Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

01 Temmuz 2023

Nuruyla Zaman ve Mekânın

Billurlaştığı Medine Yılları

c.ahmetakisik@gmail.com

Hazret-i Peygamber aleyhisselâm’ın Yesrib’e hicretinden sonra, o şehir, Medine-i Münevvere olmuştu. Çağımızda Batı’nın sahte, iğrenç ve iki yüzlü sözde “çağdaş medeniyet!” maskesini düşüren gerçek medeniyet ile insan haklarının temelleri daha ilk hicrî yılda o mübarek şehirde atılmaya başlandı.

 

İlk Hicrî Yılın Genel Özellikleri

Bunlar, maddeler hâlinde şöyle sıralanabilir:

1. Müslümanlar, Resûlüllah’ın riyaset ve başkanlığında kendine hâs bir toplum/cemâat olarak, toplumda farklı sosyolojik bir kimlik meydana getirdiler. Böylece İslam toplumu kavramı doğdu. Bu toplumda Resûlüllah’a bağlılık ve tâbiiyyet, kimlikte esas oldu.

2. Müslümanlar, aynı iman esasları çerçevesinde, aynı ibadet ve ahlâk ölçülerine sahip oldular.

3. İslam toplumunda dost ve düşman tanım ve algıları aynı oldu.

4. Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlayan en etkili manevî müeyyide/yaptırım kardeşlik anlayışı ile müstesna bir adalet davranışı, bu toplumun belirgin nitelikleri hâline geldi.

5. Her türlü maddî ve manevî/psikolojik baskı, zulüm, haksızlık, saldırı yasaklandı ve dünyevî ve uhrevî/âhirete âit cezalar getirildi.

6. Bu şart ve vasıfları alenen veya kalben kabul etmeyen ya da reddeden Müslüman etiketli kişiler, münafık; İslâm dini’ne, Kur’ân ve Resûlüllah’ın peygamberliğine inanmayan da kâfir olarak ilân edildi.

 

Vahiy Kâtipleri

Peygamber Efendimizin gelen vahyi hemen yazıya geçiren vahiy kâtipleri olduğu gibi yabancı devlet adamlarından gelen mektuplara cevap yazan kâtipleri de vardı. Bunların sayıları kaynaklarda birlikte altmış beş (65), kırk üç (43) ve on dört (14) şeklinde gösterilmiştir (DİA, Vahiy kâtibi mad.). İslam toplumu genişledikçe katiplerin sayısı da artıyordu. Dönemler itibariyle ravilerden gelen sayılar, bundan dolayı değişik oluyordu. M. Asım Köksal, İslam Tarihi kitabında “yazıcılar” başlığı altında otuz sekizinin (38) ismini saymıştır (bk. Hicrî 1. Yıl bölümü).

Bu mübarek isimlerden bazıları şunlardır:

1) Hazret-i Ebû Bekir, 2) Hazret-i Ömer, 3) Hazret-i Osman, 4) Hazret-i Ali, 5) Übeyy b. Ka'b, 6) Zeyd b. Sabit, 7) Zübeyr b. Avvam, 8) Halid b. Saîd, 9) Ebân b. Saîd, 10) Hanzale b. Rebi’ el-Üseydî, 11) Ebû Eyyûb Halid b. Zeyd el-Ensârî, 12) Muaviye b. Ebû Süfyan (radıyallahü anhüm).

O dönemde kâğıt kullanımı yaygınlaşmadığı için âyetler ve mektuplar, özel olarak hazırlanan ve kırtas adı verilen derilere, yassı kaba taşlara, kürek kemiklerine, kumaşlara ve ağaç yaprakları gibi materyallere yazılıyordu.

Gelen âyetler, Eshâb-ı Kiram tarafından hemen ezberleniyor ve namazlarda okunuyordu.

 

İlim Merkezi “Suffe”

Suffe, Mescid-i Nebevî’nin bitişiğinde yoksul sahâbîlerin barınması için yapılan ve giderek bir ilim merkezi haline gelen mübarek bir mekândır. Burada kalan ve çoğunluğu muhacirlerden meydana gelen bu topluluğa Eshâb-ı Suffe veya Ehl-i Suffe denilmiştir. Eshâb-ı Suffe’nin ihtiyaçları Resûl-i Ekrem ve zengin sahâbîler tarafından karşılanırdı.

Suffe ehlinin özellikleri maddeler hâlinde şöyle verilebilir:

1) Resûl-i Ekrem kendisine getirilen sadakaların tamamını Suffe ehline gönderir, hediyeleri ise onlarla paylaşırdı (Buhârî, Rikâk 17).

