| 
 
    
49 -  
ÜÇÜNCÜ CİLD - 57.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, 
mevlânâ Hamîd Ahmedî için yazılmışdır. Âlemin yokdan var edilmiş olduğunu 
bildirmekde ve Yunan felsefecilerinin akl-ı fe’âl dedikleri şeyi red etmekdedir: 
Âlemlerin rabbi 
olan Allahü teâlâya hamd olsun ve Peygamberlerin en üstününe salât ve selâm 
olsun. Allahü teâlâ kendiliğinden vardır. Allahü teâlânın varlığı 
kendisindendir. Şimdi var olduğu gibi, geçmişde de hep vardı. İleride de hep 
vardır. Varlığından önce ve varlığının sonunda yok olması mümkin değildir. Hep 
var olması lâzımdır. Yokluk, Ona yaklaşamaz. Allahü teâlâdan başka herşeye 
(Âlem) denir. Âlemin hepsi, maddenin fizik hâlleri, [ya’nî, katı, sıvı ve 
gaz cismler ve atomlar, moleküller, enerjiler], gökler, akllar, nefsler, 
[hücreler, bütün canlılar], elementler ve bileşik cismler, Onun yaratması ile 
var olmuşlardır. Yok iken, sonradan vücûde gelmişlerdir. Sonsuz var olan yalnız 
Odur. Ondan başka herşey, yok idiler. Sonradan var oldular. Sonra, yine yok 
olacaklardır. Yer küresini iki günde yaratdı. Sonra, gökleri ve yıldızları da 
iki günde yaratdı. Ya’nî yokdan var eyledi. (Ha-mîm Secde) sûresinin 
dokuzuncu âyetinde meâlen, (Yeri iki günde yaratdı) ve onikinci âyetinde 
meâlen, (Sonra, yedi gökü de iki günde var eyledi) buyuruldu. Bir kimse 
ortaya çıkıp, Kur’ân-ı kerîmin bu âyetlerini inkâr ederek, mahlûklardan bir 
kısmına ve göklere, yıldızlara ve elementlere, akllara, rûhlara kadîm derse, 
bunun ahmak olduğu anlaşılır. Bütün dinler, Allahdan başka herşeyin hâdis 
olduklarını, ya’nî yok iken, sonradan var edilmiş olduklarını bildirmişlerdir. 
Bütün dinlerin bu sözbirliğini, Huccet-ül-islâm imâm-ı Muhammed Gazâlî, 
(El-münkızü aniddalâl) kitâbında bildirmekdedir. Âlemde bulunan şeylerden 
birkaçına kadîm diyenin kâfir olacağını yazmışdır. Görülüyor ki, mümkin, ya’nî 
mahlûk olan şeylerden birinin kadîm olduğunu söylemek, dinden çıkmak ve 
felsefeci olmak demekdir. Allahü teâlâdan başka herşey yok idi ve hepsi yine yok 
olacaklardır. Kıyâmet kopacağı zemân, yıldızlar yerlerinden ayrılıp dağılacak, 
gökler parçalanacak, yeryüzü ve dağlar da parça parça olacak, hepsi yok 
olacaklardır. Böyle olacaklarını Kur’ân-ı kerîm açıkca bildirmekdedir. 
Müslimânların bütün fırkaları, bunu sözbirliği ile haber vermişdir. 
(El-hâkka) sûresinde, bir âyet-i kerîmede meâlen, (Sûra bir kerre 
üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecekdir. O gün 
kıyâmet kopacak, gök yarılacak ve dağılacakdır) ve (Tekvîr) 
sûresinde, bir âyet-i kerîmede meâlen, (Güneşin karardığı, yıldızların 
yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zemâna...) 
ve (İnfitâr) sûresinde, bir âyet-i kerîmede meâlen, (Gökün yarıldığı 
