|
|
15 Ocak 2022 Vahhabi ve Modernist İlahiyatçılar’ın Ayet ve Hadislere Yönelik Sapkın Görüşleri Peygamber aleyhisselâm’ın sunduğu İslam’ı doğru olarak anlayan ve nakleden Ehl-i Sünnet câmiasıdır. Bu “cemâat“in âlimleri, din konusunda edille-i şer’iyye olan Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas’ı (İctihad’ı) kaynak olarak kullanmışlardır. Bir müşkil/problem ile karşılaşınca, önce Kitap/Kur’an’da çözümünü aramışlar, burada bulamazlarsa Sünnet’e (Hazret-i Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerine) başvurmuşlar, burada da bulamazlarsa, o konuda İcmâ’ın olup olmadığına bakmışlardır. Şayet İcmâ da müşkili çözmüyorsa, son kaynak olarak Kıyas/İctihad’ı kullanmışlardır. Bu konuda Müctehid, dinin temel esasları çerçevesinde görüşünü/re’yini beyan etmiştir. Hicri 4. asırdan sonra gelen bütün âlimler, - İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Suyutî de dahil - ilk dört asırda gelen Mezhep İmamı ve Müctehid âlimlere tâbi olarak fetva vermiş ve kitap yazmışlardır. Ancak 19. yüz yılın sonundan itibaren Ehl-i Sünnet Müslümanlığını hedef alan küresel ve ulusal bazı şer odakları ortaya çıkmıştır. Dış kaynaklı olan bu tahripkâr oluşumların esas hedefi, İslam’ın temel umdeleri olan âyet ve hadisler olmuştur. Şimdi bu konu, şu başlıklar altında ele alınabilir:
ÖLÜLER DUYMAZLAR
İddia: Bir kişi ölünce, dünya ile irtibatı kesilir. Kabrin başında dua edilse, ona seslenilse, kesinlikle duymaz. “Ölü, cenazeye katılanların ayak seslerini duyar” inancı, asılsızdır ve âyetin (Neml, 80) beyanına aykırıdır (Vahhabîler ve Modernist İlahiyatçılar). Cevap: Bu iddia doğru değildir. Bunu âyet ve hadisler, tekzip etmektedir. Şöyle ki: Ayet-i kerimeler:1. Şüphesiz sen ölülere duyuramazsın. (Hayatta olan kâfirler, kalplerini küfürle öldürmüşlerdir. Onlar, ölüdürler. Kabirdeki ölüye İslam tebliği yapılmaz, kaldı ki, bu da’vet, onlara fayda da vermez. Çünkü öldükten sonra pişmanlık, tevbe, iman kabul edilmez ve geçersizdir “Mâturîdî, Râzî ve Semerkandî”.) (Kulaklarını İslâm’a tıkayan) sağırlara da - arkalarını dönüp kaçtıkları zaman - (Allah’tan gelen) da’veti (vahyi) işittiremezsin (Neml, 80: Bkz. Rûm, 52-53). Vahhabiler, bu âyete dayanarak, “ölüler, duymaz”, diyerek yanlış bir inanç ve kanaat oluşturmuşlardır. Kabristana gidip dua etmeyi, selem vermeyi ve ölülere Yâsîn okumayı faydasız görmüşlerdir. Halbuki bu âyette geçen “ölü”, kabirdeki ölü değildir. Hayatta olan ve İslam da’vetine kulaklarını tıkayan kâfirlerdir. Onlar, sağırdırlar. Kabirdeki “arkasını dönüp kaçabilir mi?” Bu konu, müteâkip âyette şöyle ifade edilmektedir: 2. (Resûlüm, küfür ve isyanla - beden gözlerini değil - kalp gözlerini hakka kapatan) körleri, dalâlet (olan küfür)den vazgeçirip hidayet (olan İslam’ı kabul)e getiremezsin. (Vahyimizi) ancak âyetlerimize iman edip de Müslüman olanlara