Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

17 Aralık 2022

Hazret-i Peygamber’in

Medine’de İlk Hicrî Yılı

c.ahmetakisik@gmail.com

Günlerdir büyük bir coşku, heyecan ve hasretle beklenen Şerefli Misafir, Yesrib’in merkezine ulaşmış durumdadır. Daha Kuba’da iken Yesrib, Nurlu Şehir, Medine-i Münevvere olmuştu. Acaba o âlemlere rahmet olarak gönderilen kâinatın son Peygamberi, kime misafir olacaktı?

Kasva isimli deve, üzerinde vahye mazhar olan bir zât-ı muhterem’i, bir resûl’ü taşıyordu. Nasıl resûl, diğer insanlardan farklı ise, o da diğer develerden farklı idi. Onun için Resûlüllah, devenin önüne geçip kendilerinde misafir kalmasını isteyenlere: “Bırakınız, o, nerede duracağını bilir.” buyuruyordu.

O nur yüklü deve - şehir nurlanınca, deve nurlanmaz mı? - bir iki defa durdu, bir yerde çöktü, fakat tekrar kalktı ve yürümeye devam etti. Nihayet bir evin yakınına gelince, çöktü ve kakmadı.

Evet bu ev sahibi, şu anda kabr-i şerifleri İstanbul’umuzda bulunan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensarî (ö.49/669) hazretleridir.

Peygamberimiz aleyhisselâm, bu evde yedi ay kaldı ve her gün Ensâr-ı Kiram, bu mübarek eve, yemek ikramında bulundu. Daha ilk günlerde Es'ad b. Zürâre de çok özenle kıymetli ağaçlardan yapılmış bir serîr/somya hediye gönderdi.

Medine’de İslam toplumunda Hicrî birinci yılda öne çıkan bazı gelişmeleri, şu başlıklar altında verebiliriz:

 

DİN KARDEŞLİĞİNDE İLK ŞİFRE

Resûlüllah Efendimiz, İslam toplumunda insanlar arasında çok yaygın olan ve dedikoduya dayanan kötü zannı ortadan kaldırmak ve kalplerde sevgiyi tesis etmek için selâmlaşmayı tavsiye etti:

Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Uyguladığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız (Müslim, Îmân 24). Kısaca, es-selâmü aleyküm veya selâmün aleyküm, deyiniz. Çünkü selâm, yüce Allah’ın esmâ-i hüsnası’ndan biridir.

Batı’nın ve yabancıların İslam toplumunu değiştirmekte kullandıkları ilk davranış şekli, selâm’ı değiştirmek olmuştur.

 

İLK CENÂZE NAMAZI VE BEY’ATLER

1) Berâ' b. Ma'rur, Hazrec kabilesinden ve Ensar’ın başkanlarındandı. Peygamber aleyhisselâm, Medine’ye gelmezden bir ay önce vefat etmişti. Resûlüllah, Medine’ye gelince, onu kabri başında bir grup cemaatle birlikte cenaze namazını kıldı.

2) Ensar’dan 180 kişi gelip Peygamberimiz ile biat’te/bey’at’te bulundular.

3) Resûlüllah’ın vekili olarak Hazret-i Ömer de bir araya gelen kadın topluluğundan bey’at aldı ve dedi ki:

a. Allah'a hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayacağınıza, b. Zina etmeyeceğinize, c. Çocuklarınızı öldürmeyeceğinize, d. Zina iftirasında bulunmayacağınıza, e. Mârufta (dinin emirleri konusunda) Resûlüllah'a karşı gelmeyeceğinize dair, bana bey'at ediniz! " dedi.

Onlar da “ettik” dediler. Ömer radıyallahü anh da: Şahid ol, ya Rabbi, dedi.

 

MÜSLÜMANLAR ARASINDA KARDEŞLİK

Peygamberimiz aleyhisselâm, Medine'ye geldikten sonra, Mekkeli Müslümanlardan (Muhacirlerden) bazılarını, hem kendi aralarında birbirleriyle, hem de Medineli Müslümanlarla (Ensarla) ikişer ikişer kardeş yaptı.

