13
Ağustos 2022
Vehhâbîlerin
yanlış
inanışları
ve
Ehl-i
Sünnet’in
onlara
cevapları
c.ahmetakisik@gmail.com
İslam
dini,
tebliğ
edildiği
günden
bugüne
kadar
yüce
Allah’ın
“bir”liğini,
tevhid
inancını
ilân
edegelmiştir.
Bu
tevhidi
bozacak
her
türlü
inanç ve
hareketin
ölçüsünü
de
açıklamıştır.
Ancak
bu, o
dinin
gerçek
temsilcileri
olan
Eshâb-ı
Kiram
ve
Cumhûr-ı
İslam’ın
âlimleri
vasıtasıyla
olmuştur.
Bu
Müctehid
âlimler,
Dört
Mezhep
imâmını
içinde
bulunduran
Ehl-i
Sünnet
ve’l-Cemâat
olarak
isimlenmektedir.
Tarih
boyunca
Ehl-i
Sünnet
topluluğuna
karşı
özellikle
itikad
alanında
çeşitli
“bid’at
ve
dalâlet”
fırka,
grup ve
kişiler
çıkmıştır.
Bunlar
arasında
Şia,
Havâric,
Mu’tezile,
Mürçie,
Müşebbihe,
Mücessime,
Muattıla,
Zenâdıka
gibi
muhalifler
vardır.
19.
yüzyıldan
itibaren
tabanında
Müsteşrikler
olan
Batı
kaynaklı,
örgütlü,
İslam
isminde
bazı
bid’at,
dalâlet
ve
küfür
grupları
çıkmıştır.
Vehhâbîlik,
Selefîlik,
Tarihsellik,
Dinî
Çoğulculuk
akımlarının
yanında
Kur’ân’ı
ve
Resûlüllah’ı
eleştiren,
Hadisleri
inkâr
eden,
“Bize
Kur’ân
Yeter”
inancını
taşıyan
Müslüman
etiketli
sapkınlarla
birlikte
kutsal
kitap ve
peygamberleri
olan
Bahâîlik
ve
Kâdıyânîlık/Ahmedîlik
gibi
zındık/küfür
fırkaları
zuhur
etmiştir.
Ülkemizde
bu
sapkın
inanç ve
görüşler
içinde
en
etkilisi
Vehhâbîliktir.
Vehhâbîlerin
Ehl-i
Sünnet’e
aykırı
inanç ve
eylemleri,
şu
başlıklar
altında
ele
alınabilir:
1.
Tevhid/Şirk
Vehhâbî:
Tevhîd
üçe
ayrılır:
1.
İlâh’ın
isim ve
sıfatlarında
tevhîd,
2.
Rablıkta
tevhîd (Tevhîdü'r-Rubûbiyyet),
3.
Tevhîdü'l-Ulûhiyyet.
Bu
üçüncü
tevhid’e
göre
Allah’tan
başkasından
– Resûl,
Melek ve
Veli
olsa
dahi -
yardım
isteyen
bir
kişi,
şirk
koşmuş
ve kâfir
olmuştur
(Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır).
Ehl-i
Sünnet:
İddia,
tamamen
yanlıştır.
Mü’minler,
dua ve
niyazda
“ulûhiyyet”in
ancak
Allah’a
ait
olduğu
inancıyla
istekte
bulunmaktadırlar.
Her
şeyi
yaratan,
besleyen,
büyüten
sonsuz
kudret
sahibi
elbette
kâdir-i
mutlak
Allahü
teâlâ’dır.
O’ndan
başka
yaratıcı
yoktur.
Fakat
yüce
Allah,
dünyada
madde/fizikî
âlemde
bile,
bir şeyi
–
sebepsiz
yaratmaya
kâdir
olduğu
hâlde –
sebeple
var
etmektedir.
Bu,
O’nun
kanunudur.
Bitkinin
büyüyüp
gelişmesi
için
suyu;
yağmurda
bulutu;
ilim
tahsilinde
hocayı;
çocuk
sahibi
olmada
evliliği
sebep/vasıta/aracı
kılmıştır.
Ancak
bunları,
dilediğinde
sebepsiz/vasıtasız
da
yaratmıştır.
Başta
Âdem
aleyhisselâm
olmak
üzere
peygamberlerini
– dünya
ölçülerine
göre -
tahsil
görmeden
dilediği
konu ve
alanlarda
bilgili
ve
maharetli
kılmıştır.