duyurabilirsin (Neml, 81). Görüldüğü gibi, âyetlerde İslam da’vetini/hidayetini reddedenlerin, sağır ve körler olarak dalâlette/küfürde oldukları, fakat bu da’veti kabul edenlerin Müslüman olarak müjdelendikleri, açıkça ifade buyrulmuştur. Vahhabiler ve onların telkinleriyle imanlarını tehlikeye atan Modernist İlâhiyatçılar, çok açık olan bu âyetlere yanlış mana vererek veya hakiki manayı halktan gizleyerek fâsid bir ideolojinin – vahhabiliğin – temelini atmışlardır. Ancak bu temel, çürüktür. Yanlış ve tekzip üzerine kurulu bir ideoloji, hiçbir zaman varlığını ilâ nihâye devam ettiremez. Zamanı gelir, bir Ehl-i Sünnet rüzgârı çıkar, o fâsit yapıyı yerle bir eder. Aynı manada diğer bir âyet-i kerime: 3. (Resûlüm,) şüphesiz sen, (kalplerini küfürle öldürmüş olan o hayatta olan kâfir) ölülere (mevtalara) işittiremezsin. (Çünkü onlar, bütün duyu organlarını hakka kapamışlardır “Beydâvî”.) (Resûlüm, o kâfirleri, İslam’a çağırdığın zaman, arkalarını) dönüp gittiklerinde, sen, (İslam) da’vetini o sağırlara da duyuramazsın (Rûm, 52). Bu âyet-i kerime, görüldüğü gibi mezarda olan ölülerle değil, hayatta olan kâfirlerle ilgilidir. Ehl-i Sünnet olan hiçbir Müfessir, bu âyetteki “mevta”ya gerçek “ölü” manası vermemiştir. “Kalplerini küfürle öldürerek mevta/ölü hâline getirenler” şeklinde mecazî anlam yüklemişlerdir. Nitekim Bakara, 18 ve başka âyetlerde de bu mecazî ifadeler, çok açık olarak görülmektedir: 4. (Çünkü) onlar, sağırdırlar (İslâm’ın getirdiği hakkı işitmezler), dilsizdirler (hakkı ve hayrı söylemezler), kördürler (hidâyet yolunu görmezler), artık bu durumda onlar, (hak yol olan İslâm’a) dönmezler (Bakara, 18). Bu âyette geçen sağır, dilsiz ve kör kavramlarıyla beden engelliler kastedilmiyor. Hakkı ve imanı reddeden Münafık kâfirlerin sıfatları açıklanıyor. Hadis-i şerifler:1. Peygamber Efendimiz, bir kâfirin gömüldüğü yerden geçerken: Rabbinizin sizlere va'd ettiği şeyi (azabı) hak olarak buldunuz mu?" diye seslendi. (Hazret-i) Peygamber'e: Bir takım ölü cesedlere mi hitâb ediyorsun? denildi. Bunun üzerine Peygamber “aleyhisselâm”: “Sizler, bunlardan daha fazla işitir değilsiniz. Fakat onlar, cevap veremezler." buyurdu (Müslim, Cennet 76; Buhârî, Cenâiz 67). 2. Kul, kabre konulduğu zaman, arkadaşları ile cemâati geri dönerlerken, ölü, onların ayak seslerini işitir (Buhârî, Cenâiz 67). Demek ki, ölüler, işitiyorlarmış. Hayrettin Karama (16 Eyl.2018 Yenişafak), bu işitmeyi, mecazî anlamda alıyor. “Gerçekte ölüler işitmez, bununla diriler uyarılıyor” diyor. Çok yanlış. “Bir lâfzın manası sarih/açık olunca, te’vile gidilmez”, bu bir usul-i fıkıh kâidesidir. Kendisi, Fıkıh alanının hocası olduğuna göre, bunu herhalde bilirler. Bildiği hâlde te’vile gidiyorsa, o zaman burada durup düşünmek lâzımdır. “Acaba bu işte, bir ideoloji/Ehl-i Sünnet karşıtlığı var mı?”, diye.
