Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

31 Mart 2019

BATI İSLAM DÜŞMANLIĞINDA ESASTA

MÜSLÜMAN ETİKETLİ KİŞİLERİ KULLANIYOR?

Dr. C. Ahmet Akışık   - c.ahmetakisik@gmail.com

Ülkemizde Diyanet ve dini Yüksek Öğretim, İttihad ve Terakki döneminden beri çeşitli baskı ve müdahalelere konu oldu. Zaman zaman bu müdahale resmen devlet ve ilgili organlarca yapıldı. Bunun en açık örneği, Ezan’ın değiştirilmesinde görüldü. Kur’an ve ibadetlerde yapılmak istenen değişiklik ve reform teşebbüsleri ise, halkın tepkisiyle karşılandı ve yaygınlık kazanamadı. Halk, hangi adla gelirse gelsin bu değişiklikleri, İslam’da reform olarak gördü ve camiye sokmadı.

Ancak Türkiye’de her alanda görülen modernizm, Misyonerlikle beslenen Oryantalistlerin hedeflerini gerçekleştirmede uygun bir ortam oldu. Halkın ikna olması beklenilmeden dini kurumların etki altına alınması gerekiyordu. Çok geçmeden Türkiye’ye Müsteşrik temsilcileri gönderilmeye başlandı. Meşrutiyet döneminde tartışma konusu olan Tuba ağacı modeli, üst düzey “dini kurumlar”da uygulamaya konuldu. Buna göre İslam’ın esas unsurlarında yapılacak değişiklikler, bilimsel (!) formatlar içinde  “Yüksek Öğretim”de ve bir istihdam mahalli olan “Diyanet”te başladı.

Türkiye’de Batı’nın öngördüğü projeler doğrultusunda İslam’ı revize etmeye kalkanlar, nefret duydukları ve “geleneksel İslam” dedikleri “Sünni Müslümanlık”tan özlem duydukları ve asli rukünleri değiştirilen Batı İslamı’na koşar adımlarla ilerlemeye başladılar. Hatta bazı yerli Reformistler bunu, imanlarını terketme uğruna severek, iştiyakla yapar hale geldiler. Bu fasit çalışmalar, şu başlıklar altında ele alınabilir:

“Akl”ı tek ölçü alma

Modernistler, İslam akıl dinidir, derler. Düşünme ve aklı çalıştırma ile ilgili ayetleri, delil gösterirler. Buna dayanarak, “vahy”i batıl şekilde yorumlar ve mevsuk hadisleri inkar ederler.

Fakat akıl ve mantık, dini anlamada tek ölçü olabilir mi? İblis de kendine göre akıl yürütmüş ve yüce Allah’ın secde emrine karşı gelerek şu itirazda bulunmuştu:

Ben Âdem’den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın. (A’raf,12)

Hazret-i Musa’ya tabi olmayan ve aklını kullanan Firavun da şöyle demişti:

Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve size doğru yolu gösteriyorum, (Mü’min,29) diye karşılık vermişti. Ancak her ikisinin de görüşü batıldı. Bu kıyas, kendilerini ateşten kurtaramadı.

Mutezile, neo-muteziler ve İslam’da Felsefeciler, “akl”ı vahyin ve naklin önüne geçirerek, Kur’an- kerim ve Hadis külliyatında geçen bir çok muhkem ve müteşabih lafızları ve gayb ile ilgili hakikatleri, akla uymadığı gerekçesiyle batıl şekilde te’vil etmişler ya da inkar cihetine gitmişlerdir.

Bu konuda şöyle bir yol takip etmişlerdir: Kaderle ilgili ayetleri, fasit yorumlamış, konuyla ilgili hadisleri “haber-i âhad”ı ileri sürerek devre dışı bırakmış ve 1400 senelik Sünni Akaid’i görmezden gelerek, “Kadere iman”a inanmamışlardır. Üstelik bu mantık, insana bir de kendi fiillerini yaratma yetkisi vermiştir. Ancak bu batıl iddiada bulunanlardan hiç biri, kendi ecellerine mani olamamışlar ve vakti gelince hepsi Kader-i ilahiye teslim olmuşlardır.