Hazret-i
Âdem’i
anasız
babasız
ve
Hazret-i
İsa’yı
babasız
yaratmıştır.
Dinî/Manevî
âlemde
de
çeşitli
vesile,
vasıta
ve
aracılar
vardır.
İman
ve
Hidayet’te,
peygamber,
kitap ve
âlim/veli;
küfür
ve
dalâlette
ise,
şeytan,
nefis ve
kötü
arkadaş,
önde
gelen
sebep ve
vasıtalar
arasında
bulunmaktadır.
İşte bu
konuda
bütün
maharet,
insanın
irade
ve
aklını
doğru
kullanarak
imana
kavuşmasına
bağlıdır.
Ehl-i
Sünnet
Müslümanlarının
tevhîd
inancı,
bu
çerçeveyi
ortaya
koyan
Akâid
âlimlerinin
beyanına
göredir.
O da
kısaca
şöyledir:
Tevhîd,
Allah’ın
zâtı,
sıfatları
ve
fiilleri
yönünden
“bir”lenmesi,
Zât ve
Sıfatlarının
ezelî ve
ebedî
olması,
Sıfatlarının
ayrıca
var
olması –
fakat
bunların
Zât’ının
ne aynı,
ne de
gayrı
olması -
O’nun
her
hususta
eşi,
benzeri
ve
ortağının
bulunmaması,
demektir.
Vehhâbîler/Selefîler,
“tevhîd”i
nedense,
hep
gerçek
tevhîd
ehli
Müslümanların
iman ve
fiillerine
karşı
kullanmakta,
fakat
Batı’nın
“ibnüllah/Allah’ın
oğlu”
gibi
küfür
inanç ve
eylemlerine
karşı
kullandıkları
hiç
görülmemektedir.
2.
Sıfatlar/Kur’ân
Vehhâbî:
Allah’ın
zâtı ve
sıfatları,
Kur’ân-ı
Kerîm'de
geçtiği
şekilde
olduğu
gibi
te’vil
yapılmadan
-
âyetler,
ister
muhkem,
ister
müteşabih
olsun -
zâhirlerine
göre
alınmalı
ve
manalandırılmalıdır.
Te'vîl,
bid’at
ehlinin
işidir.
Bunları
te'vîl
ederek
tefsirde
bulunmak
küfürdür.
Bu
yüzden
Allah’ın
sıfatları,
hakiki
sıfatlardır.
Gerek
zât,
gerek
sıfatlar
hakkındaki
âyetler,
olduğu
gibi
kabul
edilir.
Bunlardan
teşbih
mânâları
çıkacak
diye
zahiriyle
mana
vermekten
kaçınmak,
asla
doğru
değildir
(Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır).
Ehl-i
Sünnet:
Kur’ân-ı
Kerim’de
muhkem
ve
müteşâbih
âyetler
vardır.
Muhkem
âyetlerin
manaları
açıktır.
Fakat
müteşâbih
âyetlerin
manaları
açık
değildir.
Buna
misal
olarak
şu
müteşâbih
ifadeleri
verebiliriz:
Kur’ân-ı
Hakim’de
yüce
Allah
hakkında
istivâ/arş
üzerinde
karar
kılma,
nüzul/yukarıdan
aşağıya
inme,
câe/geldi
gibi
fiiller
ile
yed/el,
vech/yüz,
ayn/göz
gibi
insanlara
âit
organlarla
ilgili
ifadeler
kullanılmaktadır.
Bunları
te’vil
etmeden
sözlük
anlamlarını
alarak
yüce
Allah’a
nispet
etmek,
Hak
teâlâ’nın
şeri’atte
açıklanan
sıfatlarına
aykırı
düşmektedir.
Ehl-i
Sünnet
âlimleri
bunları
te’vil
ederek
açıklamışlardır.
Vehhâbîler,
bu
ifadeleri
halkın
algıladıkları
şekilde
kullandıklarından
teşbih/müşebbihe
ve
tecsîme/mücessimeye
saplanarak
küfre
düşmüş
olmaktadırlar.
İçtihad
döneminden
önceki
Selef
uleması
ise, bu
kavramları,
“yüce
Allah
onunla
ne murad
etmişse,
ben ona
inandım”
diyerek,
teşbîh
ve
tecsîme
meydan
vermeyen
bir
tutum
içinde
olmuşlardır.
