Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

03 Aralık 2022

Hazret-i Peygamber’in

Hicret Yolculuğu

c.ahmetakisik@gmail.com

Peygamberimiz aleyhisselâm’a 40 yaşındayken peygamberliği bildirildi. Mekke'de 13 yıl kaldıktan sonra, Medine'ye hicret etmesi Allah tarafından emrolundu.

Nübüvvetin 13. yılında, Zilhicce ayında Akabe'de Peygamber aleyhisselâm’a Ensâr/Medineli Müslümanlar tarafından yapılan 2. Bey'at’tan sonra, Hazret-i Peygamber, o yıl, Zilhicce'den kalan günlerle Muharrem ve Safer aylarında Mekke'de kaldı.

Sonra Peygamber aleyhisselâm, âilesine ve akrabasına dahi haber vermeden gizlice, yüce Allah’ın sıyaneti/koruması altında, hakikate gözlerini kapayan müşriklerin arasından geçerek, Hazret-i Ebû Bekir'le birlikte Sevr mağarasına geldiler. Orada üç gece kaldılar. Müşrikler her yerde dünya ve âhiret saadetini sunan Rahmet Peygamberi’ni arıyorlardı. Mağaranın önüne kadar geldikleri hâlde onları göremediler. Bu durumda sâdık arkadaşı çok korkmuştu. Peygamber aleyhisselâm ona, “korkma, Allah bizimle beraberdir (Tevbe,40)” buyurdu.

 

14. YIL: HİCRET YOLCULUĞUNA DEVAM

Bi’set’in/peygamberliğin 14. yılında hicret yolculuğuna devam edildi. Abdullah b. Uraykıt, müşrik olmasına rağmen mert ve sadık biriydi. Hazret-i Ebû Bekir’e âit iki deveyi üç gece sonra Sevr mağarasına getirmesi için ücretle tutulmuştu.

Deveye binme

Sözleşmeye uygun olarak, üçüncü gecenin sabahında, seher vaktinde develer getirilmişti. Hazret-i Ebû Bekr, üzerine binmesi için en iyi deveyi, Hazret-i Peygamber’e takdim etti. Fakat Peygamber aleyhisselâm bunu kabul etmedi. “Ben, bana âit olmayan bir hayvana binmem.” buyurdu. Sadık arkadaşı çok yalvardı, fakat razı olmadı. Sonra deveyi satın alma konusunda anlaşınca, ücret belirlendi ve konu hâlloldu.

Bu konuda Müslümanlar için arkadaşlık mevzuunda ve hukukunda ölçüler vardır.

Mekke’nin üstünlüğü

Peygamberimiz aleyhisselâm, Mekke’den çıkarken Hazvere denilen yerde durarak, Beytullah'a baktı ve şöyle buyurdu:

Ey Mekke! Vallahi sen, yeryüzünün en hayırlı ve Allah’a en sevimli olan yerisin. Eğer senden çıkarılmış olmasaydım, çıkmazdım (Tirmizî, Menâkıb 69; İbn Mâce, Menâsik 103).

Ey insanlar! Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün, şüphesiz, Mekke'yi haram kılmış (orada öldürme ve her türlü saygısızlığı şiddetle yasaklamış)tır. Artık Mekke, kıyamete kadar haramdır. (Şöyle ki:) Ağacı kesilmez, avı rahatsız edilmez ve lukatasını (yerde bulunan eşyayı) münşid (ilânla tanıtan) kişiden başkası ‎‎(yerden) almaz. (İbn Mâce, Hac Menâsiki 103).

Bazı fevkalâde hadiseler

1) Hazret-i Ebû Bekr, ticaret yaptığı için Mekke-Şam yolunda bazı yerleşim yerlerinde kendisini tanıyanlar çıkıyordu. Ona, yanındaki arkadaşını - Hazret-i Peygamber’i - soruyorlardı. “Bu önde giden adam kimdir?” diye. O da “kılavuzumdur/rehberimdir” diye cevap veriyordu.

Burada tevriye sanatının uygulandığı görülüyor. Dinleyen kişi, “yol kılavuzu” anlıyor, hâlbuki Hazret-i Sıddîk onu, “hidayette rehberim” anlamında kullanıyordu. Dolayısıyla yalan söylemiş olmuyordu.

