Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

.

FIKH-I EKBER

FIKH-I EKBER:  İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe, Nu’mân b. Sâbit “rahmetüllahi aleyh”  (ö. 150/767):

Tevhîd

Tevhidin aslı, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna; hesap, mizan, cennet ve cehenneme inandım, bunların hepsi haktır.” demektir.

Yüce Alah, sayı yönüyle değil, ortağı olmaması yönüyle birdir. O, doğurmamış ve doğmamıştır; ona hiç bir şey denk değildir. O yarattıklarından hiç birine benzemez. İsimleri, zâtî ve fiilî sıfatlarıyla daima var olmuş ve var olacaktır.

Allahü Teâlâ’nın Sıfatları

Allahü teâlâ’nın zâtî sıfatları; hayat, kudret, ilim, kelâm, sem’, basar ve irade sıfatlarıdır. Fiilî sıfatlar ise, tahlîk (yaratma), terzîk (rızık verme) inşâ’ (yapma), ibdâ’ (örneksiz yaratma) ve sun’ (san’atlı yaratma) ve diğerleridir.

Yüce Alah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır. Onun isim ve sıfatlarından hiç biri sonradan olma değildir.

O ilmiyle daima bilir, ilim onun ezelde (başlangıcı olmayan sonsuzlukta) sıfatıdır.

O kudretiyle daima kâdirdir, kudret onun ezelde sıfatıdır.

Kelâmı ile konuşur, kelâm onun ezelde sıfatıdır.

Yaratması ile daima hâlıktır, yaratmak onun ezelde sıfatıdır. Fiilî ile daima faildir, fiil onun ezelde sıfatıdır. Fâil, Allah’tır, fiil ise, onun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey, mahlûktur. Yüce Allah’ın fiili ise, mahlûk değildir. Allah’ın ezeldeki sıfatları, mahlûk ve sonradan olma değildir. Allah’ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt eden ya da şüphe eden kimse, Yüce Allah’ı inkâr etmiş olur.

Kur’an-ı Kerim

Kur’an-ı Kerim, Allahü taâlâ’nın kelâmı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfûz, dil ile okunur ve Hazret-i Peygamber’e indirilmiştir. Bizim Kur’an-ı Kerim’i telâffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahlûk (yaratılmış)tur, fakat Kur’an, mahlûk değildir. Yüce Allah’ın Kur’an’da belirttiği Hazret-i Musa ve diğer peygamberlerden, firavun ve İblis’ten naklen verdiği haberlerin hepsi, Allah kelâmıdır; Cenab-ı Hak, onlardan haber vermektedir. Allah’ın kelâmı, mahlûk değildir, fakat Hazret-i Musa’nın ve diğer yaratılmışların kelâmı mahlûktur. Kur’an ise, Allah’ın kelâmıdır, kadîm ve ezelî (öncesi ve başlangıcı bulunmayan) dir; onların (yaratıkların) kelâmı ise, bu vasıfta değildir.

Allahü teâlâ’nın Allah, Musa’ya hitap ettiayetinde beyan ettiği gibi, Musa aleyhisselâm, Allah’ın kelâmını işitti. Şüphesiz ki Allah, Hazret-i Musa ile konuşmasından önce de, kelâm sıfatı ile sıfatlıydı.

Yüce Allah, yaratmadan önce de ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa peygambere hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelâmı ile konuştu. Onun sıfatlarının hepsi, mahlûkların sıfatlarından başkadır.

O bilir, fakat bizim bildiğimiz gibi değil. O kâdirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. O görür, fakat bizim görmemiz gibi değil. O işitir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil. Biz, organlar ve harflerle konuşuruz. O ise, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahlûktur (yaratılmıştır), fakat Allah’ın kelâmı, mahlûk değildir.

Şey, Cisim, Cevher, Araz ve Had

Yüce Allah, şey (varlık} dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. Onun varlığı, cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. Onun Kur’an’da zikrettiği gibi yed (el)i, vech (yüz)i ve nefsi vardır. Allah’ın Kur’an’da zikrettiği el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz (sağ, sol, ön, arka, alt, üst, zaman ve madde gibi fizikî şartlar ve şekiller dışında) sıfatlardır.

