01
-
ÜÇÜNCÜ CİLD - 105.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
şeyh Hasen-i Berkînin mektûbuna cevâb olarak yazılmış olup, unutulmuş sünnetleri
meydâna çıkarmağı ve bid’atden kaçınmağı teşvîk etmekdedir:
[Bu mektûbumu
yazmağa, Besmele ile başlıyorum.] Allahü teâlâya hamd, seçdiği iyi insanlara
selâm ve düâ ederim. Kardeşim şeyh Hasenin mektûbunu okuyunca, çok sevindim.
Kıymetli bilgiler ve ma’rifetler yazılı idi. Bunları anlayınca, pek hoşuma gitdi.
Allahü teâlâya şükrler olsun ki, yazdığınız bilgilerin, keşflerin hepsi
doğrudur. Hepsi, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygundur. Ehl-i sünnet
âlimlerinin doğru i’tikâdları böyledir. Cenâb-ı Hak, doğru yolda bulundursun.
Yüksek derecelere erişdirsin! Yayılmış olan bid’atlerin ortadan kalkmasına
çalışdığınızı yazıyorsunuz. Bid’at karanlıklarının ortalığı kapladığı böyle bir
zemânda, bid’atlerden bir bid’atin ortadan kalkmasına sebeb olmak ve unutulmuş
sünnetlerden bir sünneti meydâna çıkarmak, pek büyük bir ni’metdir. Sahîh olan
hadîs-i şerîflerde, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki,
(Unutulmuş bir sünnetimi meydâna çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır!). Bu işin
büyüklüğünü, bu hadîs-i şerîfden anlamalıdır. Fekat, bu işi yaparken,
gözetilecek mühim bir incelik vardır. Ya’nî, bir sünneti meydâna çıkarayım
derken, fitne uyanmasına sebeb olmamalı, bir iyilik, çeşidli kötülüklere,
zararlara yol açmamalıdır. Çünki, âhır zemândayız. Müslimânlığın za’îf, garîb
olduğu bir asrdayız.
[(Hadîka)da,
fitneyi anlatırken diyor ki, (Fitne, müslimânlar arasında bölücülük yapmak,
onları sıkıntıya, zarara, günâha sokmak, insanları hükûmete karşı isyâna
kışkırtmak demekdir. Zâlim olan hükûmete de itâ’at etmek vâcibdir.) (Berîka)da,
doksan birinci sahîfede diyor ki, (Başınızdaki âmir, bir habeş hizmetci gibi
zelîl, âdî, aşağı kimse olsa da, islâmiyyete uygun emrlerine itâ’at vâcibdir.
İslâmiyyete uymıyan emrlerine de, fitneye, fesâda sebeb olmamak için karşı
gelmemeli, isyân etmemelidir). Din adamlarının insanlara yapamıyacakları
fetvâları bildirmeleri de fitneye sebeb olur. Köylüye ve ihtiyâra, tecvîdsiz
nemâz kılınmaz demek böyledir. Çünki, bunlar artık öğrenemez ve nemâzı büsbütün
bırakır. Hâlbuki, tecvîdsiz nemâzın câiz olduğuna, fetvâ verenler vardır. Bu
fetvâ za’îf ise de, hiç kılmamakdan iyidir. Harac olunca başka mezhebi taklîd
câiz olduğunu düşünerek, câhillere, âcizlere zorluk çıkarmamalıdır. Bu husûsda
(Şerh-ul-ma’füvât)da îzâhât vardır. Birinci kısmda, 54. cü maddeye
bakınız! Kabrleri, türbeleri ziyâret etmelerine, Evliyâya adak yapmalarına ve
türbelere giderek bereket istemelerine mâni’ olmamalıdır. Öldükden sonra da,
kerâmet sâhibi olduklarını inkâr etmemelidir. Çünki, câiz olduğunu bildiren
fetvâlar vardır. [(Berîka) 270. ci sahîfede diyor ki, (Allahü teâlâya düâ
ederken, Peygamberleri ve Sâlihleri vesîle etmek ve vesîle olmalarını onlardan
istemek câizdir. Çünki mu’cize ve kerâmet, ölüm ile bitmez. Ölünce kerâmetin yok
olmıyacağını Remlî de bildirdi. Velînin, diri iken, kılıfında olan kılınç gibi
olduğunu, ölünce kılıfdan çıkacağını, tesarrufunun dahâ kuvvetli olacağını
Echûrî bildirmekdedir).] Fitneye sebeb olacak nasîhati yapmamalıdır. Gücü,
kuvveti, salâhiyyeti olan nasîhat etmez ise, (Müdâhene) olur, harâm olur.
