İlk insanlar vahşi miydi?
Soru:
İlk insanların vahşi olduğu söyleniyor. İlk insan Hazret-i Âdem’e,
yaşamak için gerekli olan gıda, elbise, alet gibi şeyleri ve bunları
elde etmenin yollarını, Allahü teâlâ
bildirmedi mi?
CEVAP:
Elbette Allahü teâlâ bildirdi.
Hazret-i Âdem ve çocukları, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazret-i
Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okuma, yazma
bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi
sanatları vardı. İslam harfleriyle gönderilen yazı, ilk insan Hazret-i
Âdem’le birlikte dünyaya yayılmıştır. Daha sonra torunlarından ırklar,
çeşitli diller ve alfabeler meydana çıkmıştır.
Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı
gibi, Hazret-i Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı.
Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için,
vahşi denilemez. Allahü teâlânın,
Hazret-i Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli
dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar,
aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı.
Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay
insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir
hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan
yaratan Allahü teâlâyı inkâr
maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak,
ilk insan ve ilk Peygamber
olan Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bakara
31]
Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle:
(Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi
öğretti.) [Taberanî]
(Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin
çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını
talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın!) [Hakim]
İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hristiyan ve yahudiler
de, Hazret-i Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler.
Hadis-i şerifte, (Âdem,
Allahü teâlâ ile konuşan bir
Peygamberdir) buyuruldu.
(Beyheki)
Hazret-i Âdem’in çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler.
Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular.
(Mirat-i Kâinat)
Hazret-i Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna
rağmen Hazret-i Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli
aletler, makineler yapılmıştı. Hazret-i Nuh’un gemisinin, kazanı
kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde
bildiriliyor. (Hud 40)
Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını
göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması,
medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını
göstermektedir. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan
başlamak gerekir.
Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını
görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse,
medeniyetler yıkılınca yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük
olanlara da bakıp hepsi vahşi idi denilemez.
Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya
taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek
tanrıya taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk
peygamber olan Âdem aleyhisselam, Allahü
teâlâya ibadet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır.
Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar
vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistan’da bir
kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir?
Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri
gibi devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur.
Evrimcilerin ve devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi teorilerine
bilim derler. Evrim tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye
Müslümanları kötülemeye çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı
değildir. Zaten din ayrı, ilim ayrı değildir. Fen ilmi İslamî ilimlerin
bir koludur. (Din, ilme aykırıdır) demek, evrimci ve devrimcilerin bir
iftirasıdır.
Dillerin meydana çıkışı
Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk
insanın konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar ise de
hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ
ile konuşan bir peygamberdir.) [Hakim]
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda
dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça,
Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile
konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri
Bakara suresinin, (Allahü teâlâ,
Âdem'e bütün isimleri öğretti) mealindeki âyet-i kerimesidir.
Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün
dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu.
Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka
ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece
çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda
konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)
Tarihte medeniyetler
Soru:
Medeni ve medeniyet nedir?
CEVAP:
Güzel ahlak sahibi olan ve zamanının fen bilgilerinde yükselmiş olan
Müslümana medeni denir. Fende ilerlemiş, fakat ahlaksız olan medeni
olamaz. Fende geri ve ahlakı bozuk olana vahşi denir. Medeniyet,
şehirler yapmak ve insanlara hizmettir. Bu da, fen ile, sanat ve güzel
ahlak ile olur. Kısacası, fen ve sanatın güzel ahlak ile birlikte
olmasına medeniyet denir.
Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve çalışkandır.
Fen ve sanatı insanların hizmetinde kullanır. Din terbiyesi almış, fen
bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü, özü doğrudur. İşlerini son derece
dikkat ile başından sonuna kadar takip eder. Gerekirse, iş saatinden
fazla çalışmaktan hiç çekinmez. Böyle çalışmaktan, iş görmekten zevk
alır. Yaşlansa bile, kolay kolay işinden ayrılmaz. Âmirlerine itaat
eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle uyar. İbadetlerini asla
terk etmez. Evladının imanlı, ahlaklı yetişmesine çok önem verir. Onları
kötü arkadaşlardan, zararlı yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği
için, her işini dakikası dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve
dünya vazifelerini bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi geciktirmek,
yarına bırakmak şöyle dursun, yarın yapılacak bir işi bugün yapar.
Görülüyor ki, gerçek Müslüman ilerici; dinsiz olan ise gericidir.
İki çeşit medeniyet görülmüştür
Tarihte iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilahi dinlere
inananların ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsızların
uygarlığıdır. Eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıkları,
putperest toplumların dünya hayat anlayışlarını göstermektedir. Onların
ilah kabul ettikleri putların bazı insanlara, bilhassa krallara
(Firavun, Promethe, Afrodit gibi) hulul ettikleri, yani vücutlarına
girip yerleştiği, böylece bu kralların yarı tanrılaştıkları kabul
edilirdi. Buna göre şekillenen günlük hayatta insanlar, asiller,
aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve daha çeşitli isimler
altında sınıflandırılır, hakim olan
sınıflar diğerlerini dini, ekonomik ve beşeri bakımdan sömürür ve onlara
zulmederlerdi. Atina’daki hipodromlarda insanları çıplak olarak spor
müsabakalarına sokmak, çeşitli adlar altında tertipledikleri
eğlencelerde şarap içerek her türlü çılgınlığı yapmak ve Roma’da köle
yaptıkları ve gladyatör dedikleri insanları birbirleriyle ölümüne
dövüştürmek ve aç bırakılmış aslanlara parçalattırmak vahşeti, zevkleri
idi.
