyâ kullanmak, yalnız zarûret mikdârı câiz olur. Mubâh olan şeyleri, farzları 
yapabilecek kadar kullanmak zarûretdir ve farzdır. İhtiyâcı karşılamak için 
kullanmak, sünnetdir. İhtiyâcdan fazla olan şeyin menfe’ati varsa, menfe’ati 
için kullanmak câiz olur. Menfe’ati olmadığı zemân, zarârı da yoksa, zînet olur. 
Vekâr, hurmet ve sevgi hâsıl etmek ve çok şükr etmek niyyeti ile zînet eşyâsını 
kullanmanın müstehab olduğu, (İbni Âbidîn) ve (Bahr) son 
cildlerinin sonunda ve Muhammed Bağdâdînin (Hadîka)sının yüzonbeşinci 
sahîfesinde yazılıdır. (Hadîka) ikinci cildinin beşyüzseksenikinci 
sahîfesinde diyor ki, (Mubâhlarda, şehrin âdetine uymamak şöhret olur. Bu ise, 
tahrîmen mekrûhdur. Saç, sakal boyamak böyledir). Zînet eşyâsını kullanmak da 
böyledir. Dâr-ül-harbde, ya’nî Fransa gibi, kâfirlerin yaşadıkları 
memleketlerde, islâmın vekârını, şerefini korumak ve şöhretden, fitneden 
sakınmak vâcibdir. Zararlı olan şeye fudûl, abes ve mâlâ-ya’nî denir. Bunu 
kullanmak tahrîmen mekrûh, farza mâni’ olursa, harâm, ya’nî büyük günâh olur. 
Ellidördüncü madde sonuna bakınız!]. 
[(Bahr-ür-râık)da, 
orucu bozmayan şeyleri bildirirken diyor ki, (Erkeğin tedâvî için sürme çekmesi 
câizdir. Zînet için çekmesi câiz değildir. (Cemâl) ve (Zînet) 
kelimelerini birbirleri ile karışdırmamalıdır. Cemâl, çirkinliği gidermek, vekâr 
sâhibi olmak ve şükr etmek için, ni’meti göstermek demekdir. Gösteriş için, 
öğünmek için, ni’meti göstermek, cemâl olmaz, kibr olur. Nefsin za’îf, azgın 
olduğunu gösterir. Cemâl ise, nefsin terbiye edilmiş, olgun olduğunu gösterir.
(Allahü teâlâ cemîldir. Cemâl sâhiblerini sever) hadîs-i şerîfi, cemâl 
sâhibi olmağı medh etmekdedir. Cemâl için yapılan birşey, zînete de sebeb 
olursa, zarar vermez. Cemâl için, temiz, güzel giyinmek mubâhdır. Kibr için 
giyinmek ise, harâmdır. Böyle giyinince, hâlinde, başkalarına karşı davranışında 
bir değişiklik olması, kibr alâmeti olur). Görülüyor ki, cemâl, çirkinliğe, 
başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, 
bunları izâle etmekdir. Zînet, başkalarını imrendirecek, onlara üstünlük 
sağlıyacak, öğünecek şeyleri yapmakdır. Cemâl için, bulunduğu yerde âdet olan 
şeylerden, harâm olmıyan en iyilerini kullanmalıdır.] 
Erkeklere ipek 
giymek harâm olduğu, ikinci kısm, kırkbirinci madde sonunda bildirilmişdir. 
Elbisede ve başlıkda dört parmak genişliğinde ipek veyâ altın şeridlerin 
bulunması câizdir. Şerîdler uzun ve sayıları çok olabilir. 
Erkeklerin de 
her renk elbise giymeleri câiz ise de, kırmızı, sarı elbise giymeleri tenzîhen 
mekrûh denildi. Başlık ve takkenin kırmızı ve sarı renklerde dahî mekrûh 
olmadığı sözbirliği ile bildirildi. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve 
sellem” ayakkabısının siyâh olduğu, (Şir’at-ül-islâm) şerhinde yazılıdır. 