Onun eli kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu takdirde, sıfat iptal edilmiş/yok sayılmış olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile’nin görüşüdür. Onun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarındandır.

Allahü teâlâ, eşyayı (var olan) bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve hükmünü yürütendir. Allah’ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz’daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiç bir şey olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz’daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf (şartlara bağlı) olarak yazılıdır.

Kaza ve kader

Kaza, kader ve dilemek, onun nasıl olduğu bilinemeyen sıfatlarındandır. Yüce Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir; onu yarattığı zaman, nasıl olacağını bilir. Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir; onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Butün bu durumlarda yüce Allah’ın ilminde, ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey olur. Değişme ve ihtilâf, yaratılanlarda olur.

İman ve Küfür

Yüce Allah, insanları küfür ve imandan hâli/boş olarak yaratmış, sonra onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kâfir olan; kendi fiilîyle, hakkı inkâr ve reddetmesiyle ve Allah’ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiilîyle, ikrarı, tasdiki ve Allah’ın tevfik ve yardımı ile iman etmiştir.

Hazret-i Âdem’in Nesli

Yüce Allah, Hazret-i Âdem’in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu, onların imanıdır. İşte onlar, bu fıtrat üzere doğarlar. Bundan sonra küfre sapan, bu fıtratı değiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat etmiş ve devamlılık göstermiş olur.

Yüce Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış, onları mü’min veya kâfir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür, kulların fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kâfir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse, imanı halinde mü’min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.

Kulların hareket ve sükûn/hareketsizlik gibi bütün fiilleri, hakikaten kendi kesbleri (kazançları)dir. Onların yaratıcısı ise, Allahü teâlâ’dır. Onların hepsi, Allah’ın dilemesi, ilmi, hükmü ve kaderi ile olur.

Taatlerin (iyilik ve ibadetler) hepsi, Allah’ın emri, muhabbeti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Ma’siyetlerin (günahların, haramların) hepsi de Allah’ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri ile değildir.

Peygamberler

Peygamberlerin aleyhimüsselâm (salât ve selâm onların üzerine olsun) hepsi de küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hâllerden münezzehtir/uzaktır. Fakat onların sürçme ve hataları olmuştur. Hazret-i Muhammed, Alllah’ın sevgili kulu, resulü, nebîsi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiç bir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah’a ortak koşmamıştır. O, küçük büyük hiç bir günah işlememiştir.

Eshâb-ı Kiram

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Hazret-i Ebu Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer el-Faruk, sonra Zü’n-Nûreyn Osman b. Affan, daha sonra Aliyyü’I-Murtaza’dır. Allahü teâlâ hepsinden razı olsun. Onlar doğruluk üzere, doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden kimselerdir. Bir müslümanın, hepsine sevgi ve saygı duyması gerekir. Hazret-i Peygamber’in ashâbının hepsini, sadece hayırla anar (onların hiçbirine asla küfür ve lânet etmediği gibi, hakaret edici ve kötüleyici söz de söylemez).

Büyük Günahlar

Bir müslüman, helâl saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemekle kâfir sayılmaz. Bu durumdaki bir kimseden iman ismi kaldırılmaz, ona gerçek anlamda mü’min denir. Bir mü’minin kâfir olmamakla beraber günahkâr olması caizdir.

Mestler

Mestler üzerine meshetmek, sünnettir. Ramazan ayı gecelerinde terâvih namazı kılmak sünnettir.

İyi Ve Fâcir

Müslümanlardan her iyi ve fâcir (günahkâr) arkasında namaz kılmak câizdir.

Günahlar

 “Günahlar, mü’mine zarar vermez.” denilmez. Aynı şekilde “Günah işleyen bir kimse Cehennem’e girmez.” de denilmez. “Dünyadan mü’min olarak ayrılan kimse, fâsık da olsa Cehennem’de ebedî kalacaktır.” denilmez.

