97 -
RESÛLULLAHIN “Sallallahü
Aleyhi ve Sellem”
ANA, BABA VE DEDELERİ, HEP MÜ’MİN
İDİ
Seyyid
Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ aleyh” efendinin bir mektûbudur.
Sôfiyye-i
aliyyenin büyüklerinden, şeyh Ebül-Hasen-i Şâzilînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”
talebesi, şeyh Ebül-Abbâs Mürsînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” yetişdirdiği
Evliyânın en yükseği olan imâm-ı Busayrî “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazmış
olduğu (Kasîde-i hemziyye)de, Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve
sellem” medh ederken, (O en iyi insanın, anaları, babaları da, hep iyi idi.
Allahü teâlâ, mahlûkları arasında, Onun için en iyi anaları, babaları seçdi)
demekdedir.
Çeşidli islâm
dillerinde yazılmış mevlidlerin hepsinde, Peygamberimizin ana ve babasının
tertemiz oldukları yazılıdır. Meselâ, vatanımızın her köşesinde, her zemân seve
seve okunan Süleymân Çelebînin mevlidinde şöyle yazılıdır:
Mustafâ nûrunu, alnında kodu,
Bil Habîbim nûrudur, bu nûr dedi.
Kıldı ol nûr, anın alnında karar,
Kaldı anın ile, nice rûzigâr.
Sonra Havvâ alnına, nakl etdi bil,
Durdu anda dahî nice ay ve yıl.
Şis doğdu, ona nakl etdi nûr,
Anın alnında, tecellî kıldı
nûr.
İrdi İbrâhîm ve İsmâ’île hem,
Söz uzanır, ger kalanın der isem.
İşbu resm ile müselsel, muttasıl,
Tâ olunca Mustafâya müntekıl.
Geldi çün ol rahmeten lil âlemîn,
Vardı nûr, anda karâr kıldı hemîn.
Peygamberimizin
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve bütün Peygamberlerin “aleyhimüsselâm”
babalarının ve analarının hiçbiri kâfir değil, aşağı kimseler değildi. Bunu
isbât eden âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden ba’zıları şunlardır:
1 - Kur’ân-ı
kerîmden sonra en kıymetli, en doğru kitâb olan (Buhârî-yi şerîf)deki bir
hadîs-i şerîfde, Peygamberimiz buyurdu ki:
(Her asrda, her zemânda yaşıyan insanların en
iyilerinden, seçilmişlerinden dünyâya getirildim).
2 - Binlerle
hadîs kitâblarından ikinciliği kazanmış olan, imâm-ı Müslimin “rahmetullahi
teâlâ aleyh” kitâbındaki hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, İsmâ’îl
“aleyhisselâm” evlâdından, Kinâne ismindeki kimseyi ve onun sülâlesinden, Kureyş
ismindeki zâtı beğendi, seçdi. Kureyş evlâdından da, Hâşim oğullarını sevdi.
Onlardan da, beni süzüp seçdi) buyurdu.
3 - Tirmizînin
bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, insanları yaratdı. Beni insanların
en iyi kısmından vücûde getirdi. Sonra, bu kısmlarından en iyisini Arabistânda
yetişdirdi. Beni bunlardan vücûde getirdi. Sonra evlerden, âilelerden en
iyilerini seçip, beni bunlardan meydâna getirdi. O hâlde, benim rûhum ve
cesedim, mahlûkların en iyisidir. Benim silsilem, ecdâdım en iyi insanlardır)
buyurulmuşdur.
4 - Kıymetli
hadîs âlimlerinden Taberânînin kitâbındaki bir hadîs-i şerîfde, (Allahü
teâlâ, herşeyi yokdan var etdi. Herşey içinden insanları sevdi, kıymetlendirdi.
İnsanlar içinden de seçdiklerini Arabistânda yerleşdirdi. Arabistândaki
seçilmişler arasından da, beni seçdi. Beni, her zemândaki insanların
seçilmişlerinde, en iyilerinde bulundurdu. O hâlde, Arabistânda bana bağlı
olanları sevenler, benim için severler. Onlara düşmanlık edenler, bana düşmanlık
etmiş olurlar) buyurulmuşdur. Bu hadîs-i şerîf, (Mevâhib-i ledünniyye)nin
başında da yazılıdır.
