19 Kasım
2022
HAZRET-İ
PEYGAMBER’İN
PEYGAMBER
OLARAK
11. - 13.
YILLARI
c.ahmetakisik@gmail.com
Mekkeli
müşrikler,
Peygamber
aleyhisselâm’ın,
dünya
şartları
içinde
hâmisi
olan Ebû
Tâlib’in
vefatından
sonra,
işkence
ve
saldırılarını
artırmışlardı.
Ancak
İslam,
dalga
dalga
bütün
rahmetiyle
yayılıyor
ve
Müslümanlar
çoğalıyordu.
Hazret-i
Peygamber
de
toplantılar,
Kâ’be
ziyaretleri
ve hac
mevsimi
gibi her
fırsatı
değerlendirerek,
insanları
dünya ve
âhiret
saadetine
çağırıyordu.
11. YIL:
AKABE
ÖNCESİ
Peygamber
aleyhisselâm,
nübüvvetin/peygamberliğin
11.
yılında
hac
mevsiminde
Medine’den
gelen
6
Hazrecli
ile
Akabe
mevkiinde
görüştü.
Onlara
Kur’an
okudu,
İslam’ı
anlattı
ve
onları
dine
da’vet
etti.
Evs ve
Hazrecliler,
putperest
idiler.
Komşuları
olan
Yahudilerle
zaman
zaman
çarpışıyorlardı.
Onlardan
yakında
bir
peygamber
geleceğini
duymuşlardı.
Onun
için
Hazret-i
Peygamber’in
teklifini
hemen
kabul
ederek
Müslüman
oldular.
Bu dinin
esaslarını
kabilelerine
anlatacaklarına,
onları
yeni
dine
da’vet
edeceklerine,
şayet
Peygamber
Medine’ye
gelirse,
ona
yardım
edeceklerine
ve
gelecek
yıl yine
hacca
geleceklerine
söz
verdiler.
Söz
verdikleri
gibi,
bütün
kabile
üyelerine
Hazret-i
Peybambar’in
bir
Resûl
olduğunu
duyurdular
ve
İslamiyet’i
anlattılar.
Bu arada
Zekvan
b. Abdi
Kays,
Mekke’ye
giderek
Müslüman
oldu.
12. YIL:
İSRÂ ve
Mİ’RÂC
İsrâ ve
Mi’râc,
bi’set’in/peygamberliğin
12.
yılında
gerçekleşti.
Kelime
manası
olarak
Mi’rac,
yükseliş
aracı,
İsrâ
da gece
yolculuğu
demektir.
Peygamber
aleyhisselâm’ın
Mekke-i
Mükerreme’den
Kudüs’te
bulunan
Mescid-i
Aksâ’ya
gidişine,
İsrâ;
Mescid-i
Aksâ’dan
sidretü’l-müntehâ
ve daha
ileri
makamlara
yükselişine
de
Mi’râc
denir.
İsrâ,
âyet-i
kerime,
Mi’râc
da
hadislerle
sabittir.
Ancak
mi’râc’ın
âyetlerle
delâleti
de
bulunmaktadır
(Necm,7-18).
İsrâ
Ayet-i
kerime’de
buyruluyor:
Kendisine
âyetlerimizden
bir
kısmını
gösterelim
diye
kulunu
(Peygamberim
Muhammed'i)
bir
gece
Mescid-i
Haram'dan
çevresini
bereketli
kıldığımız
Mescid-i
Aksa'ya
götüren
Allah,
her
türlü
noksanlıktan
münezzehtir
(uzaktır
ve şanı
yücedir).
Hiç
şüphesiz
O
(Allah),
her şeyi
işitendir,
(gizli
açık)
her şeyi
görendir
(İsrâ,1).
Peygamber
efendimiz
bu
yolculuğunu
Cebrâil
aleyhisselâm’ın
rehberliğinde
“burak”
isimli
bir
binek (cennet
vasıtası)
üzerinde
yaptı.
Resûlüllah,
Mescid-i
Aksa’da
bazı
Peygamberlere
-
Hazret-i
Adem,
Nuh ve
İbrahim
aleyhimü’s-selâm’a
– imam
olup iki
rek’at
namaz
kıldırdı.