Gücü yetdiği hâlde, fitne çıkarmamak için nasîhat etmezse, (Müdârâ)
denir, câiz olur. Hattâ müstehab olur. Güc kullanmak, hükûmet adamlarının
vazîfesidir. Alay edenlere, zarar yapacaklara nasîhat verilmez. Nasîhat, birinin
yüzüne karşı olmamalı, umûmî olarak, ortadan söylemelidir. Hiç kimse ile
münâkaşa etmemelidir. Resûlullaha biri geldi. Onu uzakdan görünce,
(Kabîlesinin en kötüsüdür) buyurdu. Odaya girince, gülerek karşılayıp,
iltifât eyledi. Gidince, hazret-i Âişe “radıyallahü anhâ”, sebebini sordu.
(İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmıyan kimsedir)
buyurdu. O, müslimânların başında bulunan bir münâfık idi. Müslimânları onun
şerrinden korumak için müdârâ buyurdu. Fıskı, fuhşu, zulmü açık, ya’nî herkes
arasında yayılmış olanı başkalarına söylemek (Gıybet) olmıyacağı ve
şerrinden korunmak için müdârâ câiz olduğu buradan anlaşılmakdadır. Abdürraûf-i
Münâvînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Künûz) kitâbındaki hadîs-i şerîfde,
(İnsanlara müdârâ için gönderildim) buyuruldu. Dîni ve dünyâyı korumak
için dünyâlık vermeğe (Müdârâ) denir. Dünyâlık ele geçirmek için dîni
vermeğe (Müdâhene) denir. Tatlı dil ile iyilik ve hattâ yalan söyliyerek
gönül almak, dünyâlık vermek olur. Müslimânların, [gizli yapdıkları] büyük
günâhlarını görünce, örtmek lâzımdır. Başkalarına söylerse, (Kazf) olur.
Zan ile, iftirâ ile söylemek ise, dahâ büyük günâhdır).]
Merhûm, mevlânâ
Ahmedin “rahmetullahi teâlâ aleyh” çocuklarının okumalarına, terbiyeli, bilgili
yetişmelerine çok gayret ediniz. Zâhirî ve bâtınî edebleri öğretiniz!
Tanıdığınız, görüşdüğünüz herkesin, hattâ, orada bulunan bütün din
kardeşlerimizin islâmiyyete uymalarına, sünnete yapışmalarına ön ayak olunuz!
Bid’at işlemenin, dinsizliğin zararlarını herkese anlatınız! Cenâb-ı Hak
hepimize iyi işler yapmak nasîb eylesin! Dîn-i islâmın yayılmasına, gençlere
öğretilmesine çalışanlara başarılar versin! Dîn-i islâmı yıkmak için, temiz
gençliğin îmânını, ahlâkını çalmak için uğraşan, yalan ve iftirâlarla gençleri
aldatmağa çalışan din ve fazîlet düşmanlarına aldanarak kötü yola sapmakdan,
yavrularımızı korusun! Âmîn.
İmâm-ı Rabbânî
“rahmetullahi aleyh”, ikinci cildin altmışsekizinci mektûbunda buyuruyor ki,
Hadîs-i şerîfde, (Yeryüzünü küfr kaplamadıkca ve heryerde küfr ve kâfirlik
yapılmadıkca, hazret-i Mehdî gelmez) buyuruldu. Bundan anlaşılıyor ki,
hazret-i Mehdî çıkmadan evvel, küfr ve kâfirlik her tarafa yayılacak, islâm ve
müslimânlar garîb olacakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, âhır
zemânda, müslimânların garîb olacaklarını haber vermiş ve (Herc, fitne
zemânında yapılan ibâdet, [Mekkeden Medîneye] benim yanıma hicret etmek
gibidir) buyurmuşdur. Fitne ve fesâd zemânında, polisin, askerin ufak bir
hareketi, râhatlık ve sükûnet zemânlarında yapacakları hareketlerinden katkat
dahâ kıymetli olduğunu herkes bilir. Fitne yok olduğu zemân gösterecekleri
kahramanlıkların kıymeti yokdur. O hâlde ibâdetlerin en kıymetlisi ve kabûl
olunanı, fitnelerin yayıldığı zemânlarda yapılanlardır. Kıyâmet günü, makbûl
olanlardan, kurtulanlardan olmak istiyorsanız, Allahü teâlânın râzı olduğu,
beğendiği iyi işleri yapınız! Sünnet-i seniyyeye, ya’nî Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” yoluna sarılınız! Bu yola uymıyan hiçbirşey yapmayınız! (Eshâb-ı
Kehf) “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her tarafı fitne kapladığı zemân,
bir hicret yapmakla, yüksek dereceye kavuşdular. Siz, Muhammed aleyhisselâmın
ümmetisiniz. Ümmetlerin en iyisi olan ümmetdensiniz. Ömrünüzü lehv ve la’b ile,
ya’nî oyun ve eğlence ile ziyân etmeyiniz! Çocuklar gibi, top oynamakla
vaktinizi elden kaçırmayınız!
