Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Câbir'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri'yle yolculuğa çıktık. Zâtü'r-Rikâ' dedikleri yere geldiğimizde çok gölgeli bir ağacın yanına geldik. 'Burada Resûlüllah hazretleri istirahat etsin,' dedik. Fahr-i Âlem hazretleri orada indi. Ashâb da başka yerlerde indiler. Resûlüllah Efendimizin kılıcı ağacın dalında asılı duruyordu. Hemen müşriklerden bir kâfir, ansızın çıkıp Fahr-i Kâinat hazretleri'nin üzerine geldi. Durduğu yerden kılıcını aldı, sıyırdı. Ondan sonra Fahr-i Âlem hazretleri'ne hitap edip:

— Benden korkuyor musun? dedi.

Fahr-i Âlem hazretleri:

Hayır! diye buyurdu.

Kâfir:

Seni benim elimden kim kurtarır? dedi.

Resûlüllah hazretleri:

— Allah! diye buyurdu.

O sırada ashâb bu halden haberdar olup kâfiri korkuttular. Kılıcı kınına koyup yerine astıktan sonra kaçıp gitti.

Ondan sonra namaza kamet olundu. Fahr-i Kâinat hazretleri, ashâbından bir toplulukla iki rek'at namaz kıldı. Onlar geri çekildiler, bir toplulukla daha iki rek'at kıldı. Fahr-i Kâinat hazretleri'nin namazı dört rek'at oldu, topluluğun namazı ikişer rek'at oldu," demiştir.

Müslim'in rivâyetinde şu da gelmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri'nin ardında iki saf bağladık. Düşman, bizimle kıble arasında idi. Âlemlerin hocası Efendimiz hazretleri tekbir etti, biz de tekbir ettik. Ondan sonra rükûa vardı, biz de rükûa vardık. Rükûdan başını kaldırdı, biz de topluca başımızı kaldırdık. Ondan sonra Peygamber Efendimiz hazretleri, kendine yakın olan safla secdeye vardı, arkadaki saf düşmana karşı ayak üzeri durdular. Varlıkların iftiharı Efendimiz hazretleri secdesini tamamlayınca arkadaki safa kıyam etti ve öndeki saf geri çekildiler. Ondan sonra Peygamber Efendimiz rükû etti, biz de topluca rükû ettik. Sonra rükûdan başını kaldırdı, biz de topluca başımızı kaldırdık. Ondan sonra sücûda vardı. Birinci rek'atta arkada olup sonra öne geçmiş olan saf, Peygamber Efendimiz hazretleri'yle beraber secde ettiler. Öbür saf, düşmana karşı ayak üzeri durdular. Secdelerini tamamladıkları vakit arkadaki saf secdeye inip secde ettiler. Ondan sonra Peygamber Efendimiz hazretleri selâm verdi, biz de topluca selâm verdik," demiştir.

Yine Buhârî ve Müslim'in rivâyetlerinde gelmiştir ki: "Fahr-i Kâinat Efendimiz hazretleri, Zatü'r-Rikâ' gazvesinde korku namazı kıldı. Sahabeden bir topluluk onunla saf bağlayıp namaza durdular. Bir topluluk da düşmana karşı durdular. Böylece Peygamber Efendimiz kendisiyle olan toplulukla bir rek'at kıldı da ayak üzeri durdu. O topluluk namazlarını tamamladılar ve gidip düşmana karşı durdular. Öbür topluluk gelip Peygamber Efendimiz hazretleri'ne iktida ettiler. Onlarla da bir rek'at kıldı. Ondan sonra oturup kaldı. Diğer topluluk da namazlarının bakiyesini kıldılar. Ondan sonra Resûlüllah Efendimiz onlarla selâm verdi," demişlerdir.

İmâm Mâlik bu üslûbu tercih edip Şafiî ve Ahmed de ona muvafakat etmişlerdir.