2) Mekke-Medine yolunda ilerlerken, yiyecek-içecek ihtiyaçlarını karşılamak için bir yerde durdular. Burası, Ümmü Ma’bet Hatun’un oradan gelip geçenlere yiyecek ve içecek ikram ettiği bir satış yeriydi. Misafirlerimiz, Hatun’dan et, süt, hurma gibi şeyler istediler. Fakat o anda hiçbiri kalmamıştı. Hatta koyunları da sağma mevsiminde olmadığı için, hepsi de kısırdı. O anda yanlarından zayıf, çelimsiz bir koyun geçiyordu. Resûlü Ekrem, o akıllı ve pek zeki olan Ümmü Ma’bet Hatun’dan o koyunu sağabilmek için izin istedi. Hatun, çok şaştı, ama izin verdi. Müsaade alan Resûlüllah, besmele çekerek ve dua ederek koyunu sağmaya başladı. Bir anda koyunun memeleri sütle doldu. Orada bulunanlar, kana kana süt içtiler.

Bunu gören Ümmü Ma’bet Hatun, “bu mübarek bir zât olmalıdır” diyerek hemen bir koyun kesti, pişirdi ve misafirlerini ağırladı. Sonra onlar için et ve süt erzakı olarak yolluk hazırladı.

Ümmü Ma’bet Hatun, Medine’ye giderek, kocası da Resûl-i Ekrem’i yolda yetişerek Müslüman oldular.

3) Müşrikler, Peygamberi öldürene veya yakalayıp getirene 100 deve vermeyi ilân etmişlerdi. Sürâka b. Malik, bunu duyunca, kılıcını kuşandı, her türlü savaş hazırlığını yaptı ve atına atlayıp yola düştü. Bir müddet sonra onlara yetişti. Peygamber aleyhisselâm takip edildiğini anladı. Hazret-i Ebû Bekir, arkadaşına, bir şey geleceği için ağlamaya başladı. Cihan peygamberi, “korkma, Allah bizimle beraberdir” buyurdu. Sürâka’ya baktı ve başına bir belâ gelmesi için dua etti. O esnada Sürâka’nın atı, iki kez, tökezledi ve kendisi yere düştü. Üçüncüsünde yine hücuma geçti ve bu sefer atı, kumlara gömüldü. Artık her şey, hakikat, ayan beyan ortaya çıkmıştı. İyice anladı ki, bu peygamberdir ve onu koruyanlar vardır. Müslüman olduğunu o anda söylemedi ama, “eman” diledi. Eğer bu hâlden kurtulursa, kendilerine yardım edeceğine söz verdi.

Kurtulunca, gerçekten Hazret-i Peygamberi arayan bütün müşrikleri yolundan çevirdi. Mekke’ye gelince Ebû Cehl’in kendisini beceriksizlikle kınaması üzerine, “O, bir peygamberdir. Yakında bu yörelerin hepsine hâkim olacaktır.” dedi. Belli bir müddet sonra da Müslüman olduğunu ilân etti.

Yola devam

Bu Medine yolculuğunda yol güzargâhında bulunan Büreyde b. Husayb ve arkadaşlarının hepsi Müslüman oldular.

Medineli Müslümanlar, dört gözle Peygamber aleyhisselâm’ın gelişini gözlüyorlardı. Her sabah, sabah namazını kıldıktan sonra Harre mevkiine gelip öğle sıcağına kadar orada bekliyorlardı.

Bir gün güzel bir nida işittiler. O, geliyor diye. Bütün Müslümanlar, evlerinden çıkıp tekbir getirerek O’nun güzel cemalini görmek için yollara döküldüler. Çünkü o Rahmet Peygamberi, Kuba’ya yaklaşmıştı.

Kuba, Medine’nin bir köyü iken, sonra genişleyerek, Medine’nin bir mahallesi hâline gelmiştir.