2) İslâm’ı kabul edip Medine’ye hicret edenlerden yoksul, bekâr ve yakını bulunmayan sahâbîler burada kalıyorlardı. Ayrıca Ensar’dan ve Abdullah b. Ömer gibi evleri olan muhacirlerden bazılarının Suffe ehline imrenerek onlarla birlikte kaldıkları ve onlardan sayıldıkları bilinmektedir (Buhârî, Salât 58).

3) Yeni katılanlar veya evlenip ayrılanlar olduğu için Eshâb-ı Suffe’nin sayısı, 70-400 arasında sürekli değişiyordu.

4) Eshâb-ı Suffe’den güç sahibi olanlar, gündüzleri mescide su taşıyor ve dağdan getirdikleri odunları satıyor; onunla Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. Suffe ehlinin esas işleri, Kur’ân tilâveti, Kur’an hıfzı ve hadis rivayetiyle meşgul olmaktı (Müslim, İmâre 41; Beydâvî/Bakara,273).

5) (Sadakalarınız) kendilerini Allah yoluna (cihada) adamış fakirler içindir. Onlar (ticaret ve geçim için) yeryüzünde gezip dolaşamazlar. (Hâllerini) bilmeyen(ler) de, iffetlerinden (hayâlarından, istemekten çekindiklerinden) dolayı onları zengin zanneder(ler). Sen onları simâlarında(ki sıkıntı ve mütevâzîliklerinde)n tanırsın. Onlar, yüzsüzlük edip de insanlardan birşey isteyemezler. Siz, ne mal infâk eder (Allah yolunda verir)seniz, şüphesiz Allah, onu hakkıyla bilir (ve mükâfatını verir) (Bakara,273).

Bu âyet-i kerîme, ehl-i suffe hakkında inmiştir. Onlar - daha ziyade - Muhâcirlerden olup 400 kişi idiler. Kendilerini ilme, ibadete ve cihâda vermişlerdi “Beydâvî ve Celâleyn/Bakara,273”.)

6) Suffe ehline “kurra” denilirdi. Suffe merkezinde - namaz, oruç, zekât, nikâh, talâk, muamelât/alış veriş ve feraiz gibi – İslam dininin bütün dallarında dersler verilirdi.

Bazı kaynaklar, bu merkezin ilk İslam Üniversitesi olduğunu kaydetmektedirler. Bu durumda ilim, bir sistem dahilinde ve kontrollü olarak İslam toplumuna yayılıyordu. Kur’an’ın vahiy kâtipleri tarafından yazılması, namazlarda okunduğu için ezberlenmesi ve hadis nakillerinin “Kim, benim söylemediğim bir şeyi bana isnat eder (benim adıma bana yalan söyler)se, cehennemdeki yerine hazırlansın/Buhârî, Enbiyâ 50” gibi belli ölçü ve ikazlara bağlanması, İslam dininin en önemli özelliklerindendir. Onun için asırlar geçmesine rağmen İslam, vahyedildiği hâliyle saf, katkısız ve temiz bir şekilde mevcudiyetini korumaktadır.

Yahudilik ve Hristiyanlıkta bu ölçüde, bir sistem ve kurumlar olmadığı için kısa zamanda aslî hüviyetlerini kaybetmiş ve beşerileşmişlerdir.

7) Resûl aleyhisselâm, Suffe’nin idarecisi ve esas hocasıydı. Bununla beraber, başka sahabîlere öğreticilik görevi de veriyordu. Ubâde b. Sâmit’i yazı yazma ve Kur’an okumayı öğretmek üzere Suffe’ye tayin etmişti.

8) Ebû Hüreyre, Ehl-i Suffe’dendi. 5374 aded hadis rivayetinde bulunmuştur. Bazı merak edenlere çok hadis rivayet etme sebebini şöyle açıklamıştır:

Muhacirler çarşıda ticaretle, Ensar da malları ve mülkleriyle meşgulken Ehl-i Suffe’den biri olarak Resûlullah’ın yanından ayrılmadım, diğer sahâbîlerin bulunmadığı meclislere katılıp onların duymadığı hadisleri duyup ezberledim (Buhârî, Buyû 1).

Hadislerdeki birçok sened silsilesinin birinci halkasını Ehl-i Suffe’ye mensup isimlerin teşkil etmesi bunun bir delilidir.

9) Çok hadis rivayet eden sahâbîler, Ehl-i Suffe’dendir. İslâm hukuku alanında ortaya çıkan ehl-i hadîs ve ehl-i re’y taraftarlarının ilk temsilcileri kabul edilen Abdullah b. Ömer (1630 adet hadis rivayet etmiştir) ile Abdullah b. Mes‘ûd (848 adet hadis rivayet etmiştir) gibi birçok sahâbî de Suffe’den yetişmiştir. Bunun yanında ilk dönem zühd hareketinin Ehl-i Suffe ile başladığı, Suffe’nin tasavvufun nüvesini teşkil ettiği kabul edilmektedir.

