| 
    
    10 
    Eylül 2022 
Türkiye’de 
Osmanlı 
“Kur’an 
Hattı”nı 
Vehhâbî 
Hattına 
Çevirme 
Teşebbüsü 
c.ahmetakisik@gmail.com 
Ali 
Bardakoğlu 
yönetimindeki 
Diyanet 
İşleri 
Başkanlığı, 
2008 
yılında 
“Resm-i 
Osmanî 
Hat 
Tarzına 
Geçiş 
(Aslında 
Fehd/Vehhabî 
Hat 
Tarzına 
Geçiş), 
Bilgisayar 
Hatlı 
Kur'an-ı 
Kerim 
Basımı 
ve 
Kur'an-ı 
Kerim’lerin 
Renkli 
Olarak 
Basımı” 
konulu 
bir 
toplantı 
düzenlemiştir. 
Ancak bu 
toplantı, 
ilgili 
başkanlıkta 
değil de 
İSEM’de 
yapılmıştır. 
Bu 
toplantıya 
DİB eski 
Başkanları,
Başkan 
Yardımcıları, 
İstanbul 
İl 
Müftüsü, 
İSAM 
Başkanı, 
Mushafları 
İnceleme 
Kurulu 
Başkanı 
ve 
üyeleri, 
Din 
İşleri 
Yüksek 
Kurulu 
üyeleri, 
ilim 
erbabı, 
hat 
üstatları, 
hattatlar 
ve 
Kur’an’a 
hizmet 
eden 
bazı 
yayın 
temsilcileri 
katılmıştır. 
  
Toplantı 
Gizli
DİB 
Başkan
Ali 
Bardakoğlu, 
toplantıyı 
açarken, 
katılanlara 
teşekkür 
ettikten 
sonra 
şöyle 
diyor: 
Sözü 
uzatmadan 
şunu 
ifade 
edeyim:
Burası 
bir aile 
ortamıdır. 
Burada 
konuşulanlar 
dışarıda 
tartışılmak 
için 
konuşulmuyor. 
Burada 
şu 
hocamız 
böyle 
dedi, bu 
arkadaşımız 
bu 
teklifi 
yaptı 
şeklinde 
konuyu 
kamuoyuna 
veya 
Diyanet 
camiasına 
taşımak 
için 
konuşmuyoruz. 
Onun 
için, 
bütün 
konuştuklarınızı
bir 
aile 
mahremiyeti 
içerisinde
açık 
yüreklilikle 
konuşabilirsiniz.
Kayıt 
sadece 
ve 
sadece 
Mushaf 
Tetkik 
Heyeti’ne 
ait bir 
kayıttır. 
Sizin 
bilginiz, 
izniniz, 
onayınız 
olmadan 
bunlar 
tartışılmaya 
asla 
açılmaz.
Burada 
bir 
karar 
alıp da 
o kararı 
uygulayacak 
değiliz.
Sadece 
bizim 
Diyanet 
İşleri 
Başkanlığı’nın 
Mushaf 
Tetkik 
Heyeti’nde 
böyle 
bir 
bilgi 
birikiminin, 
farklı 
bakış 
açılarının 
olduğunun, 
farklı 
yolların 
olduğunun 
bilinmesi, 
bulunması 
ve 
zihinlerimizin 
biraz da 
artık bu 
zeminde 
çalışması 
gerekiyor 
(Ali 
Bardakoğlu, 
CD/1.) 
Bütün 
konuşmalar, 
İSEM 
tarafından 
CD’lere 
kaydedilmiş 
ve 
çözümlemelerini 
de 
kendileri 
yapmıştır. 
Hepsi, 6 
adet 
CD’de 
toplanmıştır. 
  
Toplantının 
Amacı
DİB eski 
başkanı 
Tayyar 
Altıkulaç, 
bu 
konuda 
şöyle 
diyor: 
Kur'an-ı 
Kerim 
açısından 
belli 
başlı 
ihtilafların 
bulunduğu 
bir 
konuyu 
bugün 
görüşeceğiz. 
Kanaatimce 
oldukça 
ciddi 
bir 
meseleyi 
konuşacağız, 
önemli 
bir 
meseleyi 
konuşacağız. 
Gümrük 
kapılarından 
binlerce, 
bazen 
yüz 
binlerce 
Mushaf'ın 
geri 
gönderildiği 
bir 
İslam 
dünyasını 
birlikte 
yaşıyoruz. 
