10
Eylül 2022
Türkiye’de
Osmanlı
“Kur’an
Hattı”nı
Vehhâbî
Hattına
Çevirme
Teşebbüsü
c.ahmetakisik@gmail.com
Ali
Bardakoğlu
yönetimindeki
Diyanet
İşleri
Başkanlığı,
2008
yılında
“Resm-i
Osmanî
Hat
Tarzına
Geçiş
(Aslında
Fehd/Vehhabî
Hat
Tarzına
Geçiş),
Bilgisayar
Hatlı
Kur'an-ı
Kerim
Basımı
ve
Kur'an-ı
Kerim’lerin
Renkli
Olarak
Basımı”
konulu
bir
toplantı
düzenlemiştir.
Ancak bu
toplantı,
ilgili
başkanlıkta
değil de
İSEM’de
yapılmıştır.
Bu
toplantıya
DİB eski
Başkanları,
Başkan
Yardımcıları,
İstanbul
İl
Müftüsü,
İSAM
Başkanı,
Mushafları
İnceleme
Kurulu
Başkanı
ve
üyeleri,
Din
İşleri
Yüksek
Kurulu
üyeleri,
ilim
erbabı,
hat
üstatları,
hattatlar
ve
Kur’an’a
hizmet
eden
bazı
yayın
temsilcileri
katılmıştır.
Toplantı
Gizli
DİB
Başkan
Ali
Bardakoğlu,
toplantıyı
açarken,
katılanlara
teşekkür
ettikten
sonra
şöyle
diyor:
Sözü
uzatmadan
şunu
ifade
edeyim:
Burası
bir aile
ortamıdır.
Burada
konuşulanlar
dışarıda
tartışılmak
için
konuşulmuyor.
Burada
şu
hocamız
böyle
dedi, bu
arkadaşımız
bu
teklifi
yaptı
şeklinde
konuyu
kamuoyuna
veya
Diyanet
camiasına
taşımak
için
konuşmuyoruz.
Onun
için,
bütün
konuştuklarınızı
bir
aile
mahremiyeti
içerisinde
açık
yüreklilikle
konuşabilirsiniz.
Kayıt
sadece
ve
sadece
Mushaf
Tetkik
Heyeti’ne
ait bir
kayıttır.
Sizin
bilginiz,
izniniz,
onayınız
olmadan
bunlar
tartışılmaya
asla
açılmaz.
Burada
bir
karar
alıp da
o kararı
uygulayacak
değiliz.
Sadece
bizim
Diyanet
İşleri
Başkanlığı’nın
Mushaf
Tetkik
Heyeti’nde
böyle
bir
bilgi
birikiminin,
farklı
bakış
açılarının
olduğunun,
farklı
yolların
olduğunun
bilinmesi,
bulunması
ve
zihinlerimizin
biraz da
artık bu
zeminde
çalışması
gerekiyor
(Ali
Bardakoğlu,
CD/1.)
Bütün
konuşmalar,
İSEM
tarafından
CD’lere
kaydedilmiş
ve
çözümlemelerini
de
kendileri
yapmıştır.
Hepsi, 6
adet
CD’de
toplanmıştır.
Toplantının
Amacı
DİB eski
başkanı
Tayyar
Altıkulaç,
bu
konuda
şöyle
diyor:
Kur'an-ı
Kerim
açısından
belli
başlı
ihtilafların
bulunduğu
bir
konuyu
bugün
görüşeceğiz.
Kanaatimce
oldukça
ciddi
bir
meseleyi
konuşacağız,
önemli
bir
meseleyi
konuşacağız.
Gümrük
kapılarından
binlerce,
bazen
yüz
binlerce
Mushaf'ın
geri
gönderildiği
bir
İslam
dünyasını
birlikte
yaşıyoruz.
O
yüzden,
umarım
bu
toplantı,
buradaki
müzakereler,
Mushafları
İnceleme
Kurulu’nun
ve
Din
İşleri
Yüksek
Kurulu’nun
önüne
hayırlı,
isabetli
görüşlerin
oluşmasına
vesile
olacak
hususları
getirir
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/1).
