| 
 
    
37 -  İKİNCİ CİLD - 31.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
Bu mektûb, 
hâce Şerefüddîn Hüseyne yazılmışdır. Nasîhat etmekdedir: 
Allahü teâlâya 
hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Sevgili oğlum! Fırsat 
ganîmetdir. Ya’nî, zemân çok kıymetlidir. Bu kıymetli zemânları fâidesiz şeylere 
harc etmemelidir. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeyleri yapmakla 
geçirmelidir. Beş vakt nemâzı, dünyâ işlerini düşünmiyerek ve cemâ’at ile 
kılmalıdır. (Ta’dîl-i erkân) ile kılmağa dikkat etmelidir. Teheccüd 
nemâzını kaçırmamalıdır. [Teheccüd, gece nâfile nemâz kılmak demekdir. Farz 
nemâz borcu olan geceleri de, kazâ nemâzlarını kılmalıdır.] Seher vaktleri 
istiğfâr etmelidir. Gafletden, nefse uymakdan lezzet almamalıdır. Dünyânın 
geçici lezzetlerine aldanmamalıdır. Ölümü hâtırlamalı, âhıretin dehşet ve 
şiddetini göz önüne getirmelidir. Kısacası, yüzümüzü dünyâdan âhırete 
çevirmelidir. Dünyâ işleri ile zarûret mikdârı uğraşmalı, başka zemânlarda, hep 
âhıreti kazandıracak işleri yapmalıdır. Sözün özü, gönül Allahdan gayrisine 
tutulmakdan kurtulmalı, beden ve a’zâları da, ahkâm-ı islâmiyyeye uymakla 
süslemelidir.  
İş budur, bundan başka herşey hiçdir! 
[(Ma’rifetnâme)de 
yazılı hadîs-i şerîflerde buyuruyor ki, 
(Mes’ûd o kimsedir ki, dünyâ onu terk etmezden önce, o dünyâyı terk etmişdir), 
(Arzûsu âhıret olup, âhıret için çalışana, Allahü teâlâ dünyâyı hizmetci yapar), 
(Yalnız dünyâ için çalışana, yalnız kaderinde olan kadar gelir. İşleri karışık, 
üzüntüsü çok olur), (Âhıretin sonsuz olduğuna inanan kimsenin, bu dünyâya 
sarılması, çok şaşılacak şeydir), (Dünyâ sizin için yaratıldı. Siz de âhıret 
için yaratıldınız! Âhıretde ise, Cennetden ve Cehennem ateşinden başka yer 
yokdur), (Paraya, yiyeceğe tapınan kimse helâk olsun!), (Sizlerin fakîr 
olacağınızı düşünmiyor, bunun için üzülmiyorum. Sizden önce gelmiş olanlara 
olduğu gibi, dünyânın elinize bol bol geçerek, Allahü teâlâya âsî ve birbirinize 
düşman olmanızdan korkuyorum), (Mal ve şöhret hırsının insana zararı, koyun 
sürüsüne giren iki aç kurdun zararından dahâ çokdur), (Dünyâyı terk eyle ki, 
Allahü teâlâ seni sevsin. İnsanların malına göz dikme ki, herkes seni sevsin!), 
(Dünyâ, geçilecek bir köprü gibidir. Bu köprüyü ta’mîr etmekle uğraşmayın. Hemen 
geçip gidin!), (Dünyâya, burada kalacağınız kadar, âhırete de, orada kalacağınız 
kadar çalışınız!) 
Dünyâ zıll-i 
zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalsa da, sen onunla kalmazsın. 
Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine 
aldanmıyan, Cennet ni’metlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur. Dünyâ 
harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Ni’metleri zehrli, safâları kederlidir. Bedenleri 
yıpratır. Emelleri artdırır. Kendini kovalıyandan kaçar. Kaçanı kovalar. Dünyâ 
bala, içine düşenler de sineğe benzer. Ni’metleri geçici, hâlleri değişicidir. 
Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Çünki, bunlarda vefâ ve safâ 
bulunmaz. Fânî olanın sevgisini kalbinden çıkar ki, bâkî olanı alasın. Kendini 
bilen kişinin bu dünyâya düşkün olmasına şaşılır. Şakîler dünyâya sarılır. 
Sa’îdler bâkî olana sarılır. Bedeninle dünyâda ol, kalbinle âhıreti bul! Nefsin 
arzûlarını terk eden pâk olur, âfetlerden selâmet bulur. Allahü teâlânın râzı 
olmadığını terk edene, Allahü teâlâ ondan iyisini ihsân eder. Dünyâyı anlıyan, 
onun sıkıntılarından üzülmez. Dünyâyı anlıyan, ondan sakınır. Ondan sakınan, 
nefsini tanır. Nefsini tanıyan, Rabbini bulur. Mevlâsına hizmet edene, dünyâ 
hizmetçi olur. Dünyâ insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar. Kaçarsan, seni 
kovalar. Dünyâ, âşıklarına mihnet yeridir. Lezzetlerine aldanmıyanlara, ni’met 
yeridir. İbâdet edenlere kazanç yeridir. İbret alanlara hikmet yeridir. Onu 
tanıyanlara selâmet yeridir. Ana rahmine nisbetle, Cennet gibidir. Âhırete 
nisbetle çöplük gibidir. Yediyüzseksenaltıncı [786] sahîfeye bakınız! 
Ölümden önce 
olan herşeye dünyâ denir. Bunlardan, ölümden sonra fâidesi olanlar, dünyâdan 
sayılmaz. Âhıretden sayılırlar. Çünki dünyâ, âhıret için tarladır. Âhırete 
yaramıyan dünyâlıklar, zararlıdır. Harâmlar, günâhlar ve mubâhların fazlası 
böyledir. Dünyâda olanlar ahkâm-ı islâmiyyeye uygun kullanılırsa, âhırete 
fâideli olurlar. Hem dünyâ lezzetine, hem de âhıret ni’metlerine kavuşulur. Mal 
iyi de değildir, kötü de değildir. İyilik, kötülük, onu kullanandadır. O hâlde, 
mel’ûn olan, kötü olan dünyâ, Allahü teâlânın râzı olmadığı, âhıreti yıkıcı 
yerlerde kullanılan şeyler demekdir. Kendini ve Rabbini unutup, lezzetlerine, 
şehvetlerine düşkün olanlar, yolda hayvanının süsü ile, palanı ile, otu ile 
uğraşıp, arkadaşlarından geri kalan yolcuya benzer. Çölde yalnız kalıp, helâk 
olur. İnsan da, ne için yaratılmış olduğunu unutup, dünyâ zînetlerine aldanır, 
âhıret hâzırlığı yapmazsa, ebedî felâkete sürüklenir. Dünyâ sevgisi âhırete 
hâzırlanmağa mâni’ olur. Çünki, kalb onu düşünmekle, Allahı unutur. Beden, onu 
elde etmeğe uğraşarak ibâdet yapamaz olur. Dünyâ ile âhıret, doğu ile batı 
gibidir ki, birine yaklaşan, ötekinden uzak olur. Bir kimse, ibâdetini yapmaz ve 
geçiminde, kazancında Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını gözetmezse, 
dünyâya düşkün olmuş olur. Allahü teâlâ herkesin kalbini bundan soğutur. Bunu 
kimse sevmez. (Ma’rifetnâme)nin yazısı temâm oldu. 
