Soru: (Maide suresinin 117. âyetinde Hazret-i İsa’nın yaşarken gaybı bildiği, öldükten sonra bilmediği açıklanıyor. O hâlde ölmüş olan peygamberler de, evliya da gaybı bilemez; çünkü onlar ölüdür, işitmezler. Bunun için, “Şefaat ya Resulallah” demek şirktir) diyen sapıklar var. Diriye işittiren Allah, ölüye işittiremez mi? Benim anladığıma göre, (Ölü peygamber işitmez) demekle, burada sorgulanan peygamber değil, Allahü teâlâdır. Ruh ölmediğine ve işiten ruh olduğuna göre, ruha işittiren Allahü teâlâ değil mi?

CEVAP:

Bildirilen âyet-i kerimenin meali şöyledir:

(Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, beni ve annemi Allah’tan başka iki ilah edinin mi dedin?” diye sorduğu zaman, “Hâşâ, hak olmayan sözü söylemenin bana yaraşmayacağını elbette Sen bilirsin. Sen, benim içimde olanı da bilirsin. Ben Senin zatında olanı bilmem. Ancak sen Allâm-ül guyubsun [gaybları en iyi bilensin]. Ben onlara sadece, bana emrettiğin gibi, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” diye söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlara şahittim. Beni aralarından aldıktan sonra, onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şahitsin.) [Maide 116, 117]

Bu âyet-i kerimeden, İsa aleyhisselamın, onların yanındayken gaybı bildiği, onların arasından ayrılınca bilmediği mânâsını çıkarmak yanlış olur. Hazret-i İsa, ölmeden göğe yükseltildiği hâlde, sualde, (Onun öldükten sonraki durumu bilmediği) söyleniyor. Hâlbuki âyet-i kerimede, (Öldüğün zaman) denmiyor, (Aralarından beni aldığın zaman) buyuruluyor. Ayrıca, (Hazret-i İsa, aralarındayken onları o gözetliyordu, o ayrılınca artık Allah gözetledi) anlamı da çıkmaz.

Bıçağa kesme, ateşe yakma özelliğini veren Allahü teâlâdır. Belli bir zaman için, bu özelliği kaldırabilir. Nitekim İsmail aleyhisselamı bıçak kesmediği gibi, babası İbrahim aleyhisselamı da, Nemrud’un ateşi yakmamıştır. Bu Allahü teâlâ için zor şey değildir. Ölü kimselerin işitmeleri ve iş yapmaları da, aynıdır. Bunlara itiraz etmek, Allahü teâlânın sonsuz kudretine itiraz olur.

Evliya da, enbiya da, yaşarken gaybı bilmedikleri gibi, ölünce de bilmezler. Bundan Allahü teâlânın diledikleri müstesnadır. Yani Allahü teâlânın, yaşarken de, vefat ettikten sonra da, kendilerine gaybı bildirdikleri, bunun dışındadır. Vehhabîlerin (Ölü işitmez) demeleri de çok yanlıştır, çünkü ruh ölmez. İşiten ruhtur. Sadece enbiyanın, evliyanın ruhları değil, kâfirlerin ruhları da işitir. Ölülerin işittiklerine dair çok hadis-i şerif vardır. Birkaçı şöyledir:

(Eğer kabre konan kişi mümin ise, kabri genişletilir. Kıyamette insanlar diriltilinceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kabre konan kişi kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bütün canlılar işitir. Kabri öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.) [Buhârî, Müslim]

(Kabir azabı vardır.) [Buhârî] (Azap diriye yapılır.)

(Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizî]

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhârî] (Diri olan işitir.)

Bedir’de şunlar öldü gitti denilince, öldü denmesin diye Allahü teâlâ mealen buyurdu ki:

(Fî-sebîlillah [Allah yolunda] öldürülenlere ölü demeyin. Onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız.) [Bakara 154]

Demek ki, can çıkmakla insan ölmüyor, ruhu bedenden ayrılıyor. Beden çürüse de, ruh işitiyor, iş yapıyor. Hazret-i Hızır’ın ruhunun iş yapması, yardıma koşması da böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Uhud’da şehid olan kardeşlerinizin ruhları, yeşil kuşlarla Cennete gitmiştir. Onlar Cennetin ırmaklarından su içer, meyvelerinden yiyip Arş’ın gölgesinde asılı altın kandillerle giderler, istirahat ederler. Yiyeceklerin, içeceklerin lezzetini ve orada yaşanan hayatın güzelliklerini tattıkları zaman, “Allahü teâlânın bizlere neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de, cihaddan çekinmeselerdi” dediler. Allahü teâlâ da, "Ben onlara, sizin durumunuzu bildiririm" buyurdu.) [Müslim, Tirmizi, İbni Mace]

İşte bu durumun bildirildiği, o âyetin meali: (Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar Rableri indinde diridir ve Allah’ın bol nimetinden sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayanlara [henüz şehid olmamışlara, şehitlikte] korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.) [Al-i İmran 169]

Âyet-i kerimelerde, (Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diridir) diye ikaz ediliyor. Bunların yiyip içtikleri de bildiriliyor. (Ölü işitmez, iş yapmaz) diyenler, bu âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere karşı gelmiş oluyorlar.

Peygamberler ve evliya zatlar, şehitlerden elbette üstündür. Şehitler ölmeyince, yiyip içince, Resulullah’ın ve evliyanın ölmeyip yiyip içtikleri ve tasarrufta bulunmaları nasıl inkâr edilir ki?

Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Kalbleriniz temiz olsaydı, siz de benim duyduklarımı duyardınız.) [İ. Ahmed, Taberânî]

Bu hadis-i şerifteki gibi, kalbi temiz olan Hazret-i Ömer, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, komutanı Sariye’ye, (Dağa yanaş!) demiştir. (Şevahid-ün Nübüvve)

Yine bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Geçmiş ümmetler içinde, olay meydana gelmeden önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar vardı. Ümmetimden de Ömer, onlardandır.) [Buhârî, Müslim]

Hazret-i Ömer’inki gibi, başka evliyadan da birçok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40, Meryem 24, Al-i İmran 37, Kehf 17, 18)

Netice: Ölü olsun, diri olsun, Allahü teâlâ dilediğine gaybı bildirir; o da gaybdan haber verir. (Avarif-ül-mearif)