Bu kardeşlik, maddî ve manevî yardımlaşma ve birbirlerine çoluk ve çocuklarından önce varis olma esasına dayanıyor; bilhassa yurttan, yuvadan, kavim ve kabileden ayrı düşmenin verdiği garipliği, mahzunluğu gidermeyi, Mekkelileri Medine'ye ve Medinelilere ısındırmayı ve kendilerine destek ve güç kazandırmayı amaçlıyordu.

Kardeş olanların sayısının, 90 veya 100 yahut 112 olduğu bildirilmiştir.

Ancak varis olma durumu, sonra Enfâl 75. âyetiyle kaldırılmıştır.

Dünyada bir örneği bulunmayan yadım ve feragate dayanan bu kardeşlik örneğinin, Peygamberimiz aleyhisselâm’ın Medine'ye gelişinden beş ay sonra gerçekleştiği ve Enes b. Malik'in evinde olduğu kaynaklarda yer almıştır (Buhârî, Menâkıb el-Ensâr 16).

 

MÜSLÜMAN KİMLİĞİ

Aşure, İslâm'da Muharrem’in onuncu gününe verilen isimdir. Muharrem orucunun Muharrem'in dokuzuncu gününden itibaren tutulmasının yerinde olacağı bildirilmiştir.

Aşure günü, öteden beri, Kureyş müşriklerinin bugünde oruç tuttukları ve bu güne saygı gösterdikleri bilinmektedir. Kureyş müşriklerince, Aşure gününde Kâ’be'ye örtü örtülmesi de âdet edinilmişti.

Medine’deki Müslümanlar, Yahudi toplum üyeleriyle daha sık görüşür oldular. Dolayısıyla onların dini hayatlarını yakından görme imkânı buldular. Yahudi cemaatinin Muharrem’in onunda bu orucu tuttuklarını ve sebebi sorulduğunda:

“Bugün, Allah'ın (Hazret-i) Mûsa'yı ve İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı, Firavun'u ve adamlarını suda boğduğu, Mûsa'nın da buna şükür olarak, oruç tutmuş olduğu bir gündür. İşte biz bunun için bugün oruç tutuyoruz!” dediler.

Bunun üzerine Peygamberimiz aleyhisselâm: Ben (kardeşim) Mûsa'ya ve onun orucunu tutmaya, sizden daha fazla yakınım ve daha lâyıkım, buyurdu.

Aşure günü (Muharrem’in 10. günü) oruç tutmaya hem kendisi devam etti, hem de bunu Müslümanlara – sünnet olarak – emretti:

Aşure günü oruç tutunuz ve Yahudîler’e muhalefet ediniz. Ondan bir gün önce (9. gün) veya bir gün sonra da (11. gün) oruç tutunuz (Ebû Dâvud, Oruç 65).

 

MESCİD-İ NEBEVÎ’NİN YAPILIŞI

Peygamberimiz zîşan efendimiz, memleketi Mekke’den ayrılarak ibadet, tâat ve risalet  görevini, emre uygun bir şekilde yapabilmek için yabancı bir yere gelmemişti. Müslümanların bol olduğu bir mahalle, bir şehire hicret etmişti. Onun için Müslüman kardeşleriyle sık görüşmesi ve bir resûl olarak kendisine vahyolunanları en kısa sürede Mü’minlere ve ilgili olan toplum fertlerine bildirmesi gerekiyordu. Böylece toplayıcı özelliği olan bir mekâna - Câmie/Mescid’e - âcilen ihtiyaç vardı.

Zâhir planda bir mescidin yapılmasına karar verildi. Aslında Resûl’ün hiçbir kararı, diğer insanlara benzemez. Çünkü o, Cibrîl-i Emin’in emir ve koruması altındadır. Onun sâdık arkadaşı Hazret-i Ebû Bekir’in şu sözü, gâfil Mü’minleri uyandırmaya yeter: “Resûlüllah’ın bir yanılmasına bütün hasenatımı değişirim” buyurmuştu.

Mescid-i şerifin yapılacağı yer, zaten işareten belirlenmişti. Kasva isimli devesinin çöktüğü alana, mekâna yapılmasına karar verildi. Resûlüllah, o arsanın kime âit olduğunu sordular.