“Teşbîh”,
yaratılanlara
benzetme,
“tecsîm”
de
cisimleştirmedir.
Hâlbuki
Vehhâbîlerin
üstad
olarak
kabul
ettikleri
İbn
Teymiyye,
istiva
hakkında
“ben
burada
nasıl
oturuyorsam,
Allah da
Arş’ı
öyle
istiva
etmektedir”
diyerek,
fizikî,
teşbîh
ve
tecsîme
yol
açacak
şekilde
bir
açıklamada
bulunmuştur.
Böylece
Ehl-i
Sünnet
itikadından
ayrılmıştır.
3.
Mecaz/Kinaye
Vehhâbî:
Kur’ân’da
Allah’a
nisbet
edilen
yed,
kabza,
vech
gibi
isimler
ve
istivâ,
“denâ
ve
tedellâ”,
“câe”
gibi
fiiller
hakiki
anlamlarında
kullanılmış
olup bu
kelimelere
mecazi
mânalar
yüklenmesi
ve
Kur’ân’da
mecazın
varlığının
kabul
edilmesi,
Allah’ın
kullarıyla
gerçek
anlamda
ilişki
kuramadığı,
ancak
mecaz
ve
istiâre
yoluyla
kendini
tanıttığı
sonucunu
doğurur.
(Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır).
Ehl-i
Sünnet:
Bu
mantık,
son
derece
yanlış
ve bî-edeptir.
Yüce
Allah’a
– hâşâ –
akıl
vermeye
yol
açmakta
ve O’nu
kâmil
sıfatlarıyla
doğru
olarak
idrak
edememeyi
sonuçlandırmaktadır.
Kur’ân-ı
Kerim’de
Allah’a
nisbet
edilen
yed,
kabza,
vech
gibi
isimler
ve
istivâ,
“denâ ve
tedellâ”,
“câe”
gibi
fiiller,
sözlük/hakikî
anlamlarında
değil,
mecazî
olarak
kullanılmıştır.
Yüce
Allah’a
hakikî
manalarıyla
yed/el,
vech/yüz,
ayn/göz
ve
istiva/mekân
nispet
etmek
küfürdür.
Ehl-i
Sünnet
âlimleri
ve
onlara
uyan
bütün
Müslümanlar,
Kur’ân-ı
Kerim ve
Hadislerde
mecaz
ve
kinayenin
olduğunu
kabul
ederler.
Yüzlerce
âyet ve
hadiste,
mecaz ve
kinayeler
bulunmaktadır.
4.
İman/Amel
Vehhâbî:
Ameller,
ibâdetler
îmândandır.
İbâdet
yapmayanın
îmânı
gider.
Îmân
azalır
ve
çoğalır
(Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır).
Ehl-i
Sünnet:
Ameller,
ibâdetler,
imandan
bir
parça
değildir.
Namaz ve
oruç
gibi
farz bir
ibadeti
yapmayan,
haram
işlemiş,
günaha
girmiştir.
Bunların
farz
olduğunu
inkâr
etmediği
müddetçe,
imanı
vardır,
mü’mindir.
Vehhâbîlerin
iddia
ettikleri
gibi
kâfir
değildirler.
Peygamber
aleyhisselâm
zamanında
bir
Müslüman
şarap
içer ve
Şeri’at’teki
cezâsı
verilir.
Eshâb-ı
Kiram’dan
bazı
kişiler,
ona
la’net
okumaya
kalkınca,
Resûlullah
“Ona
la’net
etmeyin!
Çünki o,
Allahü
teâlâyı
ve
Resûlünü
seviyor.”
buyurmuştur.
Bu
olaydan
Sünnî
âlimler,
günâh
işleyenin
kâfir
olmadığı,
dolayısıyla
amelin,
imandan
bir
parça
olamayacağı
hükmünü
çıkarmışlardır.
Ehl-i
Sünnet’e
göre
iman,
azalmaz
ve
çoğalmaz.
İbadetler,
imanı
parlatır.
Ancak
bu,
İmam-ı
A’zam
Ebû
Hanife
hazretlerine
göredir.
Bu
konuda
diğer
Ehl-i
Sünnet
mezhep
ve
âlimleri
arasında
farklı
ictihadlar
vardır.
