| 
 
78 
- 
ZEKÂT VERMEK 
TOPRAK 
MAHSÛLLERİNİN ZEKÂTI - 
Uşr vermek de farzdır. Toprakdan alınan mahsûlün 
zekâtına (Uşr) denir. Borcu olanın da uşr vermesi lâzımdır. 
İmâm-ı a’zam 
buyuruyor ki: (Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsûl toprakdan 
alındığı zemân, onda birini, veyâ kıymeti kadar altın veyâ gümüşü, müslimân 
fakîrlere vermek farzdır). Hayvan gücü ile veyâ dolap, motör ile sulanan yerdeki 
mahsûl elde edilince, yirmide biri verilir. İster onda bir, ister yirmide bir 
olsun, hayvan, tohum, âlet, gübre, ilâç ve işçi masraflarını düşmeden evvel, 
vermek lâzımdır. Bir sâ’dan az mahsûlün uşru verilmez. Toprağın sâhibi çocuk, 
deli, köle olsa da, uşru verilir. Uşru vermiyenden hükûmet zorla alır. Ne kadar 
olursa olsun, ev bağçesindeki meyve ve sebzeler için ve odun ve ot ve saman için 
uşr verilmez. Balın [fennî te’sîsât ve masraflar yapılsa dahî], pamuğun, çayın, 
tütünün, dağdaki ağaç meyvelerinin [meselâ zeytinlerin, üzümlerin] onda biri, 
uşr verilir. Zift, petrol ve tuz için uşr yokdur. [Birkaç sahîfe ileride Beyt-ül-mâlın 
dört hazînesinden ikincisine bakınız!] Uşru verilmiyen mahsûlü yimek harâmdır. 
Yidikden sonra da, vermek lâzımdır. 
(İbni 
Âbidîn) 
buyuruyor ki: (Meyvenin ve ekinin uşru, İmâm-ı a’zama ve imâm-ı Züfere göre, 
bitki üzerinde meydâna geldikleri ve çürümekden emîn oldukları zemân farz olur. 
Toplanacak hâle gelmese de, fâidelenecek, yinecek hâle gelince uşrunu vermek 
farz olur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre olgunlaşınca, toplamadan önce farz olur. 
İmâm-ı Muhammede göre ise, hasâddan sonra, ya’nî hepsini toplayınca farz olur. 
Hasâddan önce, yerinden koparıp yimesi veyâ başkasına yidirmesi câizdir. Fekat, 
İmâm-ı a’zama göre, bunun uşrunu da sonra verir. İki imâma göre, bunun uşrunu 
vermesi lâzım olmaz. Fekat, mahsûlün beş vesk olması için, bu da hesâba katılır. 
Olgunlaşdıkdan sonra koparmış ise, imâm-ı Muhammede göre, yine uşrunu vermek 
lâzım olmaz. Hepsini topladıkdan sonra telef olanın ve çalınanın uşrunu vermek 
lâzım olmaz). Fakîr olanlar, uşrlarını iki imâma göre hesâb edip verir. 
Zenginler, İmâm-ı a’zama göre vermelidir. 
(İmâd-ül-islâm) 
kitâbı, ikiyüzyirmibeşinci sahîfede diyor ki, (Çift sürmekle hâsıl olsun, bağdan 
hâsıl olsun, mahsûlün onda birini fakîr müslimâna vermeden önce yimek harâmdır. 
Eğer ölçü ile çıkarıp, ölçü ile yidikden sonra, yidiğinin de uşrunu hesâb edip 
verirse, önce yimiş olduğu halâl olur. 
On kile buğday 
alan, bir kilesini müslimân fakîre vermezse, yalnız o bir kilesi değil, on 
kilenin hepsi harâm olur. Sâhibinin rızâsı yok iken, onun yerini ekip mahsûl 
alan kimseye, elde etdiği mahsûlden yalnız masrafı, sermâyesi kadarı halâl olup, 
fazlası harâm olur. Fazlasını fakîrlere sadaka vermesi lâzımdır). 
İmâm-ı Ebû 
Yûsüf ile imâm-ı Muhammede göre uşr vermek için, toprakdan çıkan mahsûlün, bir 
sene dayanıklı olması ve mikdârının beş veskden çok olması lâzımdır. Vesk, bir 
deve yükü demek olup, altmış sâ’ alan bir hacm ölçeğidir. Altmış sâ’, ikiyüzelli 
litre olur. Buna göre, iki imâm, uşr için binikiyüzelli litre nisâb olduğunu 
bildirmekdedir. Fekat fetvâ İmâm-ı a’zamın ictihâdına göre verilmişdir. 