Ülkemizde kitapları senelerce bilerek veya bilmeyerek basılan Mevdudi, Modernist ve Siyasal İslamcı idi. Batı patentli İslam taraftarıydı. Vahhabi ve Selefi idi. Mekke’de bulunan Râbıtatü’l-âlemi’l-İslâmî’nin kurucularındandı. Medine’deki el-Câmiatü’l-İslâmiyye’nin akademik kadrosunda yer almıştı. Ülkemizdeki Hüseyin Atay gibi kaderi inkar konusunda kitap yazdı. Vahhabi ilkeleri doğrultusunda kaleme aldığı Tefsirini FETÖ’den tutuklanan Zaman Gazetesi yazarlarından Ali Bulaç tercüme etti. İslam’da sapkınların düzenledikleri ve adete İslam’ın açık artırmaya çıkarıldığı Abant toplantılarında Bulaç, H. Karaman’la birlikte önde gelen aktörlerdendi.

Hayrettin Karaman, bu hüviyetiyle Mevdudi’ye “Ehl-i Sünnet”tir, demektedir.

Geleneksel İslam

Modernistler, özellikle Selçuklu ve Osmanlılar tarafından temsil edilen 1400 senelik Sünni İslam’a “Geleneksel İslam” demektedirler. Bunun artık mîadı/kullanım süresi dolduğunu ve Batı standartlarına uygun yeni bir İslam üretilmesi gerektiğini söylemektedirler. Bunu gerçekleştirebilmek için Fıkh’ı, Hadisler’i, hatta Kur’an’ı tartışmaya açarlar. Batı’da Kilisenin tahakkümüne karşı gelişen “Aydınlanma çağı”nı kendilerine örnek alırlar. Çünkü bu hareketi başlatanlar: “Artık dini, vahyi esas alma devri kapanmıştır. Dine dayanan bütün kitap ve bilgiler, geleneği oluşturmaktadır. Bu çağ, akıl ve deney çağıdır. Gerçek de bu yolla elde edilen bilgilerdedir.” derler.

Aynı mantık Niyazi Kahveci’de de görülmektedir:

“Aydınlanma, düşünürlerin ürünüdür. Bu düşünürler; katı dogmatik din öğretisinin karşısında, akılcı ve bilimsel düşünmenin gücünü ve değerini vurguladılar. Güçlü Kilise örgütünün, dinsel bir toplumun ve krallığın engellemelerine rağmen beyninden başka gücü bulunmayan bu düşünürler, insanlık için canları pahasına mücadele vererek, aydınlanmayı getirmişlerdir.”

Batı, İslam ve Müslümanlar için dinin her alanında çeşitli tuzaklar hazırlamıştır. Batı’da doktora yapan İlahiyatçılar ve İslam’a inanmayan, hatta çoğu İslam düşmanı olan Müsteşriklerin (Dozy ve Caetani gibi) eserlerinden İslam’ı öğrenenler, kolayca bu tuzaklara düşebildiler. Ülkelerinden Müslüman olarak çıkanlar, memleketlerine İslam muarızı olarak döndüler. Bir İslam ülkesinde Batı İslamı’nı öğreten İlahiyat’a beş vakit namazını kılan olarak girenler, namazdan âzede Peygambersiz Kur’an Müslümanı olarak mezun oldular.

İniş sırasına göre Kur’an meali olan ve halen Üniversite’de ders veren Niyazi Kahveci’nin Batı ve İslam dünyasına bakışı, üstad N.F. Kısakürek’in ifadesiyle “fikir kısırlığı”, ecdadımız Selçuklu ve Osmanlı’nın temsil ettiği Sünnilik’e nefret duyuşu aynen şöyledir:

Doğu İslam dünyasında Sünnilik; Mutezile hariç tutulursa, Gazali’nin felsefe ve akıl düşmanlığını kafa yapısına uygun bularak, nakilciliği benimsemiş ve 11’inci asırdan itibaren düşünmeyi durdurmuş ve teolog üretememiştir. Sünniler, felsefi düşünme ve akıl yürütme işlemi gibi kafa yormak gerektirmeyen ve davranışçılıkla meşgul olan Kelam ve Fıkıh gibi alanlar ile mutlu idiler. Halen de öyledir!”

“Çağımızın ürünü kavram, kurum, kuram, sistem ve değerler; kutsal kitaplar (Kur’an) dahil, daha önce yazılmış eserlerde bulunmazlar. Mesela; demokrasi, eşitlik, insan hakları gibi kavramlar, çağımızdan önce mevcut değildi. Bu nedenle; bu gibi kavramları çağımız öncesi yazılmış eserlerde ve kitaplarda aramak gereksizdir.”