5.
İctihad/Taklid
Vehhâbî:
İctihâd
kapısı
her
zaman ve
herkese
açıktır.
Başkalarını
taklîd
etmek,
insanı
dinden
çıkarır.
Bu
durumda
dört
mezhebden
birini
taklîd
eden
şirk
işlemiş,
kâfir
olmuş
olur (Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır).
Ehl-i
Sünnet:
İbn
Abdülvehhâb,
bu
hükmüyle
kendini
tamamen
ele
vermektedir.
Herkesin,
dünya
işlerinde
- söz
gelimi -
mühendis,
mimar,
doktor,
astronot
olamayacağı
gibi,
aynı
şekilde
dinde
Müctehid
bir âlim
olması,
Kur’ân
ve
hadislerden
hüküm
çıkarması
mümkün
değildir.
Bu her
şeyden
önce
genelde
insanın
tabiî
özelliklerine
ve
toplum
yasalarına
aykırıdır.
Demek
ki,
Vehhâbîler
bu iddia
ile
İslam
dinini
tahrip
etmeyi
ve
değiştirmeyi
hedef
almışlardır.
Çok
ilginçtir
ki, bu
akıllara
zarar
veren
iddia,
dünyada
Modernist
İlahiyatçılar
tarafından
tam
destek
almıştır.
Bu
konuda
Hayrettin
Karaman
şöyle
der:
“Her
doktorasını
veren
bir
müctehid’tir”.
Ancak bu
tür
kişiler
arasında
“âyet de
olsa,
aklıma
uymuyorsa,
reddederim/Prof.
Dr.
Halis
Aydemir”,
“Mi’raç,
uydurmadır/Prof.
Dr.
İsrafil
Balcı”,
“Mescid-i
Aksa,
Mekke’nin
yakınında
bir
yerdedir/
Prof.
Dr.
Süleyman
Ateş”
diyen
müctehidler(!)
vardır.
Modernist
İslamcı/İlahiyatçı
olup da
“Dört
Mezhepten
birine
uyuyorum”
diyen ve
bunu
ilân
eden
biri,
bugüne
kadar
çıkmamıştır.
6.
Şeriat/Tasavvuf
Vehhâbî:
Tasavvuf,
İslâmî
olmayan
bir
bid’attır.
Tarikat
ise,
başkalarını
istismar
etmek
için bir
vâsıta
ve
mürşidin
kendisini
vesile
ittihaz
ettirmesine
bir
yoldur.
Mutasavvife’nin
mükâşefe
dedikleri
şey,
tamamen
asılsızdır.
Başkalarının
kendi
yoluna
intisap
etmelerini
istemesi
ise, din
içinde
din
ihdas
etmektir
(Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır).
Ehl-i
Sünnet:
İddia,
yanlıştan
öte,
tamamen
bâtıl
bir
görüş ve
itikattan
ibarettir.
Vehhâbîler,
tasavvufun
Kur’ân’ın
buyurduğu
zikir
ve
takvaya
dayandığına
inanmış
olsalardı
ve
Evliya
kelimesinin
âyet ve
hadislerde
geçtiğini
dikkate
alsalardı,
elbette
böyle
söylemez
ve bu
bozuk
itikada
sahip
olmazlardı.
Tasavvuf
kavramının
kelime
yapısı
üzerinde
durarak
onu
inkâra
kalkmak,
aslında
Oryantalistlere
teslim
olmaktan
başka
bir şey
değildir.
Çünkü
iddia
onlara
dayanmaktadır.
“Tasavvuf
ve
tarikat,
İslam’ın
ilk
devirlerinde
yoktu”
diyerek
dışa/elbiseye
bakarak,
özü ve
aslı
inkâr
etmeye
benzer.
Bu
konuda
şu
hadis-i
şerif’i
hatırlatalım:
Şüphesiz
ki,
Allah
sizin
suretlerinize
ve
mallarınıza
bakmaz;
lâkin
kalblerinize
ve
amellerinize
bakar
(Müslim,
Birr/İyilik
10).
Tasavvuf,
tarîkat,
kötü
huyların
hepsinden
kurtulmak,
iyi
huyların
hepsine
kavuşmaktır
(Abdülhakîm
Arvâsî
Efendi).
Tasavvuf
yolculuğundan
maksat,
ihlâs
makâmına
varmaktır.
