|
|
||
|
30 temmuz 2018 |
Papazın öğrettikleri: Türkiye daha büyük tehdit altında
Zekeriya Kurşun Yenişafak 30 Tem 2018, Pazartesi Papaz meselesi iyice can sıkmaya başladı. Elbette devam eden bir mahkeme konusunda burada hüküm verecek değiliz. Bağımsız mahkemeler kararını verecektir. Fakat çeyrek asırdır Türkiye’de faaliyet gösteren bir papazın bugün ortaya çıkan hamilerinin kimliği hiç de masum işler ile uğraşmadığını göstermektedir. Papaz meselesini şimdilik bir kenara bırakırsak, asıl can sıkıcı olan husus coğrafyamızda iki asra yakındır süren misyonerlik faaliyetleridir. Belki bugün düşünülmesi gereken en önemli mesele budur. ETRAFIMIZDAKİ TEHLİKE Meselenin iki boyutu vardır. Birincisi, kuşkusuz misyonerlerin hangi amaçla, nasıl ve kimlerin himayesinde bu faaliyetlerini sürdürdükleridir. Bu konuda zengin bir literatür olmasına rağmen maalesef işin mahiyeti ve tehlikesi hakkında bugüne kadar toplumsal bir duyarlılık geliştirilmemiştir ve ancak gözümüzün önünde bir film gibi gelişen son papaz olayı ile meselenin arka planının ne kadar karmaşık olduğu anlaşılmıştır. Misyonerliğin sadece bir inancı, bir dini tebliğ etmek olmayıp, asıl amacının faaliyet gösterilen toplumu ifsat ve düzenini sarsmak olduğu ortaya çıkmıştır. Düşünün bir kere eğer meş’um 15 Temmuz darbe girişimi olmasaydı, adı geçen papaz kimsenin dikkatini çekmeden sözde Hz. İsa adına toplumu ama özellikle gençleri ifsada devem etmeyecek miydi? Dahası yozlaşmanın arttığı ve dini değerlerin yok sayıldığı çağımızda papazın faaliyetleri erdemi temsil edecekti. İkinci boyutu ise misyonerlerin hedef kitlesidir. Oldukça vahim ve hatta bütünüyle uykularımızı kaçırması gereken bu duruma maalesef henüz dikkat çekilmemiştir. Şöyle veya böyle Brunson’un faaliyetlerine son verildiğinde sorun bitecek mi? İstanbul’un varoş veya zengin kesimlerinde, Adana’da, Mersin’de Gaziantep’te veya Türkiye’nin başka yerinde faaliyet gösteren misyonerler durdurulmuş olacak mı? Elbette hayır. Çünkü misyonerlerin hedeflerine açık bir toplum, değerlere aç bir gençlik bulunmaktadır. Şöyle kulaklarınızı açıp etrafı dinleseniz birçok hikâyeyi duyacaksınız. Sadece Hristiyan misyonerleri değil, benzeri yöntemi takip eden ve Hz. Peygamber hatta Allah adına gençleri avlayan onlarca örnek göreceksiniz. Özellikle iki grup bu tehdidin altındadır. Birincisi, Türkiye’de modernite, akılcılık modası altında değerlerinden uzak tutulan veya daha açık bir ifade ile kendi değerlerine karşı kompleks geliştirmiş ailelerde yetişenler misyonerlerin kolayca hedefi olmaktadır. Onların sunduklarına kolayca inanmakta hatta misyonerliğe bile soyunmaktadırlar. Bunun en acıklı örneklerinden biri ünlü şair Tevfik Fikret’in oğlu değil midir? Ünlü olduğu için Haluk’un hikayesini biliyoruz ama bugün hikayesini bilmediğimiz yüzlerce örnek çevremizde yaşamaktadır. Diğer hedef kitle ise aşırı gelenekçi kurallar ile yaşayan ve sorgulamayı adeta günah sayan ailelerin çocuklarıdır. Onlar ya DAEŞ gibi radikal ya da selefi meşrep grupların veya misyonerlerin eline düşmektedirler. “Kol kırılır yen içinde kalır” mazeretine sığınmadan etrafınıza bakarsanız pek çok örneklerine üzülerek şahit olacaksınız. Hangi meşrepten olursa olsun misyonerlik tabiatı itibariyle masum değildir ve hamisiz yürütülemez. Hamilerin hedefi ise misyonerlerin savundukları değerler