Dünyâ, arabî 
bir kelimedir. Fen ilminde (En yakın şey) demekdir. Erd küresi, güneşden, aydan, 
yıldızlardan dahâ yakın olduğu için, Erd küresine dünyâ denir. Kıyâmetden önceki 
zemân, kıyâmetden sonraki zemândan dahâ yakın olduğu için, birincisine (Dünyâ 
hayâtı), ikincisine (Âhıret hayâtı) denir. Dünyâ kelimesinin din bilgisindeki 
ma’nâsı, (En zararlı, fenâ şey) demekdir. Küfre sebeb olan şeyler, harâmlar, 
mekrûhlar, dünyâ demekdir. Mubâhlar, islâmiyyete uymağa mâni’ olunca, dünyâ 
olurlar. Muhabbet, sevmek, hep berâber olmağı istemek, berâber olmakdan zevk, 
lezzet duymak demekdir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri kalbdir. 
Kalb, yürek dediğimiz et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Bu kuvvete gönül 
diyoruz. Birşeyi öğrenmek, akl ile olur. Akl, dimâg, beyn dediğimiz et 
parçasında bulunur. Küfrü, harâmları, mekrûhları sevmek, beğenmek küfr olur. 
Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfr olur, dünyâ olur. Müslimân olmak için, 
dünyâya ya’nî harâmlara kıymet vermemek lâzımdır. Dünyâyı hâtırlamağı da 
kalbinden çıkarana (Sâlih)  müslimân denir. Halâl olsun, mubâh olsun, 
mâ-sivâyı, ya’nî Allahü teâlâdan başka herşeyi hâtırlamağı kalbinden çıkarmağa
(Fenâ-fillah)  denir. Buna kavuşan müslimâna (Velî) denir, 
(Evliyâ) denir.İnsanları müslimân ve sâlih yapmak için uğraşan velîye 
(Mürşid) denir. Evliyâ, herşeyi öğrenir, bilir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymakda, 
dünyâ işlerinde aklını kullanır. Hesâbını yapmakda, san’atında, ticâretinde hiç 
hatâ yapmaz. Fekat, aklındaki düşünceler, kalbine sirâyet etmez, bulaşmaz. 
Dünyâyı seven, hâtırlayan kalb, hastadır. Kalbin temiz olması, dünyâ dediğimiz 
şeyleri sevmekden, hâtırlamakdan kurtulması demekdir. Kalb hastalığının ilâcı, 
ahkâm-ı islâmiyyeye uymak ve Allahü teâlâyı çok zikr etmek, ya’nî ismini ve 
sıfatlarını hâtırlamak, kalbe yerleşdirmekdir. Mürşid-i kâmilin sohbeti veyâ 
kitâblarını okumak, bu tedâvîyi kolaylaşdırır. Bu sohbete, bu kitâblara 
kavuşmak, dünyâ ve âhıret se’âdetlerine kavuşmağa sebebdir. Bu tedâvîye fâidesi 
olmayan sohbetin ve kitâbların, taklîd, sahte ve zararlı olduğu, felâkete sebeb 
olacağı anlaşılır. 
İmâm-ı Rabbânî 
hazretleri (Mektûbât) kitâbının 1.ci cild, 275.ci mektûbunda buyuruyor 
ki: Sizin bu ni’mete kavuşmanız, islâmiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh 
hükmlerini yaymakla olmuşdur. Oralara cehâlet yerleşmişdi ve bid’atler 
yayılmışdı. Allahü teâlâ, sevdiklerinin sevgisini size ihsân etdi. İslâmiyyeti 
yaymağa sizi vesîle eyledi. Öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkâmını 
yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. Bu ikisi bütün se’âdetlerin başı, 
yükselmenin vâsıtası ve kurtuluşun sebebidir. Çok uğraşınız! Din adamı olarak 
ortaya çıkınız! Oradakilere emr-i ma’rûf ve nehy-i münker yaparak, doğru yolu 
gösteriniz! Müzzemmil sûresinin ondokuzuncu âyetinde meâlen, (Rabbinin 
rızâsına kavuşmak istiyen için, bu elbette bir nasîhatdir) buyuruldu.] 
                                                |