Muaz b. Afrâ'/Sa’d b. Zürâre himayesinde Neccar oğullarından Sehl ve Süheyl isimlerinde iki yetim gence âit olduğu söylendi. Peygamberimiz, onlara: “Burasını Mescid yapmak üzere satın almak istiyorum, kaça satarsınız” dedi. Fakat mal sahipleri “Ya Resûlüllah, biz para istemiyoruz, hediye ettik.” dediler. Fakat Resûlüllah, satın almada, karşı taraf da hediyede ısrar ediyordu. Sonunda anlaşma oldu ve Allah’ın Resûlü, 10 bin dinar karşılığında arsayı satın aldı. Ödemede Hazret-i Ebû Bekir’i vekil etti (Buhârî, Menâkıb el-Ensâr 45; M.A.Köksal, İslam Tarihi).

Rebîulevvel ayında (Eylül 622) inşasına başlanan Mescid-i Nebevî, Şevval ayında (Nisan 623) tamamlandı. Temele ilk taşı Peygamberimiz aleyhisselâm koydu. Resûlüllah, Eshâb-ı Kiramla birlikte çalışarak 8 ay gibi bir zaman zarfında mescidi inşâ ettiler.

Mescid-i Nebevî, ilk yapılışta yaklaşık 1022 m2 üzerine oturuluyordu. Sonraları çeşitli ta’dilâtlar yapılarak o, hem genişletilmiş, hem de ona ilâveler yapılmıştır.

Mescid-i Şerif’in ilk imam-hatibi, Resûlüllah aleyhisselâm, müezzinleri Bilâl-i Habeşî ve İbn Ümmi Mektum idi.

Ayet-i kerime’de “takva üzere kurulan Mescid’in/Tevbe,108”, Mescid-i Nebevî olduğu hadis-i şerif’de belirtilmiştir (Tirmizî, Namaz 129; Müslim, Hac 96). Ancak bu mescidin Kuba mescidi olduğunu söyleyen âlimler de vardır (bk. Celâleyn ve Beydâvî/Tevbe,108).

Hadis-i Şerifler ile fazıleti de şöyle açıklanmıştır:

1) Benim mescidimde kılınan bir vakit namaz, Mescid-i Haram dışındaki diğer mescidlerde kılınan bin vakit namazdan faziletlidir (Nesâî, Mesâcid 4; Müslim, Hac 94).

2) Namaz kılmak için şu üç mescidden başka – Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksâ – hiçbir mescide yolculuk yapılmaz (Buhârî, Savm/Oruç 67).

3) Kim benim şu Mescidimde, bir tek vakti geçirmeksizin kırk vakit namaz kılarsa, kendisi için Cehennem’den berat ve azaptan kurtuluş yazılır. O kişi nifaktan da uzak olur (Ahmed b. Hanbel, H.No.12583; Taberânî, M.Evsat, H.No.5444).

Mescid’in yanına Peygamberimiz aleyhisselâm için odalar da yapıldı. Resûl-i Ekrem, Hazret-i Eyyûb el-Ensârî’nin evinde 7 ay kaldıktan sonra buraya kendi evine taşındı.

 

EZAN’IN MEŞRÛİYETİ

Müslümanları namaza da’vet için okunan ezan meşrû olmadan önce, Müslümanlar davetsiz olarak biraraya gelip, namaz vaktini bekliyorlardı. Namaz için bir nida edilmiyordu. Namaz vakitlerini birbirlerine haber vermede bir usül olmalıydı. Bu konuda sahâbiler tarafından bazı teklifler geldi. Bunlar arasında çan çalma, ateş yakma, boru öttürme ve bayrak dikme vardı. Ancak Resûlüllah bunların hiçbirini uygun bulmadı.

Bu arada Ensar’dan Abdullah b. Zeyd b. Abdi Rabbih, Hazret-i Peygamber’in yanına geldi. “Ya Resûlallah, ben uyku ile uyanıklık arasında iken, bana bir adam geldi. Namaza çağrı için bana bir şeyler öğretti. Onu arzetmek istiyorum.” dedi. Peygamberimiz dinlediler ve çok beğendiler. Aslında aynı rüyayı, Hazret-i Ömer de birkaç gün önce görmüş, fakat bir türlü Resûlüllah’a söyleyememişti. Ömer radıyallahü anh, bu durumu arzettiğinde, Resûlüllah’ın cevabı şu oldu: Vahiy seni geçti (Musannef, Abdurrezzâk H.No.1775). Demek ki, bu alelâde bir rüya değildi. Çeşitli hikmetlere binâen, vahiy sonra açıklanmıştır. Elbette her vahiy de âyet değildir.

