20 -
ÜÇÜNCÜ CİLD - 36.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
mîr Muhammed Nu’mâna “rahmetullahi teâlâ aleyh” gönderilmişdir. Kabr azâbına
inanmıyanların şübhelerini gidermek için yazılmışdır:
Allahü
teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! Kabrde azâb
yapılacağı sahîh ve meşhûr hadîsler ile, hattâ Kur’ân-ı kerîmdeki âyetlerle
bildirilmiş iken, çok kimsenin bunda şübhe etdiği, hattâ inanmadığı, böyle şey
olamaz dediği görülüyor. Kabre konulmamış ölüleri hareketsiz ve bırakıldığı gibi
gördükleri için, mezârda azâb olduğunda şübhe ediyorlar. Meyyite azâb
yapılsaydı, canı yansaydı, dirilerde olduğu gibi, çırpınır, hareket ederdi
diyorlar. Buna cevâb olarak deriz ki, (Kabr hayâtı) veyâ (Âlem-i
berzah hayâtı) denilen, meyyitlerin hâli, dünyâdaki dirilerin hayâtı gibi
değildir. Dünyânın nizâmı, düzeni için, buradaki hayâtda, hem his ya’nî duygu,
hem de irâde ile hareket vardır. Berzah [kabr] hayâtında ise, hareket etmek
lâzım değildir. Hattâ, berzah âleminde hareket olmaması lâzımdır. O hayâtda
bulunanların, elem ve azâb duymaları için, yalnız his etmeleri yetişir.
Görülüyor ki, berzah hayâtı, ya’nî kabr hayâtı, dünyâ hayâtının yarısı gibidir.
Kabrde, rûhun bedene bağlanması, diri iken olan bağlanmasının yarısı kadardır.
İşte bunun için, gömülmemiş ölüler, berzah hayâtında oldukları için, azâbı ve
elemi duyarlar ve hiç hareket etmez, kıpırdayamazlar. Hep doğru söyleyici olan
(Muhbir-i sâdık)ın “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve
ekmelühâ” doğru söylemiş olduğu böylece anlaşılmakdadır.
Şunu da
bildirelim ve şübheleri kökünden giderelim: Peygamberlik makâmı aklın ve
düşüncenin dışındadır, üstündedir. Aklın eremeyeceği, anlıyamıyacağı çok şeyler
vardır ki, bunlar Peygamberlik makâmında anlaşılır. Herşey akl ile
anlaşılabilseydi, Peygamberler gönderilmezdi “salevâtüllahi teâlâ ve teslîmâtühü
sübhânehü aleyhim ecma’în”. Âhıret azâbları, Peygamberler göndererek
bildirilmezdi. İsrâ sûresinin onbeşinci âyetinde meâlen, (Biz, Peygamber
göndererek bildirmeden önce, azâb yapıcı değiliz) buyuruldu. Akl çok şeyi
anlar. Fekat, herşeyi anlıyamaz. Anlaması da, kusûrsuz, tâm değildir. Çok
şeyleri, Peygamberler bildirdikden sonra anlamakdadır. Peygamberlerin gelmesi
ile, insanların özr ve behâne yapmaları önlenmişdir. Nisâ sûresinin
yüzaltmışdördüncü âyetinde meâlen, (Peygamberleri, müjde vermek için ve
korkutmak için gönderdim. Böylece, insanların Allahü teâlâya özr, behâne
yapmaları önlendi) buyuruldu. Akl, dünyâ işlerinde bile çok kerre
yanılmakdadır. Böyle olduğunu bilmiyen yokdur. İslâm bilgilerini, böyle bir akl
ile dartmağa kalkışmak doğru olamaz. İslâm bilgilerini akl ile inceleyip, akla
uygun olup olmamasına bakmak, aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve
Peygamberlik makâmına inanmamak olur. Böyle bozuk iş yapmakdan Allahü teâlâ
hepimizi korusun! Önce, Peygambere inanmak, Allahın Peygamberi olduğunu tasdîk
etmek lâzımdır. Böylece, Onun bildirdiklerinin hepsinin doğru oldukları kabûl
edilmiş olur. Şeklerden, şübhelerden kurtuluş nasîb olur. Dînin temeli,
Peygambere inanmakdır. Peygamberin Allah tarafından gönderildiğini, hep doğru
söylediğini aklın kabûl etmesidir. Akl, bu temel bilgiyi kabûl edince,
Peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabûl etmiş olur. Peygamberin “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” Allah tarafından gönderildiğini, Allahın bildirdiklerini
haber verdiğini kabûl etmemiş olan bir akla din bilgilerini birer birer
inandırmak çok güç olur. Aklın Peygambere kolay inanması ve kalbde tâm îmân
hâsıl olması için en yakın yol, Allahü teâlâyı zikr etmekdir. Ra’d sûresinin
otuzuncu âyetinde meâlen, (İyi biliniz ki, kalbler, Allahü teâlânın zikri ile
itminâna, râhata kavuşur!) buyuruldu. Ya’nî, tam îmâna kavuşur. Düşünerek,
akl ile ölçerek, bu yüksek makâma kavuşmak, güç, hem de çok güçdür.
