73
-
BİRİNCİ CİLD - 312.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Bu mektûb,
mîr Muhammed Nu’mânın “kuddise sirruh” süâllerine cevâb olarak yazılmış olup,
nemâzda otururken parmak kaldırmak doğru olmadığını da bildirmekdedir:
Âlemlerin,
bütün mahlûkların rabbi, yaratıcısı ve varlıkda durdurucusu ve ihtiyâclarını
gönderen Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed
Mustafâya “aleyhissalâtü vesselâm” ve Onun Peygamber kardeşlerine “salevâtullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” ve meleklere ve Onun yolunda gitmekle şereflenenlere
salât, selâm ve iyi düâlar olsun! Molla Mahmûd ile gönderdiğiniz kıymetli mektûb
gelerek bizleri sevindirdi. Soruyorsunuz ki:
Süâl 1 -
Âlimler, Medînedeki (Ravda-i mubâreke)
denilen yer, Mekke şehrinden dahâ kıymetlidir, diyor. Hâlbuki, Muhammed
aleyhisselâmın sûreti ve hakîkati, Kâ’be-i mu’azzama’nın sûretine ve hakîkatine
secde etmekdedir. Ravda-i mubâreke nasıl olur da, dahâ üstün olur?
[Medîne câmi’i
içinde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabr-i şerîfi ile câmi’in o
zemânki minberi arasındaki, yirmialtı metre uzunluğundaki yere (Ravda-i
mutahhara) denir. Ravda, bağçe demekdir. O zemânki minber-i şerîf, üç
basamak ve bir metre yüksek idi. [654] yangınında temâmen yandı. Çeşidli
yıllarda, çeşidli minberler yapılmış, bugünki, oniki basamaklı mermer minberi,
sultân üçüncü Murâd hân [998] de İstanbuldan göndermişdir].
Cevâb 1 -
Efendim! Bu fakîre göre “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, yer yüzünün en kıymetli yeri [Kabr-i se’âdetdir. Bundan sonra] Kâ’be-i
mu’azzama [ve bunun etrâfındaki (Mescid-i harâm) denilen câmi’]dir. Bundan
sonra, Medînede [Mescid-i nebevî içindeki] (Ravda-i mukaddese) denilen
meydândır. Dahâ sonra Mekke-i mükerreme şehridir. Görülüyor ki, Ravda-i
mutahhara, Mekkeden dahâ üstündür demek doğrudur.
Süâl 2 -
Hanefî mezhebinde olan bir müslimân, nemâzda
otururken parmağı ile işâret eder mi? Bu konuda Mevlâna Alîmullah bir risâle
yazmışdır. Gönderiyorum. Bu mes’elede siz ne buyurursunuz?
Cevâb 2 -
Efendim! Şehâdet parmağı ile işâret etmenin câiz
olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler çokdur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir
kısmı da, böyle söylemişdir. Gönderdiğiniz risâlede Mevlânâ Alîmullah da bunları
bildiriyor. Hanefî mezhebindeki kitâblar, çok dikkatle okunursa, parmak
kaldırmanın câiz olduğunu bildiren haberler, (Üsûl bilgileri) değildir.
Mezhebin (Zâhir haberleri) değildir. İmâm-ı Muhammed Şeybânî,
(Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek parmağı ile, işâret ederdi.
Biz de, Onun gibi, parmağımızı kaldırır ve indiririz. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe de
böyle söyledi) diyor ise de, imâm-ı Muhammedin böyle dediği, (Nevâdir)
haberlerindendir. (Üsûl) haberlerinden değildir.