5 -
(Mevâhib-i ledünniyye)de ve Zerkânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” şerhinde
diyor ki, (Abdüllah bin Abbâsın “radıyallahü anhümâ” bildirdiği hadîs-i şerîfde,
(Benim dedelerimin hiçbiri zinâ yapmadı. Allahü teâlâ, beni, tayyib, iyi
babalardan, temiz analardan getirdi. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben
bunların en hayrlısında, en iyisinde bulunurdum) buyuruldu. İslâmiyyetden
önce Arabistânda zinâ çok olurdu. Bir kadın, bir kimse ile nice zemân metres
olarak yaşar, sonra evlenirdi. [Kâfirler, şimdi de böyle yapıyorlar.] Âdem
aleyhisselâm, öleceği zemân, oğlu Şit aleyhisselâma dedi ki: (Yavrum! Bu alnında
parlıyan nûr, son Peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bu nûru,
mü’min, temiz ve afîf hanımlara teslîm et ve oğluna da böyle vasıyyet et!).
Muhammed aleyhisselâma gelinceye kadar, bütün babalar, oğullarına böyle vasıyyet
etdi. Hepsi, bu vasıyyeti yerine getirip, en asîl, en kibâr kız ile evlendi.
Nûr, temiz alınlardan, temiz kadınlardan geçerek, sâhibine yetişdi). Allahü
teâlâ, Tevbe sûresinde, kâfirlerin necs, pis olduğunu bildiriyor. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, bütün dedelerinin temiz olduğunu
bildirdiğine göre, kâfir olan, pis olan Âzerin, bu nûra kavuşmaması, bunun için
de İbrâhîm aleyhisselâmın babası olmaması lâzım gelir. Âzer, İbrâhîm
aleyhisselâmın babasıdır demek, yukarıdaki hadîs-i şerîflere inanmamak olur.
Molla Câmî “rahmetullahi teâlâ aleyh” fârisî (Şevâhid-ün-Nübüvve)
kitâbında buyuruyor ki, (Muhammed aleyhisselâmın zerresini taşıdığı için, Âdem
aleyhisselâmın alnında nûr parlıyordu. Bu zerre, hazret-i Havvaya ve ondan da,
Şit aleyhisselâma ve böylece, temiz erkeklerden, temiz kadınlara ve temiz
kadınlardan temiz erkeklere geçdi. O nûr da, zerre ile birlikde alınlardan,
alınlara geçdi).
(Kısas-ı
enbiyâ)da
kırksekizinci sahîfede diyor ki, (Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem”
dedelerinden birinin iki oğlu olsa, yâhud bir kabîle iki kola ayrılsa,
Hâtem-ül-Enbiyânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” soyu, en şerefli ve
hayrlı olan tarafda bulunurdu. Her asrda, onun dedesi olan zât, yüzündeki nûrdan
belli olurdu. İsmâ’îl aleyhisselâmın alnında da bu nûr vardı. Sabâh yıldızı gibi
parlardı. Bu nûr, ona babasından kalmış, bundan da evlâdlarına geçerek, Me’add
ve Nizâra gelmişdi.
Nizâr, az
birşey demekdir. Böyle adlanması şöyle olmuşdur: Bu dünyâya gelince, babası
Me’add, oğlunun alnındaki nûru görüp sevinmiş, büyük ziyâfet vermiş ve böyle
oğul için, bu kadar ziyâfet az birşeydir demekle, oğlunun adı Nizâr kalmışdı. Bu
nûr, Muhammed aleyhisselâmın nûru idi. Âdem aleyhisselâmdan beri, evlâddan
evlâda geçerek, asl sâhibi olan Hâtem-ül-Enbiyâ hazretlerine gelmişdir.