Mi’râc
Sonra
Hazret-i
Cibrîl
ile
birlikte
yedi kat
semaya
yükseldi.
Semaların
her
birinde
sırasıyla
1.de
Hazret-i
Âdem,
2.de
Îsâ ve
Yahya,
3.de
Yûsuf,
4.de
İdrîs,
5.de
Hârûn
ve 6.de
Mûsâ
peygamberlerle
görüştü.
Sonunda
Beytü’l-ma‘mûr’un
bulunduğu
7.
semada
Hazret-i
İbrâhim’le
buluştu.
Sidretü’l-müntehâ
denilen
makama
vardıklarında
Cebrâil
aleyhisselâm’ın
rehberliği
sona
erdi.
Bundan
sonra
Resûlüllah,
refref
adında
bir –
cennet
yaygısı,
vasıtası
- ile
zaman,
mekân,
suret ve
cihetten
münezzeh
olan
yüce
Allah’ın
huzuruna
vardı ve
konuştu.
Cenneti,
cehennemi
ve
sayısız
makamları
gördü ve
çeşitli
nimetlere
kavuştu.
Resûlüllah,
dönüşte
Hazret-i
Mûsa’ya
uğradı.
Namazın
tahfifi/50
vakitten
5 vakte
indirilmesi
konusunda
onun
tavsiyeleri
yerine
getirildi.
Sonra
bir anda
Kudüs’e,
oradan
Mekke-i
Mükerreme’ye
ve Ümm-i
Hânî’nin
evine
geldi.
Daha
abdest
aldığı
suyun
hareketi
durmamıştı.
Değerlendirme
Ehl-i
sünnet
âlimleri,
İsrâ ve
Mi’râc
mu’cizesini
şöyle
açıklamışlardır:
1)
İsrâ ve
Mi’râc
mu’cizesi,
uykuda
ve
rüyada
değil,
beden
ruh
birlikte,
gece,
uyanık
olarak
gerçekleşmiştir
(Akâd-i
Nesefiyye
Şerhi,
Taftazânî/ö.792/1389).
2) İsrâ
ve
Mi’râc
mu’cizesi
öncesi,
“benim
(Resûlüllah’ın)
yanına
iki adam
(melek)
geldi,
göğsümü
yardılar,
zemzem
suyu ile
yıkadılar,
sonra
hikmet
ve
iman
ile
doldurdular.”
(Buhârî,
Bed’ü’l-Halk
6).
Buna
göre,
Resûlüllah’ın
bedeni,
Ahiret
âlemi
şartlarına
göre
hazırlanmıştır.
Ahiret
âleminde
sebepler
yoktur.
Her şey,
sebebe
bağlı
kalmadan
yüce
Allah’ın
emriyle
olmakta
ve
yaratılmaktadır.
Cennet’teki
köşklerin
yapılması,
meyvelerin
yetişmesi
ve
olgunlaşması
için –
dünyada
olduğu
gibi -
zamana,
çalışmaya,
hazırlığa,
toprağa
ve
güneşe
ihtiyaç
yoktur.
3) Yüce
Allah,
bu
mu’cize’de
zaman
içinde
zaman
yaratmıştır.
Zaten
Mu’cizeler,
dünya
şartlarına,
olaylarına
ve
sebeplerine
aykırı
gerçeklerdir.
Adı
üzerinde
onlar,
insanı
acze
düşüren
olaylardır.
Onun
için
peygamberin
mu’cizesine
inanan,
Mü’min
olmaktadır.
4) Son
peygamber
Muhammad
aleyhisselâm,
daha
dünyada
iken
âhiret
âlemine
âit
cennet
ve
cehennem
gibi
yerleri
görmüştür
(Buhârî,
Bed’ü’l-Halk
6).
5)
Mi’râc’da
beş
vakit
namaz
farz
kılınmıştır
(Buhârî,
Bed’ü’l-Halk
6).
6)
Bi’set’in
12.
yılında
beş
vakit
namaza
ilâve
olarak
Vitir
namazı
meşrû
kılınmıştır
(Ahmed
Müsned,
H.No.
23851;
24009/10).
Hanefîlerde
vâcib,
Mâlikî,
Şâfiî ve
Hanbelîlerde
sünnet-i
müekkededir.
