| 
 
73 
- 
BİRİNCİ CİLD - 312.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, 
mîr Muhammed Nu’mânın “kuddise sirruh” süâllerine cevâb olarak yazılmış olup, 
nemâzda otururken parmak kaldırmak doğru olmadığını da bildirmekdedir: 
Âlemlerin, 
bütün mahlûkların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda durdurucusu ve ihtiyâclarını 
gönderen Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed 
Mustafâya “aleyhissalâtü vesselâm” ve Onun Peygamber kardeşlerine “salevâtullahi 
teâlâ aleyhim ecma’în” ve meleklere ve Onun yolunda gitmekle şereflenenlere 
salât, selâm ve iyi düâlar olsun! Molla Mahmûd ile gönderdiğiniz kıymetli mektûb 
gelerek bizleri sevindirdi. Soruyorsunuz ki: 
Süâl 1 -
Âlimler, Medînedeki (Ravda-i mubâreke) 
denilen yer, Mekke şehrinden dahâ kıymetlidir, diyor. Hâlbuki, Muhammed 
aleyhisselâmın sûreti ve hakîkati, Kâ’be-i mu’azzama’nın sûretine ve hakîkatine 
secde etmekdedir. Ravda-i mubâreke nasıl olur da, dahâ üstün olur? 
[Medîne câmi’i 
içinde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabr-i şerîfi ile câmi’in o 
zemânki minberi arasındaki, yirmialtı metre uzunluğundaki yere (Ravda-i 
mutahhara) denir. Ravda, bağçe demekdir. O zemânki minber-i şerîf, üç 
basamak ve bir metre yüksek idi. [654] yangınında temâmen yandı. Çeşidli 
yıllarda, çeşidli minberler yapılmış, bugünki, oniki basamaklı mermer minberi, 
sultân üçüncü Murâd hân [998] de İstanbuldan göndermişdir]. 
Cevâb 1 -
Efendim! Bu fakîre göre “rahmetullahi teâlâ 
aleyh”, yer yüzünün en kıymetli yeri [Kabr-i se’âdetdir. Bundan sonra] Kâ’be-i 
mu’azzama [ve bunun etrâfındaki (Mescid-i harâm) denilen câmi’]dir. Bundan 
sonra, Medînede [Mescid-i nebevî içindeki] (Ravda-i mukaddese) denilen 
meydândır. Dahâ sonra Mekke-i mükerreme şehridir. Görülüyor ki, Ravda-i 
mutahhara, Mekkeden dahâ üstündür demek doğrudur. 
Süâl 2 -
Hanefî mezhebinde olan bir müslimân, nemâzda 
otururken parmağı ile işâret eder mi? Bu konuda Mevlâna Alîmullah bir risâle 
yazmışdır. Gönderiyorum. Bu mes’elede siz ne buyurursunuz? 
Cevâb 2 -
Efendim! Şehâdet parmağı ile işâret etmenin câiz 
olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler çokdur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir 
kısmı da, böyle söylemişdir. Gönderdiğiniz risâlede Mevlânâ Alîmullah da bunları 
bildiriyor. Hanefî mezhebindeki kitâblar, çok dikkatle okunursa, parmak 
kaldırmanın câiz olduğunu bildiren haberler, (Üsûl bilgileri) değildir. 
Mezhebin (Zâhir haberleri) değildir. İmâm-ı Muhammed Şeybânî, 
(Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek parmağı ile, işâret ederdi. 
Biz de, Onun gibi, parmağımızı kaldırır ve indiririz. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe de 
böyle söyledi) diyor ise de, imâm-ı Muhammedin böyle dediği, (Nevâdir) 
haberlerindendir. (Üsûl) haberlerinden değildir. 