KABİR AZABIİddia: İki âlem vardır: Dünya ve Ahiret. Bu âlemler, âyetlerle sâbittir. Bunların dışında berzah âlemi imiş, misal âlemi imiş, hayır, bunlar yok. Bunlar olmayınca, kabir âlemi olur mu? Evet, kabir âlemi olmayınca, kabir suali, kabrin sıkması ve azabı da olmaz? (Vahhabiler, Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu ve diğer Modernist İlahiyatçılar. Bkz. Youtube videolar). Cevap: Bu iddialar, âyet ve hadislere aykırıdır. Şöyle ki: Ayet-i kerimeler:1. Kur’an-ı Kerim’de 66 âyette, “âlemin/âlemler” geçmektedir. İki âlem ifadesi, tamamen yanlıştır. Bir örnek verelim: Hamd (övme ve övülme, bütün varlıkları yaratan, yer ve göklerde olanları insanın istifadesine ve hizmetine sunan, ihsanı ve lütfu bol) âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur (Fâtiha, 2). 2. Onlar (Fir’avn ve taraftarları, kabirde) sabah ve akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyâmet’in kopacağı (koptuğu) gün de Firavun ailesini en şiddetli (cehennem) azab(ın)a sokun, denilir (Mümin, 46). 3. (Yüce) Allah, sağlam söz (kelime-i tevhid ve İslam’ın mükellef kıldıkları) ile îman edenleri, hem dünya hayatında hem de âhirette (kabirde “Semerkandî”) sapasağlam tutar (İbrahim, 27). Ayetteki âhiret kelimesini cumhûr (İbn Mâce, Zühd 32; Ebû Dâvûd, Sünnet 27 hadisine istinaden) kabir hayatıyla açıklamıştır (Medarik). Hadis-i Şerifler:1. Kabir, ya Cennet bahçelerinden bir bahçe veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur (Tirmizî, Kıyâmet 26; İbn Mâce, Zühd 31). 2. Peygamber Efendimizin duası: Allahım! Cehennem azabından sana sığınırım. Kabir azabından sana sığınırım ve Deccâl-i Mesih'in fitnesinden sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden de sana sığınırım (İbn Mâce, Dua 3; Buhârî, Dualar 37). 3. Peygamber (aleyhisselâm), ölüyü defnettikten sonra: "Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz, çünkü o, şu anda sorguya çekilmektedir." buyurmuşlardır (Ebu Dâvud, Cenâiz 67). 4. Yâ Resûlallah! İki koca-karı benim yanıma geldiler ve “kabirdekiler kabirlerinde azâp olunurlar” dediler, diye zikrettim. Resûlüllah: Onlar doğru söylediler. Kabir ehli, öyle bir azâpla azâp edilirler ki, onların azâblarını hayvanların hepsi işitir (Buhârî, Dualar 37). 5. Kabre konan kişi, kâfir veya münâfık ise, iki kulağı arasına demirden bir topuzla vurulur. O topuz vurulunca, o kişi, şiddetli bir feryâd ile bağırır ki, onu insanlar ve cinlerden başka, yakınında bulunan her şey işitir (Buhârî, Cenâiz 67). 6. Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker, diğerine de Nekir denir. Ölüye: "Bu adam (Resûlüllah) hakkında ne diyorsun?" diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu; "O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellim)'in O'nun kulu ve Resûlü olduğuna şehadet ederim." sözlerini söyler. Melekler; "Biz de bunu (dünyada da) söylediğini biliyorduk." derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira kadar genişletilir ve aydınlatılır. Eğer münafık (ve kâfir) ise: "İnsanların söylediklerini duyup aynısını söylerdim, bilmiyorum." der. Melekler de, "zaten (dünyada da) böyle söylediğini biliyorduk." derler. Sonra arza/yere: "Onu sıkıştır" denir. Yer/kabir onu sıkıştırır da kaburga kemikleri birbirine geçer. Allah, tekrar diriltinceye kadar o kişiye azap verir (Tirmizi, Cenâiz 71). Bu deliller gösteriyor ki, kabir azabı vardır ve haktır. Bu, Ehl-i Sünnet’in itikad esaslarındandır (İmam-ı A’zam, Fıkh-ı Ekber). Cehmiyye ve Mu’tezile, kabir azabını kabul etmezler. Kabir azabı, hadis-i şeriflerde açıkça beyan edilmiş ve Peygamber Efendimiz dualarında ondan yüce Allah’a sığınmıştır. Bu hadisler, kabir azabını inkâr edenleri yalanlamaktadır. Modernist İlahiyatçılar, özellikle oryantalist ve Mu’tezile itikadlı kelâmcılar, kabir azabına inanmazlar. Mehmet Okuyan’ın kabir azabının reddi konusunda kitabı vardır.