Batı’nın ortaya koyduğu uygarlık, Hristiyan olan milletlerin eski inanç,
örf ve âdetleri ile karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur.
Hazret-i İsa’dan sonra bozulmaya başlayan Hristiyanlık, felsefecilerin,
papaların ve krallarının müdahaleleriyle daha çok bozulmuştur. Böylece
Orta Çağ Avrupa’sı, puthaneye döndürülmüş kiliseler ile zalim derebeyi
ve kralların şatoları etrafında binbir çeşit hurafe ile doldurulmuş
kafalar, adalet ve merhametten mahrum kalbler ve cehaletin kararttığı
daracık ufukları içinde kaba, görgüsüz ve yarı vahşi insanlarla doldu.
Hastalıklar çaresiz, hastalar bakımsız, fakirler ve köylüler hor ve
zelil, ilim adamları, düşünürler tehlikeli, kadınlar her türlü hakaret
ve zilletin hedefi idi.
İslam medeniyeti
Müslümanların İspanya’yı fethederek burada bir İslam medeniyeti
kurmaları ve Haçlı Seferleri sonunda, Avrupalılar önce şaşkınlık ve
hayranlık içinde bocalamışlar, sonra yavaş yavaş uyanarak, çocuklarına
Endülüs Üniversitelerinde fen bilgileri tahsil ettirmeye, İslam
âlimlerinin fen bilgileri kitaplarını kendi dillerine çevirmeye ve
Müslümanlarda gördükleri teknik aletleri yapmaya başladılar.
Bu arada İslam âlimlerinin eski Yunan filozoflarının bozuk kitaplarına
verdikleri ilmi, inandırıcı cevapları okuyarak içine düştükleri
bataklıklardan kurtulmaya çalıştılar. Bu hâl, İslamiyet’in üstünlüğü
karşısında ezilen ve papazların aforoz tehdidiyle suskunluk içinde olan
Avrupalıları bu defa eski Yunan mitolojisini incelemeye, öğrenmeye sevk
etti. Öğrendiklerini resim, heykel, felsefe ve edebiyat eseri, müzik
bestesi olarak kendilerine göre yeniden yazarak ve yayarak yeni bir yol
tuttular. Bunlara Rönesans, Hristiyanlık dininde yaptıkları
değişikliklere de reform adını verdiler.
Böylece Avrupa’da gün geçtikçe tesiri azalan ve bir süs unsuru haline
gelen bir kilise, ruhi açlıklarını tatmin için sık sık değiştirdikleri
sanat ve estetik anlayışları ile maddi refahı hedef alan bir ilim,
teknoloji ve sanayileşme başladı. Fransızların övündükleri Versailles
sarayında bir hamam yoktu. Su ve temizlik düşmanlığı, papazlardan
başlayarak, krallarda, asillerde ve halkta yaygındı.
Müslüman milletlerden ve bilhassa Osmanlılardan görüp öğrendiklerini
tatbik ederek, üzerinde asırlar boyu çalışıp geliştirerek bugünkü ilmi
ve teknolojik seviyelerine ve ihtilallerle yerleştirilen rejimlere
ulaştılar. Hristiyanlığın, bir fantezi ve teselli kaynağı olarak kabul
ettikleri teslis denilen üç tanrı inancı bir süs eşyası olarak
taşıdıkları haçlar ile her türlü eğlencelerinin sembolü haline gelmiş
şarap ve kilise korolarından türemiş çılgın bir batı müziği ve bunların
neticesi olarak her gün süratle artan ahlaki çöküntüye medeniyet demek
mümkün müdür?
Medeniyetler içinde her bakımdan mükemmel olanı İslam medeniyetidir.
İslam âlimleri, medeniyeti; beldelerin imar edilerek insanlığın
ihtiyaçlarını karşılayacak, rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle
sokulması, insanların da ruhen, maddeten, fikren ve ahlaken yükselmesi
şeklinde tarif etmişlerdir. Müslümanların tarih boyunca kurdukları bütün
medeniyetlerin kaynağı, mümtaz örneği ve rehberi, asr-ı saadettir.
Tarihte olduğu gibi, bugün de dinimizi iyi öğrenip, ona uymaya
çalışırsak, maddi ve manevi sahada en yüksek bir medeniyete ulaşmamız
son derece kolay olacaktır.
Batı’yı taklit etmek
Batı’nın bâtıl inanışlarını, moda ve ahlaksızlıklarını taklit etmek,
medeniyet değil, milletin bünyesinde tahribat yapmaktır.
İslam dini, Müslümanların tembel, miskin oturmalarına izin vermez.
Müslümanların her türlü fen kollarında çalışarak ilerlemelerini, başka
dinden olanların fende buldukları yenilikleri, onlardan öğrenmelerini,
bunları kendilerinin de yapmalarını emreder. Ziraat, ticaret, doktorluk,
kimya ve harp sanayiinde herkesten ileride olmalarını emreder.
Müslümanlar, başka milletlerdeki her çeşit fen vasıtalarını araştırır,
öğrenir ve yapar. Fakat onların bozuk dinlerini, kötü, çirkin huylarını,
âdetlerini almaz, taklit etmez.