1985
yılında
Din
İşleri
Yüksek
Kurulu’nda
ve
Mushafları
İnceleme
Kurulu’nda
arkadaşlarımızla
yaptığımız
müzakereler
sonunda
(sözde)
Resm-i
Osmanî
olarak
itibar
edilen
Mushaf’a
paralel
bir
Mushaf-ı
Şerif,
Fahrettin
isminde
bir
muhterem
hattatımıza
bir
Mushaf-ı
Şerif
yazdırmıştık.
30 bin
nüsha da
basılmış
ve
dağıtılmıştı.
Hiç
kimse
bunun
Suudilerin
(Vehhabî
imlâlı)
Mushaf'ı
gibi
okuma
zorluğundan
bahsetmeden
piyasada
yok oldu
bu
Mushaf-ı
Şerif,
hiç
problem
olmadı.
(Demek
ki, bu
kaçak/kurallara
aykırı
basılmış.)
Ama daha
sonra
bunu
kurumsal
bir
anlayış
ve
uygulama
haline
getirmek
kısmet
olmamıştı.
Sayın
Başkan’ın
bu
konuyu
ciddi
anlamda,
işin
uzmanlarıyla,
akademisyenlerle
burada
bir
aile
ortamında
(gizli)
tartışmaya
getirmiş
olmasını
bu
vesileyle
bir kere
teşekkürlerimi
beyan
ediyorum.
Hayırlı
bir
sonuca
gideriz
inşallah
diyorum
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/1).
Bu
durumda
toplantının
amacı,
sözde
Resm-i
Osmanî
aslında
Vahhabî
yazılımlı/imlâlı
Mushafı
Türkiye’de
resmen
kabul
etmek ve
yaygınlaştırmaktır.
Mushafları
İnceleme
Kurulu’nun
da yasal
bir
zemin
içinde
bu tür
Mushafları
mühürleyerek
basımına
izin
vermesidir.
Mushaf
Tartışmaya
Açılıyor
Tayyar
Altıkulaç,
bu
meş’um
girişimin
kendine
göre
tarihî
ve
ticarî
gerekçesini,
şöyle
açıklıyor:
1.
Ticarette
engelleme:
Türkiye’de
basılan
Mushafları,
Mısır’a,
Arabistan’a,
diğer
Arap
ülkelerine
gönderemiyoruz.
Niçin,
çünkü
mushaflarımız
arasında
yazılım,
hat ve
imlâ
birliği
yok.
Hepsi,
geri
çevriliyor.
T.
Altıkulaç
aynen
şöyle
diyor:
Eğer
İslam
dünyasıyla
imlâ
birliğini
sağlarsak,
matbaalarımız
İslam
ülkelerine
Mushaf
basarlar,
siparişler
alırlar
ve
galiba
en güzel
baskıyı
da biz
yaparız.
Çünkü en
güzel ve
en usta
hattatlar
bizde.
Suudiler
(Vehhabîler),
bizim
hattatlarımızı
ülkelerine
çağırıp
mescitlerinin
duvarlarını,
levhalarını
ve
istedikleri
yerleri
yazdırıyorlar
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/1).
Ben
şahsi
tercihimi
söylüyorum.
Müslümanların
bu
ihtilafı,
şahsen
beni
rencide
ediyor.
100 bin
adet
Mushaf,
Kuveyt
gümrüğünden
geri
dönüyor.
Ne demek
bu? Bir
yayınevimiz
anlaşıyor
Kuveytlilerle,
1970’li
yıllarda,
Mushafları
da
basıyor,
oraya
kadar da
götürüyor,
gümrükten
geri
dönüyor,
“Bu
tahrif
edilmiş
bir imlâ”
diye. Ve
bu
arkadaşımız
büyük
ölçüde
zarar
görüyor
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/3).
Hayır,
sadece
kargo
masrafından
zarar
görmüştür.
Mushaflar,
ülkemizde
uygulanan
imlâye
göre
basıldığı
için iç
piyasada
tüketilmiştir.
O
basımevi,
Arap
dünyasında
farklı
bir imlâ
kullanıldığını
bilebile
veya
bilmeyerek
böyle
bir
ticarete
girişmiştir.
Her
yönden
kendi
hatasıdır!
Ticaretin
kendine
göre
bazı
kuralları
vardır.
Türkiye’den
gönderilen
bazı
ürünlerin
KKTC
gümrüğünden
geçmediğini
hatırlayalım.
