13
-
BİRİNCİ CİLD - 164.MEKTÛB
(İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî)
Allahü teâlânın
ni’metleri, dünyâda herkesedir
13 — Allahü
teâlânın feyzleri, ni’metleri, ihsânları, ya’nî iyilikleri, her ân, insanların
iyisine, kötüsüne, herkese gelmekdedir. Herkese mal, evlâd, rızk, hidâyet, irşâd
ve selâmet ve dahâ her iyiliği fark gözetmeksizin göndermekdedir.
Fark, bunları
kabûlde, alabilmekde ve ba’zılarını da almamak sûretiyle, insanlardadır. Nahl
sûresinin otuzüçüncü âyetinde meâlen:
(Allahü
teâlâ, kullarına zulm etmez, haksızlık etmez. Onlar, kendilerini azâba, acılara
sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleri ile kendilerine zulm ve işkence
ediyorlar)
buyurulmuşdur.
Nitekim güneş,
hem çamaşır yıkayan adama, hem de çamaşırlara, aynı şeklde, parlamakda iken,
adamın yüzünü yakıp karartır, çamaşırlarını ise beyâzlatır.
[Bunun gibi,
elmaya ve bibere aynı şeklde parladığı hâlde, elmayı kızartınca tatlılaşdırır.
Biberi kızartınca acılaşdırır. Tatlılık ve acılık hep güneşin ışıkları ile ise
de, aralarındaki fark, güneşden değil, kendilerindendir. Allahü teâlâ, bütün
insanlara çok acıdığı için ve bir ananın yavrusuna olan merhametinden dahâ çok
acıdığı için, dünyânın her tarafındaki, her insanın, her âilenin, her
cem’ıyyetin ve milletin her zemânda ve her işlerinde nasıl hareket etmeleri
lâzım geleceğini, dünyâda ve âhıretde râhat etmeleri ve se’âdet-i ebediyyeye
kavuşmaları için, işlerini ne yolda yürütmeleri ve nelerden kaçınmaları lâzım
geldiğini, Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. Ehl-i sünnet âlimleri, bunların hepsini,
keskin görüşleri ile bulup, milyonlarca kitâb yazarak, bütün dünyâya bildirdi.
Demek ki, Allahü teâlâ, insanları işlerinde başı boş bırakmamış, islâmiyyetin
girmediği bir yer kalmamışdır. Demek ki, islâmiyyeti dünyâ işlerinden ayırmak
mümkin değildir. İslâmiyyeti dünyâ işlerinden ayırmağa kalkışmak, islâmiyyeti ve
müslimânları yeryüzünden kaldırmağa çalışmak demek olmaz mı?]
İnsanların,
âhıretdeki ni’metlere nâil olmamaları, Ondan yüz çevirdikleri içindir. Yüz
çeviren, elbette birşey alamaz. Ağzı kapalı bir kap, Nisan yağmuruna elbette
kavuşamaz. Evet, yüz çeviren birçok kimsenin, dünyâ ni’metleri içinde yaşadığı
görülüp, mahrûm kalmadıkları zan olunuyor ise de, bunlara dünyâ için
çalışmalarının karşılığını vermekdedir. Yalnız dünyâ için çalışanlara verdiği
dünyâlıklar hakîkatde azâb ve felâket tohumlarıdır. Mekr-i ilâhî ile, istidrâc
olarak, ya’nî Allahü teâlânın aldatarak, ni’met şeklinde gösterdiği
musîbetlerdir. Nitekim, Mü’minûn sûresi, ellialtıncı âyetinde meâlen,
(Kâfirler, mal ve çok evlâd gibi dünyâlıkları verdiğimiz için, kendilerine
iyilik mi ediyoruz, yardım mı ediyoruz sanıyor. Peygamberime “sallallahü
aleyhi ve sellem” inanmadıkları ve dîn-i islâmı beğenmedikleri için, onlara
mükâfât mı ediyoruz, diyorlar? Hayır öyle değildir. Aldanıyorlar. Bunların
ni’met olmayıp, musîbet olduğunu anlamıyorlar) buyurdu. Kalbleri [gönülleri]
Hak teâlâdan yüz çevirenlere verilen dünyâlıklar, hep harâblıkdır, felâketdir.
Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir.
[Kalb, yürek
denilen et parçasında bulunan bir kuvvetdir. Elektriğin aküde, pilde bulunması
gibidir. Rûh [can] ise, bedenin her yerinde bulunur. Kalb, nefse uyup, küfr veyâ
günâh yapmak isteyince, Allahü teâlâ, bu kula acırsa, küfr ve günâh işlemesini
istemez. O da, yapamaz. Acımazsa, işlemesini ister ve yaratır. Karşılığını da
verir. O hâlde insanın azâblara, felâketlere sürüklenmesine sebeb, kendisidir.
Kalbinin islâmiyyete uymayıp, nefsine uymasıdır.
|