Tarihi bir mektup
Osmanlı devletinde Rus sefiri olarak uzun seneler çalışan İgnatiyef,
hatıralarında, Sultan II. Mahmud zamanında 1821 de Rum isyanının
planlayıcısı, Patrik Gregoryus’un Rus çarı Aleksandr’a yazdığı mektubu
açıklamıştır. Mektup şöyledir:
(Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkansızdır. Çünkü Türkler, Müslüman
oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrur ve
izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından,
kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, idarecilerine
[devlet adamlarına, komutanlarına, büyüklerine] olan itaat duygularından
gelmektedir. Türkler zekidir ve kendilerini müspet yolda yönetecek
reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkan ve gayet kanaatkârdırlar.
Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık duyguları geleneklerine
olan bağlılıklarından, ahlak güzelliğinden ileri gelmektedir.
Türklerde önce itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını parçalamak,
dini metanetlerini zayıflatmak gerekir. Bunun en kısa yolu, milli
gelenek ve dinlerine uymayan yabancı fikir ve hareketlere alıştırmaktır.
Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden şeklen çok
kudretli, kalabalık ve zahiren hakim
kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve onları
maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple,
Osmanlı Devletini tasfiye için, sadece harp meydanlarındaki zaferler
kâfi değildir. Hatta, sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve
vakarını tahrik edeceği için, dikkatli olmalıdır. Yapılacak iş, Türklere
hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.)
Bu mektuptaki (Türklerin maneviyat ve dinlerinin yıkılması için, onları
yabancı âdetlere alıştırmak ve onlara hissettirmeden bünyelerindeki bu
tahribatı tamamlamaktır) ifadesi çok ibret vericidir. Bu hedeflere ise,
Batı’nın inanç, moda ve ahlaksızlıklarını taklide alıştırmakla ulaşılır.
O halde oyuna gelmemelidir.
Batı ve vahşet
İslamiyet’i bir vahşet olarak tanıtan Hristiyanların yaptıkları
vahşetler çoktur. Din namına yapılan Engizisyon zulümleri, Sent
Bartelemi faciası ve buna benzer toplu öldürmeler, Hristiyanların,
mezhepleri farklı olan dindaşlarına ve diğer dinlere karşı gösterdikleri
akıl ermez vahşetleri birer birer teşhir etmektedir. Müslüman idareciler
arasında hiçbiri, hiçbir zaman Hristiyanların yaptıkları gibi, zulümler
yapmamıştır. İslamiyet’te hiçbir mahluka zulüm yapmak caiz değildir.
Müslüman din adamları zulme mani olmuştur.
İngiliz ilim adamı Lord Davenport, Hazret-i
Muhammed ve Kur’an-ı kerim
adındaki kitabında diyor ki:
(Ahlak üzerinde son derece titizliğidir ki, Müslümanlığın az zamanda
süratle yayılmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, muharebede kılınca
boyun eğmiş olan başka din adamlarını, daima af ile karşılamışlardır.
Juryo diyor ki:
Müslümanların Hristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın ve kralların
Müslümanlara reva gördüğü muamele, asla birbirine benzetilemez. Mesela
1572 yılı Sent Bartelemi yortu günü, IX. Şarl ve Kraliçe Katerina’nın
emri ile Paris ve civarında 60 bin Protestan öldürüldü. Böyle nice
işkencelerde dökülen Hristiyan kanları, Müslümanların harp meydanlarında
döktükleri Hristiyan kanlarından kat kat fazladır. Bunun içindir ki,
birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in, bir zulüm dini olduğu zannından
kurtarmak gerekir. Papalığın vahşet ve yamyamlık derecesine varan
işkenceleri yanında, Müslümanların gayrimüslimlere
karşı davranışları, çok yumuşak olmuştur.
Chatfeld diyor ki:
(Müslümanlar, Hristiyanlara karşı, Batılıların Müslümanlara karşı
uyguladıkları gaddar muameleyi uygulasalardı, bugün Doğu’da tek
Hristiyan kalmazdı.)
İslamiyet, başka dinlerin hurafe ve şüpheler bataklığı ortasında, çiçek
temizliği ile yükselmiş, akli ve fikri asaletin sembolü olmuş bir
dindir.
İslamiyet, ilahlara insan kanı dökmek facia ve felaketinden beşeriyeti
kurtardı. Bunun yerine, ibadeti ve sadakayı getirmekle, insanlara
iyiliği emir etti. Sosyal adaletin temelini kurdu. Böylece, kanlı
silahlara hacet bırakmadan dünyaya kolayca yayıldı. [İslam cihadı da bu
demektir.]
İlim davasına Müslümanlar kadar bağlı ve saygılı hiç bir millet
gelmemiştir denilebilir. Muhammed
aleyhisselamın pek çok hadisleri, samimi bir ilim teşvikçisidir ve ilme
saygı ile doludur. İslamiyet, ilme maldan daha çok kıymet vermiştir.
Muhammed aleyhisselam, daima ilim
öğrenmeyi ve yaymayı emretmiş, Eshabı da, bu yolda çalışmışlardır.
Bugünkü fen ve medeniyetin, eski ve yeni eserlerin ve edebiyatın
koruyucuları, Emeviler, Abbasiler, Gazneliler ve Osmanlılar zamanındaki
Müslümanlar olmuştur.)
Buraya kadar bazı parçalarını yazdığımız Davenport’un İngilizce kitabı,
misyonerler tarafından piyasadan toplanarak, yok edilmek istenmiştir.
Arapların Müslüman oluşu
İslamiyet’ten önce Arabistan çölünde oturanlar, yarı vahşi bedevilerdi.
Putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İlkel bir hayat sürerlerdi.
