Malûm olsun ki, zekât, lügatte nemâ ve tathîre derler. Yâni ziyade olmaya ve pâk olmaya (temizlenmeye) lügat ehli zekât derler. Burada da onun sebebiyle mal bereketlenip arttığı için ve onu edâ eden kimseyi günahlardan temizlediği için zekât adı verilmiştir.

Bazıları: "Allah indinde ecri ziyade olduğu için böyle denildi," dediler.

Bazıları da: "Zekât, sahibini temizler ve imanın sıhhatine şehadet eder. Onun için böyle denildi," dediler. "Sadakaya da zekât denilmesi, sahibinin tasdikine, zâhir ve bâtınıyle imanının sıhhatine delâlet ettiği içindir," dediler.

Şerefli şeriat-ı Muhammedîyeden anlaşılan şudur ki, zekâtın vâcip olması muvâsât (yardım, iyilik ve dostluk) içindir. Yâni müslümanların birbirine mallariyle ihsan etmesi içindir. Muvâsât, şanı olan maldan başka bir şeyde olmaz. Şanı olan da nisaba yetişendir.

Bundan sonra malûm olsun ki, o Hazret, zekâtı nemâsı olan (artan) mallara meşru kıldı. Bu da dört kısım üzredir:

1 . Altın ve gümüş.

2 . Ekinler ve meyveler.

3 . Davar cinsi hayvanlar.

4 . Ticaret malları.

Hadîs nassı ve icmâ ile gümüşün nisabı 200 dirhemdir. Altinin nisabı 20 miskaldir. Ekin ve meyvelerin, yâni yerden bitenlerin İmâm-ı Âzam katında nisabı yoktur; sadece eğer az eğer çok her ne ise öşrünün (onda birinin) verilmesi gerektir, ister akarsu ile suvarsın, isterse yağmurla.. Ama odunda, kamışta ve çayır otunda öşür yoktur, demiştir.

İmâmeyn katında öşür, ancak kalıcı meyvesi olan şeylerde vâciptir. Ekseriya onu toplayıp yığarlar, bir yıl miktarı veya daha fazla durur. Meselâ buğday, arpa, hurma ve bunların benzeri her ne varsa beş vask olduğu zaman öşrünün verilmesi gerektir. Vask dedikleri 60 sâ'dır. Sa', 8 rıtıl'dır. Rıtıl, 12 ukye'dir. Ukye, 40 dirheme derler.

Koyunun nisabı kırktır. Sığırın otuzdur, devenin beştir.

Velhasıl vacib olan miktar, malın, kuvvet, kıymet ve zahmeti hasebiyledir. Malın en iyisi ve zahmeti az olanı rikâz (maden ve defineler) dir, yâni mutlak olarak yer altında bulunan maldır. Gerek madenler gibi orada yaratılmış olsun, gerekse gömülmüş bulunsun. Bunlarda vacib olan beşte birdir. Ama gömülmüş olanın (definelerin), kâfir zamanında kâfirler tarafından gömülmüş olandan olması gerektir.

Ekinler ve meyveler, eğer yağmurla yahut akarsu ile suvarılırsa öşür vermek gerektir. Aksi halde öşrünün yarısını vermek gerektir.

Devenin Zekâtı:

Devenin nisabı kendi cinsinden vermeye yetecek kadar olmadığı vakit çaresiz onda nisaba yetişince bir koyun vermek vacib oldu. Develerin sayısı yirmi beşe ulaşınca kendi cinsinden vermeye yetecek kadar olmuş olur. Bu takdirde iki yaşına girmiş bir deve vermek gerekir. Otuz beş adede varıncaya kadar vacib olan budur. Otuz altı adede vardığı gibi üç yaşma basmış bir deve vermek gerekir. Kırk beş deveye varıncaya kadar böyledir. Kırk altı deve olduğu gibi tâ altmışa varıncaya kadar dört yaşma basmış bir deve vermek vacib olur. Yetmiş altıdan doksana varıncaya kadar üç yaşma girmiş iki deve vermek gerekir. Doksan birden yüz yirmiye varıncaya kadar dörder yaşma girmiş iki deve vermek gerekir. Ondan sonra sehimler yeni baştan alınıp fürû kitaplarında tafsil olunduğu üzre hesaplanıp çıkarılması gerektir.