 

HİCRÎ 1. YIL: KUBA’YI TEŞRİFLERİ

Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm ve Hazret-i Ebû Bekir, nübüvvetin 14’üncü, Hicret’in 1. Yılı (Eylül Miladi 622’de), Rebiulevvel ayının 12’sinde Pazartesi günü, kuşluk vaktinde, Kuba'da Amr b. Avf oğullarından Külsûm b. Hidm'in evine misafir oldu.

Külsûm b. Hidm, Medinelilerin eşrafından ve yaşlılarından, sâlih ve hânedan bir zât idi. Eshâb-ı Kirâm’dan daha önce hicret eden 10 sahâbî onun evinde kalmışlardı.

Kuba’da Kardeşlik

Peygamberimiz aleyhisselâm, Kuba'da bulunduğu sırada, Külsûm b. Hidm'in evinden çıkınca, Sa'd b. Hayseme'nin evine gider, orada Müslümanlarla oturur, sohbet ederdi. Sa'd b. Hayseme bekârdı. Muhacir Müslümanların bekârları, onun evinde kalırlardı. Onun için, bu eve "Bekârlar Evi" denirdi.

Evs ve Hazreç kabileleri Müslüman olmuşlardı. Fakat aralarında bazı anlaşmazlıklar vardı. Hazret-i Peygamber, araya bazı aracılar koyarak, bu küskünlüğü ve yanlış anlamaları ortadan kaldırdı. Böylece Müslümanların hilâfsız tam kardeş olmaları sağlanmış oldu.

İlk Mescid ve ilk Cuma Namazı

Resûl-i Ekrem daha Medine’ye gelmeden Kuba’da Amr b. Avf oğullarına âit bir hurma kurutma yerini mescid hâline getirmişlerdi. Ebû Huzeyfe’nin âzatlısı Hazret-i Sâlim burada bir grup muhâcir cemâate namaz kıldırıyordu. Bu cemâatin içinde zaman zaman Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Ömer de bulunuyordu (Buhârî, Ahkâm 25).

Resûlüllah Kuba’ya ulaşınca, orasını genişleterek Kuba Mescidi’ni bina etti. Bu mescidin inşasında Peygamber aleyhisselâm, bizzat işçi gibi çalışmış ve ilk taşı koyanlardan olmuştur.

Cuma günü gelince, ilk defa Cuma namazını kıldırmış ve hutbe okumuştur.

Mekke döneminde Müslümanların müstakil bir mescitleri yoktu. Herkes kendi evinde veya bir araya geldiklerinde bulundukları yerde namaz kılmak mümkün oluyordu. Müşriklerin sataşması ve hakaretlerinden dolayı Haram-ı Şerif’te nadiren kılınabiliyordu.

Onun için Medine dönemi’nde İslam ve İslâmî yaşayış, toplumsal bir realite olarak ortaya çıkmış ve kabul edilmiştir.

Kuba mescidi’inin fazileti hakkında Resûlüllah şöyle buyurmuştur:

Kuba mescidinde namaz kılmak, Umre sevâbı gibi sevap kazandırır (Tirmizî, Namaz 130).

Kuba’da ne kadar kaldı?

Rasûlüllah, Amr ibn Avf oğulları'nda on dört gece misafir kaldı (Buhârî, Menâkıb el-Ensâr 46). Burada Kuba mescidi inşâ edildi

Ayet-i kerime’de beyan edilen “takva üzerine kurulan” (Tevbe,108) mescidinin Kuba Mescidi olduğunu söyleyen âlimler olduğu gibi, bunun Mescid-i Nebevî olduğunu söyleyen de vardır (Celâleyn ve Beydâvî/Tevbe,108). Ancak hadis-i şerifte, “takva üzerine kurulan” mescidin Mescid-i Nebevî olduğu hadiste açıkça beyan edilmiştir (Tirmizî, Namaz 129; Müslim, Hac 96).

Bu arada Hazret-i Ali de Kuba’ya gelmiş oldu. Resûlüllah, bana Ali’i çağırın dedi. Fakat gelecek durumda olmadığı söylenince, kendisi gitti. Onu bitkin vaziyette görünce, şefkat ve merhametinden ağlamaya başladı. Çünkü Hazret-i Ali, yürümekten ayaklarının altı şişmiş, bitap düşmüştü. Geceleri yürüyor, gündüzleri gizleniyordu. Mesafe yaklaşık 450 km. idi. Rahmet Peygamberi, ayaklarını sıvazladı ve iyileşmesi için dua etti. Bir müddet sonra sağlığına kavuştu.