Böylece, Âdem
oğulları içinde, Muhammed aleyhisselâmın nûrunu taşıyan, seçilmiş bir soy vardı
ki, her asrda, bu soydan olan zâtın yüzü pekçok güzel ve parlak olurdu. Bu nûr
ile, kardeşleri arasında belli olur, içinde bulunduğu kabîle, başka kabîlelerden
dahâ üstün, dahâ şerefli olurdu).
6 - Şü’arâ
sûresi, ikiyüzondokuzuncu âyetinde meâlen, (Sen, ya’nî Senin nûrun, hep secde
edenlerden dolaşdırılıp, sana inkılâb etmiş, ulaşmışdır) buyuruldu. Ehl-i
sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, bu âyet-i kerîmeyi tefsîr
ederken, (Bütün ana ve babalarının mü’min ve günâhsız olduğunu) anlamışlardır.
(Eshâb-ı kirâm) kitâbında bildirildiği gibi, Ehl-i sünnet büyüklerini
şî’î sananlar, (Bunlar, şî’îlerin sözüdür) diyenler de vardır.
Ehl-i sünnetin
büyükleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” buyuruyor ki: Babası ile anası
Âmine, İbrâhîm “aleyhisselâm” dîninde idi. Ya’nî, mü’min idi. Allahü teâlânın,
bu ikisini diriltip Peygamberimizden “sallallahü aleyhi ve sellem” kelime-i
şehâdet işitmeleri ve söylemeleri, îmâna gelmek için değil, bu ümmetden olmakla
şereflenmeleri içindi. (Akrabâna düâ etme!) âyet-i kerîmesi, Ebû Tâlib
için idi. Ana ve babası için değildi. İmâm-ı a’zamın (Fıkh-ı ekber)
kitâbının, elimizde bulunan tercemelerinde, bu ikisinin, îmânsız öldüğü yazılı
ise de, İmâm-ı a’zamın kendi eli ile yazdığı kitâbda, îmânla öldükleri
yazılıdır. Sonradan, düşmanların bir (mâ) silerek, bu yanlışlığın kasden
yapıldığı anlaşılmışdır.
İmâm-ı a’zam
Ebû Hanîfenin “rahmetullahi aleyh” el yazısı ile olan (Fıkh-ı Ekber)
kitâbı, emîrülmü’minîn Osmânın “radıyallahü anh” mubârek elleri ile yazdığı ve
şehâdet kanı ile boyanmış olan Kur’ân-ı kerîmin bir kısmı ile birlikde,
Hülâgünün Bağdâd şehrini yakıp, sekizyüzbinden ziyâde müslimânı öldürdüğü
altıyüzellialtı senesinde, başka kıymetli kitâblar ile birlikde Semerkanda
götürülmüş, burasının da, 1284 [m. 1868] senesinde, Rusların idâresine geçmesi
ile, bu kitâblar Petersburg şehrine nakl ve oranın meşhûr kütübhânesine konup
ehemmiyyet ile saklandığını (Kâmûs-ül a’lâm) sâhibi Şemseddîn Sâmi beğ
“rahmetullahi teâlâ aleyh” Semerkand kelimesini anlatırken bildirmekdedir. 1335
[m. 1917] de Ufa şehrine ve 1341 [m. 1923] de oradan Taşkendde hâce Ubeydüllah-ı
Ahrâr câmi’ine nakl edildi.
Halîfe Ömer-ül
Fârûk ve Osmân-ı Zinnûreyn ve Alîyy-ül Mürtedânın “radıyallahü teâlâ anhüm”
mubârek elleri ile yazılmış olan Mushaf-ı şerîflerden ba’zı sahîfeleri,
İstanbulda, Süleymaniyye câmi’i şerîfi yanında, İslâm Eserleri müzesinde
mevcûddur. Arzû edenler görebilir.
İslâm dînine
inanmıyanlar, vaktîle Allahü teâlânın Tevrât ve İncîl kitâblarını
değişdirdikleri gibi, zemân zemân, din büyüklerinin kitâblarına da el uzatdı.
