Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

10 Eylül 2022

Türkiye’de Osmanlı “Kur’an Hattı”nı

Vehhâbî Hattına Çevirme Teşebbüsü

c.ahmetakisik@gmail.com

Ali Bardakoğlu yönetimindeki Diyanet İşleri Başkanlığı, 2008 yılında “Resm-i Osmanî Hat Tarzına Geçiş (Aslında Fehd/Vehhabî Hat Tarzına Geçiş), Bilgisayar Hatlı Kur'an-ı Kerim Basımı ve Kur'an-ı Kerim’lerin Renkli Olarak Basımı” konulu bir toplantı düzenlemiştir. Ancak bu toplantı, ilgili başkanlıkta değil de İSEM’de yapılmıştır.

Bu toplantıya DİB eski Başkanları, Başkan Yardımcıları, İstanbul İl Müftüsü, İSAM Başkanı, Mushafları İnceleme Kurulu Başkanı ve üyeleri, Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri, ilim erbabı, hat üstatları, hattatlar ve Kur’an’a hizmet eden bazı yayın temsilcileri katılmıştır.

 

Toplantı Gizli

DİB Başkan Ali Bardakoğlu, toplantıyı açarken, katılanlara teşekkür ettikten sonra şöyle diyor:

Sözü uzatmadan şunu ifade edeyim: Burası bir aile ortamıdır. Burada konuşulanlar dışarıda tartışılmak için konuşulmuyor. Burada şu hocamız böyle dedi, bu arkadaşımız bu teklifi yaptı şeklinde konuyu kamuoyuna veya Diyanet camiasına taşımak için konuşmuyoruz. Onun için, bütün konuştuklarınızı bir aile mahremiyeti içerisinde açık yüreklilikle konuşabilirsiniz. Kayıt sadece ve sadece Mushaf Tetkik Heyeti’ne ait bir kayıttır. Sizin bilginiz, izniniz, onayınız olmadan bunlar tartışılmaya asla açılmaz. Burada bir karar alıp da o kararı uygulayacak değiliz. Sadece bizim Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Mushaf Tetkik Heyeti’nde böyle bir bilgi birikiminin, farklı bakış açılarının olduğunun, farklı yolların olduğunun bilinmesi, bulunması ve zihinlerimizin biraz da artık bu zeminde çalışması gerekiyor (Ali Bardakoğlu, CD/1.) Bütün konuşmalar, İSEM tarafından CD’lere kaydedilmiş ve çözümlemelerini de kendileri yapmıştır. Hepsi, 6 adet CD’de toplanmıştır.

 

Toplantının Amacı

DİB eski başkanı Tayyar Altıkulaç, bu konuda şöyle diyor:

Kur'an-ı Kerim açısından belli başlı ihtilafların bulunduğu bir konuyu bugün görüşeceğiz. Kanaatimce oldukça ciddi bir meseleyi konuşacağız, önemli bir meseleyi konuşacağız.

Gümrük kapılarından binlerce, bazen yüz binlerce Mushaf'ın geri gönderildiği bir İslam dünyasını birlikte yaşıyoruz. O yüzden, umarım bu toplantı, buradaki müzakereler, Mushafları İnceleme Kurulu’nun ve Din İşleri Yüksek Kurulu’nun önüne hayırlı, isabetli görüşlerin oluşmasına vesile olacak hususları getirir (Tayyar Altıkulaç, CD/1).

1985 yılında Din İşleri Yüksek Kurulu’nda ve Mushafları İnceleme Kurulu’nda arkadaşlarımızla yaptığımız müzakereler sonunda (sözde) Resm-i Osmanî olarak itibar edilen Mushaf’a paralel bir Mushaf-ı Şerif, Fahrettin isminde bir muhterem hattatımıza bir Mushaf-ı Şerif yazdırmıştık. 30 bin nüsha da basılmış ve dağıtılmıştı. Hiç kimse bunun Suudilerin (Vehhabî imlâlı) Mushaf'ı gibi okuma zorluğundan bahsetmeden piyasada yok oldu bu Mushaf-ı Şerif, hiç problem olmadı. (Demek ki, bu kaçak/kurallara aykırı basılmış.) Ama daha sonra bunu kurumsal bir anlayış ve uygulama haline getirmek kısmet olmamıştı. Sayın Başkan’ın bu konuyu ciddi anlamda, işin uzmanlarıyla, akademisyenlerle burada bir aile ortamında (gizli) tartışmaya getirmiş olmasını bu vesileyle bir kere teşekkürlerimi beyan ediyorum. Hayırlı bir sonuca gideriz inşallah diyorum (Tayyar Altıkulaç, CD/1).