(Dürr-ül-muhtâr)ın 
ve bunun (Tahtâvî) ve İbni Âbidîn hâşiyelerinin son cildleri sonunda 
diyor ki, (Tecemmül etmek, ya’nî en güzel elbise giymek müstehabdır. Halâl 
şeylerle zînetlenmek mubâhdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe dörtyüz altın kıymetinde 
cübbe giyerdi. Talebelerine güzel giyinmelerini emr ederdi. İmâm-ı Muhammed 
nefîs elbise giyerdi. İmâm-ı a’zam buyurdu ki, imâm-ı Ömerin yamalı hırka 
giymesi, Emîr-ül-mü’minîn olduğu içindi. Güzel giyinseydi, me’mûrları da güzel 
giyinirler, fakîrleri, milletden zulm ile mal alırlardı. Resûlullah “sallallahü 
aleyhi ve sellem” bin dirhem gümüş kıymetinde cübbe giyerdi). 
Büyüklere harâm 
olan şeyleri, çocuğuna yapdıran kimse, harâm işlemiş olur. Birinci kısmda, 18. 
ci maddeye bakınız! 
(Hadîka)da, 
bütün bedenle yapılan günâhların onbeşincisinde diyor ki, çocuğunu ve nafaka 
vermek lâzım olan akrabâsını aç bırakarak ve islâm terbiyesinden mahrûm ederek 
zâyı’ etmek günâhdır. Analardan, baba ve dedelerden ve çocuklardan, torunlardan 
başka olan yakınlara, (Akrabâ) denir. Zengin kimsenin fakîr ve 
çalışamıyacak hâlde olan akrabâsına nafaka vermesi vâcibdir. Çalışabilen erkek 
büyük akrabâya, fakîr olsalar da, nafaka verilmez. Fakîr olan yetîm çocukların 
ve dul kadınların nafakaları, sağlam olsalar da, zengin akrabâsına vâcib olur. 
Küçük çocukların anneleri ve amcaları bulunsa, yâhud anneleri ve ağabeğleri 
olsa, zengin iseler, çocukların nafakalarını, mîrâs oranında, ortaklaşa 
verirler. Babanın, çocuklarına ilm, edeb ve san’at öğretmesi farzdır. Önce, 
Kur’ân-ı kerîm okumasını öğretmelidir. Sonra îmânın ve islâmın şartlarını 
öğretmelidir. [Çocuk Kur’ân-ı kerîm okumasını ve din bilgisini öğrenmeden 
mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek vakt bulamaz. Din düşmanlarının 
tuzaklarına düşerek, onların yalanlarına, iftirâlarına aldanır. Dinsiz ve islâm 
ahlâkından mahrûm olarak yetişir. Dünyâda ve âhıretde felâketlere sürüklenir. 
Cem’ıyyete ve millete zararlı olur. Kendine ve başkalarına yapacağı kötülüklerin 
günâhları, anasına babasına da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden 
önce, kâfirlerin, hıristiyanların mekteblerine göndermenin büyük zararları, (İrşâd-ül-hiyâra 
fî-tahzîr-il-müslimîn min medârisin-Nasârâ) kitâbında uzun yazılıdır. Bu 
kitâb, Ahmed Zeynî Dahlânın (Hulâsa-tül-kelâm) kitâbının ikinci cüz’i ile 
birlikde, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır.] 
Ananın, 
babanın, okutmak ve terbiye etmek için çocuklarını zorlaması lâzımdır. Kadın 
çocuğunun okumasına, ahlâkına ehemmiyyet vermezse, kötü yetişdirirse, erkeğin, 
(Ben râzı değilim. Günâhı senin olsun!) demesi, kendisini kurtarmaz. Kötülüğe 
mâni’ olması lâzımdır. Kadın inâd ederek, fitne çıkarsa veyâ erkekden gizli 
yaparsa, erkek günâhdan kurtulur. Böyle kadını boşamalı diyemeyiz. 