7) Beş
vakitten
önce
Mü’minler,
sabah ve
akşam
olmak
üzere
iki
vakitte
namaz
kılıyorlardı.
Ancak
teheccüd
kılmaları
üzerlerine
farzdı
(Müzzemmil,2-4).
Fakat 5
vakit
namaz
farz
olunca,
teheccüd’ün
farziyeti
nafileye
dönüşmüştür
(Celâleyn,
Müzzembil,
20).
8) Her
semavî/ilâhî
dinde
namaz
ibadeti
vardı
(İbrahim,37-40;
Enbiya,73;
Hûd,87;
Tâhâ,14;
Mâide,12;
Lokman,17;
Âl-i
İmrân,39;
Meryem,31).
9) Bütün
Ehl-i
Sünnet
Mü’minleri,
İsrâ ve
Mi’râc’ın
âyet ve
hadislerce
beden
ruh
birlikte,
gece,
uyanık
olarak
gerçeleştiğine
inanırlar.
Bu
mu’cizeye
inanmayanların
bid’at
ve
dalâlet
ehli
olarak
Eshab-ı
Kiram’ın
yolundan
ayrıldıklarına
hükmederler.
Mi’râc
Münkirleri
Buhârî
ve
Müslim
başta
olmak
üzere
diğer
“Hadis
Musannıfları”nca
32
sahâbe-i
kiram
tarafından
İsrâ
ve
Mi’râc
mu’cizesi
nakledilmiştir.
Ehl-i Sünnet
câmiasının
bu
nakillerden
çıkardığı
netice,
İsrâ ve
Mi’râc’ın
rüya ve
uykuda
değil,
beden
ruh
birlikte,
gece,
uyanık
olarak
gerçekleştiği
şeklinde
olmuştur.
(M.A.Köksal,
İslam
Tarihi).
Mi’râc’ı
inkâr
edenler
arasında
kâfirler,
münafıklar
olduğu
gibi,
Müslüman
etiketli
İlahiyatçı
ve batı
patentli
modernist
İslamcılar
da
bulunmaktadır.
Bu
konuda
şu
gruplandırma
yapılabilir:
1) İsrâ
ve
Mi’râc’a,
Mekke
kâfirleri
inanmamışlardır.
“Kendini
peygamber
ilân
eden bu
adam,
yaklaşık
iki
aylık
bir
mesafeye
bir
gecede
gittiğini
söylüyor
ve
tamamen
saçmalıyor.”
demişler
ve
Mescid-i
Aksa ile
ilgili
Resûlüllah’ı
sorguya
çekmişlerdir.
2)
Zamanımızda
Misyonerler,
Oryantalistler,
Yahudiler,
Hristiyanlar
ile
Müslüman
etiketli
Tarihselciler
(Fazlurrahman
gibi),
Dinî
Çoğulcular,
Münafıklar
(Hamidullah
gibi),
Hadis
Münkiri
İlahiyatçılar
(İsrafil
Balcı,
Mustafa
İslamoğlu,
Mehmet
Okuyan
gibi),
Mi’râc’a
inanmazlar.
3)
Ehl-i
Bid’at,
Mi’râc’ın
uykuda/rüyada
veya
ruhen
olduğunu
iddia
ederler.
DİA’da
(Diyanet
İslam
Ansiklopedisi)
Mi’r’ac
maddesinde
“ruhen”
olduğu
görüşüne
ağırlık
verilmiştir.
Oryantalist
temsilcisi,
M.
Hamidullah
da
“ruhen”
dediği
gibi,
âyetle
sabit
Mescid-i
Aksâ’nın
da
göklerde
olduğu
iddiasında
bulunmuştur.
Birinci
Akabe
bey’ati
Nübüvvet’in/peygamberliğin
11.
yılında
Ensar’dan
altı
kişi,
Akabe'de
Peygamberimiz
aleyhisselâmla
buluşup
Müslüman
olmuş ve
gelecek
yıl
tekrar
gelmek
üzere
Peygamber
Efendimiz’e
söz
vermişlerdi.
Bi’set’in/peygamberliğin
12.