O 
yüzden, 
umarım 
bu 
toplantı, 
buradaki 
müzakereler,
Mushafları 
İnceleme 
Kurulu’nun 
ve 
Din 
İşleri 
Yüksek 
Kurulu’nun 
önüne 
hayırlı, 
isabetli 
görüşlerin 
oluşmasına 
vesile 
olacak 
hususları 
getirir 
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/1). 
1985 
yılında 
Din 
İşleri 
Yüksek 
Kurulu’nda 
ve 
Mushafları 
İnceleme 
Kurulu’nda 
arkadaşlarımızla 
yaptığımız 
müzakereler 
sonunda 
(sözde)
Resm-i 
Osmanî 
olarak 
itibar 
edilen 
Mushaf’a 
paralel 
bir 
Mushaf-ı 
Şerif,
Fahrettin 
isminde 
bir 
muhterem 
hattatımıza 
bir 
Mushaf-ı 
Şerif 
yazdırmıştık. 
30 bin 
nüsha da 
basılmış 
ve 
dağıtılmıştı. 
Hiç 
kimse 
bunun 
Suudilerin 
(Vehhabî 
imlâlı) 
Mushaf'ı 
gibi 
okuma 
zorluğundan 
bahsetmeden 
piyasada 
yok oldu 
bu 
Mushaf-ı 
Şerif, 
hiç 
problem 
olmadı. 
(Demek 
ki, bu 
kaçak/kurallara 
aykırı 
basılmış.) 
Ama daha 
sonra 
bunu 
kurumsal 
bir 
anlayış 
ve 
uygulama 
haline 
getirmek 
kısmet 
olmamıştı. 
Sayın 
Başkan’ın 
bu 
konuyu 
ciddi 
anlamda, 
işin 
uzmanlarıyla, 
akademisyenlerle 
burada
bir 
aile 
ortamında 
(gizli) 
tartışmaya 
getirmiş 
olmasını 
bu 
vesileyle 
bir kere 
teşekkürlerimi 
beyan 
ediyorum. 
Hayırlı 
bir 
sonuca 
gideriz 
inşallah 
diyorum 
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/1). 
Bu 
durumda 
toplantının
amacı, 
sözde 
Resm-i 
Osmanî
aslında
Vahhabî 
yazılımlı/imlâlı
Mushafı 
Türkiye’de 
resmen 
kabul 
etmek ve 
yaygınlaştırmaktır.
Mushafları 
İnceleme 
Kurulu’nun 
da yasal 
bir 
zemin 
içinde 
bu tür 
Mushafları 
mühürleyerek 
basımına 
izin 
vermesidir. 
  
Mushaf 
Tartışmaya 
Açılıyor
Tayyar 
Altıkulaç, 
bu 
meş’um 
girişimin 
kendine 
göre 
tarihî 
ve 
ticarî 
gerekçesini, 
şöyle 
açıklıyor: 
1. 
Ticarette 
engelleme: 
Türkiye’de 
basılan 
Mushafları, 
Mısır’a, 
Arabistan’a, 
diğer 
Arap 
ülkelerine 
gönderemiyoruz. 
Niçin, 
çünkü 
mushaflarımız 
arasında 
yazılım, 
hat ve 
imlâ 
birliği 
yok. 
Hepsi, 
geri 
çevriliyor.
T. 
Altıkulaç 
aynen 
şöyle 
diyor: 
Eğer 
İslam 
dünyasıyla
imlâ 
birliğini 
sağlarsak, 
matbaalarımız 
İslam 
ülkelerine 
Mushaf 
basarlar, 
siparişler 
alırlar 
ve 
galiba 
en güzel 
baskıyı 
da biz 
yaparız. 
Çünkü en 
güzel ve 
en usta 
hattatlar 
bizde. 
Suudiler 
(Vehhabîler), 
bizim 
hattatlarımızı 
ülkelerine 
çağırıp 
mescitlerinin 
duvarlarını, 
levhalarını 
ve 
istedikleri 
yerleri 
yazdırıyorlar
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/1). 
Ben 
şahsi 
tercihimi 
söylüyorum. 
Müslümanların 
bu 
ihtilafı, 
şahsen 
beni 
rencide 
ediyor. 
