Soru: Farza önem vermeyip hep nafilelerle meşgul olan,
mekruh olduğuna önem vermeden cemaatle nafile namaz kıldıran bir hoca, (“Kaza borcu olan, nafile namaz kılmasın” demek, “Kasaba
borcu olan et yemesin” demek gibi yanlış bir sözdür) diyor. Böyle
konuşması uygun mudur?
CEVAP
Asla uygun
değildir. Bu söz, hadis-i şeriflere ve fıkhî hükümlere zıttır. Hoca denilen
kimsenin çok cahil ve fıkıh ilminden habersiz olduğu anlaşılıyor. Çünkü namazı
fevt etmekle, terk etmenin hükmünün ayrı olduğunu bilmiyor. Hadis-i şerifde
buyuruldu ki:
(Allah'ın,
kullara borç olarak yüklediği dört şeyden biri farz namazdır.) [Beyhekî]
Faite bile olsa,
faite varken de, kaza kılmak caizdir. Terk edilmişse, o zaman farzı daha
geciktirmek asla caiz olmaz.
(“Kaza
borcu olan, nafile namaz kılmasın” demek, “Kasaba borcu olan et yemesin” demek
gibi yanlış bir sözdür) denmekle, Resulullah yalanlandığı gibi, İslam
âlimleriyle de alay edilmiş oluyor. Böyle bir sözü, dinini bilen hiçbir
Müslüman söyleyemez.
Kasaba borcu olan
et veya muz gibi lüks gıdalar yerse ne olur? Bu
da, ayrı bir fıkhî hükümdür. Zamane hocaları bunları bilemiyorlar.
Bilemedikleri için de, Resulullah'ın
sözlerini tekzip edecek kadar saçmalıyorlar.
Bu konuda dinimizin
hükmü nedir? Namaz, oruç gibi Allah borcu önemli olduğu gibi, kul borcu da, çok
önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Borcunu
ödemeyen, Cennete giremez.) [Nesai]
Kasaba borcu
varken, borcunu ödemeyip et veya pahalı gıdalar
yiyen birinci hadis-i şerife göre, zulüm işlemiş olur, zulüm ise haramdır.
İkinci hadis-i şerife göre ise borcunu ödemedikçe Cennete giremez. Görüldüğü
gibi, kasaba borcunu vermeyip et yiyen kimse zulmetmiş, Cennete giremez hâle
gelmiş olur. Önce borcunu ödemesi lazımdır. Kul borcunu hafife almak da, çok
tehlikelidir. Kul borcu ödenmedikçe Cennete girilmez. Bunun için, kasaba,
manava borcu varken, lüks gıdalar yemek ve lüks eşya kullanmak caiz olmaz.
Demek ki, kasaba,
bakkala borcu olan pastırma yiyemediği gibi, yağlı veya
sirkeli yemek de yiyemiyor. Yerse ne olur? Buralara olan borcu ödenmiş olmaz.
Bunun gibi, kazası varken nafile kılanın da, kazaları ödenmiş olmaz. Borçları
varken, onları ödemeden gereksiz pahalı şeyler alıp borçlanmak akıl kârı mıdır?
İmam-ı Rabbani
hazretlerinin bildirdiği gibi, şeytan, zamane hocalarına, nafile namazları,
farzlara tercih ettiriyor, kaza kıldırtmayıp nafileyi teşvik ettiriyor. Bu
hüküm, sadece zekât ve farz namaz borcu için değil, bütün farzlar için geçerlidir.
Farz borçları varken, nafile namaz kılınmadığı gibi, zekât borcu varken nafile
sadaka da verilmez. Farz olan Ramazan orucu da böyledir.
Hak borcu
gibi, kul borcunun önemini bildiren hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir:
(Allaha
yemin ederim ki, bir kimse, Allah yolunda şehit edildikten sonra diriltilse,
sonra yine şehit edilip yine diriltilse ve üçüncü defa da, borç olduğu hâlde,
yine şehit edilse, borcunu ödeyinceye kadar Cennete giremez.) [Nesai] (Üç kere şehit olsa da, yine kul borcu affolmuyor.)
(Büyük
günahların en büyüğü, karşılık bırakmadan borçlu ölmektir.) [Buhârî] (Borçlu ölüp büyük
günaha girmemek için, kasaba olan borcu ödemeli, borç bitinceye kadar da et
yememeli.)
(Âhirette
borçlunun sevabından alınıp alacaklıya verilir. Eğer sevabı yoksa, alacaklının
günahları borçluya yüklenir.) [Hâkim, Taberanî] (Borçlu ölmenin ne kadar tehlikeli olduğu bu hadis-i şerifte
de bildiriliyor.)
Borçlu ölmek küfür
değildir. Çok büyük günah ki, Resulullah
efendimiz, borçlunun cenaze namazını kılmıyor. Asr-ı saadette olduğu gibi, daha
sonra gelen Müslümanların da namaz borçları yoktu. Namaz asla terk edilmezdi.
Bir özürle kaçırılırsa ilk fırsatta kaza edilirdi. Bir vakit namazı özürsüz
kazaya bırakmak, ekber-i kebairdir yani çok büyük günahtır. Hattâ (Namazı özürsüz terk eden kâfir olur) diyen âlimler
de vardır. Yani namaz borcu, çok önemlidir. Sünnetle, nafileyle meşgul olup
kazasını mazeretsiz tehir etmek büyük günahtır.
Teheccüd,
kuşluk, tesbih namazını kılmayanlar için,
hiçbir ceza bildirilmemiştir. Farz borcu varken nafilelerle meşgul olana, İslam
âlimlerinin ahmak dediği yukarıda bildirilmişti.
Sadece Hanefî mezhebinde değil, diğer üç hak mezhepte
de, kazası olan nafilelerle meşgul olamaz. (El-fıkh-ü
alel-mezahib-il-erbea)