İbni Âbidîn, 
üçüncü cild ikiyüzellidördüncü sahîfede diyor ki, (Bir şehr halkı kendiliğinden 
müslimân olur veyâ müslimânlar, şehri zor ile alıp, erâzînin beşde biri ayrılıp, 
geri kalan askere veyâ başka müslimânlara verilirse, böyle yerler, alanların 
mülkü olur. Mahsûlünden uşr vermeleri farz olur. Zor ile alınıp da, kâfirlere 
bırakılan veyâ sulh ile alınıp, kâfirlerin olan toprakdan uşr alınmaz, (Harâc) 
alınır. [Harâc ile uşrun masrafları, ya’nî kullanıldıkları yerler başkadır.] 
Basradan başka Irâk, Suriye ve Mısr topraklarından harâc alınır). İkinci cild, 
elliikinci sahîfede buyuruyor ki, (Harâclı toprağı, sâhibi, mü’mine dahî vakf 
ederse veyâ satarsa, mahsûlden yine harâc verilir). (Mecmû’a-i cedîde)de 
diyor ki, (Bir zimmî, mülkünü vakf edip, kirâlarının müslimân fakîrlerine 
verilmesini şart etmesi câiz olur). Şerhin üçüncü cild, ikiyüzellibeşinci 
sahîfesinde, (Kâfir ölünce vârisleri yine harâc verir. Vâris kalmazsa, beyt-ül-mâlın 
olup, harâc sâkıt olur, ya’nî verilmez. Hükûmet, bu mîrî toprağı satar veyâ vakf 
ederse, harâc vermez, mahsûlden uşr verir). Anadolu topraklarının çoğu, bu 
yoldan, uşrlu olmuşdur. İkinci cild, ellinci sahîfede de böyle yazmakdadır. 
İkinci cild, kırkdokuzuncu sahîfede buyuruyor ki, (Bir kimse, kendi uşrlu 
toprağını vakf ederse, bu toprağı işleten, uşr verir). Ellibeşinci sahîfede 
diyor ki, (Beyt-ül-mâl toprağını, hükûmet kirâya verirse, her sene alınan kirâ 
harâc yerine geçer. Ayrıca uşr da alınmaz. Çünki, harâc alınan yerden uşr 
alınmaz). Bir kimse, uşrlu toprağını kirâya verirse, mahsûlün uşrunu, İmâm-ı 
a’zama göre, mal sâhibi verir. Kirâ ücreti yüksek olan yerlerde, böyle fetvâ 
verilir. İki imâma göre, kirâcı verir. Kirâ az olan yerlerde, böyle fetvâ 
verilir. Beyt-ül-mâlın toprağını, devlet reîsinden başka kimse satamaz. Harâclı 
toprak sâhibi müslimân olsa veyâ bu toprağı vakf etse, yine harâcı verilir. 
Uşrlu bir toprağı, zimmî, ya’nî gayr-i müslim satın alsa, bu toprak harâclı 
olur. Üçüncü cild, ikiyüzaltmışbeşinci sahîfede buyuruyor ki, (Devlet reîsi 
harâcı, toprağın sâhibi müslimâna bağışlarsa, beyt-ül-mâldan hakkı varsa, kendi 
kullanır. Yoksa, hakkı olana verir. Uşru bağışlarsa, câiz olmaz. Hükûmetin 
kaldırması ile uşr afv olmaz. Toprak sâhibinin, uşrunu, beyt-ül-mâldan hakkı 
olanlara vermesi lâzım olur). 
İkinci cildde 
buyuruyor ki: (Harâclı, uşrlu olmıyan yerler, meselâ dağlardaki, ormanlardaki 
mahsûller, uşrlu sayılır). Uşrunu vermediği bilinen toprak sâhiblerinin 
gönderdiği hediyyenin onda birini ayırıp, fakîre verdikden sonra, yimek iyi 
olur. 
Beyt-ül-mâlın, 
ya’nî mîrî toprakların kullanılmasını gösteren eski (Erâzî kanûnu)nun 
çeşidli şerhleri arasında, mülkiyye mektebi mecelle muallimi, Âtıf beğin [1319] 
baskılı kitâbı başında diyor ki: 
Bir memleket 
harb ile alınırsa, toprağın beşde biri beyt-ül-mâlın olur. Geri kalan üç dürlü 
olabilir: 
1 - Askere veyâ 
başka müslimânlara taksîm edilir. Bunların mülkü olur. Böyle toprakdan, her sene 
uşr alınır. 
2 - Toprak 
kâfirlerin elinde bırakılır. Böyle toprakdan harâc alınır. 