[İbni Âbidîn
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, birinci cildin kırkyedinci sahîfesinde buyuruyor ki,
(Hanefî mezhebinin bilgileri, sonraki âlimlere üç yoldan gelmişdir:
1 - (Üsûl)
haberleri olup, bunlara zâhir haberler de denir. Bunlar, Hanefî mezhebinin
sâhibi olan imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeden ve talebesinden “rahmetullahi teâlâ
aleyhim ecma’în” gelen haberlerdir. Bu haberler, imâm-ı Muhammedin altı kitâbı
ile bildirilmekdedir. Bu altı kitâb, (El-mebsût), (Ez-ziyâdât), (El-câmi’ussagîr),
(Es-siyerüssagîr), (El-câmi’ulkebîr), (Es-siyerülkebîr) kitâblarıdır. Bu
kitâbları imâm-ı Muhammedden, güvenilir kimseler getirdiği için (Zâhir haberler)
denilmişdir. Üsûl haberlerini ilk toplıyan Hâkim şehîd [Muhammed]dir. Bunun
(Kâfî) kitâbı meşhûrdur. Kâfînin şerhleri çokdur.
2 - (Nevâdir)
haberleri olup, yine bu imâmlardan gelen haberlerdir. Fekat, bu haberler, o altı
kitâbda bulunmayıp, yâ imâm-ı Muhammedin (El-kîsâniyyât), (El-hârûniyyât),
(El-cürcâniyyât), (Er-rukıyyât) adındaki başka kitâbları ile bildirilmişdir.
Bu dört kitâb, yukarıdaki altı kitâb gibi, açıkca ve sağlam gelmiş olmadığından,
bu haberlere (Zâhir olmıyan haberler) de denir. Yâhud, başkalarının kitâbları
ile bildirilmişlerdir. Meselâ, İmâm-ı a’zamın talebesinden Hasen bin Ziyâdın
(Muharrer) adındaki kitâbı ve imâm-ı Ebû Yûsüfün (Emâlî) adındaki
kitâbı ile bildirilmişlerdir.
3 - (Vâkı’ât)
haberleri, üç imâmdan bildirilmiş olmayıp, bunların talebelerinin ve talebesi
talebelerinin ictihâd etdikleri mes’elelerdir. Böyle haberleri, ilk toplıyan
Ebülleys-i Semerkandî olup (Nevâzil) kitâbını yazmışdır).
İbni Âbidîn
yine birinci cildin otuzbeşinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Fıkh bilgisi, ekmek
gibi, herkese lâzımdır. Bu bilginin tohumunu eken, Abdüllah ibni Mes’ûd
“radıyallahü anh” olup, Eshâb-ı kirâmın yükseklerinden ve en âlimlerinden idi.
Bunun talebesi Alkama bu tohumu sulayarak, ekin hâline getirmiş ve bunun
talebesinden olan İbrâhîm Nehaî, bu ekini biçmiş, ya’nî bu bilgileri bir araya
toplamışdır. Hammâd-ı Kûfî, bunu harman yapmış ve bunun talebesi olan imâm-ı
a’zam Ebû Hanîfe öğütmüş, ya’nî bu bilgileri kısmlara ayırmışdır. Ebû Yûsüf,
hamur yapmış ve imâm-ı Muhammed pişirmişdir. Böylece hâzırlanan lokmaları,
insanlar yimekdedir. Ya’nî, bu bilgileri öğrenip dünyâ ve âhıret se’âdetine
kavuşmakdadırlar. İmâm-ı Muhammed, pişirdiği bu lokmaları dokuzyüzdoksandokuz
kısm bilgi grubu hâlinde talebesine bildirmişdir. Altı kitâbından, sagîr [ya’nî
küçük] dediğinde, imâm-ı Ebû Yûsüf vâsıtası ile öğrendiklerini bildirmiş, kebîr
dediği kitâblarda, yalnız İmâm-ı a’zamdan işitdiklerini bildirmişdir). İmâm-ı
Muhammedin eseri olan (Siyer-i kebîr) kitâbında bunun için, imâm-ı Ebû
Yûsüfün ismi yokdur. Şimdi, ba’zı câhiller, bu inceliği bilmedikleri için, bunu,
imâm-ı Ebû Yûsüfe karşı iğbirârına haml etmekdedir. Hâlbuki, bu iki imâm, hubb-i
fillâhın son derecesinde yüksek idi. Bunların izinde gidenler bile, bunların
sâyesinde, nefsin arzûlarından kurtulmakdadır].