Anaya, babaya 
itâ’at ve ihsân etmelidir. Tâ’at olan, mubâh olan ve günâh olmıyan şeylerdeki 
emrlerini yapmalıdır. Zevcenin de, zevcinin günâh olan emrlerini yapmaması 
lâzımdır. Her me’mûr ve ast için de böyledir. Hiç kimseye, günâh işlemeği emr 
etdiği için, karşı gelinmez. İsyân edilmez. Mubâh olan işler için verdikleri 
emrleri yapmak, vâcib değil ise de, câizdir. Tâ’at olan işlerdeki emrlerini 
yapmak vâcibdir. Yapması câiz olmıyan emrlerine karşı ısyân etmemeli, yumuşak, 
tatlı dil ile özr dilemelidir. Ana, baba, [ve âmir, müdîr], en kötü günâhı, 
hattâ küfrü bile emr etse veyâ kendileri kâfir ise, onlara karşı gelmek, yine 
câiz olmaz. Ana, baba âciz ve fakîr iseler, zimmî olsalar bile, nafakaları, 
çocuğa vâcibdir. Dedeler, nineler de, ana, baba gibidir. Harbî olanlarına nafaka 
verilmez. Zimmî ile harbînin birbirlerinden mîrâs almaları da böyledir. Ana, 
baba, zimmî olsalar da, hizmet etmek, ihsânda bulunmak vâcibdir. Küfre teşvîk 
edenlerine gidilmez. 
Anayı, babayı 
ve zî-rahm-i mahremleri ziyâret etmek vâcibdir. Hiç olmazsa, selâm göndererek, 
tatlı mektûb yazarak bu günâhlardan kurtulmalıdır. Selâmın, mektûbun ve sözle, 
para ile yardımın mikdârı ve zemânı yokdur. Lüzûm ve imkânı kadar yapılır. Zî-rahm-i 
mahrem olmıyanlara bunlar vâcib değildir. Bunlar önce anaya, sonra babaya, sonra 
evlâda, sonra ecdâda, sonra ceddâda, sonra erkek ve kız kardeşlere, amcalara, 
halalara, dayılara ve teyzelere yapılır. Bunlardan sonra, zî-rahm-i mahrem 
olmıyan amca oğluna, amca kızına ve hala, dayı ve teyze çocuklarına, sonra nikâh 
sebebi ile akrabâ olanlara, sonra komşulara yardım ve ihsân etmek çok sevâbdır.
(Hadîka)dan terceme burada temâm oldu. 
(Bezzâziyye) 
fetvâsında, (Menâhî)yi anlatırken diyor ki, (Her çeşid çalgı dinlemek 
harâmdır. Fısk anlatan şi’r dinlemek mekrûhdur. Günâh işlemeği istemek günâh 
olmaz. İşlemeğe karâr verirse, yalnız karâr vermek günâhı yazılır. İşlemek 
günâhı yazılmaz. Küfr ve küfre sebeb olan şeyler böyle değildir. Bunlara karâr 
verince kâfir olur. Kâfir olan anaya babaya hizmet etmek, nafakalarını vermek, 
ziyâretlerine gitmek lâzımdır. Küfre sebeb olan şeyleri yapdıracaklarından 
korkulursa, ziyâretlerine gitmemelidir. Kâfirlerle birlikde yiyip içmek, bir iki 
kerre câizdir. Her zemân ise, mekrûh olur. Ücret karşılığı, şerâb yapmak için 
üzüm sıkmak mekrûhdur. Kilise ta’mîrinde çalışmak mekrûh değildir. Çünki, bu 
işin kendisi günâh değildir). Görülüyor ki, islâmiyyete uymağa gericilik diyen, 
ya’nî ibâdet yapmağı ve harâmlardan sakınmağı beğenmiyen ananın, babanın evine 
gidilmez. Böyle olan akrabânın evine de gitmek câiz değildir. Başka özrler, 
sebebler söyliyerek gitmemeli, kalb kıracak, fitne çıkaracak şeyler 
söylememelidir. Hiç kimse ile münâkaşa etmemelidir. Münâkaşa etmek, dostluğu 
giderir. Düşmanların çoğalmasına sebeb olur. Fitne çıkarmamalı, dost ile de, 
düşman ile de tatlı konuşmalı, herkese karşı güler yüzlü olmalıdır. Bu husûsda, 
Muhammed Ma’sûm (Mektûbât)ının, üçüncü cildinin 55. ci mektûbunda geniş 
bilgi vardır. Bu mektûbun tercemesi, (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbımızın 
sonunda mevcûddur. Bid’at sâhiblerine ve açıkca günâh işliyenlere tatlı dil ve 
güler yüz câiz olmadığı için, zarûret olmadıkca, bunlarla karşılaşmamağa, 
görüşmemeğe çalışmalı, zarûret mikdârını aşmamalıdır. 