Meselâ, Muhyiddîn-i Arabînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Füsûs) ve
(Fütûhât) kitâblarına ba’zı şeyler karışdırdılar ise de, az zemânda meydâna
çıkarıldı. Büyük âlim Abdülvehhâb-i Şa’rânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”
(Kibrît-i ahmer) ve (Elyevâkît) kitâblarında bunu îzâh etmekdedir.
Şimdi de, islâmiyyeti, gençlere yanlış ve bozuk olarak tanıtmak siyâseti her
tarafda işlemekde, bunları susduracak hakîkî bir din âliminin dünyâda kalmamış
gibi olduğu görülmekdedir.
Celâleddîn-i
Rûmî “kuddise sirruh”, bu sebebden dolayı (Mesnevî)sini nazm şeklinde
yazarak, düşmanların değişdirmesine imkân bırakmamışdır.
İbni Âbidîn
“aleyhirrahme”, (Dürr-ül-muhtâr) şerhinde, kâfirin nikâhını anlatmağa
başlarken ve Hamevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Eşbâh) hâşiyesinde
(Hazar-vel-ibâha) bahsinde ve (Mir’ât-i kâinât)da, islâm âlimlerinin
çeşidli sözlerini anlatarak, buyuruyorlar ki: (Hakîkati anlıyan büyük âlimlere
göre, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ana ve babasının îmânlı olup
olmadığını konuşmamalı ve konuşurken edebi gözetmelidir. Hadîs-i şerîfde,
(Ölüleri kötüliyerek, dirileri incitmeyiniz) buyuruldu. Bunu konuşmamak,
öğrenmemek insana zarar vermez ve kabrde ve kıyâmetde sorulmıyacakdır). Yine
buyuruyorlar ki, (Allahü teâlâ, Peygamberimize ikrâm ederek, vedâ’ haccında ana
babasını diriltdi. Resûlüne îmân etdiler. Bunu, Kurtubînin ve Muhammed bin Ebû
Bekr ibni Nâsır-üd-dînin bildirdikleri sahîh hadîs beyân buyurmakdadır.
Benî-İsrâîlin öldürdüğü kimseyi diriltip kâtilini haber vermesi ve Îsâ
aleyhisselâmın ve Muhammed aleyhisselâmın düâları ile nice mevtâları diriltmesi
de böyle ikrâm idi. (Cehennemlik olanlar için benden magfiret isteme!)
meâlindeki âyetin Resûlullahın mubârek ana ve babası için olduğu sözü doğru
değildir. (Müslim)in bildirdiği (Babam ve baban ateşdedirler)
hadîs-i şerîfi ictihâd ile söylenmiş idi. Îmânlı oldukları sonradan bildirildi).
(Ahvâl-i etfâl-il-müslimîn) kitâbında, Hadîce “radıyallahü anhâ”nın iki
çocuğu için de böyle buyurmuşdu. Cehennemde olmadıkları sonradan bildirildi
demekdedir.
Âyet-i kerîme
ve hadîs-i şerîflerden anlaşıldığı ve binlerce islâm kitâbında yazıldığı üzere,
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” anaları ve babaları arasında
bulunmakla şereflenen bahtiyârların hepsi, zemânlarının ve memleketlerinin en
asîl, en şerîf, en cemîl, en temiz zâtları idi. Hep azîz, mükerrem ve muhterem
idi. İbrâhîm aleyhisselâmın babası da, böylece, mü’min idi ve fenâ ahlâkdan ve
âdî, çirkin sıfatlardan uzak idi. Kâfir olan Âzer, babası değil, amcası idi.
Âl-i İmrân
sûresinin başında bildirildiği üzere, Kur’ân-ı kerîmin âyetleri iki dürlüdür:
Biri, (Muhkemât) olup, ma’nâsı açık, meydânda olan âyetlerdir. İkincisi
(Müteşâbihât) olup, ma’nâsı kapalı olan âyetlerdir. Bunlara görülen,
anlaşılan, meşhûr olan ma’nâyı vermeyip, meşhûr olmıyan ma’nâ verilir. Bunların
açık ve meşhûr ma’nâlarını vermek akla ve islâmiyyete uygun olmazsa, meşhûr
olmıyan ma’nâ vermek, ya’nî (Te’vîl) etmek îcâb eder. Açık ma’nâlarını
vermek günâh olur. Meselâ, tefsîr âlimleri (Yed), ya’nî (el) kelimesine
(kudret), gücü yetmek ma’nâsını vermişlerdir. İşte, bunlar gibi, En’âm sûresinde
meâl-i şerîfi, (İbrâhîm “aleyhisselâm” babası Âzere dediği zemân...)