Dinsel düşünüş döneminde olmak, bütün olaylara kutsal kitap (Kur’an) ve din gözüyle bakmak demektir. Problemler dinle çözülmeye çalışılıyorsa, ne konuşulursa konuşulsun konu mutlaka dine geliyorsa, yaygın din istismarı yapılabiliyorsa, dinsel konuların reytingi fazla ise, o toplum dinsel düşünme dönemindedir.” (Bkz. N.Kahveci, Çağımız ve Türkiye, Sinemis Yay. 2018 )

Oryantalist temsilciliği

Yurtdışına çıkan ve Avrupa’da ikamet eden Modernist İslamcılar, Batı tarafından Oryantalist Merkezlerinde hizmet içi eğitimine alınırlar. Bu eğitimin yapıldığı yerler, genelde Misyoner Müsteşriklerin çalıştıkları “Doğu Bilimleri” bölümleri olan Üniversitelerdir. Buralarda adeta fikri ve imani beyin ve kalp ameliyatlarına tabi tutulurlar. Geleneksel İslam dedikleri Sünnilik yapısına ait ne varsa hepsi çıkarılır. Çünkü bunlar kendilerine göre “ur” kabul edilir. Fazlurrahman bunu çok açık olarak şöyle ifade eder: “İngiltere’ye geldikten ve Felsefe alanında çalışmaya başladıktan sonra ailem ve ülkemden aldığım, öğrendiğim İslam’a bakış açım çok değişti. Kur’an, vahiy ve Peygamberlikle ilgili bilgilerimin hiç de Oryantalist hocalarımın dedikleri gibi olmadığını gördüm.”

Modernist İslamcılar, gerekli fikri/Oryantalist donanıma sahip olduktan sonra bunları yaymak ve pazarlamak için uzun süreli seyahate çıkarlar.

Çeşitli İslam ülkelerine seyahat eden Modernist İslamcılardan bazıları şunlardır:

Muhammed Hamidullah (ö.2002)

Hindistan doğumludur. Hukuk okudu. Doktorasına tamamlamak için Almanya’ya gitti. San‘a, Mekke, Medine, Beyrut, Şam ve Kahire’de bulundu. 1932 yılında İstanbul’a geldi. Burada Şerefettin Yaltkaya ve Alman Müsteşrik Hellmut Ritter ile tanıştı. Doktora sürecinde Alman Müsteşrik Paul Ernst Kahle ve Alman Asıllı İngiliz Müsteşrik Fritz Krenkow ile yakın ilişki kurdu. İslâm’ın ilk dönemine ait siyasî belgeler üzerinde çalışırken Fransız Müsteşrik M. Gaudefroy-Demombynes’den yardım aldı (1935). Fransız Müsteşrikleri olan Henri Laoust, Louis Massignon ve William Marçais’nin derslerine katıldı.

1936-1946 yıllarında ülkesi Hindistan’da Hukuk Fakültesinde ve Dini İlimlerde dersler verdi. 1948’de Fransa’ya yerleşti. 1951’de İstanbul’da düzenlenen 12. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’ne katıldı. 1952 yılından itibaren 23 yıl boyunca İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslâm Araştırmaları Enstitüsü’nde misafir profesör sıfatıyla ders verdi.  Aynı süre içinde Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi ile Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi’nde İslâm tarihi, İslâm müesseseleri tarihi, mukayeseli dinler tarihi ve İslâm hukuku dersleri okuttu. Ayrıca İstanbul, İzmir, Konya ve Kayseri’de çok sayıda konferanslar verdi.

Derslerini ve konferanslarını takip eden, daha sonra İslâmî ilimler alanında akademik çalışma yapanlar arasında Hayreddin Karaman, Bekir Topaloğu, Suat Yıldırım, Yusuf Ziya Kavakçı ve Salih Tuğ bulunmaktadır. (Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi)

Muhammed b. Tavît et-Tancî (ö.1974)

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/607042.aspx

Fazlurrahman (ö.1988)

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/604408.aspx

Cemaleddin Afganî (ö.1897)

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/606821.aspx

Amina Wadud

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/605053.aspx

Sonuç

Ülkemizde Üniversitelerimizde yaklaşık 40 seneden beri genellikle bilimsel çalışmalarda Geleneksel İslam olarak nitelenen Sünnilik, suçlu ve mahkum olarak yargılanmakta, diğer tarafta Batı’nın (Misyoner Müsteşriklerin) hazırladığı “ithal İslam” öğretilmekte, övülmekte ve ödüllendirilmektedir. Ekonomi ve Sanayide yerli ve milli’den bahsederken İslami eğitim’de “ithal İslam ve iman”ı kullanmak, herhalde ecdadımız Selçuklu ve Osmanlının kemiklerini sızlatmaktadır. Ayasofya’nın üzerindeki kâbus ne ise İlahiyat camiasının üzerindeki kâbus da aynıdır.

MAKALE 2019-03-27-01-02-17

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/607281.aspx

Ana Sayfa