Yılında
hac
mevsiminde
-
Ensar’dan
bir
önceki
yıl
Müslüman
olan 6
kişiden
5’inin
de hazır
bulunduğu
- 12
kişilik
bir
topluluk,
1.
Akabe'de
Peygamberimiz
aleyhisselâmla
geceleyin
buluştular.
Eshâb-ı
Kiram’dan
Ubâde
b. Sâmit
anlatıyor:
Ben 1.
Akabe
Bey'atı’nda
bulunmuş
olan
kişilerden
ve
kabile
temsilcilerindendim.
Resûlüllah
aleyhisselâm
bize
şöyle
buyurdu:
1)
Geliniz!
Allah'a
hiçbir
şeyi
ortak
koşmamak,
2)
Birşey
çalmamak
(hırsızlık
yapmamak),
3)
(Hangi
sebeple
olursa
olsun)
çocuklarınızı
(özellikle
kız
çocuklarınızı)
öldürmemek,
4)
Ellerinizle
ayaklarınız
arasıyla
ilgili
iftira
uydurmamak
(zina
iftirasında
bulunmamak),
5)
Mârufta
(dinin
iyi
gördüğü
konularında)
bana
isyan ve
itâatsizlik
etmemek,
Üzere
bana
bey'at
ediniz
(söz
veriniz)!
6)
Ahdinize
vefâ
gösterirseniz
(sâdık
kalırsanız),
(yüce
Allah’ın
va’dettiği)
Cennet’i
kazanırsınız!
7)
İçinizden
kim de
haddi
mûcib
(dinin
açıkça
yasakladığı)
birşey
yapar da
kendisine
had
(cezası)
uygulanırsa,
bu, onun
(günahının)
keffâreti
olur.
8) Allah
kimin
suçunu
örterse,
onun işi
de
Allah'a
kalır.
9) Allah
dilerse,
onu
azaba
uğratır,
dilerse
af eder,
buyurdu.
Biz de
hepimiz
söylenenlere
riâyet
edeceğimize
söz
verdik
(M.A.
Köksal,
İslam
Tarihi).
Medine’de
İslamiyet
yayılıyor
Evs
ve
Hazrec
kabilesi
Müslümanlarının
ileri
gelenleri,
Peygamberimize
bir
mektup
göndererek
İslamiyeti
ve
Kur’an’ı
öğretecek
bir “Mukri”nin/Muallim’in
Medine’ye
gönderilmesini
talep
ettiler:
Talepleri
şöyle
idi:
Medine’de
İslâmiyet
açıklandı
ve
yayılmaya
başladı.
Halkı
Allah'ın
Kitabı’na
da’vet
edecek,
Kur'ân-ı
Kerîm’i
okuyacak
ve
öğretecek,
İslâm
dinini
anlatacak,
İslâm
sünnet
ve
şeri’atını
aramızda
ikame
edecek,
namazlarımızda
bize
imamlık
yapacak
bir
mukri/muallim
gönder!
"
Bunun
üzerine,
Peygamberimiz
aleyhisselâm,
Mus'ab
b.
Umeyr'i
gönderip,
onlara
Kur’an
okumasını
ve
İslâmiyet’i
öğretmesini
buyurdu.
Mus'ab
b. Umeyr
ile
birlikte,
İbn
Ümmi
Mektum
da
Medine'deki
Müslümanlara
Kur'ân-ı
Kerîm
okumak
üzere
Medine'ye
gitmişti.
13. YIL:
İKİNCİ
AKABE
BEY’ATİ
Ensar’dan
Cabir
b.
Abdullah
anlatıyor:
Resûlüllah
aleyhisselâm
hac
mevsimlerinde
halkın
Ukâz,
Mecenne
ve
Mina'daki
konak
yerlerine
varıp:
“Rabbimin
peygamberlik
vazifesini
yerine
getirinceye
kadar,
beni
barındıracak
kim var?
Bana
yardım
edecek
kim var
ki,
kendisine
Cennet
verilsin?”
diye
seslenirdi.
Resûlüllah’ın
bu
çağrısına,
Yesrib/Medineliler
cevap
verdiler.