(Fetâvâ-i
garâib)de
diyor ki, (Muhît) kitâbında (Sağ elin şehâdet parmağı ile işâret
edileceğini imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Üsûl) kitâblarında
bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, başka başka söyledi. İşâret edilmez
diyenler, işâret edilir diyenler oldu. İmâm-ı Muhammed, Üsûl kitâblarından başka
kitâblarında, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” işâret ederdi diyor ve bu
benim sözümdür, İmâm-ı a’zam da bunu haber verdi, buyuruyor. İşâret etmek
sünnetdir denildiği gibi, müstehabdır diyenler de vardır) diyor. (Fetâvâ-i
garâib)de bundan sonra diyor ki, doğrusu, işâret etmek harâmdır.
(Fetâvâ-i
Sirâciyye)de
diyor ki, (Nemâzda eşhedü en lâ... derken, şehâdet parmağı ile işâret mekrûhdur.
(Kübrâ) kitâbı da böyle diyor. Âlimler bunu beğeniyor. Fetvâ da böyle
verilmişdir. Çünki, nemâzda sâkin, hareketsiz olmak lâzımdır).
(Gıyâsiyye)
ve [(Bezzâziyye)] fetvâ kitâbında diyor ki, (Otururken şehâdet parmağı
ile işâret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan, beğenilen de budur).
(Câmi’ur-rumûz)
kitâbında diyor ki, (İşâret edilmez ve parmak bükülmez. Mezhebin üsûl
bilgilerine göre böyledir. Zâhidînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” kitâbında da
böyledir. Fetvâ da böyle verilmişdir. (Mudmerât), (Velvâlciyye), (Hulâsa)
ve dahâ başka kitâblarda da böyle yazılıdır. Büyüklerimiz, parmak ile işâret
etmenin sünnet olduğunu da bildirmekdedir).
[(Câmi’ur-rumûz)
kitâbı, (Nikâye) kitâbının şerhidir. (Nikâye) de, (Vikâye)
kitâbının muhtasarıdır. (Mudmerât) kitâbı, Kudûrî kitâbının şerhidir.]
(Hazânet-ür-rivâyât)
kitâbında, (Tâtârhâniyye) kitâbından alarak diyor ki, (Teşehhüdde
otururken, lâ ilâhe illallah derken, sağ el şehâdet parmağı ile işâret eder mi?
İmâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi.
Sonra gelenler, başka başka söyledi. Bir kısm âlimler, işâret edilmez, dedi.
(Kübrâ) da böyle yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, işâret edilir,
dedi).
(Dürr-ül-muhtâr)da
diyor ki, (Nemâzda şehâdet kelimesini okurken, şehâdet parmağı ile işâret
edilmez. Fetvâ böyledir. (Velvâlciyye), (Tecnîs), (Umdetülmüftî) ve bütün
fetvâ kitâblarında böyle yazılıdır. Fekat, bu kitâbları şerh edenler, meselâ
Kemâl, Halebî, Bâkânî işâret edilir. Nitekim imâm-ı Muhammed, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” işâret ederdi diye haber verdi. (Muhît)
kitâbında da, işâret etmenin sünnet olduğu yazılıdır, diyorlar. İbni Âbidîn
(Muhît)den sünnet-i gayr-i müekkede olduğu anlaşılmakdadır. Nitekim
(Aynî) ve (Tuhfe), müstehab olduğunu bildiriyor, diyor. Şernblâlî
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Nûr-ül-îzâh) kitâbında, (Sahîh olan, şehâdet
parmağı ile işâret etmekdir) diyor ve buna Tahtâvî, i’tirâz ediyor.
Görülüyor ki,
işâret etmenin harâm olduğunu söyliyen âlimler vardır. Mekrûh olduğunu bildiren
fetvâlar mevcûddur. İşâret edilmez, parmak bükülmez, üsûl haberleri böyledir,
diyenler çokdur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadîs-i şerîf vardır
diyerek, işâret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâları
ile harâm veyâ mekrûh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız doğru olmaz.