[İbni Âbidîn 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, birinci cildin kırkyedinci sahîfesinde buyuruyor ki, 
(Hanefî mezhebinin bilgileri, sonraki âlimlere üç yoldan gelmişdir: 
1 - (Üsûl) 
haberleri olup, bunlara zâhir haberler de denir. Bunlar, Hanefî mezhebinin 
sâhibi olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden ve talebesinden “rahmetullahi teâlâ 
aleyhim ecma’în” gelen haberlerdir. Bu haberler, imâm-ı Muhammedin altı kitâbı 
ile bildirilmekdedir. Bu altı kitâb, (El-mebsût), (Ez-ziyâdât), (El-câmi’ussagîr), 
(Es-siyerüssagîr), (El-câmi’ulkebîr), (Es-siyerülkebîr) kitâblarıdır. Bu 
kitâbları imâm-ı Muhammedden, güvenilir kimseler getirdiği için (Zâhir haberler) 
denilmişdir. Üsûl haberlerini ilk toplıyan Hâkim şehîd [Muhammed]dir. Bunun 
(Kâfî) kitâbı meşhûrdur. Kâfînin şerhleri çokdur. 
2 - (Nevâdir) 
haberleri olup, yine bu imâmlardan gelen haberlerdir. Fekat, bu haberler, o altı 
kitâbda bulunmayıp, yâ imâm-ı Muhammedin (El-kîsâniyyât), (El-hârûniyyât), 
(El-cürcâniyyât), (Er-rukıyyât) adındaki başka kitâbları ile bildirilmişdir. 
Bu dört kitâb, yukarıdaki altı kitâb gibi, açıkca ve sağlam gelmiş olmadığından, 
bu haberlere (Zâhir olmıyan haberler) de denir. Yâhud, başkalarının kitâbları 
ile bildirilmişlerdir. Meselâ, İmâm-ı a’zamın talebesinden Hasen bin Ziyâdın 
(Muharrer) adındaki kitâbı ve imâm-ı Ebû Yûsüfün (Emâlî) adındaki 
kitâbı ile bildirilmişlerdir. 
3 - (Vâkı’ât) 
haberleri, üç imâmdan bildirilmiş olmayıp, bunların talebelerinin ve talebesi 
talebelerinin ictihâd etdikleri mes’elelerdir. Böyle haberleri, ilk toplıyan 
Ebülleys-i Semerkandî olup (Nevâzil) kitâbını yazmışdır). 
İbni Âbidîn 
yine birinci cildin otuzbeşinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Fıkh bilgisi, ekmek 
gibi, herkese lâzımdır. Bu bilginin tohumunu eken, Abdüllah ibni Mes’ûd 
“radıyallahü anh” olup, Eshâb-ı kirâmın yükseklerinden ve en âlimlerinden idi. 
Bunun talebesi Alkama bu tohumu sulayarak, ekin hâline getirmiş ve bunun 
talebesinden olan İbrâhîm Nehaî, bu ekini biçmiş, ya’nî bu bilgileri bir araya 
toplamışdır. Hammâd-ı Kûfî, bunu harman yapmış ve bunun talebesi olan imâm-ı 
a’zam Ebû Hanîfe öğütmüş, ya’nî bu bilgileri kısmlara ayırmışdır. Ebû Yûsüf, 
hamur yapmış ve imâm-ı Muhammed pişirmişdir. Böylece hâzırlanan lokmaları, 
insanlar yimekdedir. Ya’nî, bu bilgileri öğrenip dünyâ ve âhıret se’âdetine 
kavuşmakdadırlar. İmâm-ı Muhammed, pişirdiği bu lokmaları dokuzyüzdoksandokuz 
kısm bilgi grubu hâlinde talebesine bildirmişdir. Altı kitâbından, sagîr [ya’nî 
küçük] dediğinde, imâm-ı Ebû Yûsüf vâsıtası ile öğrendiklerini bildirmiş, kebîr 
dediği kitâblarda, yalnız İmâm-ı a’zamdan işitdiklerini bildirmişdir). İmâm-ı 
Muhammedin eseri olan (Siyer-i kebîr) kitâbında bunun için, imâm-ı Ebû 
Yûsüfün ismi yokdur. Şimdi, ba’zı câhiller, bu inceliği bilmedikleri için, bunu, 
imâm-ı Ebû Yûsüfe karşı iğbirârına haml etmekdedir. Hâlbuki, bu iki imâm, hubb-i 
fillâhın son derecesinde yüksek idi. Bunların izinde gidenler bile, bunların 
sâyesinde, nefsin arzûlarından kurtulmakdadır]. 