Beyt:
Hep akla güvenenin ayağı
tahtadandır,
Tahta olan ayağa, hiç denilir mi sağlamdır.
Peygamberlerin
Allah tarafından gönderildiği ve hep doğru söylediğini uzun uzun düşünüp kabûl
ve tasdîk etdikden sonra, Onun yolunda, izinde bulunan, herşeyde Ona uyan bir
kimse, herşeyi düşünerek yapmış ve hepsinde akla uymuş olur. Peygamberin her
sözüne uyması, akla uymak olur. İnsanın aklı, birşeyin var olduğunu anlar, kabûl
ederse, o şeyden meydâna gelen ve o şeyi meydâna getiren parçaların da var
olduklarını anlamış, kabûl etmiş olur. Bu parçaların herbirinin var olduklarını
ayrı ayrı inceleyip, düşünüp anlamasına lüzûm yokdur. O şeyin var olduğunu
inceleyip kabûl etmiş olduğu için, o parçaların hepsini de inceliyerek kabûl
etmiş sayılır. Bizi doğru yola kavuşduran Allahü teâlâya hamd olsun! O, bize
doğru yolu göstermeseydi, hiçbirimiz doğru yola kavuşamazdık. Peygamberlerin
“aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” hepsi, Allah tarafından gönderilmişdir. Hepsinin
hep doğru söylediğine inanırız. [Sapık din adamı Ahmed ibni Teymiyyenin
kitâblarındaki bozuk fikrleri ile ingiliz câsûsu Hempherin yalanlarının ve
iftirâlarının karışımına (Vehhâbîlik) denir.] Doğru yolda bulunanlara bizden
selâm olsun!
[(Herkese
Lâzım Olan Îmân), 1419 [m. 1999] baskısı sahîfe 32 de diyor ki,
(Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” sayısı belli değildir.Yüzyirmidörtbinden
çok oldukları meşhûrdur. Bunlardan üçyüzonüç veyâ üçyüzonbeş adedi Resûldür.
Bunların içinden de, altısı dahâ yüksekdir. Bunlara (Ülül’azm)
Peygamberler denir. Ülül’azm Peygamberler, Âdem, Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ
ve Muhammed Mustafâdır “aleyhimüssalâtü vesselâm”.
Peygamberlerin
içinde otuzüç adedi meşhûrdur. Bunların ismleri: Âdem, İdrîs, Şît veyâ
(Şîs), Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhîm, Lût, İsmâ’îl, İshak, Ya’kûb, Yûsüf, Eyyûb,
Şu’ayb, Mûsâ, Hârun, Hıdır, Yûşa’ bin Nûn, İlyâs, Elyesa’, Zülkifl, Şem’un,
İşmoil, Yûnüs bin Metâ, Dâvüd, Süleymân,Lokmân, Zekeriyyâ, Yahyâ, Uzeyr, Îsâ bin
Meryem, Zülkarneyn ve Muhammed aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâmdır.
Bunlardan,
yalnız yirmisekizinin ismleri Kur’ân-ı kerîmde bildirilmişdir.Şît, Hıdır, Yûşa’,
Şem’un ve İşmoil bildirilmemişdir.Bu yirmisekizden Zülkarneyn ve Lokmân ve
Uzeyrin Peygamber olup olmadıkları kat’i belli değildir.Zülkifl aleyhisselâmın
ikinci ismi Harkıldır.Bunun İlyâs veyâ İdrîs yâhud Zekeriyyâ aleyhisselâm
olduğunu söyliyenler de vardır.)]
Allaha
tevekkül edenin yâveri Hakdır.
Na-şâd
olan bu kalbim, birgün şâd olacakdır.
|