2.
Mushaflardaki
tutarsızlıklar:
Tayyar
Altıkulaç,
Ülkemizde
basılan
Mushaflarda
bazı
kelimelerin
yazılışı/hattı,
diğer
bir
ifadeyle
imlâsı
konusunda
aynı
kelimenin
farkı
âyetlerde
ve
farklı
şekillerde
yazılışını
bir
tutarsızlık
olarak
görüyor
ve bunu
açıkça
eleştiriyor.
Hatta
İslam
dünyasında
ilgili
kişi ve
kurumlarla
biraraya
gelerek
bir
imlâ
birliğine
varılması
gerektiğini
söylüyor
ve bu
konuda
geç
kalındığını
şiddetle
vurguluyor.
Bir
Müsteşrik
gibi
bazı
iddialarda
bulunuyor.
Ancak bu
iddialara
geçmeden
önce
Mushaf-ı
Şerif’in
hattı
ve
imlâsı
ile
ilgili
bazı
kavramların
açıklanması,
faydalı
olacaktır.
Şöyle
ki:
1)
Türkiye’de
Mushafların
imlâsı:
Ülkemizde
basılan
Mushafların
hat ve
imlâsı,
15. ve
16. asra
dayanmaktadır.
Hat
uzmanlarına
göre şu
anda
uygulanan
imlâ,
16. yüz
yılda
yaşamış
olan
Aliyyül
Karî’nin
(ö.1605)
hattıdır.
Bu hat,
zamanımıza
kadar
gelmiştir.
Çok
bilinmeyen
bir
husus da
Aliyyül
Karî’den
yaklaşık
yüz sene
önce
yaşayan
Şeyh
Hamdullah’ın
(ö.1520)
yazdığı
Mushaf’da
aynı
imlâ
görülmüştür
(Bir
Katılımcı,
CD/2.
Tutanakta
katılımcının
ismi yer
almıyor.
Ayrıca
bkz. M.
Uğur
Derman,
DİA, Hat
mad.).
Hiç bir
şey
birden
neş vü
nemâ
bulmaz.
Her
şeyin
bir
gelişme
süreci
vardır.
Biz bu
hattı,
tâ
Selçuklulara
dayandırabiliriz.
Bu
durumda
Türkiye’mizde
Mushaflarda
uygulanan
hattın/imlânın
eldeki
verilere
göre,
700-800
senelik
bir
geçmişi
vardır.
Bütün
hat
kaynaklarında
Osmanlı
döneminde
Mushaflarda
uygulanan
imlâ,
onun
ismiyle
alem
olmuş ve
bu
hatta,
Aliyyül
Karî
hattı
denilmiştir.
Şimdi bu
konuda
şu soru
ile
karşılaşabiliriz:
Aliyyül
Karî
imlâsının
özelliği
nedir?
Bu
hattın/imlânın
en
önemli
özelliği,
% 90-95
elif’in
kullanılmasıdır.
Bütün
sülâsî
ism-i
fâillerde,
cemi
müennes
sâlimlerde
ve bazı
isimlerde
elif
yazılır.
Bu
okuyucuya
kolaylık
ve doğru
telaffuz
sağlamaktadır.
Bazı
örnekler
verecek
olursak,
şöyle
diyebiliriz:
Hâlid,
kitâb,
sâlihât,
yâbenî,
isrâîl,
âyât,
iyyâye,
nasâra,
sâbiîn,
hâsirîn,
el’âne,
ehâtat,
eshâb
gibi
kelimeler
elif
ile
yazılır.
2)
Arap
dünyasında
Mushafların
imlâsı:
Şu
anda
Suûdi
Arabistan
ve Mısır
başta
olmak
üzere
Arap
dünyasında,
Pakistan’da,
Okyanus
Ülkelerinde
ve
Afrika’da
Müslüman
ülkelerin
çoğunda
Resm-i
Osmanî
(!)
denilen
Fehd
(Vehhabî)
hattı
yaygındır.
Ancak
Türk
Cumhuriyetlerinde
ve bazı
Müslüman
ülkelerde
Türkiye’nin
gönderdiği
hediye
Mushaflar
vardır.