Mürcie’nin dediği gibi, “İyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affedilmiştir.” denilmez. “Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü’min olarak ayrılırsa, şüphesiz Allahü teâlâ onun amelini zayi etmez, aksine kabul eder ve ondan dolayı sevap verir.” denir.

Tevbe Etme

Allahü teâlâ’ya ortak koşmadan ve küfür dışında büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü’min olarak ölen kimsenin durumu, Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem’de azap eder, dilerse onu affeder ve hiç azaba uğratmaz.

Her hangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yok eder. Aynı şekilde ucüb (kendi amelini üstün görmek) de böyledir.

Mu’cize ve Kerametler

Peygamberlerin aleyhimüsselâm mu’cizeleri ve velilerin kerametleri haktır/gerçektir. Ancak, haberlerde belirtildiği üzere, İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecek hâllerine mu’cize de, keramet de denilmez. Bu, onların hacetlerini yerine getirmedir. Çünkü Allah, düşmanlarının hacetlerini, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar da buna aldanarak azgınlık ve küfürde haddi aşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.

Yüce Allah, yaratmadan önce de yaratıcı, rızıklandırmadan önce de rızık verici idi.

Ru’yet

Allahü teâlâ, ahirette görülecektir. Mü’minler, Allah’ı Cennet’te, aralarında bir mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.

İmân ve İslâm

İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakîn ve tasdîk yönünden artar ve eksilir.

Mü’minler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine eşittirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar.

İslâm, Allah’ın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve islâm arasında fark vardır. Fakat islâmsız iman, imansız islâm da olmaz. Onların ikisi de bir şeyin i ve dışı gibidirler.

Din ise, iman, islâm ve şeriatların hepsine birden verilen isimdir.

Müslümanlar, yüce Alah’ı kendisini kitabında vasıflandırdığı bütün sıfatlarıyla gerçek olarak bilir. Hiç bir kimse Allah’a, onun şanına lâyık şekilde hakkıyla ibadet etmeye kâdir değildir. Fakat insan, ancak Allah’ın kitabında, Resulünün bildirdiği kadar Allah’a ibadet eder.

Bütün mü’minler; ma’rifet, yakîn, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit gibi hususlara iman konusunda birbirlerine eşittirler. Ancak bu konulara birbirlerinden farklıdırlar.

Yüce Allah, kullarına karşı lûtufkârdır, âdildir, kulun hakettiği sevabı lûtfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, âdaletinin icabı olarak işlediği günahtan dolayı cezalandırır. Aynı şekilde kendisinden bir lûtuf olarak da bağışlar.

Şefâat

Peygamberlerin aleyhimü’s-selâm (salât ve selâm onların üzerine olsun) şefaati haktır/gerçektir. Peygamberimiz aleyhisselâm’ın şefaati, günahkâr mü’minler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı haketmiş olanlar için hak ve sabittir.

Kıyamet günü

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır/gerçektir. Hazret-i Peygamber’in havzu haktır. Kıyamet günü hasımlar arasında iyilikler alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması hak ve caizdir.

Cennet ve cehennem, halen yaratılmıştır, ebediyen (sonsuz olarak) de fâni olmayacaklardır. Huriler, sonsuz olarak ölmezler. Yüce Allah’ın cezası da, sevabı da ebedîdir.

 Hidayet ve Dalâlet

Allahü teâlâ, dilediğini kendisinin bir lûtfu olarak hidayete ulaştırır. Dilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Allah’ın sapıklığa düşürmesi hızlanıdır. Hızlanın manası ise, Allah’ın razı olacağı şeylerde onu başarılı kılmayıp yardımını kesmesidir. Bu Allah’ın adaleti gereğidir. Aynı şekilde Allah’ın, isyanları sebebiyle günahkârları cezalandırması da adaleti icabıdır.