Bu durumda toplantının amacı, sözde Resm-i Osmanî aslında Vahhabî yazılımlı/imlâlı Mushafı Türkiye’de resmen kabul etmek ve yaygınlaştırmaktır. Mushafları İnceleme Kurulu’nun da yasal bir zemin içinde bu tür Mushafları mühürleyerek basımına izin vermesidir.

 

Mushaf Tartışmaya Açılıyor

Tayyar Altıkulaç, bu meş’um girişimin kendine göre tarihî ve ticarî gerekçesini, şöyle açıklıyor:

1. Ticarette engelleme: Türkiye’de basılan Mushafları, Mısır’a, Arabistan’a, diğer Arap ülkelerine gönderemiyoruz. Niçin, çünkü mushaflarımız arasında yazılım, hat ve imlâ birliği yok. Hepsi, geri çevriliyor. T. Altıkulaç aynen şöyle diyor:

Eğer İslam dünyasıyla imlâ birliğini sağlarsak, matbaalarımız İslam ülkelerine Mushaf basarlar, siparişler alırlar ve galiba en güzel baskıyı da biz yaparız. Çünkü en güzel ve en usta hattatlar bizde. Suudiler (Vehhabîler), bizim hattatlarımızı ülkelerine çağırıp mescitlerinin duvarlarını, levhalarını ve istedikleri yerleri yazdırıyorlar (Tayyar Altıkulaç, CD/1).

Ben şahsi tercihimi söylüyorum. Müslümanların bu ihtilafı, şahsen beni rencide ediyor. 100 bin adet Mushaf, Kuveyt gümrüğünden geri dönüyor. Ne demek bu? Bir yayınevimiz anlaşıyor Kuveytlilerle, 1970’li yıllarda, Mushafları da basıyor, oraya kadar da götürüyor, gümrükten geri dönüyor, “Bu tahrif edilmiş bir imlâ” diye. Ve bu arkadaşımız büyük ölçüde zarar görüyor (Tayyar Altıkulaç, CD/3).

Hayır, sadece kargo masrafından zarar görmüştür. Mushaflar, ülkemizde uygulanan imlâye göre basıldığı için iç piyasada tüketilmiştir. O basımevi, Arap dünyasında farklı bir imlâ kullanıldığını bilebile veya bilmeyerek böyle bir ticarete girişmiştir. Her yönden kendi hatasıdır! Ticaretin kendine göre bazı kuralları vardır. Türkiye’den gönderilen bazı ürünlerin KKTC gümrüğünden geçmediğini hatırlayalım.

2. Mushaflardaki tutarsızlıklar: Tayyar Altıkulaç, Ülkemizde basılan Mushaflarda bazı kelimelerin yazılışı/hattı, diğer bir ifadeyle imlâsı konusunda aynı kelimenin farkı âyetlerde ve farklı şekillerde yazılışını bir tutarsızlık olarak görüyor ve bunu açıkça eleştiriyor. Hatta İslam dünyasında ilgili kişi ve kurumlarla biraraya gelerek bir imlâ birliğine varılması gerektiğini söylüyor ve bu konuda geç kalındığını şiddetle vurguluyor. Bir Müsteşrik gibi bazı iddialarda bulunuyor.