Hanefî âlimleri katında Korku Namazı'nın sıfatı şudur:

İmâm olan kimse, cemaati iki bölük eder. Ondan sonra bir bölüğünü düşmana karşı koyup öbür bölükle namaza başlar. Eğer kıldığı ikişer rek'atli namazlardansa, bunlarla beraber bir rek'at kılar ve bunlar gider, düşman karşısında dururlar; o duranlar gelip iktida ederler. Bunlarla da bir rek'at kılar, ama yalnız kendisi selâm verir. Ondan sonra bunlar yine düşmana karşı dururlar; ilk kılanlar gelir, namazlarının bakiyesini kıraetsiz tamamlar, selâm verirler. Zira bunlar lâhik'lerdir, baştan beri İmâmın ardında durmak hükmündedirler. Bunlardan sonra öbür topluluk da gelir, kıraetle namazlarını tamamlar ve selâm verirler. Bunlara kıraetin gerekli olması şundan dolayıdır ki, bunlar mesbuk'lardır, yâni farzın yarısından sonra İmâma yetişip iktida etmiş kimseler hükmündedirler. Kıldığı dört rek'atli veya üç rek'atli namazlardansa bir bölükle önce iki rek'at namaz kılar, ondan sonra anlatıldığı şekilde namazlarını tamamlarlar.

Yırtıcı canavar korkusu olduğu zaman da böyle kılınır. Eğer korku çok fazla olursa, bu tarz üzre kılmağa dayanamazlarsa her kişi bindiği davarın üzerinde kendi kendine kılar. Ve ne tarafa kabil olursa o tarafa yönelerek imâ ile kılar... İşte İmâm-ı Azam'ın mezhebinde korku namazı bu üslûp üzre kılınır. En iyisini Allah bilir.

Ama muhtelif mezhep sahipleri daha çok rivâyetler söylemişlerdir. Kimisi, "Bu hususta on dört şekil geldi," demiştir.

İbnül-Arabi Kabes adlı kitabında: "Bu namaz hususunda çok rivâyet gelmiştir. En doğrusu on altı değişik rivâyettir," demiştir. Ama nasıl ettiklerini beyan etmemiştir. Bazıları beyan edip bir şekil de fazla olarak zikretmişlerdir. Velhasıl Fahr-i Âlem hazretleri'nin fiilinde her ne zaman rivâyetlerin ihtilâfını gördülerse bir şekil de fazla olarak zikrettiler. Şekillerin çokluğu rivâyetlerin değişikliğinden olmuştur.

İbnü'l-Kassaru'l-Mâlikî dedi ki: "Resûlüllah Efendimiz hazretleri korku namazını on kere kılmıştır." İbnü'l-Arabî: "On dört kere kıldı," demiştir. Hitâbî: "Muhtelif günlerde değişik şekiller üzre kılmıştır. Her birinde namaza elverişli ve korunmaya en uygun olanı araştırırdı. Gerçi namazın sûretleri ihtilâf üzre idi, fakat hepsi mânâ bakımından ittifak halindeydi," demiştir.

Beşinci Kısım

Peygamberimizin Cenaze Namazı Kılması

1 . Tekbirlerinin Sayısı:

Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) dedi ki: "Peygamber Efendimiz, Necâşî vefat ettiği gün vefatını haber verdi. Ashâbla beraber musallaya çıkıp saf bağladılar. Dört tekbir etti."

Tirmizi katında Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "Resûlüllah Efendimiz, bir cenaze üstüne tekbir edip ilk tekbirde mübarek ellerini kaldırdı ve sağ elini sol elinin üzerine koydu," demiştir.

2 . Kıraeti Ve Duası:

İbn-i Münzir, İbn-i Mes'ud, Hasan bin Ali, İbn-i Zübeyr ve Mesvere bin Mahreme (Allah onların hepsinden razı olsun) hazretleri'nden "Cenaze namazında Fâtiha okumak meşrudur," diye nakletmiştir. İmâm Şafiî, Ahmed ve İshak, bu kavli mezhep edinmişlerdir. Ebû Hüreyre'den ve İbn-i Ömer'den "Cenaze namazında kıraet yoktur," diye nakletmiştir.