İhlâs
makâmına
kavuşabilmek
için,
enfüsî
ve âfâkî
(iç ve
dış)
ma’bûtlara
tapınmaktan
kurtulmak
lâzımdır.
İhlâs,
İslâmiyet’in
üç
kısmından
birisidir.
Çünkü,
İslâmiyet,
üç
kısmdır:
İlm,
amel
ve
ihlâs.
Görülüyor
ki,
tarîkat
ve
hakîkat,
İslâmiyet’in
bir
kısmı
olan,
ihlâsı
elde
etmeğe
yarar
(Ahmed
Fârukî
Serhendî,
Mektûbat,
I/40.
mek.).
İslâmiyet’in
istemediği
bir
Müslimânlık
(İslâmiyet’i
değiştirme),
zındıklıktır.
İslâmiyet’e
yapışarak
hakîkati
aramak,
tasavvuf’tur
(Ahmed
Fârukî
Serhendî,
Mektûbat,
I/43.
mek.).
7.
Tevessül/İstigâse
Vehhâbî:
Allah’tan
başka
bir
varlığa
yönelen
bir
kişi,
ister
ibadet
olarak,
isterse
tevessül
etmek
için
olsun,
bu büyük
bir
şirktir
(Kitabu’t-Tevhîd
Şerhi,
Abdurrahman
b. Nâsır,
s.29).
Kabirlerle
teberrükte
bulunmak,
kabirdekilerle
Allah’a
tevessül
etmek,
kabir
yanında
namaz
kılmak,
kandil
yakmak,
bunların
hepsi
şirkten
uzak
değildir
(s.89).
Kabir
ehlinden
istiğase/yardım
istemede
bulunmak,
onlara
dua
etmek
gibi
dine
aykırı
fiilleri
işlese
ve bu
eylemlerini
ibadet
değil de
tevessül
diye
adlandırsa
dahi,
şirk
işlemekten
kurtulamaz
(s.99).
Ehl-i
Sünnet:
Bu
iddiaların
hepsi,
asılsızdır.
Çünkü
Müslümanlar,
mübarek
zatları
vesile
ederek,
onların
hürmetine
Allah’tan
istemektedirler.
Kabirde
bulunanlara
ibadet
edilmemektedir.
Tek
yaratıcı,
Allahü
teâlâ’dır.
Peygamberlerin
gösterdikleri
mu’cizeler,
Evliyasında
görülen
kerametler
ve
Mü’minlerdeki
ferasetler,
yine
yüce
Allah
tarafından
yaratılmaktadır.
Bu
durumda
Peygamberleri
“aleyhimü’s-salâtü
ve’s-selâm”
ve sâlih
kulları
tevessül
etmek,
onları
vesîle
ederek
Allahü
teâlâya
yalvarmak
İslam
Şeriati’nde
câizdir.
Sahîh-i
Buhârî’de
nakledilmektedir:
Halk
yağmursuz
kalıp
kıtlığa
uğradıkları
zaman,
Ömer
ibnu’l-Hattâb,
Peygamber'in
amcası
Abbâs
ibnu'l-Abdilmuttalib'i
vesîle
edinerek
yağmur
duası
yapar ve
duada:
"Ey
Allah’ım,
bizler
Peygamber'imizi
vesîle
edinerek
Sen'den
niyazda
bulunurduk
da, Sen
bize
yağmur
ihsan
ederdin.
(Şimdi
de)
Peygamber'imizin
amcasını
vesîle
edinerek
Sen'den
niyaz
ediyoruz;
bize
(yine)
yağmur
ihsan
eyle!"
der idi.
Râvî
Enes:
(Bu
duanın
akabinde)
kendilerine
yağmur
ihsan
olundu,
demiştir
(Buhârî,
İstiska
3).
8.
Şefâat/İstiâne
Vehhâbî:
Resûlüllah
ile
sahâbîlerin
ruhlarından
ya da
velîlerden
dünyada
şefâat
beklemek
şirke
götüren
bir
davranıştır.
Aynı
şekilde
Allah’a
dua
ederken
isteklerin
kabulü
için
Resûl-i
Ekrem’i
ve diğer
bazı
şahsiyetleri
aracı
kılma,
Câhiliyye
müşriklerinin
putları
aracı
kılmasına
benzediğinden
şirktir.