Nübüvvetin
13. yılı
(622)
hac
mevsiminde
Hazret-i
Peygamber’i
Medine’ye
davet
etmeye
karar
veren,
2’si
kadın,
73
veya
75
Medineli,
asıl
niyetlerini
gizli
tutarak,
hac için
Mekke’ye
giden
müşrik
Medineliler’le
birlikte
yola
çıktılar.
Mekke’ye
varınca,
Peygamber
aleyhisselâm
ile
gizlice
haberleşerek,
hac
vazifesinin
ifasından
sonra
bir gece
Akabe’de
buluşmayı
kararlaştırdılar.
O gece
Akabe’ye
herkesten
önce
gelen
Hazret-i
Peygamber’in
yanında
sadece
amcası
Hazret-i
Abbas b.
Abdülmuttalib
vardı.
Hazret-i
Abbas
etkili
bir
konuşma
yaptı.
Yeğeninin
Medineliler’in
da’vetini
kabul
ederek,
oraya
hicret
etme
arzusunda
olduğunu
söyledi.
Ancak
başlarına
çeşitli
sıkıntılar
gelebileceğine,
bütün
Arap
kabilelerinin
kendilerine
düşman
olacağına
dikkatlerini
çekti.
Medineliler
söylenenleri
kabul
ettiler
ve
Peygamber
aleyhisselâm’a
istediği
şartlarda
bey’ate
hazır
olduklarını
belirttiler.
Bunun
üzerine
Peygamber
Efendimiz,
bir
konuşma
yaptı,
Kur’an
okudu,
onları
İslâm’a
daha
kuvvetle
bağlanmaya
teşvik
etti.
Akabe
Metni
Resûlüllah,
hicret
ettiği
takdirde:
1)
Kendisini;
canlarını,
mallarını,
çocuklarını
ve
kadınlarını
korudukları
gibi
koruyacaklarına,
2) Rahat
günlerde
de
sıkıntılı
anlarda
da ona
itâat
edeceklerine,
3)
Bollukta
da
darlıkta
da
gerekli
malî
yardımda
bulunacaklarına,
4)
İyiliği
emredip
kötülüğe
engel
olacaklarına,
5) Hiç
kimseden
çekinmeden
hak
üzere
(İslam’ın
emrettiği
şekilde)
olacaklarına,
Yemin
edip
bey’at
etmeye
da’vet
etti.
Orada
bulunan
Medineliler’in
hepsi,
bu
şartlarla
ona
bey’at
ettiler.
Sözleşmeden
sonra
Medineli
Müslümanlar,
konak
yerlerine,
ağırlıklarının
yanına
dönüp,
sabaha
kadar
istirahate
çekildiler.
Mekke
müşrikleri,
bey’at
haberini
alınca,
Medinelilerin
yanına
geldiler
ve böyle
bir
sözleşmenin
olup
olmadığını
sordular.
Bey’at’ten
haberi
olmayan
bazı
müşrik
Medineliler,
yemin
vererek,
bir
sözleşme
olmadığını
söylediler.
Gerçekten
onların
Akabe
bey’atı’ndan
haberleri
yoktu.
Ancak
müşrikler,
yakaladıkları
Müslümanları
Mekke’ye
götürüp
feci
şekilde
dövdüler.
O
dönemde
Mekkeli
ve diğer
illerdeki
müşrikler
de hac
mevsiminde
Kâ’be’ye
gelip
ziyarette
bulunuyorlardı.
Onun
için o
mevsimde
Mekke
çok
kalabalık
oluyordu.
Müslümanlar
da
kendilerini
kolayca
gizleyebiliyorlardı.
Bundan
sonra
Resûlüllah’ın
emri
üzerine,
Peygamber
ile
aralarındaki
irtibatı
sağlayacak
12
nakîb/temsilci
seçtiler.
Bu
anlaşmadan
sonra
Peygamber
aleyhisselâm,
Eshâb-ı
Kiram’ına
Medine’ye
hicret
etmeleri
için
izin
verdi.
Mekkeli
Sahâbîlerin
Hicreti
Resûlüllah
aleyhisselâmla
Hazret-i
Ebû
Bekir ve
Hazret-i
Ömer
nasıl
Mekkeli
müşrikler
yüzünden
Medine'ye
hicret
ederek,
Muhacirlerden
oldularsa,
Ensar’dan
olanlar
da, şirk
yurdu
olan
Medine'den
Akabe
gecesinde
Resûlüllah
aleyhisselâm’ın
yanına
gelmekle,
Muhacirlerden
sayılmışlardır.