 

Diğer Gelişmeler

Medine’de İslam toplumunda hicrî birinci yılda zikredilenlerden başka daha birçok gelişmeler olmuştur.

Bunlardan bazıları, maddeler hâlinde şöyle açıklanabilir:

1. Peygamberimiz aleyhisselâm, kendi ev halkını Medine'ye getirmek üzere azatlı kölesi Zeyd b. Harise ile Ebû Râfi'iyi; Hazret-i Ebû Bekir de Abdullah b. Uraykıt'ı Mekke’ye gönderdi.

Böylece kızları Hazret-i Fâtıma, Ümmü Külsûm, zevcesi Sevde binti Zem'a, (annemden sonra annem dediği) dadısı Ümmü Eymen ve dadısının oğlu Üsâme b. Zeyd;

Ebû Bekir radıyallahü anh’ın zevcesi Ümmü Rûman ve kızları Hazret-i Âişe ile Esmâ Medine’ye geldiler. Hepsi için radıyallahü anhüm/anhünne.

2. Selman-ı Farisî, uzun bir din arayışından sonra İslam ile şereflendi. Selman, İran/İsfahan’da mecusî bir aileye mensuptu. Ateşe tapıyorlardı. Bir gün yolu bir kiliseye düştü. Onların ibadetleri hoşuna gitti ve Hristiyan oldu. Sonra bu dinin en yüksek dinî lideriyle görüşmek istedi. Bulunduğu yere gitti ve davranışlarını kontrol etmeye başladı. Bir müddet sonra onun din adına sahtekârlık yaptığını gördü ve oradan ayrıldı. Böylece birkaç dini lider değiştirdikten sonra, son dinî bir lider ona, son peygamberin Araplar arasından çıkacağını ve şu sıfatları taşıyacağını söyledi. O da Medine şehrine geldi. Tarif edilen sıfatları, Hazret-i Peygamber’de görünce hemen Müslüman oldu.

Selman-ı Farisî‎ hakkında hadis-i şerifler şöyledir:

Allah teâlâ bana dört kişiyi sevmeyi emretti ve kendisinin onları sevdiğini haber verdi. Bunlar: Hazret-i Ali, Ebû Zer el-Gıfarî, Mikdâd b. Amr ve Selmân-ı Farisî’dir (Tirmizî, Menâkıb, 21).

Cennet şu üç kişiye müştâktır: Hazret-i Ali, Ammâr b. Yâsir ve Selmân-ı Farisî (Tirmizî, Menâkıb 34).

3. Medine’ye hicret eden Müslümanların bazıları, oranın havasına alışamadılar ve namazlarını ayakta kılamayacak derecede şiddetli hasta oldular. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz şöyle dua ettiler:

Allah'ım! Bize Medine'yi sevdir! Mekke'yi sevdirdiğin gibi veya daha fazla sevdir!

Allah'ım! Bizim için Medine'yi sağlığa elverişli kıl!

Onun vebasını başımızdan def eyle!

Allah'ım! Medine'de bize bereket ihsan eyle! diye dua buyurdular (Buhârî, Cihad 71-74; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Hicrî 1. Yıl bölümü).

Bir  müddet sonra hastalık kalmadı.

4. Peygamber aleyhisselâm, Mekke’de olduğu gibi, Medine’de de “harem/dokunulmazlık” sınırlarını çizdi. Şöyle buyurdu:

İbrahim (aleyhisselâm) Mekke'yi harem, dokunulmaz kıldı (Buhârî, İlim 37).

Ben de Medine'yi harem, dokunulmaz kıldım:

Onun iki kara taşlığının arası harem'dir, dokunulmazdır.

Onun bütünü korudur (muhafaza edilecek, korunacak yerdir): Onun yaş otu biçilemez! Onun avı ürkütülemez! Onun yitiği/kaybolan malı alınamaz. Ancak, onu ilan için alacak kimse bundan müstesnadır. Orada herhangi bir kimsenin savaş için silah taşıması, oradan ağaç kesmesi caiz değildir. Ancak, bir kimse orada devesini otlatabilir.

Medine, Âir ile Sevr arası olmak üzere, harem'dir, dokunulmazdır (Ebû Dâvûd, Hac 98). Orada kim bir günah işler veya günah işleyeni barındırırsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onun üzerindedir! (Buhârî, Fedâilü’l-Medîne 1 ve Cizye 17; Ebû Dâvûd, Hac 98; M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Hicrî 1. Yıl bölümü).

 

Kaynak:

Dr. C. Ahmet Akışık yazdı: Nuruyla Zaman ve Mekânın Billurlaştığı Medine Yılları (turkiyegazetesi.com.tr)

Ana Sayfa