100 bin 
adet 
Mushaf,
Kuveyt 
gümrüğünden 
geri 
dönüyor. 
Ne demek 
bu? Bir 
yayınevimiz 
anlaşıyor 
Kuveytlilerle, 
1970’li 
yıllarda, 
Mushafları 
da 
basıyor, 
oraya 
kadar da 
götürüyor, 
gümrükten 
geri 
dönüyor, 
“Bu 
tahrif 
edilmiş 
bir imlâ” 
diye. Ve 
bu 
arkadaşımız 
büyük 
ölçüde 
zarar 
görüyor
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/3). 
Hayır, 
sadece
kargo 
masrafından 
zarar 
görmüştür. 
Mushaflar, 
ülkemizde 
uygulanan 
imlâye 
göre 
basıldığı 
için iç 
piyasada 
tüketilmiştir. 
O 
basımevi, 
Arap 
dünyasında
farklı 
bir imlâ 
kullanıldığını 
bilebile 
veya 
bilmeyerek 
böyle 
bir 
ticarete 
girişmiştir. 
Her 
yönden 
kendi 
hatasıdır! 
Ticaretin 
kendine 
göre 
bazı 
kuralları 
vardır. 
Türkiye’den 
gönderilen 
bazı 
ürünlerin 
KKTC 
gümrüğünden 
geçmediğini 
hatırlayalım. 
2. 
Mushaflardaki 
tutarsızlıklar: 
Tayyar 
Altıkulaç, 
Ülkemizde 
basılan 
Mushaflarda 
bazı 
kelimelerin
yazılışı/hattı, 
diğer 
bir 
ifadeyle
imlâsı 
konusunda 
aynı 
kelimenin 
farkı 
âyetlerde 
ve 
farklı 
şekillerde 
yazılışını 
bir 
tutarsızlık 
olarak 
görüyor 
ve bunu 
açıkça 
eleştiriyor. 
Hatta 
İslam 
dünyasında 
ilgili 
kişi ve 
kurumlarla 
biraraya 
gelerek 
bir 
imlâ 
birliğine 
varılması 
gerektiğini 
söylüyor 
ve bu 
konuda 
geç 
kalındığını 
şiddetle 
vurguluyor. 
Bir 
Müsteşrik 
gibi 
bazı 
iddialarda 
bulunuyor. 
Ancak bu 
iddialara 
geçmeden 
önce 
Mushaf-ı 
Şerif’in
hattı
ve 
imlâsı 
ile 
ilgili 
bazı 
kavramların 
açıklanması, 
faydalı 
olacaktır. 
Şöyle 
ki: 
1) 
Türkiye’de 
Mushafların 
imlâsı: 
Ülkemizde 
basılan 
Mushafların 
hat ve 
imlâsı, 
15. ve 
16. asra 
dayanmaktadır. 
Hat 
uzmanlarına 
göre şu 
anda 
uygulanan 
imlâ, 
16. yüz 
yılda 
yaşamış 
olan 
Aliyyül 
Karî’nin 
(ö.1605) 
hattıdır. 
Bu hat, 
zamanımıza 
kadar 
gelmiştir. 
Çok 
bilinmeyen 
bir 
husus da 
Aliyyül 
Karî’den 
yaklaşık 
yüz sene 
önce 
yaşayan
Şeyh 
Hamdullah’ın 
(ö.1520) 
yazdığı 
Mushaf’da 
aynı 
imlâ 
görülmüştür 
(Bir 
Katılımcı, 
CD/2. 
Tutanakta 
katılımcının 
ismi yer 
almıyor. 
Ayrıca 
bkz. M. 
Uğur 
Derman, 
DİA, Hat 
mad.). 
Hiç bir 
şey 
birden 
neş vü 
nemâ 
bulmaz. 
Her 
şeyin 
bir 
gelişme 
süreci 
vardır. 
Biz bu 
hattı, 
tâ 
Selçuklulara 
dayandırabiliriz. 
Bu 
durumda 
Türkiye’mizde 
Mushaflarda 
uygulanan
hattın/imlânın 
eldeki 
verilere 
göre, 
700-800 
senelik 
bir 
geçmişi 
vardır. 
Bütün 
hat 
kaynaklarında 
Osmanlı 
döneminde 
Mushaflarda 
uygulanan
imlâ, 
onun 
ismiyle 
alem 
olmuş ve 
bu 
hatta,
Aliyyül 
Karî
hattı 
denilmiştir. 