Anadan, babadan 
izn almadan cihâda ve tehlükeli olan yoldan bir yere, hattâ farz olan hacca 
gitmek câiz değildir. İznleri olmadan ilm tahsîline gitmek câizdir. Tecribeye, 
hesâba dayanmıyan, dayansa da dünyâya ve âhırete fâidesi olmıyan şeyleri 
öğrenmek böyle değildir. İslâmiyyete fâideli ilmler böyledir. İslâm 
düşmanlarının, bid’at sâhiblerinin, mezhebsizlerin mekteblerine din bilgisi 
öğrenmek için gitmek, hiçbir zemân câiz değildir. Ticâret, hac, ömre gibi, 
tehlükeli olmıyan yolculuklarda, ihtiyâcı olmıyan ana babanın iznini, rızâsını 
almak lâzım olmaz. Fekat, hava ve deniz yolculuğu ve tehlükeli olan kara 
yolculukları için ve cihâd için rızâlarını almak lâzımdır. İlm öğrenmek için 
gidilecek yolda ve yerde emniyyet varsa ve ananın, babanın yalnız kalarak helâk 
olmaları tehlükesi yoksa, rızâları olmasa da, gitmek câizdir. Düşman hücûm edip 
islâm askeri bozulduğu zemân, çocuk bâlig olmasa bile, ana babasının rızâsı 
olmayınca da düşmana karşı savaşa gitmesi câizdir. Fekat, hiçbir zemân ve hiçbir 
sebeble anaya, babaya ve hükûmet adamlarına karşı sert söylemek câiz değildir. 
Rızâları olmadan gitmek câiz olduğu zemân, gitdiği yerden sık sık tatlı mektûb 
ve selâm ve hediyye yollayarak rızâlarını almalıdır. 
KOMŞU HAKKI 
- 
Aşağıdaki yazılar, seyyid Alî zâdenin 
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Şir’at-ül-islâm) şerhinden alınmışdır. (Her 
müslimânın, sâlih komşular arasında ev araması lâzımdır. Hadîs-i şerîfde, (Ev 
satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araşdırınız! Yola çıkmadan 
evvel, yol arkadaşınızı seçiniz!) buyuruldu. Hadîs-i şerîfde, (Komşuya 
hurmet etmek, anaya hurmet etmek gibi lâzımdır) buyuruldu. Komşuya hurmet, 
onunla iyi geçinmekdir. Onun aç olduğunu bilerek, kendisi tok yatmamakdır. 
Allahü teâlânın kendisine ihsân etdiği rızklardan ona da vermelidir. Onu 
incitecek söz ve hareketde bulunmamalıdır. Hadîs-i şerîfde, (Komşusu, 
şerrinden emîn olmıyan kimse, Allahü teâlâya îmân etmemişdir) buyuruldu. 
Zimmî komşusuna dahî, mümkin olduğu kadar hediyye vermelidir. Hadîs-i şerîfde,
(Zimmî komşunun bir hakkı, müslimân komşunun iki hakkı, akrabâ olan komşunun 
üç hakkı vardır) buyuruldu. Komşusunun evine, pencerelerine bakmamalıdır. 