olan yetmişdördüncü âyet-i kerîmesine de, açık ma’nâsı verilemez. Çünki, Âzer
kelimesi, (baba) kelimesinin atf-ı beyânı olduğu (Beydâvî) “rahmetullahi
teâlâ aleyh” tefsîrinde yazılıdır. Bir kimsenin iki ismi olup, bu iki ism,
birlikde söylendiği vakt, birinin meşhûr olmadığı, ikincisinin meşhûr olduğu
anlaşılır. Meşhûr olmıyan birincisindeki kapalılığı açıklamak için, ikincisi
zikr edilir. Bu ikincisine, (Atf-ı beyân) denir. İbrâhîm “aleyhisselâm”
iki kimseye baba demekdedir. Birisi, kendi babası, diğeri, baba dediği
başkasıdır. Îcâz, belâgat ve fesâhat kâ’idelerine göre, âyet-i kerîmenin ma’nâsı
(İbrâhîm “aleyhisselâm”, Âzer olan babasına dediği zemân) demekdir. Böyle
olmasaydı, Kur’ân-ı kerîmde, (Babası Âzere dediği zemân) demeyip, (Âzere dediği
zemân) veyâ (Babasına dediği zemân) demek yetişirdi. Âzer, kendi babası olsaydı,
(Babası) kelimesi fazla olurdu.
Mûsâ
aleyhisselâmın dîninin devâm etdiği binsekizyüz sene içinde, Tevrât âlimlerinin
hepsi ve Îsâ aleyhisselâmın havârîleri ve bunlara tâbi’ olan papaslar, Âzerin
asl baba olmayıp, İbrâhîm aleyhisselâmın amcası olduğunu söylemişlerdir. Tevrât
ve İncîlin değişdirilmiyen eski yazmalarından anlaşıldığına göre, İbrâhîm
aleyhisselâmın asl babasının ismi Târuh idi. Ba’zı câhillerin yazdığı gibi,
Târuh kelimesi, Âzer isminin ibrânî karşılığı değildir. Ya’nî, ikisi de, bir
adamın ismi değildir. Kur’ân-ı kerîmde, Tevrât ve İncîle uygun âyet-i kerîmeler
çokdur. Hindistândaki islâm âlimlerinden Rahmetullah efendi “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, (Beyân-ül-hak) kitâbının türkçe tercemesi, otuzuncu sahîfesinde
diyor ki, (Nesh, ya’nî Allahü teâlânın değişdirmesi, yalnız emrlerde ve
yasaklarda olur. İmâm-ı Begavî, (Me’âlim-üt-tenzîl) tefsîrinde: Nesh,
kısas ve haberlerde olmaz. [Fen bilgilerinde ve hesâb ile bulunan bilgilerde de
olmaz.] Yalnız, emr ve yasaklarda olur, demekdedir. Nesh; emr ve yasakları
değişdirmek demek değildir. Bunların yürürlük zemânlarının bitdiğini haber
vermek demekdir. Kur’ân-ı kerîm, Tevrâtın ve İncîlin hepsini değil, birkaç
yerini nesh etmiş, yürürlükden kaldırmışdır). [Birinci kısm, otuzbeşinci
maddedeki yirmiikinci mektûbun sonunda da, nesh hakkında bilgi vardır.] Bu
âyet-i kerîmeyi, bu bakımdan da, te’vîl etmek lâzım gelmekdedir.