Sığırın Zekâtı:

Sığırın nisabı tamamlanınca, yâni otuz baş sığır olunca gerek erkek, gerek dişi olsun bir yaşında buzağı vermek gerek. Kırk baş olunca gerek erkek, gerek dişi olsun iki yaşında dana vermek gerek. Kırktan fazla olunca altmışa varıncaya kadar hesabı üzre vermek gerek. Yâni bir ziyade olursa bir dananın dörtte bir öşrünü (onda birinin dörtte birini, 1/40'ını) verirler. Eğer iki ziyade olursa öşrünün dörtte ikisi, 2/40'ını verirler. Uç ziyade olursa öşrünün dörtte üçünü, 3/40'ını verirler.

Bu kavi, Ebû Hanîfe hazretleri'nindir. Ama Ebû Yûsuf ve Muhammed (Allah onlara rahmet etsin): "Kırktan yukarı altmışa varıncaya kadar ziyadelerde bir şey verilmez," demişlerdir.

Altmış tamam olduğunda iki buzağı verilir. Yetmiş tamam olduğunda bir buzağı ve bir dana verilir. Seksen olduğu gibi iki dana verilir. Doksan olduğunda üç buzağı verilir. Yüz tamam olduğunda iki buzağı ve bir dana verilir. Bu üslûp üzre her on adette, takdir edilen sehim buzağıdan danaya ve danadan buzağıya dönüşür. Yâni her otuzda bir buzağı ve her kırkta bir dana lâzım olur.

Koyunun Zekâtı:

Koyunun nisabı tamam olunca, yâni koyunların sayısı kırkı bulunca bir koyun vermek gerek. Tâ yüz yirmi koyuna varıncaya kadar koyunların zekâtı bir koyundur. Koyunların sayısı yüz yirmiden bir koyun ziyade olsa tâ iki yüze varıncaya kadar iki koyun vermek gerek. İki yüzden bir koyun fazla olsa üç koyun vermek gerek. Fahr-i Âlem Efendimiz hazretleri'nin şerefli mektuplarında ve Ebû Bekir'in mektubunda böyle beyan buyrulmuştur. İcmâ da bunun üzerine akdedilmiştir. Böylece dört yüz koyun olduğunda dört koyun vermek gerektir. Ondan sonra her yüz koyunda bir koyun vermek gerekir.

Zekât toplayan kimsenin, koyunun bir yaşında olanını alması gerekir. Bir yaşma girmeyeni almamak gerektir. Zira vacib olan vasattır. Bir yaşma girmeyen ise küçüktür.

Atın Zekâtı:

Atın nisabı beştir. Bazıları, üçtür, dediler. Mecmau'l'Fetâvâ sahibi Hazânetü'l'Fetâvâ'da, Ebû Ca'fer Tahâvî'den: "Atın nisabı beştir," diye nakletti. "Eğer beşten eksik olursa zekâtı yoktur," diye buyurmuş. Ebû Ahmed el-lyâzî: "Nisabı üçtür. Üçten eksik olursa zekâtı yoktur," demiş.

Hâsılı aygırla karışmış olan her Arap atinin sahibi muhayyerdir: Dilerse bir altın verir, dilerse kıymetinin kırkta birini verir. İmâm-ı Âzam hazretleri böyle buyurmuştur. Atların hepsi erkek olsa zekâtı yoktur. Zira nâmî (nemâ getirici) mal değildir. Yâni artınaz ve çoğalmaz. Hepsi dişi olsa, aralarında erkek bulunmasa bir kavilde bunun da zekâtı yoktur. Zira yalnız dişilerden bir şey hâsıl olmaz. Bir kavildeyse bunun zekâtı vardır. Zira âriyet aygır getirip aralarına salmak mümkündür.