Kız çocuklarını diri diri gömmek gibi âdetleri vardı. Bu yarımada, bir
yol üzerinde olmadığı için, ne Büyük İskenderler, ne Persler, ne
Romalılar Araplarla hiç uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları
halde, Arapların yanından geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların,
Romalıların ahlaksızlıkları, zulümleri, hilekârlıkları Araplara
bulaşmadı.
İşte böyle aciz, zavallı, fakat saf ve temiz olan bir kavim, onlara
rehberlik eden Muhammed
aleyhisselamın getirdiği İslam dini sayesinde birdenbire değişmiş, tam
bir medeniyete kavuşmuş, harikulâde [olağanüstü] bir gayret ile 30 yıl
içinde, şarkta Türkistan, Hindistan; batıda İspanya olmak üzere akla
hayret veren çok kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir.
İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana kadar
bilinmeyen birçok şey keşfetmişlerdir.
İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o
kadar ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs üniversitelerinde
okuyor, dünyanın her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen
ve tıp tahsil ediyorlardı.
O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız bir
tarihçi, Avrupa’nın manevi inkişafı ismindeki eserinde şöyle demektedir:
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hristiyanlık onları
barbarlıktan kurtaramamıştı. Hristiyan dininin başaramadığını, İslam
dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, önce onlara yıkanmasını
öğrettiler. Sonra, onların üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş
hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler,
konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular.
Hristiyan tarihçiler İslam’a karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakikati
gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar
borçlu olduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.)
30 yıl içinde bir vahşi kavmi, hem de küçük bir insan topluluğunu,
dünyanın en muazzam, en medeni, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli,
en kahraman, en bilgili bir millet hâline getirmek, herhangi bir
insanın, bir liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, ancak
Allahü teâlânın âlemlere rahmet
olarak gönderdiği Peygamber
efendimizin mucizesidir.
Fende ileri olmak
Soru:
Fende ilerlemek medeniyette de ilerlemek sayılır mı?
CEVAP:
Medeniyet, sadece fende ilerlemek değildir, fen vâsıtalarını insanların
hayrına kullanmaktır. Eğer insanların zararına kullanılıyorsa, ona
medeniyet değil vahşet denir. Güçlü bir ülke, atom bombası yapıp diğer
ülkeleri yok ederse, bu medeniyet olmaz.
Medeniyetin beşiği neresi
Soru:
Medeniyetin beşiğinin Avrupa olduğu doğru mudur?
CEVAP:
Avrupa’nın ilimde, teknikte ve sanayide ilerlemeye başlaması, son üçyüz
seneden beri olmuştur. 1494 senesine kadar, Avrupalılar vahşet, cehalet,
pislik içerisinde yaşıyorlardı. Bu sırada İslam ülkeleri, hristiyan
Avrupa’nın tam tersi bir idare altında idi. Arabistan, Irak, İran,
Mısır, Türkistan, Emevi ve Abbasi halifelerinin idaresiyle her cihetten,
maddi ve manevi terakkiler yapmış idi. O zaman müslümanlar, ruhen ferah,
maddeten de refah içerisinde idiler.
Müslümanlar, İspanya’yı, Endülüs Emevi sultanlarının emri altında, en
güzel şekilde imar etmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmışlardı.
İlim, sanat, ticaret ve ziraata ve güzel ahlaka çok önem verilmişti.
İspanya önceleri, Gotlar elinde vahşi bir yer iken, müslümanların
idaresine kavuştuktan sonra, sanki Cennet bahçeleri gibi olmuştu.
Avrupalı ilim adamları ve sanayiciler, ilelebet müslümanlara teşekkür
etseler, yine İslamiyet’in hakkını ödeyemezler. Çünkü, Avrupa’ya ilim
kıvılcımı, ilk defa Endülüs müslümanlarından sıçramıştır. Ortaçağda,
Endülüs’te ortaya çıkan parlak medeniyet, Endülüs’ün dışına taşarak,
Avrupa’ya yayıldı. Endülüs’teki medeniyeti gören kabiliyetli bazı
Avrupalılar ortaya çıktı. İslam âlimlerinin kitaplarını, Avrupa
lisanlarına tercüme ettiler. Bunların, tercüme ve telif ederek,
neşrettikleri kitaplar sayesinde, Avrupa halkı cehalet uykusundan
uyanmaya başladı.
Birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ilim, sanat ve ticaret
emredilmektedir. Ayrıca, ana-babaya, akrabaya, yetimlere, acizlere,
kimsesizlere, komşulara, yolculara ve kölelere iyilik ve ihsanda
bulunmayı, onların haklarını gözetmeyi de emretmektedir. Bugünkü
Avrupalıların dedeleri, medeniyet vasıtası olan bu şeylerden habersiz
iken, İslam ülkelerinin her tarafında muntazam mektepler, medreseler,
fakir ve yoksullar için bakım evleri, aşhaneler, hanlar, hamamlar ve
daha nice hayır ve iyilik müesseseleri kurulmuştu. Müslümanlar, ayrıca
bu hayır müesseselerinin devamı ve giderlerinin karşılanması için,
hususi yardım teşkilatı olan vakıflar kurmuşlardı. Görüldüğü gibi
medeniyetin beşiği hristiyan ülkeleri değil, müslüman ülkeleridir.