Bu
Mushaflar,
ofset
baskı
ile
çoğaltılmakta,
böylece
Türkiye
Mushaflarında
uygulanan
hat,
yaygınlaştırılmaktadır.
Çoğunlukla
Vehhabîlerin
veya
onların
etkisinde
kalanların
kullandığı:
Resm-i
Osmanî
(!)
denilen
Fehd
(Vehhabî)
hattının
özelliği
nedir?
Bu
hattın
özelliği,
bütün
sülâsî
ism-i
fâillerde,
cemi
müennes
sâlimlerde
ve bazı
isimlerde
elif
yazılmaz.
Suûdîler/Vehhabîler,
sözde
Resm-i
Osmanî
dedikleri
hatta/imlâya,
tecvid
kaidelerini
de
yükleyerek,
Allah’ın
mübarek
kelâmı’nı
tamamen
karışık
ve
okunamaz
hâle
getirmişlerdir.
Şimdi
burada
çok
önemli
bir
soruyla
karşılaşıyoruz.
Peki bu
gizli
toplantıda
çok
telâffuz
edilen,
İslam
dünyasında
kullanılan
ve
Hazret-i
Osman’a
kadar
nispet
edilen
Resm-i
Osmanî,
gerçekten
vahiy
kâtiplerinin
yazdığı
ve 6
yerleşim
merkezine
gönderilen
İmam
Mushaflar’da
uygulanan
hat/imlâ
mıdır?
Tayyar
Altıkulaç
bu
konuda
şöyle
diyor:
Hazret-i
Osman’ın
Mushaflarında
kullanılan
imlânın
yüzde
100,
bire bir
tespiti
mümkün
müdür?
Hayır,
mümkün
değil,
bunu
bilelim.
Demek
ki,
Hazret-i
Osman’ın
Mushaflarındaki
imlâyı,
Resm-i
Osmanî’yi
tam
tespit
etmek,
mümkün
değil.
Ne
zamana
kadar? O
Mushaflardan
(6
Mushaf’tan),
en
azından
birine,
ikisine
kavuşuncaya
kadar.
Henüz o
Mushaflara
kavuşmuş
değiliz
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/1).
T.
Altıkulaç,
bundan
sonra,
kendine
göre
bazı
gerekçeler
ileri
sürerek:
“Topkapı
sarayında
muhafaza
edilen
ve
Hazret-i
Osman’a
nispet
edilen
kan
lekeli
Mushaf’ın
da ona
âit
olduğuna
inanmıyorum.”
diyor
(CD/1).
Ancak
iyi
düşünmek
lâzımdır,
o
Mushaf-ı
Şerif,
Tahtakale’de
işportacılardan
alınan
bir
kitap
değildir.
Türk
hakanı
Yavuz
Sultan
Selim’in
1517’de
Mısır’ın
zaptından
sonra
İstanbul’a
getirilen
bir çok
Mukaddes
Emanet
içinde
yer
alıyordu.
Tevkîfîlik
Konusu
Tayyar
Altıkulaç
tevkîfîlik
konusunda
şöyle
diyor:
Mushaf
imlâsının
tevkîfi
olup
olmadığı,
yani
vahye
dayalı
olup
olmadığı
meselesidir.
Tevkîfi
olduğunu
iddia
edenler
vardır.
Bu
tartışmaya
girmek
istemiyorum.
Tevkîfîliği
savunanların
ortaklaşa
kullandıkları
delillerinden
biri,
Deylemî’nin
(ö.509/1115)
naklettiği
bir
hadis-i
şeriftir.
Bu
hadise
göre
Hazret-i
Peygamber
vahiy
yazdırmak
üzere
(Vahiy
kâtibi
Hazret-i)
Muâviye
b. Ebû
Süfyân’ı
çağırıyor
ve ona,
Rahman,
Allah,
Rahim
veya
(ve)
be, sin,
mim
harflerini
nasıl
yazacağı
konusunda
uyarıda
bulunuyor.
Böyle
olduğuna
göre,
Hazret-i
Peygamber
bir
kelimenin
veya bir
cümlenin
nasıl
yazılacağı
konusunda
kâtiplerini
ikaz
ettiğine
göre,
demek
ki, bu
işin
temelinde
bir
vahiy
ilkesi
vardır.