Bunun üzerine Rahmet Peygamberi, hemen Bilâl-i Habeşî’yi çağırdı ve “Abdullah b. Zeyd’in dediklerini ezberle ve namaz vakitlerinde yüksek bir yere çıkarak, yüksek sesle onu oku.” buyurdu (Ebû Dâvud, Namaz 27; Tirmizî, Namaz 27; İbn Mâce, Ezan 1; Buhârî, Ezan 1).

Farz namaza kalkışta okunan kâmetin de aynı vesikalarla meşrû olduğu bildirilmiştir.

Buna göre İslam’ın nasıl uygulanacağı, Cibrîl-i Emîn’in ta’limi ve Resûlüllah’ın emir ve açıklamalarıyla Medine’ye ve diğer illere peyder pey yayılıyordu. Şer’î hükümlerin bildirilmesinde, hikmet gereği, insan tabiatına uygun tedricilik - birden bire değil, azar azar ve belli aralıklarla - uygulanıyordu. Bu ilâhi metot, namazın farz oluşunda – önce sabah akşam iki rek’at, sonra teheccüd, sonra da beş vakit - ve içkinin yasaklanışında açıkça görülüyordu. Bir yandan vahiy de devam ediyordu. Elbette bu sosyal vâkıada/olguda, menfaatleri zedelenen ve itibarları sarsılanlar da oluyordu. Bunların başında Müslüman olmadıkları hâlde Müslüman görünen Münafıklar vardı (bk. Münafikûn sûresi).

 

MÜSLÜMANLAR GİTTİKÇE ÇOĞALIYOR

Abdullah b. Selam, Yusuf aleyhisselâm’ın neslindendi. Medine Yahudilerinin ileri gelenlerinden ve alimlerindendi. Peygamber efendimizin huzuruna geldi ve dedi ki, “ben sana üç soru soracağım. Bunları ancak peygamber olanlar bilebilirler”. Daha soruları sormadan Cebrâil aleyhisselâm, soruların cevaplarını Resûlüllah’a bildirmişti. Sordu ve cevaplarını aldıktan sonra Müslüman oldu.

Sonra Yahudi âlimlerinden 1) Sa’lebe b. Sa'ye, 2) Useyd b. Sa'ye, 3) Esed b. Ubeyd ve başkaları da, samimî olarak Müslüman oldular ve Müslümanlıkta sebat ettiler.

Hazret-i Peygamber, Yahudi topluluğunu bizzat yurtlarına giderek imana da’vet ettiyse de onlar, iman etmediler ve Müslümanlara daha çok düşman oldular. O zamanki Münafıkların çoğu, Yahudiler arasından çıkmıştı.

 

ZAMANIMIZDA RESÛLÜLLAH’A VE KUR’AN’A KARŞI ÇIKANLAR

Medine döneminde Müslümanların en yakın düşmanları Münafıklar olmuştu. Çağımızda da özellikle İslam ülkelerinde açık ve gizli olarak, İslam, Kur’an, Hadis ve Resûlüllah münekkitleri ortaya çıkmıştır. Bunlar, idarî veya akademik yetkilerini kullanarak, Misyoner ve Oryantalistleri geride bırakacak şekilde İslam dininin temelleri olan Kur’an ve Hadis’i hedef almışlardır.

Ancak İslam, bütün esaslarıyla Dört Mezhep imamı ve bunlara bağlı âlimlerin naklettikleri şekliyle Kıyamet’e kadar bozulmadan korunacaktır (Hıcr,9).

Onlar (kâfirler), ağızlarıyla Allah'ın nurunu (İslam dinini) söndürmek (değiştirmek ve geçersiz kılmak) istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacak (Kıyamet’e kadar onu koruyacak)tır (Saff, 8).

Mescid-i Nebevî'nin "aleyhisselâm" genişletilmiş hâli.

 

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/hazret-i-peygamberin-medinede-ilk-hicri-yili-635267

Ana Sayfa