(Fetâvâ-i 
garâib)de 
diyor ki, (Muhît) kitâbında (Sağ elin şehâdet parmağı ile işâret 
edileceğini imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Üsûl) kitâblarında 
bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, başka başka söyledi. İşâret edilmez 
diyenler, işâret edilir diyenler oldu. İmâm-ı Muhammed, Üsûl kitâblarından başka 
kitâblarında, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” işâret ederdi diyor ve bu 
benim sözümdür, İmâm-ı a’zam da bunu haber verdi, buyuruyor. İşâret etmek 
sünnetdir denildiği gibi, müstehabdır diyenler de vardır) diyor. (Fetâvâ-i 
garâib)de bundan sonra diyor ki, doğrusu, işâret etmek harâmdır. 
(Fetâvâ-i 
Sirâciyye)de 
diyor ki, (Nemâzda eşhedü en lâ... derken, şehâdet parmağı ile işâret mekrûhdur.
(Kübrâ) kitâbı da böyle diyor. Âlimler bunu beğeniyor. Fetvâ da böyle 
verilmişdir. Çünki, nemâzda sâkin, hareketsiz olmak lâzımdır). 
(Gıyâsiyye) 
ve [(Bezzâziyye)] fetvâ kitâbında diyor ki, (Otururken şehâdet parmağı 
ile işâret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan, beğenilen de budur). 
(Câmi’ur-rumûz) 
kitâbında diyor ki, (İşâret edilmez ve parmak bükülmez. Mezhebin üsûl 
bilgilerine göre böyledir. Zâhidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitâbında da 
böyledir. Fetvâ da böyle verilmişdir. (Mudmerât), (Velvâlciyye), (Hulâsa) 
ve dahâ başka kitâblarda da böyle yazılıdır. Büyüklerimiz, parmak ile işâret 
etmenin sünnet olduğunu da bildirmekdedir). 
[(Câmi’ur-rumûz) 
kitâbı, (Nikâye) kitâbının şerhidir. (Nikâye) de, (Vikâye) 
kitâbının muhtasarıdır. (Mudmerât) kitâbı, Kudûrî kitâbının şerhidir.] 
(Hazânet-ür-rivâyât) 
kitâbında, (Tâtârhâniyye) kitâbından alarak diyor ki, (Teşehhüdde 
otururken, lâ ilâhe illallah derken, sağ el şehâdet parmağı ile işâret eder mi? 
İmâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi. 
Sonra gelenler, başka başka söyledi. Bir kısm âlimler, işâret edilmez, dedi. 
(Kübrâ) da böyle yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, işâret edilir, 
dedi). 
(Dürr-ül-muhtâr)da 
diyor ki, (Nemâzda şehâdet kelimesini okurken, şehâdet parmağı ile işâret 
edilmez. Fetvâ böyledir. (Velvâlciyye), (Tecnîs), (Umdetülmüftî) ve bütün 
fetvâ kitâblarında böyle yazılıdır. Fekat, bu kitâbları şerh edenler, meselâ 
Kemâl, Halebî, Bâkânî işâret edilir. Nitekim imâm-ı Muhammed, Resûlullah 
“sallallahü aleyhi ve sellem” işâret ederdi diye haber verdi. (Muhît) 
kitâbında da, işâret etmenin sünnet olduğu yazılıdır, diyorlar. İbni Âbidîn 
(Muhît)den sünnet-i gayr-i müekkede olduğu anlaşılmakdadır. Nitekim 
(Aynî) ve (Tuhfe), müstehab olduğunu bildiriyor, diyor. Şernblâlî 
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında, (Sahîh olan, şehâdet 
parmağı ile işâret etmekdir) diyor ve buna Tahtâvî, i’tirâz ediyor. 
Görülüyor ki, 
işâret etmenin harâm olduğunu söyliyen âlimler vardır. Mekrûh olduğunu bildiren 
fetvâlar mevcûddur. İşâret edilmez, parmak bükülmez, üsûl haberleri böyledir, 
diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadîs-i şerîf vardır 
diyerek, işâret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâları 
ile harâm veyâ mekrûh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız doğru olmaz. 