Ancak bu
hadis
mevzudur
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/1).
Bu hadis
ve
tevkîfîlik
ile
ilgili
cevabımızı
şu
şekilde
maddeler
halinde
verebiliriz:
1.
Söz
konusu
Hadis-i
Şerif,
Şîrûye
b.
Şehredâr
ed-Deylemî’nin
(ö.509/1115)
Firdevsü’l-Ahbâr
isimli
kitabında
bulunmaktadır.
T.
Altıkulaç’ın
bu
hadisi
görmediği
anlaşılıyor.
Çünkü
hadis
metninde
“veya”
yok,
“ve”
vardır.
Böylece
biz onun
yanlış
naklini
düzeltmiş
olduk.
2.
Hadis
alanında
hafızlık
derecesine
ulaşan
oğlu
Şehredâr
b.
Şîrûye
ed-Deylemî
(ö.558/1163),
Firdevsü’l-Ahbâr
kitabındaki
hadisleri
isnatlarıyla
birlikte
bir
araya
getirmiştir.
Kitabına
da,
Müsnedü
Firdevsi’l-ahbâr/Firdevsü’l-ahbâr
bi-me’s̱ûri’l-hitâb
adını
vermiştir.
T.
Altıkulaç’ın
mevzu
dediği
hadis,
burada
8533
no.da
kayıtlıdır.
3.
İmam-ı
Deylemî’nin
Firdevs
isimli
kıymetli
hadis
kitabı
üzerinde
bir
başka
çalışma
da İbn
Hacer
el-Askalânî
(ö.852/1449)
tarafından
yapılmıştır.
el-Askalânî,
hadis
hâfızıdır.
Bu
çalışmasına
da
Müsnedü’l-Firdevs
ismini
vermiştir.
Şimdi
burada
soralım:
Bir
hadis
hâfızı
– hem
oğlu,
hem de
el-Askalânî
- içinde
mevzu
hadisler
olan bir
eser
üzerinde
çalışma
yapar ve
ondan
övgü ile
bahseder
mi?
Birçok
kişi,
zayıf
hadis
ile
mevzu’yu
birbirine
karıştırıyor.
Zayıf,
hadis
ilminde
teknik
bir
kavramdır.
Zayıf
hadis,
hadistir.
Fakat,
mevzu,
uydurma
bir
sözdür.
Hiçbir
hadis
âliminin
eserinde
mevzu
söz
yoktur.
4.
Acaba T.
Altıkulaç’ın
bu
hadis-i
şerife,
tepkisi,
itirazı,
hadisi,
Muâviye
radıyallahü
anh’ın
rivayet
etmesinden
midir?
Çünkü
üstat
olarak
kabul
ettiği
Hayrettin
Karaman’ın
“Muâviye’yi
sevmiyorum”
dediği
bilinmektedir.
Onu
kırmamak
için mi,
böyle
bir
iddiada
bulundu?
Sonra
Şia,
Hazret-i
Muâviye’ye
zaten
düşmandır.
Bunun
için mi,
hadise
mevzu
dedi?
Bunu
bilemiyoruz?
5.
Mushaf’taki
imlâ
ile
ilgili
Sünnî
ulemanın
görüş ve
beyanları
şöyledir:
1)
İmâm-ı
Mâlik'e
(ö.179/795)
şu soru
sorulmuştur:
Mushaf-ı
Şerif,
Arapların
sonradan
tespit
ettikleri
alfabeye
göre mi
yazılmıştır?
Mâlik
buna:
“Hayır”
cevabını
vermiş
ve
“Mushaf
yazısının,
eski
Arap
hattına
göre
yazıldığını”
söylemiştir.
Ulemadan
bu
görüşe
muhalefet
eden de
olmamıştır
(Suyûtî,
İtkân,
Kur’an’ın
Yazı
Şekli/6114).
2) Ebû
Amr
ed-Dânî
(ö.444/1053),
el-Muknî
isimli
eserinde
şöyle
der:
İmâm
Mâlik'e
Kur’ân'daki
(bazı
kelimelerde)
vav
ve
elif
harflerinin
yazılışının
(gramer
kurallarına
uymadığı)
ile
ilgili
bir soru
soruldu:
Mushaf’ta
aynı
harfleri
(hatalı
gibi
görünen
bir
kelime)
görsen
değiştirir
misin?