Abdürrezzak ve Nesâî'nin rivâyetlerinde sahih isnatla Ebû Umâme'den rivâyet edilmiştir ki, cenaze namazında sünnet şudur: Tekbir etmeli, ondan sonra Ummü'l Kur'an'ı (Fâtiha'yı) okumalı, ondan sonra Peygamber Efendimiz hazretleri'ne salât etmeli, ondan sonra duayı ölüye tahsis etmeli, yâni sadece onun için dua etmeli ve kıraet etmemeli, ancak başlangıçta kıraet etmeli," demiştir.

Buharî'nin Sahîh'inde Sa'd ve Talha'dan rivâyet edilmiştir ki: "İbn-i Abbâs hazretleri'nin ardında cenaze namazı kıldım.. Fâtiha sûresini okudu ve:

— Biliniz ki, bu sünnettir, dedi," demişlerdir.

Ancak kıraetin yerinin beyanı onda yoktur. Yâni hangi tekbirden sonra kıraetin gerektiği zikrolunmamıştır. Ama İmâm Şafiî katında Câbir'in hadîsinde zikrolunmuştur: "Ve karâe bi-ümmü'l-kur'ane ba'de't-tekbiretü'l-ûlâ — Ve birinci tekbirden sonra Kur'an'ın anasını (Fâtiha'yı) okudu," sözleriyle gelmiştir. Bu mânada bazı rivâyetler daha irad olunmuştur.

Ama Hanefî âlimleri katlarında cenaze namazında Fâtiha okumak yoktur. Zira Peygamber Efendimiz hazretleri, son kıldığı cenaze namazını böyle kılmıştır. Yâni Fâtiha okumamıştır. Böyle olunca daha önce kılmış olduğu üslûplar neshedilmiş olur. Son kıldığı şekille amel etmek gerekli olur.

O halde İmâm-ı Azam'ın kavlince cenaze namazını şöyle kılmak gerektir: Birinci tekbirde iki elini kaldırır, tekbir eder. Ondan sonra Sübhaneke okur. İkinci tekbirden sonra Peygamber Efendimiz hazretleri'ne salât eder. Teşehhüdden sonra salât ettiği gibi. Üçüncü tekbirden sonra:

"Allahümme'ğfir lihayyinâ ve meyyitinâ ve şâhidinâ ve ğaibinâ ve zekerinâ ve ünsânâ ve sağîrenâ ve kebîrenâ," duasını okur.

Duanın Türkçesi:

"Allahım, bağışla bizi, dirimizi ve ölümüzü, burada bulunanımızı ve bulunmayanımızı, erkeğimizi ve kadınımızı, küçüğümüzü ve büyüğümüzü," demektir.

Ondan sonra selâm verir. Mezkûr dua İmâm-ı Ahmed ve Ebû Dâvud'un rivâyetlerinde gelmiştir.

İmâm Müslim'in naklinde Avf bin Mâlik (radıyallahü anh) de: "Fahr-i Âlem , hazretleri bir cenazenin namazını kıldı. Orada ettiği duadan şunu ezberimizde tuttuk," dedi:

"Allahümme'ğfir lehü verhamhü ve âfihi va'fü anhü ve ekrim nüzulehü ve vessi' medhalehü v'ağsilhü bil-mâi ve's-selci ve'l-berdi ve nakkihi mine'l-hatâyâ kemâ yunkiye's-sevbü'l-ebyazü mine'd-denesi ve ebdilhü dâren hayren min dârihi ve ehlen hayren min ehlihi ve zevcen hayren min zevcihi ve edhilhü'l-cennete ve eizhü min azâbi'l-kabri ve azâbi'n-nâri."