Bir batılının itirafı
Aşağıda konuşmasını aldığımız bayan Carly Fiorina, dünyanın en büyük
şirketlerinden HP'nin yönetim kurulu başkanı. Bu şirket, Microsoft gibi,
Linux gibi dünya devlerinden biri olup esas iştigal alanı Bilişim
Teknolojileri. Geçen Mayıs ayında Compaq Bilgisayar firması ile
birleşmişler. Bayan Fiorina Temmuz 1999'dan beri bu şirkette. Bundan
önce 20 yıl ABD'nin telefon şirketi AT&T 'de üst düzey görevlerde
bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford
Üniversitesi'nin "Ortaçağ tarihi ve felsefesi" bölümünü bitirmiş ve
çeşitli dallarda master yapmış.
Minneapolis, Minnesota'da 26 Eylül 2001 "Teknoloji, piyasalar ve hayat
tarzımız: Gelecekte neler olacak?" konulu bir konferansa, Carly Fiorina,
ana konuşmacı olarak davet edildi. Konuşmasının son dakikalarında
tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yaptı. Aşağıda belirtilen
adresteki konuşmanın son kısımlarına ait tercüme şöyle:
"Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek istiyorum:
Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en büyük
medeniyeti idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları
okyanustan okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere
kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı
dillerden, farklı kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı.
Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada çok konuşulan bir
dil haline gelmiş ve farklı kıtalardan insanlar arasında köprü olmuştu.
Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden olan askerler, dünyanın
belki de hiçbir zaman görmediği bir barış sundu, tebaasına ve dünyaya.
Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan Çin'e ve arada kalan bütün
ülkelere ulaşmışlardı.
Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu
medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar,
matematik bilginleri, bilgisayarın temel logaritması olan algebrayı
(cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara
yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları
incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının
temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce romantik ve sihirli hikayeler
yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi
üstüne şiirler yazmışlardı.
Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür uygularken, bu
medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü devamlı
canlı tutmuştu.
Günümüz Batı medeniyeti de bu özelliklerin bir çoğuna sahip, fakat benim
sözünü ettiğim medeniyet, 800'den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı
İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman'lar gibi
hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir.
Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini
oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin sayesinde
vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler aldık. Kanuni
Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans göstermeyi ve liderliği
öğrendik.
Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunduğu liderlik
mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hristiyanlık, Müslümanlık ve
Yahudilik gibi farklı farklı din ve kültürler mozaiğini esas almıştı.
Zaten bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı.
Şu anki gibi kritik zamanlarda, biz de tarihteki bu medeniyetten ders
almalı ve onun gibi sosyal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle, bu
konuya, liderlik mevzuundaki tartışmaya ve fikir teatisine
dikkatlerinizi çekmek istiyorum. "
KAYNAK
http://.hp.com/hpinfo/execteam/speeches/fiorina/
Carly Fiorina
Minnepolis, Minnesota
September 26, 2001
"Technology, Business and our way of life: What’s next"
Büyük devlet olmanın sırrı
Soru:
Osmanlıların her sahada ilerlemelerinin ve bu kadar başarılı olmalarına
rağmen yıkılmalarının sebebi nedir?
CEVAP:
Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman diyor ki:
Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana
gidince, bütün Avrupa’nın müslümanların eline geçmesi çok kolay
olacaktı. Osmanlılar, Avrupa’ya İslam medeniyetini getiriyor, ilim, fen,
ahlak, nurları, Hristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere,
zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin,
kapitalistlerin, papazların zulümleri altında inleyenler, İslam ilimleri
ile, İslam ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri
ve öncelikle Hristiyan kiliseleri, Osmanlı ordularına karşı son
gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul’daki, İngiliz sefiri,
Londra’ya tarihi mektubunu yolladım. Buldum... Buldum!.. Osmanlı
ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum
diyor. Şöyle yazıyordu:
(Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin,
seçtikleri çocukların zekalarını ölçüyor, ileri zekalıları ayırarak,
medreselerde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar
arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o
zamanın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları,
başkumandanları, böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekalı
şahsiyetlerdir. Sokullular, Köprülüler, böyle yetişmiştir. Osmanlı
akınlarını durdurmak, Hristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, Enderun
mekteplerini ve medreseleri dağıtmak, onları içerden yıkmaktır.)
Bu mektuptan sonra, İngiltere’de, Müstemlekeler nezareti [Sömürgeler
Başkanlığı] kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hristiyan
misyonerleri ve masonlar, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle
avladıkları cahilleri Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye
ve bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini, hatta,
yüksek din bilgilerini kaldırmaya, müslümanları cahil bırakmaya
uğraştılar. Bu sinsi kampanyalarında, Tanzimat’tan sonra tam başarı
sağladılar. İslam devleti yıkıldı. İslamiyet’in dünyaya neşrettiği
saadet, huzur nurları söndü.
Allah çalışana verir
Soru:
Medeni insan nasıl olur? Avrupalılar müslümanlardan daha medeni midir?
CEVAP:
Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve çalışkandır.
Önce din terbiyesi almış, fen bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü özü
doğrudur. Âmirlerine itaat eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle
uyar. İbadetlerini asla terk etmez. Çocuklarının imanlı, ahlaklı
yetişmelerine çok önem verir. Onları kötü arkadaşlardan, zararlı
yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası
dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve dünya vazifelerini
bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi yarına bırakmak şöyle dursun, yarın
yapılacak bir işi bugün yapar. Ecdadımızın bu meziyetlerine sahip
olursak, maddi ve manevi yükselir, her işimizde muvaffak olur,
Rabbimizin rızasını kazanırız.