[Kaç ev komşu sayılır? Bu evlerin adedi, zemânın şartlarına ve insanın yardım 
kudretine göre değişir. Her tarafdan birer, ikişer ve nihâyet] kırk ev komşuluk 
hakkına mâlik olur. Komşunun yapdığı eziyyetlere ve câhilce hareketlerine sabr 
etmeli, karşılık vermemelidir. [Alkollü içkinin ve kadınların, kızların başı, 
kolları açık sokağa çıkmalarının harâm olduğunu güler yüz ve tatlı dil ile 
anlatmalıdır. Komşular, günâh işlediklerini görüp de nasîhat vermiyen] ve 
kendileri ile görüşmiyen, [Cehennemden kurtulmaları için] yardım etmiyen 
komşularını, Kıyâmet günü, Allahü teâlâya şikâyet edecekler, [maddî ve ma’nevî] 
haklarını istiyeceklerdir. Komşunun çocuklarını eli ile okşamalı, nemâz 
kılmaları ve günâh işlememeleri için, tatlı dil ile nasîhat etmelidir. Hadîs-i 
şerîfde, (Evinizde pişen yemekden, komşunuzun hakkını veriniz!) buyuruldu. 
Ödünc olarak ve âriyet olarak istediğini hemen vermelidir. Komşusu hasta olunca, 
ziyâretine gitmelidir. Sıkıntıya düşünce, imdâdına yetişmelidir. Hadîs-i şerîfde,
(Sıkıntıya düşen komşusuna yardım eden, sıkıntısını gideren kimseye, Allahü 
teâlâ kıyâmet günü kıymetli elbise giydirecekdir) buyuruldu. Cenâzesi 
olunca, (Ta’ziye) etmeli, ya’nî sabr etmesini söylemeli ve cenâzesinin 
hizmetine koşmalıdır. Komşusu sefere, uzak vazîfeye gidince, geride kalan 
âilesini, çocuklarını hırsızların, ahlâksızların şerlerinden, zarârlarından 
muhâfaza etmelidir. O yok iken, onun çoluk çocuklarına karşı davranışlarında, 
ona hiyânet etmekden çok sakınmalıdır. Onun evinin havasını, güneşini men’ 
edecek kadar, evine kat çıkarmamalı, buna zarûret olursa, ona anlatıp rızâsını 
aldıkdan sonra yapmalıdır. Ona veremiyeceği meyve, tatlı gibi şeyleri evine 
ondan gizli getirmelidir. Evini satacağı veyâ kirâya vereceği zemân, ona 
danışmalı, onun izn verdiği kimseye vermelidir. Komşunun mâl ve mülk hakları, 
(Mecelle) nin 1192. ci ve sonraki maddelerinde yazılıdır. Dünyâda en 
kıymetli şey, müslimân, sâlih, Allahü teâlânın ve mahlûkların haklarını bilen ve 
gözeten komşudur. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, bir sâlih müslimânın 
hurmetine, komşularından binlerce belâyı, felâketi uzaklaşdırır) buyuruldu. 
Hadîs-i şerîfde, (Kendisinin iyi mi, kötü mü olduğunu anlamak istiyen kimse, 
sâlih, hâlis olan komşularının kendisi hakkında ne dediklerini öğrensin! İyi 
kimsedir diyorlarsa, ind-i ilâhîde iyi olduğunu anlasın!) buyuruldu.) 
Herhangi bir 
kimseye yapılması harâm olan bir fenâlık, komşuya yapılırsa, günâhı katkat dahâ 
fazla olur. Herhangi bir kimseye yapılması sevâb olan bir iyilik, komşuya 
yapılırsa, sevâbı katkat dahâ fazla olur. 
  
Zâhidâ! Aç gözün, sahraya bak da, ibret al! 
Şu direksiz kubbe-i semâya bak da, ibret al! 
  
Görmek istersen, Cenâb-ı kibriyânın 
kudretin, 
her sabâh, seher vakti, dünyâya bak da ibret 
al! 
  
Pâdişâh olsan da, derler “er kişi niyyetine”, 
Var, musallada yatan mevtâya bak da, ibret 
al! 
  
Bir kefendir âkıbet, sermâye-i beğ ve fakîr, 
varlığa mağrur olan, mecnûn değil de, yâ 
nedir? 
                                                |