Yavrum!
Fitnelerin yayıldığı, fesâdların çoğaldığı zemânlar, tevbe ve istiğfâr zemânıdır.
Kenâra çekilmeli, fitnelere karışmamalıdır. Fitneler çoğalıyor. Gün geçdikce
yayılıyor. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihis-salâtü vesselâm” buyurdu ki,
(Kıyâmet yaklaşdıkca, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi
olur. Sabâh evinden mü’min olarak çıkan çok kimse akşam kâfir olarak döner.
Akşam mü’min iken, gece safâlarında îmânları gider. Böyle zemânlarda, evinde
kapanmak fitneye karışmakdan hayrlıdır. Kenârda kalan, ileri atılandan hayrlıdır.
O gün oklarınızı kırınız! Silâhlarınızı, kılınclarınızı bırakınız! Herkesi tatlı
dil ile, güler yüzle karşılayınız! Evinizden çıkmayınız!). Mektûbâtdan
terceme temâm oldu. Müslimânlar bu nasîhatlara uymalı, Mevdûdî ve Seyyid Kutb
gibi mezhebsizlerin, sapıkların, din câhillerinin ısyâna teşvîk eden, fitneyi
körükliyen zararlı, uydurma tefsîrlerine, kitâblarına aldanmamalıdır. Cihâd,
devletin, ordunun, düşmanlarla, kâfirlerle, sapıklarla harb etmesi demekdir.
Müslimân devlet olsun, kâfir devlet olsun, âdil olsun, zâlim olsun, kendi
devletine ısyân etmeğe, vatandaş kanı dökmeğe, birbirine saldırmağa cihâd
denmez. Fitne, fesâd çıkarmak denir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Fitne çıkarana Allah la’net etsin!) buyurdu. Müslimânlar devlete karşı
ısyân etmez. Fitneye, ısyâna karışmaz. Kanûnlara karşı gelmez. [Ehl-i sünnet
âlimleri, siyâsete karışmamış, hükûmetde vazîfe almamış, yazıları ile, sözleri
ile hükûmet adamlarına nasîhat vermişler, onlara hak ve adâlet yolunu
göstermişlerdir. Ba’zı câhil din adamları, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan
ayrılarak, devlet işlerine karışmış, asl vazîfeleri olan öğrenmek ve öğretmek
se’âdetini ihmâl ederek, kendilerine de, müslimânlara da fâideli olamamışlardır.
Son Osmânlı şeyh-ul-islâmlarından Mustafâ Sabri efendi, i’tilâf fırkasında
[partisinde] çalışdı. Tekke şeyhi olan Hüsameddîn Peçeli, tefsîrinde, bilhâssa (Tebbet)
sûresinin ittihâdcıları medh etdiğini yazmakdadır. Şeyh-ul-islâm Mûsâ Kâzım ve
Ürgüblü Mustafâ Hayrî efendiler, hem ittihâdcı, hem de mason idi. Erzincanlı
Şemseddîn Günaltay, din târîhi müderrisi iken halk fırkasına girip meb’ûs ve
başvekîl oldu. Eyyûb sultânda düğmecilerde Ümmî-Sinân tekkesinde şeyh iken,
siyâsete atılan Yahyâ Gâlib, Kırşehr meb’ûsu oldu. Akhisarlı Mustafâ Fevzi,
Şer’iyye vekîli iken halk fırkasına girip, meb’ûs ve meclisde kanûn encümeni
reîsi oldu. Tesavvuf ehlinden Gümüşhâneli Ziyâüddîn efendinin oğlu Fehmi efendi,
İstanbul müftîsi iken, halk fırkasına dâhil oldu. Sultân Abdülhamîd hân
zemânında âyân [senato] reîsi olan seyyid Abdülkâdir efendi ve son Osmânlı
şeyhul-islâmı olan Mustafâ Sabri efendi, ehl-i sünnet âlimi idiler. İngilizlere
satılmış olan devlet adamları ile ve islâmiyyeti içerden yıkan din adamları ile
mücâdele etdiler.]
Kimseye
bâkî değildir, mülk-i dünyâ sîmü zer,
bir harâb
olmuş kalbi, ta’mîr etmekdir hüner.
Buna fânî
dünyâ derler, durmayıp, dâim döner.
Âdem oğlu
bir fenerdir, âkıbet birgün söner!
|