Yasak olduğunu bildiren fetvâlar karşısında, Hanefî mezhebindeki bir kimsenin, 
parmakla işâret etmesi, iki fikri gösterir: 1- İctihâd derecesinde yüksek olan 
bu din âlimlerinin, işâret edileceğini bildiren meşhûr hadîslerden haberleri yok 
imiş, demek olur. 2- Yâhud, hadîs-i şerîfleri işitmişler, fekat, bu hadîslere 
uymamışlar. Kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. Bu 
fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. Böyle sanmak için, pek bayağı veyâ çok inâdcı 
olmak gerekir. (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki (Eski âlimler, nemâzda 
şehâdet parmağı ile işâret ederdi. Sonraları, şi’îler bu işde taşkınlık 
yapdığından, sonra gelen Hanefî âlimleri, işâret etmeği, Ehl-i sünnete yasak 
etdi. Böylece, sünnîler, şî’îlerden ayırd edilmiş oldu) sözü de kıymetli 
kitâblardaki haberlere uygun değildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü), 
işâret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor, ya’nî, eski âlimler işâret 
edilmez, buyurmuşdur. O hâlde, bu işin, şî’îlik ile bir ilgisi yokdur. İşâret 
edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak, bize 
düşen söz şöyle olmalıdır: (Bu büyükler, işâret etmenin harâm veyâ mekrûh 
olacağına bir delîl, vesîka elde etmeselerdi, harâm veyâ mekrûh demezlerdi. 
İşâret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildiren haberleri söyledikden sonra, 
(Böyle demişler ise de, doğrusu işâretin harâm olduğudur) buyurmazlardı. Demek 
ki, bu din büyükleri, işâretin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin 
değil, belki yasak olduğunu gösteren vesîkaların doğru olduğunu anlamışlardır). 
Sözün kısası, bizim gibi câhillerin, birkaç hadîs-i şerîf işitmemiz, delîl ve 
sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. Eğer, (Biz 
şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgileri ele geçirmiş 
bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin halâl veyâ 
harâm olmasına vesîka olamaz. Birşeyin halâl veyâ harâm olması için, müctehidin 
zan etmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek yuvasından 
dahâ çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin 
bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin (Üsûl haberlerine) bozuk, çürük 
demek de âlimlerin, fetvâ vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe 
saymak ve bu haberlere yanlış demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak 
olur. İslâmın büyük âlimleri, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” parlak 
zemânına yakın oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat 
çok olduğu ve harâmdan, günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan korkmaları, son 
derece fazla olduğu için, hadîs-i şerîfleri, bizim gibi, din bilgilerinden 
haberi olmıyan, işitdiği bir kaç sözü ilm sanan boş câhillerden, elbette dahâ 
iyi tanır ve anlarlardı. Doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değişdirilmemiş 
olanlarını, bizden dahâ iyi ayırd ederlerdi. Bu hadîs-i şerîflere uymamak lâzım 
olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları kuvvetli vesîkaları 
mevcûddur. Bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki, 
işâretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını bildiren çeşidli hadîs-i şerîfler 
vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. Bu çeşidli haberlerin birbirlerine 
uymaması, işâretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleşdirmişdir. Ba’zı 
haberler, parmakları yumruk hâlinde bükmeden işâret edileceğini, ba’zıları 
bükerek edileceğini bildirmekdedir. Parmakların büküleceğini söyliyenlerden bir 
kısmı, elliüç sayısını gösterir gibi yapılacağını bildirmişdir. Başka bir kısmı, 
yirmiüç sayısını gösterir gibi büküleceklerini haber veriyor. [(Halebî), 
bunları anlatırken, sayıların parmaklarla gösterilmesini uzun anlatmakdadır.] 