Bundan
dolayı
türbe ve
mezar
ziyaretlerinde
yapılan
dua ve
niyazlarda
ölmüş
bir
şahsı
şefâatçı
veya
aracı
kılma,
kabrin
başında
namaz
kılma
ve
dua etme
şirktir
(DİA,
Vehhâbîlik
mad.).
Ehl-i
Sünnet:
Bu
iddialar
da
tamamen
Şer’î
delillere
aykırıdır.
Hazret-i
Peygamber’i
vesile
etmek,
şirk
olarak
nitelendirilmektedir.
İstiâne,
yardım
istemedir.
Ehl-i
Sünnet
âlimleri
buyuruyorlar
ki,
Ahiret’te
Hak
teâlâ’nın
izin
verdiği
başta
Peygamberler
olmak
üzere
Şehidler,
Ulema,
Evliya
ve Salih
Mü’minler,
şefâat
edeceklerdir.
Vehhâbîler/Selefîler,
FETÖ
yöneticileri
ve
Materyalist
İlahiyatçılar,
şefâate
inanmazlar.
Şi’a/Şiîler,
şefâate
inanırlar.
Ancak
onların
özellikle
Sahâbe-i
kiram
ile
ilgili
sapkın
inanışları
vardır.
Vehhâbîler,
Kur’an-ı
Kerim’de
Kıyamet
günü
“kâfirler
bir
yardımcı
ve
şefâatçı
bulamayacaklardır”
(Rûm,
13-29;
Ahzâb,
17-65)
meâlindeki
âyetleri,
Mü’minlere
de
hamlederek,
şefâati
reddederler.
9.
Destekleyenler
ve
Reddedenler
19.
yüzyılın
sonları
ve 20.
yüzyılın
başlarında
ortaya
çıkan
İslâmcı
veya
reformcu
kimlikli
bazı
kişiler,
Vehhâbî
hareketini
savunmuştur.
Muhammed
Reşîd
Rızâ,
Muhammed
Kürd
Ali,
Ahmed
Emîn,
Abbas
Mahmûd
el-Akkād,
Tâhâ
Hüseyin
ve bazı
eleştirileriyle
Mahmûd
Şükrî
el-Âlûsî
bu
şahsiyetlerin
önde
gelenlerindendir
(DİA,
Vehhâbîlik
mad.).
M. Reşid
Rıza’nın
Ehl-i
Sünnet’i
hedef
alan “Muhâveratu’l-muslih
ve’l-muqallid”
kitabı,
“İslâm’da
Birlik
ve Fıkıh
Mezhepleri”
ismiyle
ve
Hayrettin
Karaman’ın
sadeleştirme
ve
notlarıyla
Diyanet
İşleri
Başkanlığı’nca
basılmıştır
(1974).
Reşid
Rıza
ayrıca,
azılı
bir
Osmanlı/Türk
düşmanıdır.
Vehhâbîlik
üzerine
yazılmış
Türkçe
eserler
içinde
en
tanınmışı
Eyüp
Sabri
Paşa’nın
Târîh-i
Vehhâbiyyân’ıdır
(İstanbul,
1296).
Müellif,
Osmanlılar
ile
Vehhâbîler
arasında
geçen
olayları
anlattığı
kitabında
yer yer
Vehhâbî
inanç ve
uygulamalarına
sert
eleştiriler
yöneltmektedir.
Ahmed
Cevdet
Paşa’nın
Târîh-i
Cevdet’i
de (VII.
cilt,
İstanbul
1309)
aynı
tarihî
olaylara
ve
benzer
tenkitlere
yer
vermektedir.
Cevdet
Paşa’nın
İbn
Abdülvehhâb’ı
İslâmiyet’in
ilk
yıllarında
ortaya
çıkmış
yalancı
peygamberlerle
ilişki
kurarak
değerlendirmesi
ve
Eyüp
Sabri
Paşa’nın
Vehhâbîliği
Karmatî/Bâtınî
–
İslam’ı
Değiştirme
-
hareketine
benzetmesi
(DİA,
Vehhâbîlik
mad.)
çok
dikkat
çeken
tespitlerdendir.
Kaynak:
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/dr-c-ahmet-akisik/vehhabilerin-yanlis-inanislari-ve-ehl-i-sunnetin-onlara-cevaplari-630963
|