Bu anlatılanlarda düşünen Müslümanlar için çok ibretler vardır. Onun için Allah’ın en sevgili kulu ve onun cefakâr Eshâb’ı hakkında en küçük bir saygısızlık ve inkâr, insanı sonsuz mahrumiyete/azaba sürükleyebilir.

Kuba’da Münafıklar

Müslümanlar gün geçtikçe çoğalmaya başlayınca, dünya menfaati, itibar kaybı gibi sebeplerle Müslüman görünen kâfirler, ortaya çıkmaya başlamıştır. Mekke’de Müslümanların düşmanı Müşriklerdi. Fakat düşmanlıkları açıktı. Münafıklar ise, gizli kâfirlerdi. Bu bakımdan tespit edilmeleri zordu.

Kuba'da oturan 12 münafık vardı. Gizli gizli buluşuyor, Müslümanlara nasıl zarar vereceklerini konuşuyorlardı. Ebû Âmir, bunlardandı. Bu münafık, Dubay'a oğullarından olup, rahip diye anılırdı. Kendisi baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün de halasının oğlu idi.

Medine’ye Hareket

Peygamber aleyhisselâm, silâhlı ve savaş teçhizatına sahip Neccar oğullarının refakatinde Medine’ye gitmek üzere yola çıktı. Kuba ile Medine arası yaklaşık 5 km.dir. Hazret-i Peygamber’in dostları olduğu gibi düşmanları daha çoktu. Onun için dünya şartlarına göre fevkalâde tedbirler alınıyordu.

Bu arada Kubalı Müslümanlar, Saadet Güneşi’nin ayrılışına çok üzüldükleri için, “ya Resûlallah bizden usandın mı ki, bizden ayrılıyorsun” diyerek serzenişte bulunuyorlardı. Fakat o, Cibrîl Programı çerçevesinde hareket etmeye mecburdu.

Diğer tarafta Medine’deki Müslümanlar, sevinç içinde coşku ve heyecanla günlerdir sevgili Peygamberlerini bekliyorlardı. Acaba kime misafir olacaktı. Talipler çoktu. Rahmet peygamberi kimseyi kırmak da istemiyordu.

Medine’de ilk Cuma Namazı

Medine’ye ilerlerken Salim b. Avf oğullarının oturdukları Rânuna vadisine/mevkiine gelindiği zaman, Cuma namazı vakti girmişti. Onların misafirliğinde 100 kişilik bir cemâatle Cuma namazı eda edildi.

Artık İslam gerçeği, dalga dalga topluma yayılıyor ve aleniyet/açıklık kazanıyordu. Kâfirler istemeseler de, çeşitli tedbirler alsalar da, Yüce Hüküm karşısında herkes mağlup oluyordu. Çünkü azîz/her şeye gâlip olan Allah, nûrunu tamamlayacak (Saff,8) ve İslam, âlemşümul/evrensellik hedefini gerçekleştirecekti. Nitekim öyle de oldu.

Son dinin Peygamberi, Cuma hutbesinde şunları buyuruyordu:

Ey insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki, her biriniz ölecek ve davarlarını çobansız bırakacaktır.

Sonra Rabbi ona hitap edecek: Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi?

Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum. Sen kendin için (âhiret için) ne gönderdin?

O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek! Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka bir şey göremeyecek.

Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayrı işlesin. Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın. Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevap verilir (Buhârî, Rikâk 31).

Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!

Allah'a hamd olsun. Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim.

Nefislerimizin şerlerinden (Yûsuf,53; Dârimî, Nikâh 20) ve kötü amellerimizden, Allah'a sığınırız.

Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz (Zümer,37). Saptırdığını da hiç kimse hidayete/doğru yola iletemez (Rûm,29).

Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. O, birdir, O'nun ortağı yoktur (Saffât, 4 ve 35; Tâhâ,98; İhlâs,1).

Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabı’dır (Zümer,23).

Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyet’e girdirir, o da Kur’ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse, felâh bulmuş, kurtulmuştur.

Kitabullah, sözlerin en güzeli, en belâgatlisidir.

Allah'ın sevdiğini seviniz. Allah'ı candan gönülden seviniz (Buhârî, Edep 42).

Allah'ın kelâmından, zikrinden usanmayınız. Allah'ın kelâmından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin.

Çünkü, Allah'ın kelâmı, her şeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder. Helâl ve haram olan her şeyi beyan eyler (A’râf,157).

Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız.

Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz.

Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevgi hâsıl olsun.

Muhakkak biliniz ki, Allah, ahdinin bozulmasına gazap eder (Bakara,100).

Selam olsun sizlere (İbn İshak-İbn Hişam, Sîre, II/146-147; M.A.Köksal, İslam Tarihi, Hicri 1. Yıl).

Bizim misafirimiz olun

İki Cihan Güneşi, Kasva isimli devesinin üzerinde Yesrib’in/Medine’nin merkezine doğru ilerlerken, yanlarından geçtiği bütün kabilelerden da’vetler geliyordu:

Ya Resûlalah, bizde kal! Ya Resûlalah, biz seni koruruz!  Ya Resûlalah, bize in, bize buyur! Ya Rasûlallah, biz, geniş meydanlar, bağ ve bahçeler sahibiyiz!

Peygamber aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm da onlara dua ediyordu.

Da’vet edenler arasında şu kabileler bulunuyordu:

Sâlim b. Avf oğulları, Ubâde ve Abbas b. Sâmit, Beyâza oğulları, Sâide oğulları, Hârise b. Hazrec oğulları, Adiyy b. Neccar oğulları ve diğerleri.

Hazret-i Peygamber’in devesinin önüne geçip kendi hanelerine götürmeye kalkanlara, o Resûl:

Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur.” buyuruyordu.

Kâfirlerin, Oryantalistlerin ve Müsteşriklere tâbi olanların çözemedikleri şifre, işte buradadır! Peygamberi; vahiy, ilham ve melekten âzade/soyutlanmış bir kişi olarak düşünmeleridir. Sanki Peygamber, gayb ile ilgili bir şey söylediğinde onu kendiliğinden söylemektedir. Bir Mü’min, peygamberin “bu âyet’tir” dediğine de inanır, - âyet demediği - hadisine de inanır. Çünkü her ikisini söyleyen peygamberdir. Peygamber, mi’râc’a çıktım, diyor; kabir azabı vardır, diyor; Levh-ı Mahfuz’da her şey yazılıdır/kader vardır, diyor; namaz, hac ve zekât şöyle şöyle olacaktır, diyor.

Fakat Müslüman olduğunu söyleyen münafık, oryantalist İslamcı veya materyalist ilahiyatçı, ben bunlara inanmam diyor. Hâlbuki her âyet, vahye dayandığı ve melek getirdiği için “gayb”tır. Münkir ilahiyatçı, âyet nâzil olurken, orada değildi, meleği de görmüş değildi. Buna rağmen âyet’e sözde inandığını söylemektedir.

Hayır, mi’raca, kadere, kabir azabına, fiten hadislerine, nüzül-i İsa’ya ve Hazret-i Mehdi’nin geleceği’ne inanmayan, nasıl âyetlere inanacak? Ayet’i de hadisi de bildiren peygamber değil mi? Her ikisi de nakil yoluyla gelmiyor mu?

Demek ki, Medine dönemindeki Münafıklar, Seçuklu ve Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi, şu anda çağımızda ve ülkemizde de mevcuttur.

Onlar, Oryantalist ve Tâgut’a tâbi olarak, Resûlüllah’ın sunduğu İslam’a değil, Yahudi ve Hristiyanların önlerine koydukları Light İslam’a inanmaktadırlar. Çünkü Light İslam projesinde Peygamber de yok, Kur’an’ın ahkâmı da yok. Laisizmle ambalajlanmış ve beşerileştirilmiş sözde bir din var.

 

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/hazret-i-peygamberin-hicret-yolculugu-634898

Ana Sayfa