Ancak bu iddialara geçmeden önce Mushaf-ı Şerif’in hattı ve imlâsı ile ilgili bazı kavramların açıklanması, faydalı olacaktır. Şöyle ki:

1) Türkiye’de Mushafların imlâsı: Ülkemizde basılan Mushafların hat ve imlâsı, 15. ve 16. asra dayanmaktadır. Hat uzmanlarına göre şu anda uygulanan imlâ, 16. yüz yılda yaşamış olan Aliyyül Karî’nin (ö.1605) hattıdır. Bu hat, zamanımıza kadar gelmiştir. Çok bilinmeyen bir husus da Aliyyül Karî’den yaklaşık yüz sene önce yaşayan Şeyh Hamdullah’ın (ö.1520) yazdığı Mushaf’da aynı imlâ görülmüştür (Bir Katılımcı, CD/2. Tutanakta katılımcının ismi yer almıyor. Ayrıca bkz. M. Uğur Derman, DİA, Hat mad.).

Hiç bir şey birden neş vü nemâ bulmaz. Her şeyin bir gelişme süreci vardır. Biz bu hattı, tâ Selçuklulara dayandırabiliriz. Bu durumda Türkiye’mizde Mushaflarda uygulanan hattın/imlânın eldeki verilere göre, 700-800 senelik bir geçmişi vardır.

Bütün hat kaynaklarında Osmanlı döneminde Mushaflarda uygulanan imlâ, onun ismiyle alem olmuş ve bu hatta, Aliyyül Karî hattı denilmiştir.

Şimdi bu konuda şu soru ile karşılaşabiliriz:

Aliyyül Karî imlâsının özelliği nedir?

Bu hattın/imlânın en önemli özelliği, % 90-95 elif’in kullanılmasıdır. Bütün sülâsî ism-i fâillerde, cemi müennes sâlimlerde ve bazı isimlerde elif yazılır. Bu okuyucuya kolaylık ve doğru telaffuz sağlamaktadır.

Bazı örnekler verecek olursak, şöyle diyebiliriz:

Hâlid, kitâb, sâlihât, yâbenî, isrâîl, âyât, iyyâye, nasâra, sâbiîn, hâsirîn, el’âne, ehâtat, eshâb gibi kelimeler elif ile yazılır.

2) Arap dünyasında Mushafların imlâsı: Şu anda Suûdi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere Arap dünyasında, Pakistan’da, Okyanus Ülkelerinde ve Afrika’da Müslüman ülkelerin çoğunda Resm-i Osmanî (!) denilen Fehd (Vehhabî) hattı yaygındır. Ancak Türk Cumhuriyetlerinde ve bazı Müslüman ülkelerde Türkiye’nin gönderdiği hediye Mushaflar vardır. Bu Mushaflar, ofset baskı ile çoğaltılmakta, böylece Türkiye Mushaflarında uygulanan hat, yaygınlaştırılmaktadır. Çoğunlukla Vehhabîlerin veya onların etkisinde kalanların kullandığı:

Resm-i Osmanî (!) denilen Fehd (Vehhabî) hattının özelliği nedir?

Bu hattın özelliği, bütün sülâsî ism-i fâillerde, cemi müennes sâlimlerde ve bazı isimlerde elif yazılmaz.

Suûdîler/Vehhabîler, sözde Resm-i Osmanî dedikleri hatta/imlâya, tecvid kaidelerini de yükleyerek, Allah’ın mübarek kelâmı’nı tamamen karışık ve okunamaz hâle getirmişlerdir.

Şimdi burada çok önemli bir soruyla karşılaşıyoruz. Peki bu gizli toplantıda çok telâffuz edilen, İslam dünyasında kullanılan ve Hazret-i Osman’a kadar nispet edilen Resm-i Osmanî, gerçekten vahiy kâtiplerinin yazdığı ve 6 yerleşim merkezine gönderilen İmam Mushaflar’da uygulanan hat/imlâ mıdır?

Tayyar Altıkulaç bu konuda şöyle diyor:

Hazret-i Osman’ın Mushaflarında kullanılan imlânın yüzde 100, bire bir tespiti mümkün müdür? Hayır, mümkün değil, bunu bilelim.

Demek ki, Hazret-i Osman’ın Mushaflarındaki imlâyı, Resm-i Osmanî’yi tam tespit etmek, mümkün değil. Ne zamana kadar? O Mushaflardan (6 Mushaf’tan), en azından birine, ikisine kavuşuncaya kadar. Henüz o Mushaflara kavuşmuş değiliz (Tayyar Altıkulaç, CD/1).