İmam-ı
Mâlik
buna: “Hayır
değiştirmem,
aynen
kabul
ederim”
cevabını
verdi (İtkân,
6115).
3)
İmâm-ı
Ahmed
(ö.241/855),
İmâm
Mushaf’da
mevcut,
vav,
ya,
elif
veya
diğer
harflerin
(ve
kelimelerin)
olduğu
gibi
korunması
gerektiğini,
bunlara
muhalefetin
(karşı
görüş ve
hareketin)
haram
olduğunu
söyledi
(İtkân,
6116).
4)
Beyhakî
(ö.458/1066),
«Şu’abü’l-İman»ında
şöyle
der:
Mushaf’ı
istinsah
eden/çoğaltan
kimse,
mushafların
yazısını
aynen
korumalı,
herhangi
bir
değişikliğe
gitmemelidir
(İtkân,
6117).
5)
İcma’ya
muhalefet,
bâtıldır
(Reddül-Muhtar/İbn
Âbidîn
(ö.1252/1836),
Mukaddime).
6)
Abdullah
b.
Mes’ûd
(ö.32/653):
“Mushaf’ı
olduğu
gibi
bırakın,
ona bir
şey
katmayın,
müdahalede
bulunmayın’”
demiştir
(el-Mergınânî
(ö.593/1197),
Hidâye,
Namaz
bölümü).
Bütün bu
deliller
karşısında
kendini
Oryantalist
akıma
kaptıran
Tayyar
Altıkulaç
ve bu
meş’um
toplantıyı
tertip
edenler,
acaba ne
diyecekler?
Mushaflardaki
imlâ
birliğine
(!)
varabilmek
için,
hâlâ
Vehhabî
hattı
olan
Fehd
Mushafı’ndaki
imlâya
dönmede
ısrarcı
olacaklar
mı?
İddialar
ve Batıl
Gerekçeler
Tayyar
Altıkulaç,
Türkiye’de
basılan
Mushaflarda
uygulanan
imlâ
ile
bazı
kelimelerin
farklı
yazımını
karşımıza
çıkarıyor:
“Bu
bir
tutarsızlıktır.”
diyor ve
şu
örnekleri
veriyor:
1.
Se’av
(Sebe’,
5)
elifsiz
yazılmış.
Fakat
se’av
(Hac,51)’de
elifli
yazılmıştır.
2.
Teştehî
(Fussılet,31)
kelimesi,
Zuhruf,71’de
Teştehîhi
şeklinde
yazılmıştır.
Vahiy
kâtipleri
bu
kelimeleri
yazarken
T.
Altıkulaca
mı
soracaklardı?
3.
Hayran
minhâ
(Kehf,36)
kelimesi,
Kehf,81’de
Hayran
minhü
şeklinde
yazılmıştır.
Vahiy
kâtipleri
bu
kelimeleri
yazarken
T.
Altıkulaca
mı
soracaklardı?
4.
T.
Altıkulaç
şöyle
diyor:
Şam’a
giden
Mushaf’la
Kufe’ye
giden
Mushaf
ya da
Basra’ya
giden
Mushaf'ın
imlâsında
da bazı
esasa
müteallik
olmayan,
mana ile
ilgisi
bulunmayan
farklılıklar
vardır.
Bu daha
çok
elifle
ya da
elifsiz
yazılımla
ilgilidir.
Ama yine
bu
Mushaflar
arasında
okuyuşta
da
farklılığa
sebep
olan
yazımlar
vardır.
Benim
tespitlerime
göre,
bunlar
44
adet
kelimedir.
Diğerleri
daha çok
elifle
veya
elifsiz
yazılımla
ilgilidir
(Tayyar
Altıkulaç,
CD/1).
Tayyar
Altıkulaç,
bu
tespitleri
yaparken,
Müsteşrik
veya
Müsteşrik
temsilcilerinin
kitaplarından
büyük
ölçüde
yararlandığı
veya
onların
etkisi
altında
kaldığı
anlaşılmaktadır.
Çünkü
onlar,
hayatlarını
Kur’an’da
çelişki
ve hata
bulmaya
adamışlardır.