Yasak olduğunu bildiren fetvâlar karşısında, Hanefî mezhebindeki bir kimsenin,
parmakla işâret etmesi, iki fikri gösterir: 1- İctihâd derecesinde yüksek olan
bu din âlimlerinin, işâret edileceğini bildiren meşhûr hadîslerden haberleri yok
imiş, demek olur. 2- Yâhud, hadîs-i şerîfleri işitmişler, fekat, bu hadîslere
uymamışlar. Kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. Bu
fikrlerin ikisi de, çok bozukdur. Böyle sanmak için, pek bayağı veyâ çok inâdcı
olmak gerekir. (Tergîb-üs-salât) kitâbındaki (Eski âlimler, nemâzda
şehâdet parmağı ile işâret ederdi. Sonraları, şi’îler bu işde taşkınlık
yapdığından, sonra gelen Hanefî âlimleri, işâret etmeği, Ehl-i sünnete yasak
etdi. Böylece, sünnîler, şî’îlerden ayırd edilmiş oldu) sözü de kıymetli
kitâblardaki haberlere uygun değildir. Çünki, âlimlerimizin (Zâhir üsûlü),
işâret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor, ya’nî, eski âlimler işâret
edilmez, buyurmuşdur. O hâlde, bu işin, şî’îlik ile bir ilgisi yokdur. İşâret
edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak, bize
düşen söz şöyle olmalıdır: (Bu büyükler, işâret etmenin harâm veyâ mekrûh
olacağına bir delîl, vesîka elde etmeselerdi, harâm veyâ mekrûh demezlerdi.
İşâret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildiren haberleri söyledikden sonra,
(Böyle demişler ise de, doğrusu işâretin harâm olduğudur) buyurmazlardı. Demek
ki, bu din büyükleri, işâretin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin
değil, belki yasak olduğunu gösteren vesîkaların doğru olduğunu anlamışlardır).
Sözün kısası, bizim gibi câhillerin, birkaç hadîs-i şerîf işitmemiz, delîl ve
sened olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. Eğer, (Biz
şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgileri ele geçirmiş
bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin halâl veyâ
harâm olmasına vesîka olamaz. Birşeyin halâl veyâ harâm olması için, müctehidin
zan etmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senedlerini örümcek yuvasından
dahâ çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin
bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin (Üsûl haberlerine) bozuk, çürük
demek de âlimlerin, fetvâ vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe
saymak ve bu haberlere yanlış demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak
olur. İslâmın büyük âlimleri, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” parlak
zemânına yakın oldukları için ve ilmleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat
çok olduğu ve harâmdan, günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan korkmaları, son
derece fazla olduğu için, hadîs-i şerîfleri, bizim gibi, din bilgilerinden
haberi olmıyan, işitdiği bir kaç sözü ilm sanan boş câhillerden, elbette dahâ
iyi tanır ve anlarlardı. Doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değişdirilmemiş
olanlarını, bizden dahâ iyi ayırd ederlerdi. Bu hadîs-i şerîflere uymamak lâzım
olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları kuvvetli vesîkaları
mevcûddur. Bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki,
işâretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını bildiren çeşidli hadîs-i şerîfler
vardır ve birbirlerine uymamakdadırlar. Bu çeşidli haberlerin birbirlerine
uymaması, işâretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleşdirmişdir. Ba’zı
haberler, parmakları yumruk hâlinde bükmeden işâret edileceğini, ba’zıları
bükerek edileceğini bildirmekdedir. Parmakların büküleceğini söyliyenlerden bir
kısmı, elliüç sayısını gösterir gibi yapılacağını bildirmişdir. Başka bir kısmı,
yirmiüç sayısını gösterir gibi büküleceklerini haber veriyor. [(Halebî),
bunları anlatırken, sayıların parmaklarla gösterilmesini uzun anlatmakdadır.]