Malûm olsun ki, bu zikredilen hayvanların zekâtları, sâime (kırda yayılan hayvan) olmaları ve üzerlerinden bir yıl geçmesi halinde vacib olur. Böyle olmayınca vacib olmaz.

Sâime ona derler ki, yılın ekserinde yabanda otlar. Eğer bu hayvanlar yılın yarısında yabanda otlar ve diğer yarısında yemle beslenirse onların zekâtları yoktur. Onlara zekât terettüp etmesi için yılın yarısından fazlasında yabanda otlaması gerekir. İş için ve binek için beslenen atların da zekâtı yoktur. Ayrıca ticaret için olmayan katır ve eşeklerde de zekât yoktur. Ama alıp satmak için beslenirse zekât maliyetine tallûk eder, sair ticaret mallarından farkı olmaz.

Fıtır (Fitre) Sadakası, bir sa' hurma yahut bir sa' arpa yahut bir sa' kuru üzümdür. Yahut yarım sa' buğday veya yarım sa' buğday unudur. Bu sadaka hür olan her Müslüman üzerine vacibtir. Eğer nisaba mâlikse. Nisab da, meskeninden, elbisesinden, ev eşyasından, atından, silâhından ve kölesinden ziyade olan maldır. Kişinin bu sadakayı kendi nefsi için, fakir küçük çocuğu için, hizmetkâr köleleri için, müdebberi ve ümmü veled'i (azadlığı kendisinin ölümüne tâlik edilmiş olan kölesi ve çocuk anası cariyesi) için vermesi gerektir.

Zekât Verilecek Yerler:

Zekâtın ve umumiyetle sadakaların sarf yerleri şunlardır:

1 . Fakirler,

2 . Miskinler,

3 . Zekât toplayıcılar,

4 . Mükâteb (azadlığı belli bir bedelin ödenmesine bağlanmış köle),

5 . Borcundan fazla olarak nisaba kudreti yetmeyen yahut halk üzerinde malı olan, ama alması mümkün olmayan borçlular,

6 . Gazilerin fakirleri,

7 . Hacıların fakirleri,

Fakirler ve miskinler daha önce ayrıca zikredilmişken bunların tekrar zikrolunması inkita (yerlerinden ve mallarından ayrılma) sebebiyle fazla ihtiyaçları olduğu içindir.

8 . Misafirler (yolcular). Bunların da ihtiyaçları miktarında zekât alması câizdir. Yanında malı olmayan her kimsenin, eğer kendi memleketinde malı olsa bile, zarar etmez, zekât alması câizdir.

Şu da malûm olsun ki, peygamberlerin üzerlerine zekât vacib değildi. Zira onların mülkleri yoktu. Ellerinde olan eşya, Hak teâlâ hazretleri'nin emanetlerindendi. Zamanı olunca bezlederlerdi, yeri olmayınca men ederlerdi. Aynı zamanda zekât, sahibini temizlemesi ve arıtması içindir. Nitekim Hak teâlâ hazretleri:

"Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tüzekkihim bihâ — Onların mallarından sadaka al ki, onunla onları temizleyesin ve çok arıtasın," (Tevbe sûresi: 9/103) buyurmuştur.

Peygamberler ise günahlardan temizlenmiş ve arınmışlardır. Bunun içindir ki, İmâm-ı Azam hazretleri: "Sıbyân (küçük çocuklar) üzerine zekât vacib değildir," demiştir. Zira onlar masumdurlar, günahları yoktur.

Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin güzel âdetleri şu idi ki, bir kavim gelip zekâtlarını getirseler, onlara salât (yardımla dua) eder:

— "Allahümme salli alâ âli filânun — Allahım, filânın ailesine yardım eyle," derdi.

Ebû Evfâ sadaka getirdiği zaman:

— "Allahümme salli alâ âli Ebî Evfâ — Allahım, Ebî Evfâ'nın ailesine yardım eyle," diye buyurdu.

