Hemen herkes Allahü teâlâyı
tanıyor ve Allah vardır diyor. Ama Allah’ı tanımak nasıl olur? İyi bir şeyi
tanıyan onun iyiliklerinden istifade etmeye çalışır. Kötüyü tanıyan
kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bunlara riayet etmeyenin tanıması yanlış
demektir. Yılanın sokacağını bilen yılanla oynamaz. Aslanın parçalayacağını
bilen onun yuvasına giremez. Bombanın patlayacağını bilen onu elinde patlatmaz.
Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu
seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Bunlara yani emir ve
yasaklarına riayet etmeden ben Allah’ı tanıyorum, Onu seviyorum demek yanlış
olur. Sevmenin bir tarifi de itaat etmek demektir. Sevginin derecesi, itaatteki
sürat ile ölçülür.
Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan
kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan,
kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı.
Fakat ona giden yolu bulamadı.
Peygamberleri işitmeyenler, Halıkı, yani yaratıcıyı önce
etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar
ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi,
kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının
yardımcıları zannettiler. Her biri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar.
Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından
korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban
ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur
ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası insan, bir, ezeli ve
ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına
bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara
şaşmamalı! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'an-ı kerimde
mealen buyuruluyor ki:
(Biz, Peygamber
göndererek bildirmeden önce azap yapıcı değiliz.) [İsra 15]