3 - Devlet 
reîsi toprağı kimseye vermeyip, beyt-ül-mâla verir. Böyle toprağa mîrî toprak da 
denir. Uşrlu veyâ harâclı toprağın sâhibi ölüp, hiç vârisi kalmazsa, bu toprak 
beyt-ül-mâlın olur. Mîrî toprak olur. Sultânın tesbît edeceği bedel ile satılır 
veyâ kirâya verilir. Semeni ve ücreti harâc olur. Ya’nî, beyt-ül-mâlın üçüncü 
kısmına konur. Yâhud, her sene kirâ olarak mahsûlün yüzdesi alınmak üzere, tapu 
ile, müslim ve gayr-i müslim vatandaşlara kirâya verilir. Kirâları askerin ve 
subayların olurdu. Kirâ almak hakkı bulunan askere (Timarcı), subaylara (Za’îm) 
denirdi. Askerin toprağına (Timar), subay toprağına (Ze’âmet), 
general toprağına (Hâs) denirdi. Müftî-üssekaleyn Ebüssü’ûd efendi, Nûr-i 
Osmâniyye kütübhânesinde bulunan fetvâlarında buyuruyor ki, (Beyt-ül-mâla âid 
mîrî toprakları tapu ile kirâlayanların, her sene timarcılara mahsûlün onda 
birini vermelerini sultânlar emr etmişlerdir. Bu verilenlere uşr denilmekde ise 
de, uşr değildir, kirâ ücretidir). Son zemânlarda mîrî erâzînin çoğu, devlet 
tarafından vakf edilmiş veyâ millete satılmış, her iki şeklde de, uşrlu olmuşdu. 
Böylece, Anadolu ve Rumelideki toprakların hemen hepsi, milletin mülkü olup, 
uşrlu olmuşdu. Görülüyor ki, tarladan uşr veyâ harâcdan birini vermek lâzımdır. 
Ba’zıları, Anadolu toprağı, uşrlu toprak değildir, diyor. Hâlbuki, şimdi 
memleketimizde mîrî toprak yokdur. Herkesin tarlası, bostanı, kendi mülküdür, 
yâhud kirâcıdır. Mahsûlün uşrunu vermeleri farzdır. 
Osmânlılar 
zemânında beş dürlü toprak vardı: 
1 - Milletin 
mülkü olan topraklar olup, pek azı harâclı, pek çoğu uşrlu idi. Mülk olan toprak 
dört dürlüdür: Birincisi, köy, şehr içindeki arsalar veyâ köy yanında olup, 
yarım dönümü geçmiyen yerlerdir. Bunlar, mîrî toprak iken, halîfenin izni ile 
millete satılmış yerlerdir. Yâhud uşrlu veyâ harâclı yerlerdir. İkincisi, 
halîfenin izni ile millete satılan mîrî tarla, çayırlardır. Buraların 
mahsûlünden uşr verilir. Üçüncüsü uşrlu, dördüncüsü harâclı topraklardır. 
Bu dört nev’ 
toprağı, sâhibi satabilir. Vasıyyet edebilir. Vârislerine, ferâiz bilgisine göre 
taksîm olunur. Hâlbuki mîrî toprakları kirâ verip tapu ile kullanan kimseler 
ölürse, bu toprakları vârisleri taksîm edemezler ve satamazlar. Satılmasını, 
parasından borcunun ödenmesini vasıyyet edemez. Vârislerinin malı olmaz. Bu 
topraklar kurban nisâbına katılmaz. Satılamaz. Yalnız, timâr sâhibinin izni ile, 
para karşılığı, başkasına devr olunabilir. Mîrî toprağı kirâlayan kimse, her şey 
ekebilir veyâ kirâ ile başkasına ekdirir. Üç sene boş bırakılan toprak başkasına 
verilir. Kirâcı, mîrî toprağa ağaç, asma iznsiz dikemez. İznsiz, binâ da 
yapamaz. Meyyit gömülmez. Mîrî toprak, tapu ile kirâlamış olanın mülkü olmaz. Bu 
kimseler kirâcıdırlar. Bu kimse vefât edince, toprağın, vârisine kirâya 
verilmesi âdet olmuşdur. Kendisine kirâya verilmesi, vârisin şer’î hakkı 
olmayıp, devletce yapılan bir ihsândır [Üçüncü kısmda, altmışdördüncü madde 
sonuna bakınız!] 
2 - Beyt-ül-mâlın 
toprakları, ya’nî mîrî topraklar. Memleketin çoğu böyle olup, kirâya verilirdi. 
Sonraları çoğu millete satıldı. Uşrlu oldu. 
3 - Vakf 
topraklar olup, mahsûlü uşrlu idi. 
4 - Umûma terk 
edilen meydânlar, çayır ve benzerleri. 
5 - Beyt-ül-mâlın 
ve hiç kimsenin olmıyan dağlar gibi, ormanlar gibi yerler olup, buraları işletip 
mahsûl alan müslimân, uşr verir. 
                                                |