Zekât ne zaman farz olundu? diye âlimler ihtilâf ettiler. İmâm Nevevî, Ravza'da, "Hicretin ikinci yılında farz olundu,", diye yazmıştır. İbn-i Esir, Tarihinde, "Dokuzuncu yılda vâki oldu," demiştir. Ama burada itiraz noktalan vardır. Zira Ebû Süfyân, daha önce beyan olunduğu üzre, yedinci yılın başlarında Kayser'e gittiğinde o da Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin durumundan sual sorduğunda:

— "Yeınürünâ bi'z-zekât — Bize zekâtla emreder," demişti.

İbn-i Huzeyme: "Hicretten önce farz olundu," diye iddia etmiştir. Bunu Ummü Seleme'nin, Habeş hicreti hakkında gelen hadisinden istidlâl etmiştir. Ama ondan istidlâl etmekte itiraz noktaları vardır. Zira o zamanda henüz ne zekât farz olunmuştu, ne de Ramazan orucu farz olunmuştu, dediler. Ummü Seleme'nin hadîsinin isnadı itirazdan sâlim olduğu takdirde bile tevil olunması gerektir, diye bazı açıklamalar zikretmişlerdir.

Netice olarak âlimlerin çoğunluğunun kavli, zekâtın Hicret'ten sonra farz olunması üzerindedir. Bu husustaki deliller cümlesinden biri de şudur ki, Ramazan orucu ittifakla hicretten sonra vâki olmuştur. Zira farziyetine delâlet eden âyet-i kerîme ihtilâfsız Medenî'dir..

Hadîs İmâmları katında şu da sabittir ki, Fitre Sadakası zekâttan önce vacib olmuştur. Zira İmâm-ı Ahmed, İbn-i Huzeyfe, Nesâî, İbn-i Mâce ve Hâkim'in rivâyetlerinde Kays bin Ubâde (radıyallahü anh) buyurmuştur ki:

"Resûlüllah Efendimiz hazretleri, zekât inmeden önce bize fitre sadakasını emrederdi. Sonra zekât farizası indi. Ne bize emreder, ne bizi nehyeder, fakat biz onu işlerdik," demiştir.

Mezkûr hadîs sahih isnatla gelmiştir. Zekâtın fitre sadakasından sonra farz olmuş olduğuna açıkça delâlet eder. O halde Ramazan'ın farz olmasından sonra olması lâzım gelir. Böylece hicretten sonra olduğu kesinleşir.

İmâm-ı Buhârî'nin naklinde gelmiştir ki, Hazret-i Âişe (radıyallahü anh): "Fahr-i Âlem hazretleri hediye kabul ederdi," diye buyurmuştur.

Yine Şeyhayn'ın rivâyetlerinde Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) buyurmuştur ki: "Her ne zaman Resûlüllah Efendimiz hazretleri'ne bir yiyecek getirseler:

Bu hediye midir, yoksa sadaka mıdır? diye sorardı.

Eğer 'Sadakadır' derlerse ashabına 'Siz yeyin' diye buyururdu ve kendi yemezdi. Eğer 'Hediyedir' derlerse kendi de onlarla beraber yerdi."

Yine Şeyhany'ın rivâyetlerinde gelmiştir ki, bir gün Fahr-i Âlem hazretleri, Hazret-i Âişe'ye:

— Yanınızda yiyecek bir şey var mıdır? diye sordu.

Âişe (radıyallahü anh):

— Bir şey yok! Ancak biraz koyun eti var ki, senin Nesibe'ye gönderdiğin sadaka koyundandır. Nesibe bize gönderdi, dedi.

Peygamber Efendimiz hazretleri:

— Ondan sadaka hükmü zâil oldu. Artık bize helâl oldu, buyurdu.

Yâni: "Biz ona gönderdiğimizde sadaka idi. Onun mülkü olduktan sonra bir miktarını size hediye etmiş. Bizim o hediyeden yememiz câiz olur," demektir.

Yine Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud'un nakillerinde gelmiştir ki, Büreyre'ye bir miktar et sadaka etmişlerdi. Büreyre de onu Fahr-i Âlem hazretleri'ne gönderdi. Resûlüllah Efendimiz:

O et Büreyre'ye sadakadır ve bize hediyedir, dedi. En iyisi Allah bilir.