T. Altıkulaç, bundan sonra, kendine göre bazı gerekçeler ileri sürerek: “Topkapı sarayında muhafaza edilen ve Hazret-i Osman’a nispet edilen kan lekeli Mushaf’ın da ona âit olduğuna inanmıyorum.” diyor (CD/1).

Ancak iyi düşünmek lâzımdır, o Mushaf-ı Şerif, Tahtakale’de işportacılardan alınan bir kitap değildir. Türk hakanı Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ın zaptından sonra İstanbul’a getirilen bir çok Mukaddes Emanet içinde yer alıyordu.

 

Tevkîfîlik Konusu

Tayyar Altıkulaç tevkîfîlik konusunda şöyle diyor:

Mushaf imlâsının tevkîfi olup olmadığı, yani vahye dayalı olup olmadığı meselesidir. Tevkîfi olduğunu iddia edenler vardır. Bu tartışmaya girmek istemiyorum.

Tevkîfîliği savunanların ortaklaşa kullandıkları delillerinden biri, Deylemî’nin (ö.509/1115) naklettiği bir hadis-i şeriftir. Bu hadise göre Hazret-i Peygamber vahiy yazdırmak üzere (Vahiy kâtibi Hazret-i) Muâviye b. Ebû Süfyân’ı çağırıyor ve ona, Rahman, Allah, Rahim veya (ve) be, sin, mim harflerini nasıl yazacağı konusunda uyarıda bulunuyor. Böyle olduğuna göre, Hazret-i Peygamber bir kelimenin veya bir cümlenin nasıl yazılacağı konusunda kâtiplerini ikaz ettiğine göre, demek ki, bu işin temelinde bir vahiy ilkesi vardır. Ancak bu hadis mevzudur (Tayyar Altıkulaç, CD/1).

Bu hadis ve tevkîfîlik ile ilgili cevabımızı şu şekilde maddeler halinde verebiliriz:

1. Söz konusu Hadis-i Şerif, Şîrûye b. Şehredâr ed-Deylemî’nin (ö.509/1115) Firdevsü’l-Ahbâr isimli kitabında bulunmaktadır. T. Altıkulaç’ın bu hadisi görmediği anlaşılıyor. Çünkü hadis metninde “veya” yok, “ve” vardır. Böylece biz onun yanlış naklini düzeltmiş olduk.

2. Hadis alanında hafızlık derecesine ulaşan oğlu Şehredâr b. Şîrûye ed-Deylemî (ö.558/1163), Firdevsü’l-Ahbâr kitabındaki hadisleri isnatlarıyla birlikte bir araya getirmiştir. Kitabına da, Müsnedü Firdevsi’l-ahbâr/Firdevsü’l-ahbâr bi-me’s̱ûri’l-hitâb adını vermiştir. T. Altıkulaç’ın mevzu dediği hadis, burada 8533 no.da kayıtlıdır.

3. İmam-ı Deylemî’nin Firdevs isimli kıymetli hadis kitabı üzerinde bir başka çalışma da İbn Hacer el-Askalânî (ö.852/1449) tarafından yapılmıştır. el-Askalânî, hadis hâfızıdır. Bu çalışmasına da Müsnedü’l-Firdevs ismini vermiştir.

Şimdi burada soralım: Bir hadis hâfızı – hem oğlu, hem de el-Askalânî - içinde mevzu hadisler olan bir eser üzerinde çalışma yapar ve ondan övgü ile bahseder mi?

Birçok kişi, zayıf hadis ile mevzu’yu birbirine karıştırıyor. Zayıf, hadis ilminde teknik bir kavramdır. Zayıf hadis, hadistir. Fakat, mevzu, uydurma bir sözdür. Hiçbir hadis âliminin eserinde mevzu söz yoktur.

4. Acaba T. Altıkulaç’ın bu hadis-i şerife, tepkisi, itirazı, hadisi, Muâviye radıyallahü anh’ın rivayet etmesinden midir? Çünkü üstat olarak kabul ettiği Hayrettin Karaman’ın “Muâviye’yi sevmiyorum” dediği bilinmektedir. Onu kırmamak için mi, böyle bir iddiada bulundu? Sonra Şia, Hazret-i Muâviye’ye zaten düşmandır. Bunun için mi, hadise mevzu dedi? Bunu bilemiyoruz?