Duanın Türkçesi:

"Allahım, onu bağışla, ona merhamet et, ona âfiyet ver, onu afvet, ona konukluk ikramını ihsan, onun yerini genişlet, onu su, kar ve serinlikle yıka, beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi onu hatalardan temizle, ona kendi evine karşılık daha hayırlı bir ev, dünyadaki ehlinden daha hayırlı ehil ve dünyadaki eşinden daha hayırlı bir eş ver, onu cennete koy, kabir azâbından ve ateş azabından onu koru."

Avf dedi ki: "Peygamber Efendimiz bu duayı okuduğu için o yatan ölünün yerinde olmak istedim."

Ebû Dâvud'un naklinde Vâsile bin Eska (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz'den şu duayı işittim. Müslümanlardan birinin namazını kıldığımızda okurdu," demiştir:

"Allahümme inne filânü'bni filânün fî zimmetike ve habli civârike fekıhi min azâbi'l-kabri ve azâbi'n-nâri ve ente ehlü'l-vefâ ve'l-hakki. Allahümme'ğfir lehü v'erhamhü inneke ente'l-ğafurü'r-rahîmü."

Duanın Türkçesi:

"Allahım, elbette filân oğlu filân senin zimmetinde (koruman altında) ve senin yakınlığinin emânındadır. Onu kabir azâbından ve ateş azâbından koru. Sen, vefa ve hak ehlisin. Allahım, onu bağışla ve ona merhamet et. Elbette sen çok bağışlayıcı ve çok merhamet sahibisin."

Yine Ebû Davud'un naklinde Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "Peygamber Efendimiz hazretleri:

"Allahümme ente rabbühâ ve ente halâktehâ hedeytehâ ilâ'l-islâmi kabazte ruhahâ ve ente a'lemü bi-sırrıhâ ve alâniyetihâ ci'nâ şüfeâe fağfir lehâ," derdi," demiştir.

Duanın Türkçesi:

"Allahım, sen onun rabbisin. Onu sen yarattın, İslâm'a sen hidâyet ettin ve ruhunu sen kabzettin. Onun gizli ve açık hallerini en iyi sen bilirsin. Biz ona şefaat eder ve senin bağışlamanı dileriz."

3 . Peygamberimizin Kabir Üzerine Namazı:

Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir ki: "İhtiyar bir kadın vardı, mescidi süpürürdü. Fahr-i Âlem hazretleri, onu bir müddet göremez oldu.

O kadın ne oldu? Onu göremiyorum, diye sordu.

— Ya Resûlâllah! Vefat etti, dediler.

Kâinatın efendisi ve sevgilerin en yükseği kendisine olan Resûlüllah hazretleri:

— Niçin bana bildirmediniz? dedi.

Sanki onun ölümünü küçük ve hakir bir şey gibi gördüler. Ondan sonra Peygamber Efendimiz:

— Bana delâlet edin, onun kabrini gösterin, buyurdu.

Delâlet edip gösterdiler. Gitti, üzerine namaz kıldı."

İbn-i Hibban'ın rivâyetinde Hammâd bin Seleme, Sâbit'ten rivâyet etmiştir ki, Peygamber Efendimiz hazretleri:

"Gerçekten bu kabirler, kendi ehillerine zulmetle doludur. Elbette Hak teâlâ hazretleri, benim onlar üzerine namazım sebebiyle onları nurlandırır," diye buyurmuştur.

Bazılarının kavlinde şöyledir ki: Kabir üzerine namaz kılmak o Hazret'in kendine mahsus olan şeylerdendir. Başkalarının onu etmesi câiz olmaz.

İbn-i Hibbân bunu naklettikten sonra: "Peygamberimize mahsus olan şeylerdendir, diyenler bunu delil getirdiler. Delil çıkarma şekilleri şudur ki, Peygamber Efendimiz, 'Allah, benim namazım sebebiyle onların kabirlerini nurlandırır,' diye buyurdu." Ama başkasına câiz olduğunu, başka bir yoldan rivâyet ettiği hadîsi delil getirerek dedi ki: "Bu rivâyette: "Sonra kabre geldi. Arkasında saf olduk. Kabrin üzerine dört kere tekbir etti," diye vâki olmuştur. Peygamber Efendimiz hazretleri'nin, kendisiyle beraber namaz kılanları namazdan men etmemesi bunun sırf kendine mahsus şeylerden olmayıp başkasına da câiz olduğunu bildirir."