TELKİNİddia: Ölen kişinin dünya ile irtibatı kesilmiştir. Mevta/ölü, dünyadakileri işitmez. Definden sonra ölen kimsenin kabri başında iman esaslarının hatırlatılması, talkın vermesi, bir nevi meyyite kopya vermektir. Bu, bir bid’attır. Cevap: Hayır iddia, mesnetsizdir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, “işitir” buyuruyorlar (Buhârî, Cenâiz 67). Ölüm döşeğinde olan bir kişiye, orada bulunanlardan biri, biraz yüksek sesle kelime-i tevhid’i okur. Bu da “telkin”dir ve hastaya bir hatırlatmadır. Definden sonra bir kişi, “telkin”le ilgili - hadisle bildirilen - şu duayı okur: Taberânî, İbn Asâkir ve Deylemî, Ebu Ümâme’den şu hadisi rivayet etmişlerdir: Ölen kardeşinizi defnedip üstüne toprak attıktan sonra, biriniz, başı ucunda durup şöyle desin: “Ey falan kadının oğlu falan.” O işitir ama cevap veremez. Sonra devam etsin: “Ey falan kadının oğlu falan.” Böyle deyince ölü oturur. Sonra: “Ey falan kadının oğlu falan.” desin. Ölü “bize yol göster, Allah sana rahmet etsin” der, ama siz fark etmezsiniz (onun sözünü duyamazsınız). Sonra şöyle desin: Dünyadayken, “Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed “aleyhisselâm” Allah’ın kulu ve resûlüdür” şeklindeki şahitliğini, Allah’ın Rab, Muhammed’in peygamber ve Kur’ân’ın da imam olduğuna razı olduğunu hatırla”! Böyle yapınca, Münker ve Nekir birbirine “Haydi buradan çıkalım, cevabı kendisine belletilen kişiye biz ne yapacağız?” der. Allah ona, sorgu meleklerine karşı delilini öğretmiş olur. Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü, ya anasının kim olduğunu bilmezsem?” dedi. Allah’ın Resûlü, “Adamı, Havva’ya nispet edersin” dedi” (Kenzü’l-Ummâl: 15/605; Hadis No: 42406). Dürrü’l-Muhtar’da “Cenaze defnedildikten sonra telkin yapılmaz.” deniliyor. Fakat şerhinde şu açıklamaya yer veriliyor: Bu hüküm, Mu’tezile taifesinin kavline göredir. Çünkü onlara göre öldükten sonra diriltmek imkânsızdır. (Vahhâbiler, Hayrettin Karaman, Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu ve diğer bütün Modernist İlahiyatçılar, aynı görüştedirler.) Ehli sünnet’e göre ise, “ölülerinize Lâilâhe illallah’ı telkin edin!” hakikatına haml edilmiştir. Zira hadislerin delâletine göre Allahü teâlâ ölen kimseyi diriltir. Definden sonra telkinde fayda vardır. Çünkü meyyit zikir sayesinde yalnızlık hissetmez (Reddü’l-Muhtar, İbn Abidin, Cenâze babı).