5. Mushaf’taki imlâ ile ilgili Sünnî ulemanın görüş ve beyanları şöyledir:

1) İmâm-ı Mâlik'e (ö.179/795) şu soru sorulmuştur: Mushaf-ı Şerif, Arapların sonradan tespit ettikleri alfabeye göre mi yazılmıştır? Mâlik buna: “Hayır” cevabını vermiş ve “Mushaf yazısının, eski Arap hattına göre yazıldığını” söylemiştir. Ulemadan bu görüşe muhalefet eden de olmamıştır (Suyûtî, İtkân, Kur’an’ın Yazı Şekli/6114).

2) Ebû Amr ed-Dânî (ö.444/1053), el-Muknî isimli eserinde şöyle der: İmâm Mâlik'e Kur’ân'daki (bazı kelimelerde) vav ve elif harflerinin yazılışının (gramer kurallarına uymadığı) ile ilgili bir soru soruldu: Mushaf’ta aynı harfleri (hatalı gibi görünen bir kelime) görsen değiştirir misin? İmam-ı Mâlik buna: “Hayır değiştirmem, aynen kabul ederim” cevabını verdi (İtkân, 6115).

3) İmâm-ı Ahmed (ö.241/855), İmâm Mushaf’da mevcut, vav, ya, elif veya diğer harflerin (ve kelimelerin) olduğu gibi korunması gerektiğini, bunlara muhalefetin (karşı görüş ve hareketin) haram olduğunu söyledi (İtkân, 6116).

4) Beyhakî (ö.458/1066), «Şu’abü’l-İman»ında şöyle der: Mushaf’ı istinsah eden/çoğaltan kimse, mushafların yazısını aynen korumalı, herhangi bir değişikliğe gitmemelidir (İtkân, 6117).

5) İcma’ya muhalefet, bâtıldır (Reddül-Muhtar/İbn Âbidîn (ö.1252/1836), Mukaddime).

6) Abdullah b. Mes’ûd (ö.32/653): “Mushaf’ı olduğu gibi bırakın, ona bir şey katmayın, müdahalede bulunmayın’” demiştir (el-Mergınânî (ö.593/1197), Hidâye, Namaz bölümü).

Bütün bu deliller karşısında kendini Oryantalist akıma kaptıran Tayyar Altıkulaç ve bu meş’um toplantıyı tertip edenler, acaba ne diyecekler? Mushaflardaki imlâ birliğine (!) varabilmek için, hâlâ Vehhabî hattı olan Fehd Mushafı’ndaki imlâya dönmede ısrarcı olacaklar mı?

 

İddialar ve Batıl Gerekçeler

Tayyar Altıkulaç, Türkiye’de basılan Mushaflarda uygulanan imlâ ile bazı kelimelerin farklı yazımını karşımıza çıkarıyor: “Bu bir tutarsızlıktır. diyor ve şu örnekleri veriyor:

1. Se’av (Sebe’, 5) elifsiz yazılmış. Fakat se’av (Hac,51)’de elifli yazılmıştır.

2. Teştehî (Fussılet,31) kelimesi, Zuhruf,71’de Teştehîhi şeklinde yazılmıştır.

Vahiy kâtipleri bu kelimeleri yazarken T. Altıkulaca mı soracaklardı?

3. Hayran minhâ (Kehf,36) kelimesi, Kehf,81’de Hayran minhü şeklinde yazılmıştır.

Vahiy kâtipleri bu kelimeleri yazarken T. Altıkulaca mı soracaklardı?

4. T. Altıkulaç şöyle diyor:

Şam’a giden Mushaf’la Kufe’ye giden Mushaf ya da Basra’ya giden Mushaf'ın imlâsında da bazı esasa müteallik olmayan, mana ile ilgisi bulunmayan farklılıklar vardır. Bu daha çok elifle ya da elifsiz yazılımla ilgilidir. Ama yine bu Mushaflar arasında okuyuşta da farklılığa sebep olan yazımlar vardır. Benim tespitlerime göre, bunlar 44 adet kelimedir. Diğerleri daha çok elifle veya elifsiz yazılımla ilgilidir (Tayyar Altıkulaç, CD/1).