İlk
Hicret
eden
sahâbîler
arasında
şunlar
bulunmaktadır:
1) Âmir
b.
Rebî’a
ile
zevcesi
Leylâ
Hatun,
2) Ganm
b.
Dudan/Cahş
oğullarının
bütün
erkek ve
kadınları
(22
erkek ve
8
kadın).
Bunların
hepsi
Kuba
köyünde
Mübeşşir
b.
Abdulmünzir'e
misafir
oldular.
3)
Hazret-i
Ömer ve
arkadaşları
(20
kişi.
Kuba
köyünde
Rifâa b.
Abdulmünzir'e
misafir
oldular).
Radıyallahü
anhüm.
Bütün
hicret
edenler,
Mekke’den
gizli
çıkmışlardır.
Ancak
Hazret-i
Ömer b.
Hattab,
kılıcını
kuşanmış,
oklarını
takmış
ve savaş
hazırlığı
içinde,
önce
Kâ’be'ye
gitmiş,
onu yedi
kere
tavaf
ettikten
sonra,
orada
bulunan
Müşriklerin
ileri
gelenlerine
şöyle
demiştir:
“Anasını
ağlatmak,
yahut
çocuğunu
yetim
veya
karısını
dul
bırakmak
isteyen
varsa,
şu
vâdinin
arkasında
gelip
benimle
karşılaşsın!
Hicret
ediyorum.”
Fakat
hiçbir
kimse,
ardına
düşüp
onu
takip
edememiştir.
Muhacirleri
misafir
edenler
1)
Kuba’da
Mübeşşir
b.
Abdulmünzir
(30
kişi).
2)
Kuba’da
Rifâa b.
Abdulmünzir
(Hazret-i
Ömerle
birlikte
20
kişi).
3)
Kuba’da
Külsûm
b. Hidm
(Hazret-i
Hamza
ve Enes
b. Mâlik
ile
birlikte
5 kişi).
4)
Kuba’da
Bel'aclanların
kardeşi
Abdullah
b.
Seleme
(7
kişi).
5)
Münzir
b.
Muhammed
b. Ukbe
(Zübeyr
b. Avvam
ve
arkadaşı).
6)
Hassan
b.
Sâbit'in
kardeşi
Evs b.
Sâbit (Hazret-i
Osman
ve
diğerleri).
Radıyallahü
anhüm.
Kuba
köyünde,
içlerinde
Hazret-i
Ömer ve
Ebû
Seleme'nin
de
bulunduğu
Muhâcir
cemâatine,
Sâlim
Mevlâ
Ebi
Huzeyfe
imamlık
etmiş,
namazlarını
kıldırmıştır.
Mekke'de
kalan
diğer
Müslümanlar
da,
bölük
bölük
birbiri
ardınca,
gizlice
Medine'ye
hicret
etmişlerdir.
Resûlüllah’ın
Hicreti
Başlıyor
Mekkeli
kâfirler,
çok sıkı
tedbirler
almalarına
rağmen,
hicret
devam
ediyordu.
Yakaladıkları
Müslümanları,
dövüyor
ve
onlara
şiddetli
işkenceler
uyguluyorlardı.
Müşriklerin
ileri
gelenleri,
Dâru’n-Nedve’de
toplandılar,
bu işi
kökünden
hâlletmeye
ve
Peygamberi
tutuklamak
veya
öldürmek
ya da
sürgüne
göndermek
konusunda
teklifler
ortaya
atıldı.
En
sonunda
Ebû
Cehil’in
teklifiyle
“öldürme”ye
karar
verildi.
Bu
durum,
rahmet
Peygamberi’ne
vahiy
ile
bildirildi:
Hani
o
kâfirler,
seni
bağlayıp
hapsetmeleri,
ya
öldürmeleri,
veya
(Mekke’den)
çıkarmaları
için
sana
tuzak
kuruyorlardı.
Onlar bu
hileyi
kurarlarken,
Allah,
hilelerini
başlarına
yıkıveriyordu
(hilelerinden
seni
kurtarmış
bulunuyordu).