Ama buna itiraz edip:

Peygamber Efendimiz hazretleri'ne tabiiyetle câiz olması, asaleten kılınanın câiz olmasına delâlet etmez, dediler.

Ukbe'den rivâyet edilmiştir ki, Resûlüllah Efendimiz, bir gün Uhud şehitlerinin üzerine vardı. Sekiz yıldan sonra onlar üzerine namaz kıldı," diye gelmiştir.

Şeyhayn'ın rivâyetlerinde de, "Kıldı" diye gelmiştir, ibaresi şudur: "Harece yevmen fasallî alâ ehli Uhud ke-salâtihi alâ'l-meyyiti — Bir gün çıktı, ölü üzerine namaz kılar gibi Uhud ehli üzerine namaz kıldı," buyurmuşlardır.

Bu hadiste kâfirlerle harpte şehit olanlar üzerine namaz kılınanın cevazına delâlet vardır. Ancak bu mes'elede âlimler ihtilâf etmişlerdir.

İmâm-ı Azam hazretleri'nin mezhebinde şehitlerin namazlarının, sair müminlerin namazları gibi kılınması gerektir. İmâm Şâfiî, Mâlik, Ahmed ve Ishak'ın mezheplerinde onların namazları kılınmaz. Bunlar dediler ki: "Namaz, ölüye şefaattir. Kılıç ise günahları mahveder, giderir. Şefaate ihtiyaç kalmaz."

İmâm-ı Âzam hazretleri buyurmuştur ki: "Ölü üzerine namaz kılmak, onun kerametini (kutluluğunu) açıklamak içindir. Şehit ise keramete başkasından daha lâyıktır. Günahtan pâk olmak duadan müstağni kılmaz. Görmez misin ki, Fahr-i Âlem hazretleri günahlardan pâk ve beri idi, yine üzerine namaz kılındı. Masum çocukların günahları yoktur, yine de namazları kılınır."

Sahih hadîste şu da gelmiştir ki: "Peygamber Efendimiz, Uhud şehitleri üzerine namaz kılmıştır," diye buyrulmuştur. Hidâye'de ve şerhlerinde böylece yazmışlardır.

Şafiîler, "Lâ yüsallâ alâ'ş-şehîdi — Şehit üzerine namaz kılınmaz," dediklerinin ne mânâya geldiği, hususunda birbiriyle ihtilâf ettiler. Bazıları, "Şehit üzerine namaz vâcip değildir, ama kılınsa câiz olur," mânâsına gelir, dediler. Çoğunluğu, "Şehit üzerine namaz kılmak haramdır," dediler. Şafiîler katında doğru olan görüş budur.

Müellif Hanefî fıkhından habersiz olduğu için burada: "Hanefîler, kabir üzerine namazı mutlak olarak men ederler," diye tabir etmiştir. Ama böyle değildir. Bir ölünün namazı kılınmadan defnolunsa kabri üzerine gidip kılmak gerektir. Zira Peygamber Efendimiz hazretleri, Ensâr kavminden bir kadinin kabri üzerine namaz kılmıştır. Kılmanın cevazı şu zamandadır ki, ölünün bedeni dağılmış olmasın.

— Bu nereden bilinir? denilirse bu husus galip olan görüşe bırakılmıştır. Zira kimisi semiz olur, tez dağılır. Kimisi arık (zayıf ve kuru) olur, geç dağılır. Müslümanların galip görüşü neye müncer olursa ona göre amel etmek gerektir. Hidâye'de ve başka Hanefî kitaplarında böyle yazılıdır.