Şimdi bu 
konuda 
şu soru 
ile 
karşılaşabiliriz: 
Aliyyül 
Karî 
imlâsının 
özelliği 
nedir? 
Bu 
hattın/imlânın 
en 
önemli 
özelliği, 
% 90-95
elif’in 
kullanılmasıdır. 
Bütün 
sülâsî 
ism-i 
fâillerde, 
cemi 
müennes 
sâlimlerde 
ve bazı 
isimlerde
elif 
yazılır. 
Bu 
okuyucuya 
kolaylık 
ve doğru 
telaffuz 
sağlamaktadır. 
Bazı 
örnekler 
verecek 
olursak, 
şöyle 
diyebiliriz: 
Hâlid, 
kitâb, 
sâlihât, 
yâbenî, 
isrâîl, 
âyât, 
iyyâye, 
nasâra, 
sâbiîn, 
hâsirîn, 
el’âne, 
ehâtat, 
eshâb 
gibi 
kelimeler
elif 
ile 
yazılır. 
2)
Arap 
dünyasında
Mushafların 
imlâsı:
Şu 
anda 
Suûdi 
Arabistan 
ve Mısır 
başta 
olmak 
üzere 
Arap 
dünyasında, 
Pakistan’da, 
Okyanus 
Ülkelerinde 
ve 
Afrika’da 
Müslüman 
ülkelerin 
çoğunda
Resm-i 
Osmanî 
(!) 
denilen
Fehd 
(Vehhabî) 
hattı
yaygındır. 
Ancak 
Türk 
Cumhuriyetlerinde 
ve bazı 
Müslüman 
ülkelerde 
Türkiye’nin 
gönderdiği 
hediye 
Mushaflar 
vardır. 
Bu 
Mushaflar, 
ofset 
baskı 
ile 
çoğaltılmakta, 
böylece 
Türkiye 
Mushaflarında 
uygulanan 
hat, 
yaygınlaştırılmaktadır. 
Çoğunlukla 
Vehhabîlerin 
veya 
onların 
etkisinde 
kalanların 
kullandığı: 
Resm-i 
Osmanî 
(!) 
denilen 
Fehd 
(Vehhabî) 
hattının 
özelliği 
nedir? 
Bu 
hattın 
özelliği, 
bütün 
sülâsî 
ism-i 
fâillerde, 
cemi 
müennes 
sâlimlerde 
ve bazı 
isimlerde
elif
yazılmaz. 
Suûdîler/Vehhabîler, 
sözde 
Resm-i 
Osmanî
dedikleri
hatta/imlâya,
tecvid 
kaidelerini 
de 
yükleyerek, 
Allah’ın 
mübarek 
kelâmı’nı 
tamamen 
karışık 
ve 
okunamaz 
hâle 
getirmişlerdir. 
Şimdi 
burada 
çok 
önemli 
bir 
soruyla 
karşılaşıyoruz. 
Peki bu
gizli 
toplantıda 
çok 
telâffuz 
edilen, 
İslam 
dünyasında 
kullanılan 
ve 
Hazret-i 
Osman’a 
kadar 
nispet 
edilen
Resm-i 
Osmanî,
gerçekten 
vahiy 
kâtiplerinin 
yazdığı 
ve 6 
yerleşim 
merkezine 
gönderilen 
İmam 
Mushaflar’da 
uygulanan 
hat/imlâ 
mıdır? 
Tayyar 
Altıkulaç 
bu 
konuda 
şöyle 
diyor: 
Hazret-i 
Osman’ın 
Mushaflarında 
kullanılan 
imlânın 
yüzde 
100, 
bire bir 
tespiti 
mümkün 
müdür? 
Hayır, 
mümkün 
değil, 
bunu 
bilelim. 
Demek 
ki, 
Hazret-i 
Osman’ın 
Mushaflarındaki 
imlâyı,
Resm-i 
Osmanî’yi 
tam 
tespit 
etmek, 
mümkün 
değil. 
Ne 
zamana 
kadar? O 
Mushaflardan 
(6 
Mushaf’tan), 
en 
azından 
birine, 
ikisine 
kavuşuncaya 
kadar. 