Allah,
hilekârlara
ceza
verenlerin
en
hayırlısıdır
(Enfâl,30).
Peygamber
aleyhisselâm,
doğduğu,
büyüdüğü
ve çok
sevdiği
vatanı
Mekke’den
Allah’ın
izniyle
ayrılıyordu.
Arkadaşlarının
en
sâdığı
“sıddîk”
Ebû
Bekir’e
hicret
haberini
verdi.
Ancak
evi ve
her
tarafı
kâfirlerce
kuşatılmıştı.
Fakat
onlar,
yüce
Allah’ın
sonsuz
kudret
ve
rahmetine
sığınarak
suikast
timinin
arasından
korkusuzca
ve
selametle
geçtiler.
Gözlere
görme
özelliğini
veren
Allah,
suikastçıların
görme
hassalarını,
yüzlerine
doğru
serpilen
bir avuç
toprak
alıvermişti.
İmansız
kalplerin
bunu
anlamaları
elbette
mümkün
değildir.
Zaten
kâfirler
ve
onlara
inananlar,
her şeyi
maddi ve
zahir/görünen
çerçevede
düşündüklerinden,
onun
arka
planını
göremediklerinden,
ya da
ona
inanmadıklarından
kaybediyor,
imana
nâil
olamıyorlar.
Sevr
dağı ve
mağarasındaki
mu’cizeyi
de
kâfirlerin
anlamaları
ve
kavramaları
da
imkânsız
gibidir.
Rahmet
Peygamberi
ve sâdık
arkadaşı,
mağaraya
girer
girmez,
bir
ağacın
bitmesi,
mağaranın
girişini
dallarıyla
kapatması,
hemen
bir
örümceğin
ağ
örmesi
ve
iki
güvercinin
yuva
yapması,
tamamen
Allah’ın
ilim,
irade,
kudret
ve
yaratmasıyla
ilgilidir.
Kâinatta/evrende
her şeyi
sevk ve
idare
eden ve
yaratan
Allah’a
inanan
bir
Mü’min’in
bu
konuda
zerre
şüphesi
olmaz.
Kâfir
zannediyor
ki,
yerden
bitki,
kendiliğinden
çıkıyor;
ağaçlar,
kendiliğinden
yeşeriyor,
soluyor;
kuşlar,
kendiliğinden
yuva
yapıyor;
annenin
karnındaki
çocuğa
kendiliğinden
göz,
kulak,
kol,
bacak,
beyin ve
sinir
sistemi
veriliyor.
Mu’cizeye
inanmayan
Materyalist
ilahiyatçıların,
hakiki
imana
kavuşamamaları
da
Allah’a,
şeriatın
açıkladığı
şekilde
iman
etmemelerinden
ileri
gelmektedir.
Şeriatin
emrinde
olmayan
bir
akıl,
şüphesiz
insanı
tâgut’un/şeytan’ın
inkâr
yoluna
götürür
(Nisâ,60).
Mekke
Dönemi
değerlendirmesi
Mekke
Dönemi’nde
İslam
dini ve
bu dini
tebliğ
eden
Peygamber
aleyhisselâm’ın
uyguladığı
da’vet
tekniği
ve
stratejisi,
kısaca
şöyle
özetlenebilir:
1)
Gizli
da’vet
ile
tebliğe
başlanıyor.
2) Önce
yakın
akraba
da’vet
ediliyor.
3)
Hakkı/İslam’ı
duyuran
kişilerin
alay,
istihza,
saldırı,
işkence
ve
çeşitli
zorluklarla
karşılaşacakları
bildiriliyor.
4) Hakkı
ikame
edebilmek
için,
sabır,
metanet
ve
mücadelenin
gerekli
olduğu
gösteriliyor.
5)
Emir’e
itâat
ve
bağlılığın
şart
olduğu
isteniyor.
6)
Stratejik
toplantı
ve
kararların,
mutlaka
gizlilik
içinde
alınması
ve
yürütülmesinin
başarıda
önemli
bir
kural
olduğu
anlaşılıyor.
Kaynak:
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/hazret-i-peygamberin-peygamber-olarak-11-13-yillari-634602
|