Batı ve Medeniyet
Batılılar böyle midir? İmanları, ahlakları şüphesiz böyle değildir. Hele
İkinci Cihan Harbinden sonra, sayıları artan sapık fikirli, adi ruhlu
insanlar başkalarını da bozmaktadırlar. Fakat yukarıda yazdığımız gibi
olmaya ve sapık fikirlileri terbiye etmeye çalışmaktadırlar. Zahiri
temizliklerine gelince, İslam dininin emrettiği temizliği tatbik
ediyorlar. Bazı sokaklarda tek çöp parçası yoktur. Parklar bir çiçek
deryası halindedir. Her taraf, her dükkan, herkes ve görünüşleri
tertemizdir.
Şimdi İslam dininin bize emrettiği şeylere bakalım. Bunlar bize
ahlakımızı, bedenimizi ve kullandığımız şeyleri temizlemeyi emrediyor. O
halde demek oluyor ki, hakiki medeniyet esasları bizim dinimizde
bulunmaktadır ve Orta Çağdaki İslam medeniyeti ancak bu sayede meydana
gelmiştir.
Şimdi milletimiz ne yapıyor? İslamiyet iyi bilinmediği için,
unutturulduğu için, her şeyden önce tembeldir.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına
pek önem vermez. Zevke düşkündür. Çabuk yorulur. Adam sendecidir. Bir
bina yapar, tamirine üşenir. Az çalışıp çok kazanmak ister. Bir işe
başladıktan biraz sonra gevşer. Bulgarlar "İşe Türk gibi başla, Bulgar
gibi bitir!" derler. Ülkemizdeki, dedelerimizden kalma, muazzam sanat
eserleri bakımsızlık ve tamirsizlikten dolayı harap olmaktadır.
Önce, Ehl-i sünnet âlimlerinin
bildirdikleri doğru imanın ne olduğunu öğrenelim. Sonra, bu
öğrendiğimize uygun olarak inanalım. İmanı bozuk olan,
Allahü teâlânın rızasına, sevgisine
kavuşamaz. Onun rahmetinden, yardımından mahrum kalır. Rahatı, huzuru
bulamaz.
İmanımızı düzelttikten sonra, ahlakımızı da düzeltmek, İslamiyet’e
sımsıkı sarılmak yani Allahü teâlânın
ve Peygamber efendimizin
emirlerine ve yasaklarına uymak, kalblerimizi temizleyerek, nefslerimizi
ve sıhhatimizi ıslah etmek gerekir. Böyle yapanların kalbi, hep iyilik
yapmak ister. Kötülük yapmak hatırına bile gelmez.
Ruh ve kalb temiz ve beden kuvvetli olunca, el ele vererek kardeşçe ve
son derece dürüst olarak çalışmak kolay olur. Din düşmanlarının,
münafıkların ve mezhepsizlerin sözlerine, propagandalarına
aldanmamalıdır. Eğer böyle hakiki müslüman olur ve faydalı işler
yaparsak, Kur'an-ı kerimin Tin suresinde beyan buyurulduğu gibi,
Allahü teâlâ bizden razı olur, bize
yardım eder. Eğer imanımızı düzeltmez ve
Muhammed aleyhisselamın dinine uymaz ve hayırlı iş görmez,
sapık, bozuk inanışlar uğruna dövüşür veya kendi şahsi menfaatlerimiz
için gayrı meşru yollara saparsak, Allahü
teâlâ bizi aşağıların aşağısı yapar.
Allah çalışana verir
İslam ilimleri iki kısımdır: Birincisi Din bilgileri, ikincisi Fen
bilgileridir. İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir.
Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her müslümana gerekir. Yani Farz-ı
ayndır. Fen bilgilerinden gerekenleri yalnız bu işte meşgul olanların
öğrenmeleri ve yapmaları gerekir. Yani Farz-ı kifayedir. Bu iki farzı
yerine getiren millet, muhakkak ilerler. Medeni olur.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Ahiret nimetlerini isteyene o nimetleri, dünya nimetlerini isteyene de
dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]
İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir.
Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve
ahiret nimetlerine kavuşmak için, çalışanlara dilediklerini vereceğini
vâdediyor. Müslüman olsun, olmasın, beğendiği gibi çalışan herkese,
vereceğini bildiriyor. Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar böyle
çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki
Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır.
Abbasilerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış düşmanların
tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten, fen ve sanat
üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri
çöktü.
Din bilgisi, iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Bu üçünden biri noksan
olursa, din bilgisi, tamam olmaz. Noksan olan şeyin faydası olmaz.
Eski Romalılarda, Yunanlılarda ve Avrupa’daki, Asya’daki devletlerde fen
bilgisi vardı. Fakat din bilgisi noksandı. Bunun için, fen ve teknikte
nail oldukları nimetleri kötü yerlerde kullandılar. Bir kısım sanat
eserlerini zevklerde, fuhuşlarda kullandılar. Bir kısmı da teknik
vasıtalarını, insanlara zulüm, işkence yapmakta kullandı. Medeni
olmaları şöyle dursun, parçalandılar, yıkıldılar, yok oldular.
Yine her sahada ileri olamaz mıyız?
Soru:
Müslümanlar ortaçağda medeniyette çok ileri gitmişler. Bunun sebebi
İslamiyet’i yaşamaları olmuş. Şimdi de müslümanlar dinimizin emirlerine
uysalar, yine her sahada ileri olamaz mıyız?
CEVAP:
Elbette oluruz. İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim
içerse, yani tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de
faydasını görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür.