Henüz o 
Mushaflara 
kavuşmuş 
değiliz
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/1). 
T. 
Altıkulaç, 
bundan 
sonra, 
kendine 
göre 
bazı 
gerekçeler 
ileri 
sürerek: 
“Topkapı 
sarayında 
muhafaza 
edilen 
ve 
Hazret-i 
Osman’a 
nispet 
edilen
kan 
lekeli 
Mushaf’ın 
da ona 
âit 
olduğuna 
inanmıyorum.” 
diyor 
(CD/1). 
Ancak 
iyi 
düşünmek 
lâzımdır, 
o 
Mushaf-ı 
Şerif, 
Tahtakale’de 
işportacılardan 
alınan 
bir 
kitap 
değildir. 
Türk 
hakanı 
Yavuz 
Sultan 
Selim’in 
1517’de 
Mısır’ın 
zaptından 
sonra 
İstanbul’a 
getirilen 
bir çok 
Mukaddes 
Emanet 
içinde 
yer 
alıyordu. 
  
Tevkîfîlik 
Konusu
Tayyar 
Altıkulaç 
tevkîfîlik 
konusunda 
şöyle 
diyor: 
Mushaf 
imlâsının 
tevkîfi 
olup 
olmadığı, 
yani 
vahye 
dayalı 
olup 
olmadığı 
meselesidir. 
Tevkîfi 
olduğunu
iddia 
edenler 
vardır. 
Bu 
tartışmaya 
girmek 
istemiyorum. 
Tevkîfîliği 
savunanların 
ortaklaşa 
kullandıkları 
delillerinden
biri, 
Deylemî’nin 
(ö.509/1115) 
naklettiği 
bir 
hadis-i 
şeriftir. 
Bu 
hadise 
göre 
Hazret-i 
Peygamber 
vahiy 
yazdırmak 
üzere 
(Vahiy 
kâtibi 
Hazret-i) 
Muâviye 
b. Ebû 
Süfyân’ı 
çağırıyor 
ve ona,
Rahman,
Allah,
Rahim 
veya 
(ve) 
be, sin, 
mim 
harflerini 
nasıl 
yazacağı 
konusunda 
uyarıda 
bulunuyor. 
Böyle 
olduğuna 
göre, 
Hazret-i 
Peygamber 
bir 
kelimenin 
veya bir 
cümlenin 
nasıl 
yazılacağı 
konusunda 
kâtiplerini 
ikaz 
ettiğine 
göre, 
demek 
ki, bu 
işin 
temelinde 
bir 
vahiy 
ilkesi 
vardır. 
Ancak bu 
hadis 
mevzudur 
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/1). 
Bu hadis 
ve 
tevkîfîlik 
ile 
ilgili 
cevabımızı 
şu 
şekilde 
maddeler 
halinde 
verebiliriz: 
1.
Söz 
konusu 
Hadis-i 
Şerif, 
Şîrûye 
b. 
Şehredâr 
ed-Deylemî’nin 
(ö.509/1115) 
Firdevsü’l-Ahbâr 
isimli 
kitabında 
bulunmaktadır. 
T. 
Altıkulaç’ın 
bu 
hadisi 
görmediği 
anlaşılıyor. 
Çünkü 
hadis 
metninde
“veya” 
yok, 
“ve” 
vardır. 
Böylece 
biz onun 
yanlış 
naklini 
düzeltmiş 
olduk. 
2. 
Hadis 
alanında
hafızlık 
derecesine 
ulaşan
oğlu 
Şehredâr 
b. 
Şîrûye 
ed-Deylemî 
(ö.558/1163), 
Firdevsü’l-Ahbâr 
kitabındaki 
hadisleri 
isnatlarıyla 
birlikte 
bir 
araya 
getirmiştir. 
Kitabına 
da, 
Müsnedü 
Firdevsi’l-ahbâr/Firdevsü’l-ahbâr 
bi-me’s̱ûri’l-hitâb 
adını 
vermiştir. 
T. 
Altıkulaç’ın 
mevzu 
dediği 
hadis, 
burada 
8533 
no.da 
kayıtlıdır. 
3. 
İmam-ı 
Deylemî’nin
Firdevs 
isimli 
kıymetli 
hadis 
kitabı 
üzerinde 
bir 
başka 
çalışma 
da İbn 
Hacer 
el-Askalânî 
(ö.852/1449) 
tarafından 
yapılmıştır. 
el-Askalânî,
hadis 
hâfızıdır. 