Şeytan

“Şeytan, mü’min kuldan imanını baskı ve cebirle alır.” demek doğru değildir. “Fakat kul imanı terkederse, şeytan da onun imanını alır.” denir.

Münker ve Nekir

Kabirde Münker ve Nekir’in sualleri haktır (gerçektir). Kabirde ruhun cesede iade edilmesi haktır. Bütün kâfirler ve âsi mü’minler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır/gerçektir.

Âlimlerin, Allah’ın sıfatlarını farsça (arapçadan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat yed/el kelimesi, Allah’ın sıfatı olarak farsça söylenemez. Fakat farsça olarak, Rû-yi Huda/Allah’ın yüzü demek caizdir.

Alah’a Yakınlık ve Uzaklık

Alah’ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değil, keramet (lûtuf ve ihsan) ve zillet (lûtuf ve ihsanını kesmek) manasındadır.

İtaatli olan kul, Allah’a keyfiyetsiz (fizikî şartların dışında) olarak yakındır.

Âsi kul ise, keyfiyetsiz olarak Allah’tan uzak olur.

Yakınlık, uzaklık ve yönelmek, (mü’min olan) yalvaran kula râcidir (yalvaran kulla ilgili olarak kullanılır). Aynı şekilde Cennet’te komşuluk ve Allah’ın önünde bulunmak da keyfiyetsiz (sağ, sol, ön, arka, alt, üst, zaman ve madde gibi fizikî şartlar dışında) şeylerdir.

Kur’an-ı Kerim, Allah’ın Resulüne (Muhammed aleyhisselâm’a) indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır.

Kelâm manasında Kur’an ayetlerinin hepsi de fazilet ve büyüklük bakımından birbirine eşittir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti söz konusudur. Ayetü’l-Kürsî buna örnektir. Burada zikredilen Allah’ın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti bir araya gelmiştir.

Bir kısmında ise, sadece zikir fazileti vardır. Kâfirlerin kıssalarında olduğu gibi. Bu ayetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur; çünkü zikredilenler kâfirlerdir.

Allah’ın İsim ve Sıfatları

Allah’ın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazilette eşittir; aralarında farklılık yoktur.

Hazret-i Peygamber’in Anne ve Babası

Hazret-i Peygamber’in anne ve babası, câhiliyye itikâdı üzere (kâfir olarak) ölmemişlerdir.

[Bazı nüshâlarda Arapçada olumsuzluk edatı olan “”nın düştüğü görülmüştür. Bazı âlimlerin açıkça “kâfir olarak ölmüşlerdir” hükmüne karşılık, bazı âlimler bu konuda sükût etmeyi, yani bir şey söylememeyi tercih etmişlerdir. Bazı âlimler ise âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden çeşitli deliller getirerek mü’min olarak vefat ettiklerini ispat etmişlerdir.

Sahih ve en kuvvetli görüşe göre Peygamber aleyhisselâm’ın anne ve babası:

İbrahim aleyhisselâm’ın dinine bağlı muvahhidler / Allah’ın birliğine inanan mü’minler olarak vefat etmişlerdir.]

Hazret-i Peygamber’in Çocukları

Kâsım, Tâhir ve İbrâhim, Allah resulünün oğulları; Fâtıma, Rukıyye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm de kızları idiler. Allahü teâlâ hepsinden razı olsun!

İnsan tevhid ilminin inceliklerinden/İslâm akîdesi ile ilgili her hangi bir konuda güçlük/şüphe ile karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir alim buluncaya kadar, “Allah katında doğru olan ne ise, ona inandım.” demesi gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir. Bu hususta tereddüt ederek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse, kâfir olur.

Mi’râc

Mi’râc haberi, haktır/gerçektir. Onu reddeden, sapık bir bid’atçı olur. Deccal’ın, Ye’cüc ve Me’cüc’ün ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hazret-i İsa’nın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alâmetlerinin hepsi de haktır/zamanı gelince gerçekleşecektir.

Yüce Allah, dilediğini doğru yola hidayet eder.

Ana Sayfa