Hakiki müslüman olmak demek, yalnız âdete tâbi olarak ibadet etmek
değil, İslam’ın emrettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini
yaparak, ruhen de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi
zeka eseri sayan, insanları aldatan, hatta bazen muzır propagandalara
aldanarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse,
müslüman olduğunu söylese de, hakiki müslüman değildir.
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde (Furkan)
suresinde, bir müslümanın nasıl olması icap ettiğini beyan buyurmuştur.
Bunu tefsir etmek için Ehl-i sünnet
âlimleri ziyadesi ile kitap yazmışlardır.
Fakat biz, kendimizi hâlâ fena huylardan kurtaramıyor, Kur'an-ı kerimde
bildirildiği gibi çalışmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı
pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz.
Halbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emreden, ne yapmamız
gerektiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın
kelamı (Kur'an-ı kerim) ve Peygamber
efendimizin emirleri ve Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitapları vardır.
En üstün din
Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen şöyle
buyurmaktadır:
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam
dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed
aleyhisselamın hak] Peygamber
olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]
(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak
için resulü Muhammed
aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte
gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
Ve Allahü teâlâ vâd ediyor:
(Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.) [Âl-i imran 144]
Burada şükretmek demek, dinimizin istediği gibi, tam müslüman olmak
demektir. Allahü teâlânın verdiği
nimetleri, Onun emrine uygun olarak kullanmak demektir. Bugün dünyada
bir milyardan ziyade müslüman olduğu bildirilmiştir Yani, dünyada her 4
kişiden biri müslümandır. Eğer bu müslümanlar,
Allahü teâlânın emrettiği gibi, ruhen
ve bedenen tertemiz insanlar olur, birbirlerine kardeşçe bağlanır,
çalışır, her sahada ilerlemeye başlarsa,
Allahü teâlâ da, onlara mükafatını verecek, o zaman
müslümanlar, tıpkı ortaçağda olduğu gibi, medeniyetin en önüne
geçeceklerdir. Allahü teâlâ, bize
bunu vaat ediyor. Allahü teâlâ,
hiçbir zaman vâdinden dönmez.
İslam Ahlakı
Bugün, bütün hristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna
bozuk dinlerinin icablarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara,
yahudiliği ve hristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların
imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hristiyan yapmak
için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri
gönderiyorlar.
O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına
aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara
sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal]
En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma
çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı
ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek
mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok
edilemez, fakat terbiye edilebilir.
Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan
kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline
getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık
ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar
dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahıret saadeti elde edilir.
Kıyamet günü, ana-baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul
olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya
çarptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmiyenler,
dünya ve ahıret felaketine maruz kalacaklardır. Ne mutlu çocuğunu İslam
ahlakı ile yetiştirenlere.
Alman Prof. Neumark’ın itirafları
Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), Hitler’den kaçarak 1933’te
Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde
dersler vermiştir.
20 Temmuz 1936'da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestresinde faaliyete geçen
İktisat Fakültesi'nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü)
başkanlığı da yapmıştır. [1952’de döndükten sonra Frankfurt
Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.]
Alman profesör Neumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye
çıkarlar. Talebelerden biri Prof. Neumark'a, (Avrupa bizi neden sevmez?)
diye sorar. Prof. Neumark şu cevabı verir:
(Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve
sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam
düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince:
1- Müslüman olduğunuz için sevmez.
2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar:
Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya
çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
3- Avrupa'nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız.
4- En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
5- Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları
Haçlı ordusuna mezar ettiler.
6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek
hakimiyet sağladılar.
7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda
etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam
ettirirdi, kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon
Bakanlığı'nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara
kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet'i devam ettirdi.
8- Kilise size kin kusmaktadır, sebepleri yukarıdadır.
9- Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite
var. [O tarihteki sayı]
10- Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve
medeniyeti yıkılır.
11- Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak
kalacaksınız.)
Allah bize niye yardım etmiyor
Soru:
Doğru din bizimki ise, neden Allah bize kâfirlere karşı güç vermiyor?
CEVAP:
Doğru din elbette İslamiyet’tir, önce bunu anlatalım. Sonra da
Allahü teâlâ niye bize yardım
etmiyor, onu bildirelim.
Allahü teâlânın gönderdiği her din, kendisinden
önce gelen dini nesh etmiş, yani değiştirmiştir. En son gelen ve her
dini değiştiren ve dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete
kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed
aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın
sevdiği, beğendiği din de, İslam dinidir. Beş âyet-i kerime meali
şöyledir:
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i
İmran 19]
(İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i
İmran 85]
(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak
için resulünü Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen
Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
Bela ve nimetin gelişi
Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya
ihlas ile itaat ve ibadet etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günah
işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve
huzur da, itaat yolundan gelir. Allahü teâlânın
âdeti böyledir. Cenab-ı Hak, hiç kimseye, sebepsiz bela göndermez. Bir
âyet-i kerime meali:
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.)
[Rad 11]
Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü
yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı
emretmektedir. Hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden
yan gelip yatarak beklemek büyük günahtır.
Dinimiz çalışarak kazanmayı emretmektedir. Din büyükleri buyuruyor ki:
Çalışın, kazanın! Çalışmadan rızk beklemeyin!
Allahü teâlâ gökten para yağdırmaz.
(Hazret-i Ömer)
Çalış, kazan! Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır. (Hazret-i
Lokman Hakim)
Her gün sabahtan akşama kadar camide ibadet edip,
Allahü teâlâ benim rızkımı nereden
olsa gönderir, diyen kimse, cahildir. İslamiyet’ten haberi yoktur.