Bu 
çalışmasına 
da 
Müsnedü’l-Firdevs 
ismini 
vermiştir. 
Şimdi 
burada 
soralım: 
Bir 
hadis 
hâfızı 
– hem 
oğlu, 
hem de 
el-Askalânî 
- içinde
mevzu 
hadisler 
olan bir 
eser 
üzerinde 
çalışma 
yapar ve 
ondan 
övgü ile 
bahseder 
mi? 
Birçok 
kişi, 
zayıf 
hadis 
ile 
mevzu’yu 
birbirine 
karıştırıyor.
Zayıf, 
hadis 
ilminde 
teknik 
bir 
kavramdır. 
Zayıf 
hadis, 
hadistir. 
Fakat,
mevzu, 
uydurma 
bir 
sözdür. 
Hiçbir 
hadis 
âliminin 
eserinde
mevzu
söz 
yoktur. 
4. 
Acaba T. 
Altıkulaç’ın 
bu 
hadis-i 
şerife, 
tepkisi, 
itirazı, 
hadisi, 
Muâviye 
radıyallahü 
anh’ın 
rivayet 
etmesinden 
midir? 
Çünkü 
üstat 
olarak 
kabul 
ettiği
Hayrettin 
Karaman’ın 
“Muâviye’yi 
sevmiyorum” 
dediği 
bilinmektedir. 
Onu 
kırmamak 
için mi, 
böyle 
bir 
iddiada 
bulundu? 
Sonra 
Şia, 
Hazret-i 
Muâviye’ye 
zaten 
düşmandır. 
Bunun 
için mi, 
hadise 
mevzu 
dedi? 
Bunu 
bilemiyoruz? 
5. 
Mushaf’taki
imlâ
ile 
ilgili 
Sünnî 
ulemanın 
görüş ve 
beyanları 
şöyledir: 
1) 
İmâm-ı 
Mâlik'e 
(ö.179/795) 
şu soru 
sorulmuştur: 
Mushaf-ı 
Şerif, 
Arapların 
sonradan 
tespit 
ettikleri 
alfabeye 
göre mi 
yazılmıştır?
Mâlik 
buna: 
“Hayır” 
cevabını 
vermiş 
ve 
“Mushaf 
yazısının,
eski 
Arap 
hattına 
göre 
yazıldığını” 
söylemiştir. 
Ulemadan 
bu 
görüşe 
muhalefet 
eden de 
olmamıştır 
(Suyûtî, 
İtkân, 
Kur’an’ın 
Yazı 
Şekli/6114). 
2) Ebû 
Amr 
ed-Dânî 
(ö.444/1053), 
el-Muknî 
isimli 
eserinde 
şöyle 
der: 
İmâm 
Mâlik'e 
Kur’ân'daki 
(bazı 
kelimelerde)
vav 
ve 
elif 
harflerinin 
yazılışının 
(gramer 
kurallarına 
uymadığı) 
ile 
ilgili 
bir soru 
soruldu: 
Mushaf’ta 
aynı 
harfleri 
(hatalı 
gibi 
görünen 
bir 
kelime) 
görsen 
değiştirir 
misin? 
İmam-ı 
Mâlik 
buna: “Hayır
değiştirmem, 
aynen 
kabul 
ederim” 
cevabını 
verdi (İtkân, 
6115). 
3) 
İmâm-ı 
Ahmed
(ö.241/855),
İmâm 
Mushaf’da 
mevcut,
vav,
ya,
elif 
veya 
diğer 
harflerin 
(ve 
kelimelerin) 
olduğu 
gibi 
korunması 
gerektiğini, 
bunlara 
muhalefetin 
(karşı 
görüş ve 
hareketin)
haram 
olduğunu 
söyledi 
(İtkân, 
6116). 
4) 
Beyhakî 
(ö.458/1066), 
«Şu’abü’l-İman»ında 
şöyle 
der: 
Mushaf’ı
istinsah 
eden/çoğaltan 
kimse, 
mushafların 
yazısını 
aynen 
korumalı, 
herhangi 
bir 
değişikliğe 
gitmemelidir 
(İtkân, 
6117). 