KABİRDEKİ ÖLÜ KUR’AN’DAN FAYDALANIR MI?İddia: Ölen kişiye, okunan Kur’an ve onun namına yapılan hayırlar fayda vermez. Cünkü âyette “insana ancak kendi çalışması vardır (Necm, 39).” (Vahhabiler ve Materyalist İlahiyatçılar. Bkz. Youtube videolar). Cevap: İlgili âyeti âlimler şöyle açıklıyorlar: Ayet-i kerime:İnsan için ancak çalıştığı vardır (Necm, 39). Bir önceki âyette insana “işlediği günahlarının başkası tarafından üstlenemeyeceği” beyân edildikten sonra, bu âyette namaz başta olmak üzere “salih amel” işlemeyen hiç kimsenin hayır namına hiçbir şey elde edemeyeceği açıklanmış oluyor. Böylece “imandan yoksun” kötülük yapan bir kimsenin, başkasının iyiliği sebebiyle bir mükâfat elde edemeyeceği çok açıktır “Râzî”.) Hadislerde beyan edildiği şekilde “hac” ve “sadaka”, ölüye fayda sağlamaktadır. Çünkü bunlar, niyyet edilerek yapıldığı için sanki bunları yapanlar, mevtanın vekili olur “Beydâvî”. Vekil de asil gibidir. Yine Hadis-i şerifte buyrulmuştur: İnsanoğlu öldüğü zaman, bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlât (Müslim, Vasıyye 4). Müfessirlerin çoğu, bu âyetin muhkem olduğunu söyler. Ancak bazı Müfessirler: Îman edenlere ve zürriyetleri de îman edip kendilerine uyanlara “Ahiret’te” zürriyetlerine kavuştururuz “zürriyetlerini onların derecelerine yükseltiriz” Tûr sûresi 21. âyetiyle neshedildiğini bildirir. İbn Abbâs “hazretleri” de bu görüştedir. Bu durumda meselâ, zürriyetleri, 500. derecede, fakat ataları 1000. derecede ise, çocuk ve torunlar, 1000. dereceye çıkartılır. Fakat imanlı olmak, şarttır. Vahhabiler ve Modernist İlahiyatçılar, bu âyete de yanlış mana vermişlerdir. Ancak üzülerek ifade edelim ki, Vahhabilerin bu fâsid inancı, bilerek veya bilmeyerek, şu anda İlahiyatçılar, Müftü, Vaiz ve diğer din görevlileri arasında büyük ölçüde yaygındır. Hadis-i şerifler:Ölülerinize Yâsîn sûresini okuyunuz (Bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz, 24 [3123]; İbn Mâce, Cenâiz, 4.) Kim babasının veya anasının veya bunlardan birisinin kabrini Cuma günü ziyaret ederek orada Yâsin sûresini okursa, Allah, kabir sahibini bağışlar. (Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, 6/468.) "Yasin, Kur'ân'ın kalbidir. Onu bir kimse okur ve Allah'tan âhiret saadeti dilerse, Allah onu mağfiret buyurur. Yâsin'i ölülerinizin üzerine okuyunuz." (Müsned, 5/26.) “Ehl-i Sünnet ve cemaate göre, bir insan namaz, oruç, Kur’an okumak, zikir, hac gibi işlediği güzel amellerinin sevabını başkasına hediye edebilir mi? Evet, hediye edebilir (kendi sevabından da bir şey eksilmez). (bk. Fethu’l-kadîr, 6/132; el-Bahru’r-Râik,7/379; Reddu’l-Muhtar, 2/263.)
SONUÇArz ettiğimiz deliller gösteriyor ki, Vahhabiler ve Modernist İlahiyatçılar, âyet ve hadislere yanlış mana vererek fâsid bir inanç ve ideoloji oluşturmuşlardır. Bunların hepsi, ecdadımızın temsil ettiği İslam dinini mecraından çıkarak ve hakiki hüviyetini gizleyerek tanıtma ve yayma eylemine geçmişlerdir. Batı destekli bu eylemcilerin arkasında Misyoner Oryantalistler bulunmaktadır. Fakat Selçuklu ve Osmanlıların torunları olarak bizim görevimiz ve sorumluluğumuz, onların maskelerini düşürmek ve Ehl-i Sünnet Müslümanlığını halkımıza, İmam Hatip ve İlahiyat nesline, ecdadımızın naklettiği şekilde teslim etmektir.
Kaynak: http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/622362.aspx
|