(Ahmed bin Hanbel)
Dinimiz, dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı,
bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı
Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini
yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin
esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni
keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe
uymak isteyen büyük Türk sultanlarını şehit ettiler. Masonların elinde
maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta,
bölücülükte aradılar.
İngilizler, asırlardır İslam ülkelerini kana boyamakla kalmamış, İskoç
masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış,
(insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz
olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu
masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Reşit Paşa, Ali Paşa,
Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini
yıkmakla görevli paşa unvanlı maşalardır. Efgani ve Abduh gibi masonlar
ve çömezleri de, İslam bilgilerini bozmaya, içten yıkmaya alet
olmuşlardır.
İslami ilimler iki kısımdır: Din ve Fen bilgileri. Din bilgilerini
öğrenip yapmak, her müslümana Farz-ı ayndır. Fen bilgilerinden
gerekenleri yalnız bu işte meşgul olanların öğrenip yapmaları Farz-ı
kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler, medeni
olur. Bir âyet-i kerime meali:
(Ahiret nimetlerini isteyene ahiret nimetlerini, dünya nimetlerini
isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20]
İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir.
Allahü teâlâ, Müslüman olsun,
olmasın, beğendiği gibi çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Avrupa,
Amerika, Japonya böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar.
Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi
olmuşlardır. Abbasilerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış
düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten,
fen ve sanat üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam
devletleri çöktü.
İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim içerse, yani
tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de faydasını
görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür.
Allah indinde hak din ancak İslam’dır. Ancak, dinimiz hak diye,
Allahü teâlânın çalışmayana yardım
etmesi gerekmez. Âdet-i ilahi böyle değildir. Onun âdeti, her şeyi sebep
ile yaratmaktır. İnsanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü
işlerini yaratmaya sebep kılmıştır. Buna rağmen,
Allahü teâlâ imanın, Müslümanın,
Müslümanlığın kıymetini sebepsiz gösterseydi, yani her insan açıkça
görseydi, o zaman imtihanın önemi kalmazdı. İnananları hiç sıkıntıya
sokmasaydı; imanlarının nurları belli olsaydı, o vakit bütün insanlar
inanır, imtihana gerek kalmazdı. Böyle bir iman ise,
Allahü teâlânın katında makbul değildir. Zira, bu insanlar gayba
değil, gördüklerine ve kendi menfaatlerine iman etmiş olurlardı.
Dört bin yıl önce beyin ameliyatı
Soru:
İlk insanların vahşi olduğu doğru mudur?
CEVAP:
Hayır, doğru değildir. Hazret-i Âdem’e indirilen kitapta, iman ve ibadet
bilgilerinin yanı sıra, çeşitli dillerde lügatler, birçok sanatlar, tıp,
ilaçlar, aritmetik, geometri gibi bilgiler de bildirilmişti. Her devirde
medeniyetten uzak insanlar olabilir. Bugün bile Afrika’da, medeniyetten,
bilimden uzak yaşayan kabileler vardır. Bunlara bakılarak, bugünkü dünya
için ilkel denilemeyeceği gibi, eski devirlerde, medeniyetten uzak
yaşayan insanlara bakarak, hepsi için ilkel denilemez. Eski devirlerde,
medeniyetin çok ilerlediği zamanlar da olmuştur. Sonra çeşitli tabiî
afetlerle ve topluca helak olan kavimler sebebiyle bunlar yok olmuş,
daha sonra da her ilim dalında tekrar ilerlemeler kaydedilmiştir. Buna
örnek olarak, yakın zamanda yayımlanan bir haber şöyleydi:
Kayseri-Sivas karayolu üzerindeki Kültepe Höyüğü’nde yapılan kazılarda
bulunan Asurlu bir tüccara ait iskeletin incelemesinde, yaklaşık 4 bin
yıl önce, kafatası açılarak, beyin zarı iltihabı operasyonu yapıldığı
görüldü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji
Bölümünden Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe-Kaniş-Karum kazı alanında,
2010 yılı kazılarının Kaniş bölgesinde başladığını, çok önemli bir mezar
bulduklarını söyledi. “Koloni çağına ait 4 bin yıllık mezarda, Asurlu
bir erkek tüccara ait olduğu tespit edilen iskeletin kafatasında yapılan
incelemede tüccarın başarılı bir beyin ameliyatı geçirdiği ve
iyileştikten sonra hayatını kaybettiğini tespit ettiler” dedi. Anadolu
Üniversitesi öğretim üyesi Handan Üstündağ da, “Asurlu tüccarın
kafatasında çok düzgün bir kesi var. Kesi izleri, 4 bin yıl önce
başarılı bir beyin ameliyatını gösteriyor” dedi. (AA)
Yapılan birçok kazıda, 3-4 bin yıl önce modern tıp aletlerine
rastlandığı görülmüştür. Bütün bunlar, eski insanların medeniyette çok
ileri olduklarını göstermektedir. Topraktan insanı yaratan
Allahü teâlâ, onların ihtiyaçlarını
yaratmaz mı hiç? Kur’an-ı kerimde, ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem
aleyhisselama, lüzumlu bütün teknik bilgilerin verildiği
bildirilmektedir. Ateistler sırf hazret-i Âdem’i, dinleri inkâr etmek
için, eski insanların vahşi olduğunu söyleseler de, hiç kıymeti yoktur.