5) 
İcma’ya 
muhalefet,
bâtıldır 
(Reddül-Muhtar/İbn 
Âbidîn 
(ö.1252/1836), 
Mukaddime). 
6) 
Abdullah 
b. 
Mes’ûd 
(ö.32/653): 
“Mushaf’ı 
olduğu 
gibi 
bırakın, 
ona bir 
şey 
katmayın,
müdahalede 
bulunmayın’” 
demiştir 
(el-Mergınânî 
(ö.593/1197), 
Hidâye, 
Namaz 
bölümü). 
Bütün bu 
deliller 
karşısında 
kendini 
Oryantalist 
akıma 
kaptıran 
Tayyar 
Altıkulaç 
ve bu 
meş’um 
toplantıyı 
tertip 
edenler, 
acaba ne 
diyecekler? 
Mushaflardaki
imlâ 
birliğine 
(!) 
varabilmek 
için, 
hâlâ 
Vehhabî 
hattı 
olan 
Fehd 
Mushafı’ndaki
imlâya 
dönmede 
ısrarcı 
olacaklar 
mı? 
  
İddialar 
ve Batıl 
Gerekçeler
Tayyar 
Altıkulaç, 
Türkiye’de 
basılan 
Mushaflarda 
uygulanan
imlâ
ile 
bazı 
kelimelerin 
farklı 
yazımını 
karşımıza 
çıkarıyor: 
“Bu 
bir 
tutarsızlıktır.” 
diyor ve 
şu 
örnekleri 
veriyor: 
1.
Se’av 
(Sebe’, 
5) 
elifsiz 
yazılmış. 
Fakat 
se’av 
(Hac,51)’de 
elifli 
yazılmıştır. 
2.
Teştehî 
(Fussılet,31) 
kelimesi, 
Zuhruf,71’de
Teştehîhi
şeklinde 
yazılmıştır. 
Vahiy 
kâtipleri 
bu 
kelimeleri 
yazarken 
T. 
Altıkulaca 
mı 
soracaklardı? 
3.
Hayran 
minhâ 
(Kehf,36) 
kelimesi, 
Kehf,81’de 
Hayran 
minhü 
şeklinde 
yazılmıştır. 
Vahiy 
kâtipleri 
bu 
kelimeleri 
yazarken 
T. 
Altıkulaca 
mı 
soracaklardı? 
4. 
T. 
Altıkulaç 
şöyle 
diyor: 
Şam’a 
giden 
Mushaf’la 
Kufe’ye 
giden 
Mushaf 
ya da 
Basra’ya 
giden 
Mushaf'ın 
imlâsında 
da bazı 
esasa 
müteallik 
olmayan, 
mana ile 
ilgisi 
bulunmayan 
farklılıklar 
vardır. 
Bu daha 
çok 
elifle 
ya da 
elifsiz 
yazılımla 
ilgilidir. 
Ama yine 
bu 
Mushaflar 
arasında 
okuyuşta 
da 
farklılığa 
sebep 
olan 
yazımlar 
vardır. 
Benim 
tespitlerime 
göre, 
bunlar
44 
adet 
kelimedir. 
Diğerleri 
daha çok
elifle 
veya 
elifsiz 
yazılımla 
ilgilidir 
(Tayyar 
Altıkulaç, 
CD/1). 
Tayyar 
Altıkulaç, 
bu 
tespitleri 
yaparken, 
Müsteşrik 
veya 
Müsteşrik 
temsilcilerinin 
kitaplarından 
büyük 
ölçüde 
yararlandığı 
veya 
onların 
etkisi 
altında 
kaldığı 
anlaşılmaktadır. 
Çünkü 
onlar, 
hayatlarını 
Kur’an’da 
çelişki 
ve hata 
bulmaya 
adamışlardır. 
Buna 
göre 
Kur’an 
üzerinde
şüphe 
uyandırma 
çalışması 
yapanlardan 
bazıları 
şunlardır: 
1) Alman 
oryantalist
Nöldeke 
(ö.1930).
Kur’an 
Tarihi 
alanında 
bir 
çalışma 
yapmıştır. 
2) 
Mısırlı
Taha 
Hüseyin
(ö.1973). 
Kur’an’da 
bazı 
kelimelerin 
Arap 
gramerine 
uymadığını 
iddia 
ederek, 
Kur’an’ı 
eleştirmiştir. 