Ba’zı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla halka 
yapıp şehâdet parmağı ile işâret edilir, diyor. Bir habere göre, yalnız baş 
parmak, orta parmağın üzerine konarak işâret olunur. Bir haberde ise, sağ eli, 
sol uyluk üzerine ve sol eli, sağ ayak üzerine koyup işâret edilir. Başka bir 
haberde, sağ eli ile sol el üstüne ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine 
koyup, işâret edileceği bildiriliyor. Ba’zı haberlerde, bütün parmakları 
kapatarak işâret olunması, ba’zılarında ise, şehâdet parmağı kımıldatılmadan 
işâret edilmesi buyurulmakdadır. Bunlardan başka, tehıyyâtda işâret olur diyip, 
yeri kesin bildirilmemekde, ba’zı haberlerde, şehâdet kelimesi okunurken işâret 
olunur, denilmekdedir. Ba’zı rivâyetlerde ise, otururken düâ zemânında, (Ey 
kalbleri istediği gibi çeviren Allahım, benim kalbimi kendi dînin üzerinde 
bulundur!) denir ve bunu söylerken, parmakla işâret olunur, buyurulmuşdur. 
Hanefî 
mezhebinin âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, işâret için bildirilen 
hadîs-i şerîflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, nemâz hakkındaki kesin 
ve açık emrlere uygun olmıyan fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler. 
Çünki, nemâzda esâs, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır. 
Bundan başka, bütün âlimler, sözbirliği ile haber vermişdir ki parmakları, gücü 
yetdiği kadar kıbleye karşı bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu, 
gücün yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundur!) hadîs-i şerîfi, bunu açıkça 
emr etmekdedir. 
Eğer sorulursa: 
(Hadîs-i şerîflerin, başka başka bildirilmesi, ancak araları birleşdirilemediği 
zemân, işi güçleşdirir. Hâlbuki, işâreti bildiren hadîs-i şerîflerden müşterek 
bir emr çıkarılabilir. Çünki çeşidli hadîs-i şerîfler, başka başka zemânlarda 
duyulup, haber verilmiş olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin çoğunda (Kâne=idi) 
kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka ilmlerde (Kül=hep) ma’nâsındadır. 
Bunun için, bu çeşidli haberler birleşdirilemez. 
İmâm-ı a’zam 
Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Sözüme uymıyan hadîs-i şerîf 
öğrenirseniz, benim sözümü bırakıp, hadîs-i şerîfe uyunuz) buyurdu ise de, bu 
sözü, işitmemiş olduğu hadîs-i şerîfler içindir. İşitmemiş olduğum bir hadîs-i 
şerîfe uymıyan sözümü bırakın, demişdir. Hâlbuki, işâret hakkındaki hadîs-i 
şerîfler böyle olmayıp, meşhûr olmuş, yayılmışdır. İmâm-ı a’zam bunları belki 
duymamışdır, denilemez. [İmâm-ı a’zam, bu sözü, kendi talebesine, ya’nî 
müctehidlere söyledi. Bizim gibi câhillere söylemedi.] 
(Hanefî 
âlimleri arasında, işâret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vardır. 
Birbirine uymıyan fetvâlardan, herhangi birine uyulursa, câiz olmaz mı?) 
denirse: 
Cevâb olarak 
deriz ki, fetvâların uymaması (Câizdir, câiz değildir veyâ halâldir, harâmdır) 
şeklinde olduğu zemân, câiz değildir veyâ harâmdır diyen fetvâlara uymak esâsdır. 
İbni Hümâm 
diyor ki, (Parmağı kaldırmak ve kaldırmamakda, birbirine uymıyan hadîs-i 
şerîflerin çokluğu karşısında, nemâzda hareketsiz olmak lâzım geldiği için, biz, 
parmak oynatmamağı bildiren hadîs-i şerîflere uymalıyız!). İbni Hümâma ne kadar 
şaşılsa azdır. Kitâbında, (Âlimlerden bir çoğu, işâret edilmez, dedi ki, bu 
sözleri, hadîs-i şerîflere ve akla uygun değildir!) diyerek, ictihâd 
derecesindeki kıyâs ehli büyük islâm âlimlerini câhil yapmakdadır. Hâlbuki 
kıyâs, Hanefî mezhebinin zâhir ve üsûl haberleridir ve edille-i şer’ıyyenin 
dördüncüsüdür. İctihâda nasıl dil uzatılabilir. Bu zât, birbirine uymıyan 
rivâyetlerin çokluğu karşısında, temiz sular kısmındaki, (Kulleteyn) hadîs-i 
şerîfinin de, za’îf olduğunu söylemekdedir. 