Buna
göre
Kur’an
üzerinde
şüphe
uyandırma
çalışması
yapanlardan
bazıları
şunlardır:
1) Alman
oryantalist
Nöldeke
(ö.1930).
Kur’an
Tarihi
alanında
bir
çalışma
yapmıştır.
2)
Mısırlı
Taha
Hüseyin
(ö.1973).
Kur’an’da
bazı
kelimelerin
Arap
gramerine
uymadığını
iddia
ederek,
Kur’an’ı
eleştirmiştir.
Sünnî
ulema
da, bu
iddiasına
karşı
onun
mürted
olduğunu
ilân
etmiştir.
3)
Mustafa
Öztürk.
Cihad
âyetleri
arasında
çelişki
olduğunu
iddia
etmiş ve
Almanya’ya
kaçmıştır.
4)
T.
Erpenıus,
A.
Jeffery,
M. Watt,
R. Paret,
O.
Pretzl,
F. Buhl
gibi
Müsteşrikler,
Kur’an
ve
Kur’an
Tarihi
üzerinde
çalışma
yapmışlar
ve
Kur’an’ı
eleştirmişlerdir.
5) M.
Hamidullah
(ö.2002).
Müsteşriklerin
kongrelerine
katılmış
ve
Kur’an-ı
Kerim
Tarihi
alanında
çalışma
yapmış
bir
Müsteşrik
temsilcisidir.
Hamidullah,
Mecid-i
Aksa’nın
Kudüs’te
değil,
göklerde
olduğunu
iddia
ederek,
kıble
ile
ilgili
âyetleri
inkâr
etmiştir.
Hazret-i
Peygamber’in
geçliğinde
puta
kurban
kestiğini
ve
Resûlüllah’ın
-
âyetlere
aykırı
olarak -
ümmi
olmadığını
iddia
etmiştir.
6)
İzmirli
İsmail
Hakkı
(ö.1946).
Camilere
sıra
konulması
ile
ilgili
imza
verenler
arasında
yer
almış ve
Tarih-i
Kur'ân
alanında
çalışma
yapmıştır.
Değerlendirme
Ülkemizde
Mushaflarda
uygulanan
Aliyyül
Karî
isimli
imlânın
terkedilerek,
genelde
İslam
dünyasında
uygulanan
Resm-i
Osmanî’ye
geçilmesiyle
ilgili
yapılan
toplantı,
şu
şekilde
değerlendirilebilir:
1.
Resm-i
Osmanî
ifadesi,
vehhabî
dünyasının
kullandığı
aldatıcı
bir
kavramdır.
İmam
Mushaf
hattı/imlâsı
ile
ilgisi
yoktur.
2.
Resm-i
Osmanî,
Suûdilerin
Arabistan’da
ve
Vehhabîliğin
etkili
olduğu
ülke ve
toplumlarda
yaygın
şekilde
kullanılmaktadır.
3.
Resm-i
Osmanî
ile
yazılan
Mushaflar,
okunması
zor ve
son
derece
karmaşıktır.
4.
Türkiye’de
Mushaflar,
Aliyyül
Karî
isimli
hat/imlâ
ile
basılmaktadır.
Okunuşu
kolaydır.
Bu
imlânın
700-800
senelik
bir
geçmişi
vardır.
Bu
konuda
icma
oluşmuştur.
Resm-i
Osmanî
denilen
Fehd/Vehhabî
imlâsının
ise
100-150
senelik
bir
geçmişi
vardır.
Sonradan
ortaya
çıkmış,
icmaya
karşı,
gayri
ilmî ve
Batı
destekli
bir
ideolojinin
mahsülüdür.
Sonuç
Ehl-i
Sünnet
âlimlerinin
beyanına
göre
Mushaflarda
yapılacak
en küçük
bir
değişiklik,
haramdır.
Çünkü
Mushaflarda
kullanılan
hat/imlâ,
icma
ile bize
kadar
ulaşmıştır.
İcma’ya
muhalefet,
ona
aykırı
karar
alma ve
çalışma
yapma,
tamamen
İslam’a
ve
Kur’an’a
ihanet
olur.
Kaynak:
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/turkiyede-osmanli-kuran-hattini-vehhabi-hattina-cevirme-tesebbusu-632259
|