Tayyar Altıkulaç, bu tespitleri yaparken, Müsteşrik veya Müsteşrik temsilcilerinin kitaplarından büyük ölçüde yararlandığı veya onların etkisi altında kaldığı anlaşılmaktadır. Çünkü onlar, hayatlarını Kur’an’da çelişki ve hata bulmaya adamışlardır.

Buna göre Kur’an üzerinde şüphe uyandırma çalışması yapanlardan bazıları şunlardır:

1) Alman oryantalist Nöldeke (ö.1930). Kur’an Tarihi alanında bir çalışma yapmıştır.

2) Mısırlı Taha Hüseyin (ö.1973). Kur’an’da bazı kelimelerin Arap gramerine uymadığını iddia ederek, Kur’an’ı eleştirmiştir. Sünnî ulema da, bu iddiasına karşı onun mürted olduğunu ilân etmiştir.

3) Mustafa Öztürk. Cihad âyetleri arasında çelişki olduğunu iddia etmiş ve Almanya’ya kaçmıştır.

4) T. Erpenıus, A. Jeffery, M. Watt, R. Paret, O. Pretzl, F. Buhl gibi Müsteşrikler, Kur’an ve Kur’an Tarihi üzerinde çalışma yapmışlar ve Kur’an’ı eleştirmişlerdir.

5) M. Hamidullah (ö.2002). Müsteşriklerin kongrelerine katılmış ve Kur’an-ı Kerim Tarihi alanında çalışma yapmış bir Müsteşrik temsilcisidir.

Hamidullah, Mecid-i Aksa’nın Kudüs’te değil, göklerde olduğunu iddia ederek, kıble ile ilgili âyetleri inkâr etmiştir. Hazret-i Peygamber’in geçliğinde puta kurban kestiğini ve Resûlüllah’ın - âyetlere aykırı olarak - ümmi olmadığını iddia etmiştir.

6) İzmirli İsmail Hakkı (ö.1946). Camilere sıra konulması ile ilgili imza verenler arasında yer almış ve Tarih-i Kur'ân alanında çalışma yapmıştır.

 

Değerlendirme

Ülkemizde Mushaflarda uygulanan Aliyyül Karî isimli imlânın terkedilerek, genelde İslam dünyasında uygulanan Resm-i Osmanî’ye geçilmesiyle ilgili yapılan toplantı, şu şekilde değerlendirilebilir:

1. Resm-i Osmanî ifadesi, vehhabî dünyasının kullandığı aldatıcı bir kavramdır. İmam Mushaf hattı/imlâsı ile ilgisi yoktur.

2. Resm-i Osmanî, Suûdilerin Arabistan’da ve Vehhabîliğin etkili olduğu ülke ve toplumlarda yaygın şekilde kullanılmaktadır.

3. Resm-i Osmanî ile yazılan Mushaflar, okunması zor ve son derece karmaşıktır.

4. Türkiye’de Mushaflar, Aliyyül Karî isimli hat/imlâ ile basılmaktadır. Okunuşu kolaydır. Bu imlânın 700-800 senelik bir geçmişi vardır. Bu konuda icma oluşmuştur. Resm-i Osmanî denilen Fehd/Vehhabî imlâsının ise 100-150 senelik bir geçmişi vardır. Sonradan ortaya çıkmış, icmaya karşı, gayri ilmî ve Batı destekli bir ideolojinin mahsülüdür.

 

Sonuç

Ehl-i Sünnet âlimlerinin beyanına göre Mushaflarda yapılacak en küçük bir değişiklik, haramdır. Çünkü Mushaflarda kullanılan hat/imlâ, icma ile bize kadar ulaşmıştır.

İcma’ya muhalefet, ona aykırı karar alma ve çalışma yapma, tamamen İslam’a ve Kur’an’a ihanet olur.

 

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/turkiyede-osmanli-kuran-hattini-vehhabi-hattina-cevirme-tesebbusu-632259

Ana Sayfa