Oğlum Muhammed 
Sa’îd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, parmakla işâret üzerine bir risâle yazmakdadır. 
Temâm olunca, bir sûretini inşâallah gönderirim. 
[(Şir’at-ül-islâm) 
şerhi, yüzyirmialtıncı sahîfe başında diyor ki, (Hidâye) kitâbında, baş 
parmakla işâret edilir, diyor. İmâm-ı Hulvânî “rahimehullah” da böyle buyuruyor. 
Parmakla işâret edilmez de denildi. Fetvâ da böyledir. Çünki, nemâzda hareketsiz 
olmak lâzımdır. Vâkı’ât haberlerinde de böyle bildirilmekdedir. Murâd Molla 
kütübhânesindeki, Ebüssü’ûd efendi fetvâsında: 
Süâl -
Nemâzda otururken, şehâdet parmağını kaldırmak mı, 
kaldırmamak mı dahâ iyidir? 
Cevâb -
Her ikisi de iyi, demişlerdir. Fekat, parmağı 
kaldırmamak dahâ iyi olduğu meydândadır]. 
(El-fıkhu 
alel-mezâhib-il-erbe’a)da 
diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, seferde, şiddetli yağmurda, karanlıkda, çamurlu 
gecelerde ve #Arafât ve Müzdelifede, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı 
nemâzları cem’ edilir. Seferin üç günden [80 kilometreden] az olması da câizdir. 
Deniz yolculuğunda cem’ câiz değildir. Yağmurda ve çamurda, yatsıyı câmi’de 
akşam ile birlikde cemâ’at ile kılmak câiz olur. Vitri vaktinde kılar. Şâfi’îde, 
cem’ için, seferin 80 kilometre olması lâzımdır. 
Hanbelîde cem’, 
80 kilometre seferde ve 203. cü sahîfede bildirdiğimiz hâllerde câiz olduğu 
gibi, soğuk, kış, yağmur, çamur, fırtınada, yatsıyı akşam ile, evinde de cem’ 
câizdir. Cem’ ederken, sünnetler kılınmaz. Birinci nemâza başlarken, cem’ için 
niyyet edilir. Vazîfe ve iş zemânında, öğleyi, ikindiyi, akşamı vaktinde kılması 
mümkin olmıyanlar, Hanbelî mezhebini taklîd ederek, ikindiyi öğle ile, akşamı 
yatsı ile cem’ etmeli, vazîfeyi terk etmemelidir. Vazîfeden ayrılırsa, yerine 
gelenin yapacağı zulmlere, küfrlere sebeb olur. Hanbelîde abdestin farzı 
altıdır: Ağzın ve burnun içleri ile birlikde yüzü yıkamak, niyyet, kolları 
yıkamak, başın her tarafını, kulakları ve üstündeki deriyi mesh etmek, [Sarkan 
saç mesh edilmez. Mâlikîde sarkanlar da mesh edilir]. Ayakları, yanlarındaki 
kemiklerle yıkamak, tertîb [sıra], muvâlat [acele] farzdır. Herhangi bir kadının 
derisine şehvet ile ve kendi zekerine temâs edince, abdest bozulur. Kendine 
kadın dokununca, lezzet duysa da bozulmaz. Deriden çıkan her şey, çok ise bozar. 
Deve eti yimek bozar. Özr sâhibi olmak, hanefî gibidir. Guslde, ağzı, burnu ve 
saçları yıkamak ve erkeklerin örgülü saçı açmaları farzdır. Kadınların saç 
örgülerini çözmeleri, cenâbet için sünnet, hayz için farzdır. Nemâzda teşehhüd 
mikdârı oturmak ve iki tarafa selâm vermek de farzdır.) 
                                                |