Ba’zı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla halka
yapıp şehâdet parmağı ile işâret edilir, diyor. Bir habere göre, yalnız baş
parmak, orta parmağın üzerine konarak işâret olunur. Bir haberde ise, sağ eli,
sol uyluk üzerine ve sol eli, sağ ayak üzerine koyup işâret edilir. Başka bir
haberde, sağ eli ile sol el üstüne ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine
koyup, işâret edileceği bildiriliyor. Ba’zı haberlerde, bütün parmakları
kapatarak işâret olunması, ba’zılarında ise, şehâdet parmağı kımıldatılmadan
işâret edilmesi buyurulmakdadır. Bunlardan başka, tehıyyâtda işâret olur diyip,
yeri kesin bildirilmemekde, ba’zı haberlerde, şehâdet kelimesi okunurken işâret
olunur, denilmekdedir. Ba’zı rivâyetlerde ise, otururken düâ zemânında, (Ey
kalbleri istediği gibi çeviren Allahım, benim kalbimi kendi dînin üzerinde
bulundur!) denir ve bunu söylerken, parmakla işâret olunur, buyurulmuşdur.
Hanefî
mezhebinin âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, işâret için bildirilen
hadîs-i şerîflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, nemâz hakkındaki kesin
ve açık emrlere uygun olmıyan fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler.
Çünki, nemâzda esâs, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır.
Bundan başka, bütün âlimler, sözbirliği ile haber vermişdir ki parmakları, gücü
yetdiği kadar kıbleye karşı bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu,
gücün yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundur!) hadîs-i şerîfi, bunu açıkça
emr etmekdedir.
Eğer sorulursa:
(Hadîs-i şerîflerin, başka başka bildirilmesi, ancak araları birleşdirilemediği
zemân, işi güçleşdirir. Hâlbuki, işâreti bildiren hadîs-i şerîflerden müşterek
bir emr çıkarılabilir. Çünki çeşidli hadîs-i şerîfler, başka başka zemânlarda
duyulup, haber verilmiş olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin çoğunda (Kâne=idi)
kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka ilmlerde (Kül=hep) ma’nâsındadır.
Bunun için, bu çeşidli haberler birleşdirilemez.
İmâm-ı a’zam
Ebû Hanîfe “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Sözüme uymıyan hadîs-i şerîf
öğrenirseniz, benim sözümü bırakıp, hadîs-i şerîfe uyunuz) buyurdu ise de, bu
sözü, işitmemiş olduğu hadîs-i şerîfler içindir. İşitmemiş olduğum bir hadîs-i
şerîfe uymıyan sözümü bırakın, demişdir. Hâlbuki, işâret hakkındaki hadîs-i
şerîfler böyle olmayıp, meşhûr olmuş, yayılmışdır. İmâm-ı a’zam bunları belki
duymamışdır, denilemez. [İmâm-ı a’zam, bu sözü, kendi talebesine, ya’nî
müctehidlere söyledi. Bizim gibi câhillere söylemedi.]
(Hanefî
âlimleri arasında, işâret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vardır.
Birbirine uymıyan fetvâlardan, herhangi birine uyulursa, câiz olmaz mı?)
denirse:
Cevâb olarak
deriz ki, fetvâların uymaması (Câizdir, câiz değildir veyâ halâldir, harâmdır)
şeklinde olduğu zemân, câiz değildir veyâ harâmdır diyen fetvâlara uymak esâsdır.
İbni Hümâm
diyor ki, (Parmağı kaldırmak ve kaldırmamakda, birbirine uymıyan hadîs-i
şerîflerin çokluğu karşısında, nemâzda hareketsiz olmak lâzım geldiği için, biz,
parmak oynatmamağı bildiren hadîs-i şerîflere uymalıyız!). İbni Hümâma ne kadar
şaşılsa azdır. Kitâbında, (Âlimlerden bir çoğu, işâret edilmez, dedi ki, bu
sözleri, hadîs-i şerîflere ve akla uygun değildir!) diyerek, ictihâd
derecesindeki kıyâs ehli büyük islâm âlimlerini câhil yapmakdadır. Hâlbuki
kıyâs, Hanefî mezhebinin zâhir ve üsûl haberleridir ve edille-i şer’ıyyenin
dördüncüsüdür. İctihâda nasıl dil uzatılabilir. Bu zât, birbirine uymıyan
rivâyetlerin çokluğu karşısında, temiz sular kısmındaki, (Kulleteyn) hadîs-i
şerîfinin de, za’îf olduğunu söylemekdedir.