Bekara
sûresinde, Ya’kûb aleyhisselâma, çocuklarının (Ve senin babaların İbrâhîm ve
İsmâ’îl ve İshâkın da Rabbi) dedikleri meâlindeki yüzotuzüçüncü âyet-i
kerîmeden, İsmâ’îl aleyhisselâmın, Ya’kûb aleyhisselâmın babası olduğu
anlaşılmakdadır. Hâlbuki, Ya’kûb “aleyhisselâm”, İshâk “aleyhisselâm”ın, bu ise,
İbrâhîm “aleyhisselâm”ın oğludur. İshâk “aleyhisselâm” da, İsmâ’îl
“aleyhisselâm”ın kardeşidir. Şu hâlde, İsmâ’îl “aleyhisselâm”, Ya’kûb
“aleyhisselâm”ın babası değil, amcasıdır. Demek ki, Kur’ân-ı kerîmde amcaya,
baba denilmekdedir. Arabînin çeşidli lügatlarında, amcalara, baba denildiği,
tefsîr kitâblarında, bu âyetin tefsîrinde yazılıdır. Peygamberimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem” bir köylü araba ve amcası Ebû Tâlib ve Ebû Lehebe ve Abbâsa
çok def’a baba dediği, kitâblarda yazılıdır. Her milletde, her lisânda, her
zemân, amcalara, üvey baba ve kayın pederlere ve her hâmî ve yardımcıya baba
denilmesi âdet hâlindedir. Hem de, Âzer, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın hem amcası,
hem de üvey babası idi. Fîrûzâbâdî de, (Kâmûs)da böyle olduğunu
bildirerek: (Âzer, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın amcasının ismidir. Babasının ismi
Târuhdur), diyor. Din kitâblarının bu kadar açık beyânı karşısında, (Âzerin amca
olması kavli za’îfdir. Kuvvetli kavle göre, Âzer babasıdır) demek, za’îf ve
çürük bir sözdür. Âlimlerin sözlerindeki inceliği anlamamak olur.
(Beydâvî)
tefsîrinde, En’âm sûresinin yetmişdördüncü âyet-i kerîmesine, göründüğü gibi
ma’nâ verip te’vîl etmemesi, [ve (Rûh-ul-beyân)da bu âyet-i kerîmeye ve
Tevbe sûresinin yüzonbeşinci âyetine yanlış te’vîl yapması], bir sened olamaz ve
müfessirlerin, muhaddislerin, mütekellimînin ve Sôfiyye-i aliyyenin söz
birliğini bozamaz. Çünki, Kur’ân-ı kerîmin hakîkî tefsîrini yapan, doğru
ma’nâsını veren, ancak Muhammed “aleyhisselâm”dır ve Onun hadîs-i şerîfleridir.
Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve Tâbi’în-i izâmdan hiçbiri,
bu âyet-i kerîmeyi işitince, Âzerin, baba olduğunu hâtırlarına bile getirmemiş
ve söylememişdir. Amcası olduğunu anlamışlardır. Ehl-i sünnetin i’tikâdı
böyledir.
(Fetâvâ-i
Hayriyye)
sonunda buyuruyor ki, [(Kâmûs)da diyor ki, Âzer, İbrâhîm aleyhisselâmın
amcasının adıdır. Babasının ismi Târuhdur. (Târîh-i Hanbelî)de, İbrâhîm
bin Târuh diyor. Âzer, Târuhun adıdır diyor. (Celâleyn) tefsîrinde,
âyet-i kerîmedeki Âzer ismi için, Târuhun lakabıdır, ya’nî soyadıdır diyor. İbni
Hacer, (Hemziyye) şerhinde, (Âzer kâfir idi. Bunun İbrâhîm aleyhisselâmın
babası olduğu, Kur’ân-ı kerîmde bildiriliyor. Kitâblı olan ümmetler, Âzer,
İbrâhîm aleyhisselâmın öz babası değildi, amcası idi diyorlar. Çünki, Arablar,
amcaya baba derler. Kur’ân-ı kerîmde de amcaya baba denilmişdir. Ya’kûb
“aleyhisselâm” için (Baban İbrâhîmin ve İsmâ’îlin Rabbi) buyurulmuşdur.