4 . Peygamberimizin Gaib Namazı Kılması:

Buharî ve Müslim'in rivâyetlerinde Câbir (radıyallahü anh): "Peygamber Efendimiz hazretleri, bir gün:

Bugün Habeş'den sâlih bir kişi vefat etti. Gelin, namazım kılın, dedi," demiştir.

Câbir dedi ki: "Biz de saf bağladık, Peygamber Efendimiz'le namaz kıldık."

Ebû Hüreyre'nin rivâyetiyle bu bahsin 1 sayılı başlığı altında naklolunmuştur ki, Necâşî öldüğü gün Resûlüllah Efendimiz haber verip ashâbiyle musallaya çıktılar, saf bağlayıp namaz kıldılar.

Buharî katında İbn-i Uyeyne yolundan İbn-i Cüreyh'den rivâyet edilmiştir ki:

"Kalkın, kardeşiniz Usâme'nin üzerine namaz kılın, dedi," buyrulmuştur.

İmâm Şafiî, Ahmed ve selefin cumhuru, bu kıssadan gaib namazinin meşru olduğuna delil çıkarmışlardır. İmâm-ı Azam ve Mâlik: "Meşru değildir," demişlerdir. Bazı âlimler de: "Vefat ettiğine yakın zamanlarda kılmak câizdir. Uzun müddet geçtikten sonra câiz değildir," demişlerdir. İbn-i Hibbân da: "Eğer ölünün şehri kıble semtindeyse kılmak câizdir. Eğer aksi semtte ise câiz değildir," demiştir.

Necâşî'nin kıssasının delâletine kail olmayanlar, yâni gaib namazını kılmaya mezkûr kıssa delâlet etmez ve Resûlüllah hazretleri'nden sonra gaib namazı kılmak meşru değil diyenler birkaç vecih zikretmişlerdir. Biri şudur: "Gaib namazı kılmak Fahr-i Âlem hazretleri'ne mahsustu, başkasının kılması câiz değildir," dediler. Biri de şudur: "Peygamber Efendimiz hazretleri'nin Necaşî'nin namazını kılması, onun vefat ettiği yerde üzerine namaz kılacak kimse olmadığı içindi," dediler.

Bazıları: "Resûlüllah hazretleri'ne keşfen görünınüş oldu. Kendisi müşahede ederdi, iktida edenler görmezlerdi. Onun için kıldı. Bunun (yâni ölüyü görerek kılınanın) cevazında ise ihtilâf yoktur," dediler.

Bazıları: "Bu kavi, nakle muhtaçtır. İhtimalle sâbit olmaz," dediler.

Bazıları: "Bu gibi şeylerde ihtimal kâfidir," diye cevap verdiler. Ama böyle diyenlerin müstenidi sanki Vahidî'nin nüzul sebeplerinde isnatsız zikrettiğidir ki, İbn-i Abbâs hazretleri'nden: "Peygamber Efendimize keşfolundu (göründü), Necaşî'nin sedir üzerinde durduğunu gördü ve onun üzerine namaz kıldı," demiştir.

Ayrıca İbn-i Hibban, lmran bin Husayn'ın hadîsinden rivâyet edip: "Peygamber Efendimiz namaza durdu. Onlar O'nun arkasında saf oldular ve onun cenazesini gözlerinin önünde zannettiler," demiştir.

Bu hadislerden anlaşılmıştır ki, Fahr-i Âlem hazretleri, Necaşî'nin cenazesini görmüştür.

Bazıları: "Gaib namazı kılınması Necaşî'ye mahsustu. Onun için Fahr-i Âlem hazretleri, sonradan başka kimsenin namazını kılmadı," dediler. Ama böyle diyen kimse katında Peygamber Efendimizin başka gaibin namazını kıldığı sanki sabit değildir. Ancak Muâviye bin Muâviye adlı kimsenin de gaib namazını kıldı, diye gelmiştir. Bu bahse ilişkin sözlerin bir miktarı da Mu'cizeler esnasında geçmişti.