ve yıldızların dağılıp yok oldukları zemân...) ve (Kasas) sûresinin 
son âyetinde meâlen, (Herşey yok olacakdır. Yalnız O kalacakdır!) 
buyurulmuşdur. 
Kur’ân-ı 
kerîmde, bunlar gibi, dahâ nice âyetler vardır. Bunların yok olacaklarına 
inanmamak, câhillik olur. Yâhud, Kur’ân-ı kerîme inanmıyan felsefecilerin, 
yaldızlı yalanlarına aldanmakdır. Görülüyor ki, mahlûkların yok olacaklarına 
inanmak, yokdan var edildiklerine inanmak gibi, îmânın şartıdır. İnanmak elbet 
lâzımdır. Âlimlerden birkaçı, yedi şey, ya’nî Arş, Kürsî, Levh, Kalem, Cennet, 
Cehennem ve Rûh denilen mahlûklar yok olmıyacak, sonsuz var olacaklardır 
dediler. Bu sözleri, bunlar yok olamaz demek değildir. Allahü teâlâ, var etmiş 
olduğu şeylerden, dilediklerini tekrâr yok edecek, dilediklerini de, yalnız 
kendi bileceği fâide ve sebeblerden dolayı, hiç yok etmiyecek, bunlar ebedî, 
ya’nî sonsuz var olacaklardır demekdir. Allahü teâlâ, dilediğini yapar ve 
istediğini emr eder. Bütün bu yazılanlardan anlaşılıyor ki, âlem ya’nî herşey, 
Allahü teâlânın dilemesi ve kudreti ile vardır. Var olmaları için ve varlıkda 
kalmaları için Allahü teâlâya muhtâcdırlar. Çünki, bâkî olmak demek, varlığın 
her an devâm etmesi demekdir. Başka birşey olmak demek değildir. Hem var olmak, 
hem de varlıkda kalabilmek, Allahü teâlânın irâdesi, dilemesi ile olur. Eski 
felsefecilerin (Akl-ı fe’âl) dedikleri [ve şimdiki din düşmanlarının 
(Tabî’at kuvvetleri) dedikleri] şey ne oluyor ki, mahlûkların varlığı ve 
yokluğu, onun emrinde olsun? Bunun varlığında bile çeşidli lâflar ediyorlar. 
Çünki, bu ismi koydukları şey, kısa aklları ile ortaya atılmışdır. İslâmın doğru 
bilgilerine göre, bunlar, Allahü teâlânın yaratmasına sebeb olan şeylerdir. Bu 
sebebleri de, Allahü teâlâ yaratmışdır ve yaratmakdadır. Mahlûkların 
varlıklarının, Allahü teâlâdan olduklarına inanmayıp, böyle hayâlî, uydurma 
ismlere bağlamak, büyük ahmaklıkdır. Hattâ varlıklar, Allahın mahlûkları olmayıp 
da, akllarının esîri olan kısa görüşlülerin uydurdukları birşeyin kulları, 
köleleri olmağı aşağılık bilir, utanırlar. Böyle kul olmakdansa, yok olmağı 
isterler. Herşeye gücü yeten, dilediğini yapabilen bir yaratıcının mahlûku 
olmayıp da, uydurma birşeyin kulu olarak var olmak istemezler. Böyle ahmaklara, 
ancak Kehf sûresindeki âyet-i kerîmede bildirildiği gibi, (Ağızlarından çıkan 
söz, çok kötüdür. Hep yalan söylüyorlar) denilir. 
  
Îmânın tohumu beş vakt nemâzdır, 
müslimânım diyen, kılsa gerekdir. 
  
Nemâzın lezzetini duyamıyanlar, 
rûhunu tedâvî, etse gerekdir. 
  
Bilmek istersen kim, necât 
bulmayan, 
nemâza hiç ehemmiyyet vermiyen! 
  
Mîzân terâzîde hayrın 
bulmıyan, 
ezânı işitip, gelmiyenlerdir. 
                                                |