Hâlbuki, İsmâ’îl “aleyhisselâm”, Ya’kûb aleyhisselâmın babası değildi, amcası
idi. Âlimlerin sözleri birbirine uymadığı zemân, hadîs-i şerîflere uymak için,
âyet-i kerîmeyi te’vîl etmek vâcib olur. Beydâvî ve başkaları tesâhül ederek,
âyet-i kerîmeyi te’vîl etmemişlerdir) diyor].
Abdül-Ehad Nûrî
efendi, Resûlullahın ana ve babasının müslimân olduklarını isbât için ayrıca bir
risâle yazmışdır. Bu risâle türkçe olup, onsekiz sahîfedir. Süleymâniyye
kütübhânesi Es’ad efendi kısmında [3612] numarada mevcûddur.
İmâm-ı Süyûtî
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kitâb-üd-derc-il-münîfe) kitâbında, Âzerin,
İbrâhîm aleyhisselâmın babası olmadığını, amcası olduğunu vesîkalarla isbât
etmekdedir. Bu kitâb, Süleymâniyye kütübhânesinin (Reîs-ül-küttâb Mustafâ
efendi) kısmında, [1150] numarada vardır.
(Envâr-ül-Muhammediyye)de
diyor ki, hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde,
(Âdem aleyhisselâmdan babam Abdüllaha gelinceye kadar, hep nikâhlı ana
babalardan geldim. Hiçbir babamın nikâhsız, ya’nî zinâ ile çocuğu olmadı)
buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Adnâna kadar olan yirmibir
babasının ismini bildirdi ki, şunlardır:
Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” babası Abdüllahdır. Abdüllahın babaları sıra
ile, Abdülmuttalib ve Hâşim ve Abdü-Menâf ve Kusayy ve Kilâb ve Mürre ve Kâ’b ve
Lüveyy ve Gâlib ve Fihr ve Mâlik ve Nadr ve Kinâne ve Huzeyme ve Müdrike ve
İlyâs ve Mudar ve Nizâr ve Me’add ve Adnân. Bunların hepsi, kitâbımızın sonunda,
harf sırası ile yazılarak, kısaca bilgi verilmişdir.
(Fusûs)
şârihi Abdüllah-ı Rûmî, (Metâli’un-nûr) kitâbındaki ecdâd-ı Peygamberîyi
tezkiye yazıları (Ni’met-i kübrâ) kitâbımızda neşr edilmişdir.
İslâmî
ilmlerin, Tefsîr ve Hadîs ve Fıkh ve Tesavvuf kısmlarında derin bilgisi olan ve
çok kıymetli kitâbları ile insanlara büyük hizmet eden, ebedî se’âdet yolunu
gösteren, Senâullah-ı Dehlevî [Pâni-pütî] hazretleri, (Tefsîr-i Mazherî)nin
birinci ve üçüncü cildlerinde buyuruyor ki, En’âm sûresindeki (Âzer)
kelimesi, (Ebîhi) kelimesinin atf-ı beyânıdır. Âzerin, İbrâhîm
“aleyhisselâm”ın babası değil, amcası olduğunu bildiren haberler dahâ doğrudur.