değil, faaliyet gösterilen coğrafyalardaki menfaatleridir. Tarihimiz bunun onlarca örneğine şahit olmuştur. Osmanlı devletinin çöküşüne giden yolda özellikle ABD destekli Protestan misyonerlerin rolü çok büyüktür. Tanzimat ve Islahat fermanlarından sonra Osmanlı coğrafyasında faaliyet göstermeye başlayan Protestanlar hızlı bir şekilde taraftar bulup, devlet içinde tüzel bir kişilik (millet olma) kazanmak istiyorlardı. Ana hedefleri Osmanlı’da yaşayan Hristiyanlardı. Onların mezheplerini değiştirip hedeflerine varacaklardı. Ama bunda sayısal olarak bir başarı sağlayamayınca, aynı grupları, Devlete karşı kullanacak fikirler geliştirip, planlar yapmışlardır. Ermenileri devlete karşı kışkırtanlar onlardır. Araplar arasında milliyetçi fikirleri serpiştirenler ve hatta teşkilatlandıranlar yine onlardır. Osmanlı Devleti’ne başkaldıran Bulgar milliyetçilerini yetiştirenlerin de onlar olduğu unutulmamalıdır. Bunların her birinin hikayesi pek çok kitap ve makaleye konu edilmiştir. Ama ben size rahip Brunson meselesine benzeyen ve ABD’nin de ilk rehine hadisesi kabul edilen bir hikâyeyi anlatarak bu yazıyı bitireyim. RAHİBE MISS STONE VE OSMANLI DEVLETİ Osmanlı Devleti’ni Balkanlar’dan çıkarmak isteyen güçler Berlin Anlaşması’nda alınan kararları adım adım hayata geçirmek istemektedirler. 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler tahrik edilirken, 23. Madde ile Balkanlar’da Bulgarlar ve Yunanlılar devlete karşı ayaklandırılmaktaydı. Anlaşmanın getirdiği yükümlülükler ve ağır şartlar altında önce özerk statü kazandırılan Doğu Rumeli, yine özerk statüsü olan Bulgaristan tarafından ilhak edilmiştir. Bulgarlar nüfusunun yarısı Müslüman olan Makendonya’ya göz dikmişler ve Batı’nın dikkatlerini çekmek için çeteler oluşturup terör estirmeye başlamışlardır. İşte tam bu sırada, Elen Maria Stone adında ABD’li Protestan bir rahibe ortaya çıkacak ve köylerde, dağlık kesimlerde Bulgarların çocuklarını eğitmeye kalkışacaktır. Hamile olan arkadaşı Katerine Stefanova ile köyler arasında dolaşırken dönemin ünlü Bulgar çetecisi Sandansky tarafından 21 Ağustos 1901 tarihinde kaçırılacaklardır. Hemen Batı ve ABD basınına servis edilen olay, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmıştır. Çeteciler hükümetten salıverme karşılığında 120 bin altın lira fidye talep etmişlerdir. Devlet bunun bir gelenek haline gelmesinden endişelenerek ve teröristler ile pazarlık yapılmasını doğru bulmayarak önce fidye ödemek yerine kurtarma operasyonları başlatmıştır. Ancak ABD’de fidyeyi ödemek için bir kampanya başlatılarak bütün dünya ayağa kaldırılmıştır. Devlet daha da zor durumda kalmıştır. Fidyenin ABD tarafından ödenmesi, devleti daha büyük sıkıntılara düşürecek ve ABD ile Bulgar çetelerinin iş birliğine de vesile olacaktı. Bu yüzden başvurulan ilk tedbirlerden sarfınazarla devlet talep edilen fidyeyi ödeyerek rahibeyi kurtaracaktır. Peki sonra mı ne oldu? Dünyayı ayağa kaldıran hadise araştırıldığında, aslında bu kaçırma işinin rahibe ile terör başı Sandansky ile anlaşıp hayata geçirdikleri bir mizansen olduğu ortaya çıkmıştır. Anlayacağınız sadece Evanjelist ve Trump ve senatörleri değil eskiden beri bu topraklarda ABD-terörist iş birliği bulunmaktadır. ************** Not: Prof. Dr. Zekeriya Kurşun bir Tarihçidir. Dr.C.Ahmet Akışık’ın öğrencisi olmuştur. |