Oğlum Muhammed
Sa’îd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, parmakla işâret üzerine bir risâle yazmakdadır.
Temâm olunca, bir sûretini inşâallah gönderirim.
[(Şir’at-ül-islâm)
şerhi, yüzyirmialtıncı sahîfe başında diyor ki, (Hidâye) kitâbında, baş
parmakla işâret edilir, diyor. İmâm-ı Hulvânî “rahimehullah” da böyle buyuruyor.
Parmakla işâret edilmez de denildi. Fetvâ da böyledir. Çünki, nemâzda hareketsiz
olmak lâzımdır. Vâkı’ât haberlerinde de böyle bildirilmekdedir. Murâd Molla
kütübhânesindeki, Ebüssü’ûd efendi fetvâsında:
Süâl -
Nemâzda otururken, şehâdet parmağını kaldırmak mı,
kaldırmamak mı dahâ iyidir?
Cevâb -
Her ikisi de iyi, demişlerdir. Fekat, parmağı
kaldırmamak dahâ iyi olduğu meydândadır].
(El-fıkhu
alel-mezâhib-il-erbe’a)da
diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, seferde, şiddetli yağmurda, karanlıkda, çamurlu
gecelerde ve #Arafât ve Müzdelifede, öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı
nemâzları cem’ edilir. Seferin üç günden [80 kilometreden] az olması da câizdir.
Deniz yolculuğunda cem’ câiz değildir. Yağmurda ve çamurda, yatsıyı câmi’de
akşam ile birlikde cemâ’at ile kılmak câiz olur. Vitri vaktinde kılar. Şâfi’îde,
cem’ için, seferin 80 kilometre olması lâzımdır.
Hanbelîde cem’,
80 kilometre seferde ve 203. cü sahîfede bildirdiğimiz hâllerde câiz olduğu
gibi, soğuk, kış, yağmur, çamur, fırtınada, yatsıyı akşam ile, evinde de cem’
câizdir. Cem’ ederken, sünnetler kılınmaz. Birinci nemâza başlarken, cem’ için
niyyet edilir. Vazîfe ve iş zemânında, öğleyi, ikindiyi, akşamı vaktinde kılması
mümkin olmıyanlar, Hanbelî mezhebini taklîd ederek, ikindiyi öğle ile, akşamı
yatsı ile cem’ etmeli, vazîfeyi terk etmemelidir. Vazîfeden ayrılırsa, yerine
gelenin yapacağı zulmlere, küfrlere sebeb olur. Hanbelîde abdestin farzı
altıdır: Ağzın ve burnun içleri ile birlikde yüzü yıkamak, niyyet, kolları
yıkamak, başın her tarafını, kulakları ve üstündeki deriyi mesh etmek, [Sarkan
saç mesh edilmez. Mâlikîde sarkanlar da mesh edilir]. Ayakları, yanlarındaki
kemiklerle yıkamak, tertîb [sıra], muvâlat [acele] farzdır. Herhangi bir kadının
derisine şehvet ile ve kendi zekerine temâs edince, abdest bozulur. Kendine
kadın dokununca, lezzet duysa da bozulmaz. Deriden çıkan her şey, çok ise bozar.
Deve eti yimek bozar. Özr sâhibi olmak, hanefî gibidir. Guslde, ağzı, burnu ve
saçları yıkamak ve erkeklerin örgülü saçı açmaları farzdır. Kadınların saç
örgülerini çözmeleri, cenâbet için sünnet, hayz için farzdır. Nemâzda teşehhüd
mikdârı oturmak ve iki tarafa selâm vermek de farzdır.)
|