Arabistânda, amcaya baba denilir. Kur’ân-ı kerîmde de, İsmâ’îl “aleyhisselâm”a,
Ya’kûb “aleyhisselâm”ın babası denilmişdir. Hâlbuki amcasıdır. Âzerin asl ismi
(Nâhûr) idi. Nâhûr, dedelerinin hak dîninde idi. Nemrûdun vezîri olunca,
dînini dünyâya değişerek kâfir oldu. Fahreddîn-i Râzî ve selef-i sâlihînden çoğu
da, Âzerin amca olduğunu, bildirdiler. Zerkânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
(Mevâhib-i ledünniyye)yi şerh ederken, İbni Hacer-i Hiytemînin “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, (Âzerin amca olduğunu, Ehl-i kitâb ve târîhciler sözbirliği ile
bildirmişlerdir) sözünü vesîka olarak yazmışdır. İmâm-ı Süyûtî, Âzerin baba
olmadığını, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babasının Târuh olduğunu, İbni Abbâs
“radıyallahü teâlâ anhümâ” bildirdi, diyor. İbni Abbâsın bu sözünü, Mücâhid ve
İbn-i Cerîr ve Süddî, senedleri ile bildirmişlerdir. İbni Münzirin tefsîrinde de
Âzerin amca olduğu açıkca bildirildiğini yine Süyûtî haber vermekdedir. İmâm-ı
Süyûtî, Resûlullahın, Âdem “aleyhisselâm”a kadar bütün dedelerinin müslimân
olduklarını bildiren bir risâle yazmışdır. Böyle olmakla berâber, Muhammed bin
İshâk ve Dahhâk ve Kelbî, Âzerin İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babası olduğunu, bir
isminin de Târuh olduğunu söylediler. Ya’kûb “aleyhisselâm”ın da, iki ismi
vardı. İkincisi İsrâîl idi dediler. Mukâtil ile İbni Hibbân da, Âzer, İbrâhîm
“aleyhisselâm”ın babası Târuhun lakabıdır dediler. Begavînin bildirdiği gibi,
Atâ, İbni Abbâsdan haber veriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
anasını babasını merak etdi. Bekara sûresinin yüzondokuzuncu âyeti gelerek,
(Cehennem ehlinin hâlinden sorma!) buyuruldu. Fekat, İbn-i Cerîr, bu haberin
kuvvetli olmadığını bildirdi. Eğer doğru dersek, İbni Abbâs “radıyallahü teâlâ
anh” kendi zan etdiğini haber vermişdir. Zannı da doğru olsa, anasının babasının
Cehennemde oldukları açıkça bildirilmemekdedir. Cehennemde olsalar da, yine
kâfir oldukları söylenemez. Çünki, mü’minlerden de Cehenneme gidecekler
olacakdır. Hadîs-i şerîfde, (Ben sizin en iyiniz olduğum gibi, babam da,
babalarınızdan dahâ iyidir) buyuruldu. (Tefsîr-i Mazherî)den terceme
temâm oldu.
(Uyûn-ül-besâir)de,
(El-hazar) kısmında bildiriyor ki: (Mâlikî âlimlerinden kâdî Ebû Bekr
İbnül-arabî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Resûlullahın anasının, babasının
Cehennemde olduğunu söyliyen mel’ûndur buyurdu. Her müslimânın, Resûlullahı
incitecek birşey söylemekden sakınması lâzımdır. Onu incitene Allahü teâlâ
la’net etdi. Dedelerine kâfir demekden dahâ büyük incitmek olamaz!).
(El
müstened)in,
otuzüçüncü sahîfesinde, (Âzerin, İbrâhîm “aleyhisselâm”ın babası olmadığını,
amcası olduğunu, imâm-ı Süyûtî isbât etmekdedir. (Babam ve baban
Cehennemdedirler) hadîs-i şerîfi, Ebû Lehebin Cehennemde olduğunu
bildirmekdedir) demekde, yüzyetmişbeşinci sahîfesinde, Süyûtîye dil uzatan
Alî-yülkârîye vesîkalarla cevâb vermekdedir. Bu sahîfelerinin tercemesi
(Fâideli Bilgiler) kitâbının (Din adamı bölücü olmaz) kısmında
yazılıdır.
Gelip bekâ behârından, bu fenâda kışı
bulduk,
atomlardan tâ Arşa dek, şaşılacak işi
bulduk.
Düşüp gurbet âlemine, şaşkın şaşkın
dolaşırken,
hasta rûha hayât veren, te’sîrli bakışı
bulduk.
Herbir sözü hakîkatdan haber verir âşıklara,
şükür, hayret diyârına, varan bir akışı
bulduk.
Ne kelâm o, ne bakış o, aklın üstü bir
varlık o,
onun ayak tozlarını, kalb derdine aşı
bulduk.
Maddeleri inceleyip, temâşâ eyledik birbir,
hepsini aynı mî’mârın, düzgün bir yapışı
bulduk.
Atdık herşeyi aradan, temizlendik mâsivâdan,
eserlerden, nakışlardan, çok şükür Nakkâşı
bulduk.
|