Sünnî 
ulema 
da, bu 
iddiasına 
karşı 
onun 
mürted 
olduğunu 
ilân 
etmiştir. 
3) 
Mustafa 
Öztürk. 
Cihad 
âyetleri 
arasında 
çelişki 
olduğunu 
iddia 
etmiş ve 
Almanya’ya 
kaçmıştır. 
4)
T. 
Erpenıus, 
A. 
Jeffery, 
M. Watt, 
R. Paret, 
O. 
Pretzl, 
F. Buhl 
gibi 
Müsteşrikler,
Kur’an
ve 
Kur’an 
Tarihi 
üzerinde 
çalışma 
yapmışlar 
ve 
Kur’an’ı 
eleştirmişlerdir. 
5) M. 
Hamidullah 
(ö.2002). 
Müsteşriklerin 
kongrelerine 
katılmış 
ve 
Kur’an-ı 
Kerim 
Tarihi 
alanında 
çalışma 
yapmış 
bir 
Müsteşrik 
temsilcisidir. 
Hamidullah, 
Mecid-i 
Aksa’nın 
Kudüs’te 
değil, 
göklerde 
olduğunu 
iddia 
ederek, 
kıble 
ile 
ilgili 
âyetleri 
inkâr 
etmiştir. 
Hazret-i 
Peygamber’in 
geçliğinde
puta 
kurban 
kestiğini 
ve 
Resûlüllah’ın 
- 
âyetlere 
aykırı 
olarak -
ümmi 
olmadığını 
iddia 
etmiştir. 
6) 
İzmirli 
İsmail 
Hakkı 
(ö.1946). 
Camilere 
sıra 
konulması 
ile 
ilgili 
imza 
verenler 
arasında 
yer 
almış ve
Tarih-i 
Kur'ân 
alanında 
çalışma 
yapmıştır. 
  
Değerlendirme
Ülkemizde 
Mushaflarda 
uygulanan
Aliyyül 
Karî 
isimli 
imlânın 
terkedilerek, 
genelde 
İslam 
dünyasında 
uygulanan
Resm-i 
Osmanî’ye 
geçilmesiyle 
ilgili 
yapılan 
toplantı, 
şu 
şekilde 
değerlendirilebilir: 
1. 
Resm-i 
Osmanî 
ifadesi, 
vehhabî 
dünyasının 
kullandığı
aldatıcı 
bir 
kavramdır.
İmam 
Mushaf 
hattı/imlâsı 
ile 
ilgisi 
yoktur. 
2. 
Resm-i 
Osmanî, 
Suûdilerin 
Arabistan’da 
ve 
Vehhabîliğin 
etkili 
olduğu 
ülke ve 
toplumlarda 
yaygın 
şekilde 
kullanılmaktadır. 
3. 
Resm-i 
Osmanî 
ile 
yazılan 
Mushaflar, 
okunması 
zor ve 
son 
derece 
karmaşıktır. 
4. 
Türkiye’de 
Mushaflar,
Aliyyül 
Karî 
isimli 
hat/imlâ 
ile 
basılmaktadır. 
Okunuşu 
kolaydır. 
Bu 
imlânın
700-800 
senelik 
bir 
geçmişi 
vardır. 
Bu 
konuda
icma 
oluşmuştur. 
Resm-i 
Osmanî 
denilen 
Fehd/Vehhabî 
imlâsının 
ise 
100-150 
senelik 
bir 
geçmişi 
vardır. 
Sonradan 
ortaya 
çıkmış,
icmaya 
karşı, 
gayri 
ilmî ve 
Batı 
destekli 
bir 
ideolojinin 
mahsülüdür. 
  
Sonuç
Ehl-i 
Sünnet 
âlimlerinin 
beyanına 
göre 
Mushaflarda 
yapılacak 
en küçük 
bir 
değişiklik,
haramdır. 
Çünkü 
Mushaflarda 
kullanılan 
hat/imlâ,
icma 
ile bize 
kadar 
ulaşmıştır. 
İcma’ya 
muhalefet, 
ona 
aykırı 
karar 
alma ve 
çalışma 
yapma, 
tamamen 
İslam’a 
ve 
Kur’an’a
ihanet 
olur. 
  
Kaynak: 
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/turkiyede-osmanli-kuran-hattini-vehhabi-hattina-cevirme-tesebbusu-632259 
 |