|
|
27 Mart 2021 Dünya’nın Keşfedemediği İslam’da İnsan Hakları Yüce Allah, insanların dünya ve âhiret saadetleri için Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir. Peygamberlerine uyanlar, Mü’minler olarak her iki saadete de kavuşmuşlardır. Fakat uymayanlar; hakikati, saadeti, iyilik, güzellik ve huzuru Peygamber’e isyanda, tebliğ olunan Kitab’a ve hükümlere karşı gelmekte aramış, fakat çeşitli manevî sıkıntı, felâket ve huzursuzluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Bir çıkış yolu aramışlar. Ancak çıkışı, Kitab’ı ve Peygamber’in sözlerini dikkate almadan – ilâhî vahyi kabul etmeyen - akılla çözmeye kalkmışlardır. Hatta Vahyi dahi beşerileştirerek – Yahûdi ve Hristiyanlarda olduğu gibi - Kitab’ı, kendilerine talimat veren bir metin olmaktan çıkarıp, hükümsüz, fakat o zamanla sınırlı bir hitap hâline getirmişlerdir. Bu durumda dinin ana rukünlerini değiştirecek olan reformlar için ortada bir engel kalmamış olmaktadır. İslam dünyasına gelince, bu ülkelerdeki dinde Modernistler, aynı Batı’da olduğu gibi, İslam’ın ana rukünlerini sarsacak, onlarda şaibeler uyandıracak çalışmalara girişmişlerdir. Hadisler, Akaid, Fıkıh, Siyer derken iş, vahyin ve Kur’an’ın eleştirisine kadar gelmiştir. Gerçi Diyanet İşleri Başkanlığı, “Kur’an’ın ilâhî vahyi taşımadığı” ile ilgili hezeyanlara gereken cevabı vermiştir. Ancak İslam dinine saldırı, sadece bu yönden değil, çeşitli yönlerden geliyordu. Bunlardan biri de İslam’da İnsan Hakları konusudur. Biz de birkaç makale çerçevesinde bu konuyu ele almayı uygun gördük. Maddeler hâlinde sunuyoruz: Madde 1Müslüman, Allah’ın “var ve bir” olduğuna şek ve şüphe etmeden iman eder. İslam’ı tebliğ eden Peygamber’in bütün beyanlarının hak ve doğru olduğuna inanır. Ayet, hadis ve ictihadlar çerçevesinde kendisine yüklenen her türlü insan, hayvan ve çevre ile ilgili “hak ve görevler”i kabul eder. İslam’da “hak” ve “hukuk”un bânisi/kurucusu, insan ve evrenin yaratıcısı, idarecisi ve mülkün mâliki yüce Allah ile “ismet”le birlikte mümtaz sıfatlar sahibi O’nun Resûlüdür. Buna ilâve olarak Müctehidler de, bu iki vahyî ve kudsî kaynağı, halka, risale, kitap ve fetvalarıyla açıklayanlardır. Ayet-i kerimelerde buyruluyor: (Resûlüm,) de ki: O, Allah, birdir. Allah, Samed'dir (her şey, O'na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir.) O, doğurmamıştır (O'ndan çocuk olmamıştır) ve doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir “İhlâs sûresi, 1- 4”). Allah’ın ilmi, her şeyi kuşatmış (Tâhâ,98) ve Allah, herşeye kâdirdir (En’âm,17). Şüphesiz Rabbin dilediğini hakkıyla yapandır (Hûd,107). Allah’ın emri, bir şeyi dileyince, ona sadece “ol!” der. O da hemen olur (Yâsîn,82). Göklerde ve yerde/yeryüzünde ne varsa ve ne oluyorsa, hepsini yaratan yüce Allah’tır. Güneşi, Ay’ı, yıldızları, glaksileri, samanyollarını yaratan; yer kabuğundaki fay hatlarını ve depremi oluşturan; yağmuru ve rüzgârı, sebepler dahilinde gönderen; insana ana rahminden ölümüne kadar fizik yapısında şekiller veren ve ona, bir ömür/ecel takdir eden, her şeyin yaratıcısı yüce Allah’tır. Bunları, dehre/zamana ve tabiî bir oluşuma bağlayarak “Allah’a inanıyorum” demek, herşeyi yaratan Allah’a geçek manada inanmak olmaz. Bu takdirde sorulur: Zaman, evren, tabiat ve içindekiler, kendiliğinden mi, oluştu? Hangi şey, bir yapıcısı olmadan var olabilmektedir? Madde 2Müslüman, Peygamberin bütün tebliğlerinin doğru olduğuna ve ancak ona uyunca Müslüman olunabileceğine gönülden inanır. İslam dini’nin Resûl’ü, Muhammed aleyhisselâm’dır. Yüce Allah, vahyini bütün dünyaya bildirmek için onu seçmiştir. Hidayet’e ulaşmak ve hak üzere olmak isteyen, ona uymak zorundadır. Müslüman olmayan ya da Müslüman olup da Resûlüllah’a tâbi olmayı reddeden birinin, “şer’î hakikat”i bulması imkân dahilinde değildir. Şer’î hakikat, dünyada Allah’ın rızasına uygun ibâdet ve tâatte bulunmak, Ahiret’te de cennet’e kavuşmaktır. Ayet-i kerimelerde buyruluyor: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana (Peygamberime) uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın (Al-i İmran,31). Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, o din, asla kabul olunmaz. Ahiret’te de o, hüsrana (sonsuz zarara) uğrayacaktır (Al-i İmrân,85). Madde 3İnsanlar, sorumluluk yüklenecek şekilde kabiliyet ve özelliklere sahip olarak yaratılmışlardır. İnsan, varlıklar içinde en güzel biçimde yaratılmış; bitki ve hayvanlardan farklı olarak, akıl, irade ve muhakeme gücüyle donatılmış ve bunun sonucu olarak o, bazı görev ve sorumluluklara muhatap olmuştur. Yüce Allah’ı bilmek, “bir”lemek, ibâdet ve tâatte bulunmakla mükellef kılınmıştır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde buyruluyor: Biz insanı en güzel sûrette (ahsen-i takvîm üzere) yarattık (Tîn,4). O (Allah), (size akıl ve irade verdi ve iradenizde de sizi serbest bıraktı. Acaba) hanginiz amelce (ibâdet ve tâat bakımından) daha (ihlâslı ve) güzeldir, diye denemek (size göstermek, bildirmek) için ölümü ve hayatı (âhireti ve dünyayı) yarattı (Mülk,2). Ben cinleri ve insanları, ancak (beni tanısınlar ve) bana kulluk (ve ibadet) etsinler diye yarattım (Zâriyât,56). Sizin en hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır (Buhârî, Edeb 38). İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır (Buhârî, Megâzî 35). Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır (Tirmizî, Birr 36). Peygamber aleyhisselâm, Eşecc Abdi’l-Kays’a buyurdu: Muhakkak ki, sende, Allah ve Resûlü’nün sevdiği iki haslet/özellik var: Hilm (halim, selim olmanın sonucu yumuşak davranmak) ve teenni (acele etmeden işin sonunu düşünerek ölçülü hareket etmek). Bk.Tirmizî, Birr 66; Müslim, İman 25). Madde 4İnsanlar, günahsız olarak dünyaya gelirler. İslam’a göre insanlar, hür ve günahsız olarak, temiz bir fıtratla ve İslam’ı kabule hazır bir yaratılışla dünyaya gelirler. Ancak içinde bulunduğu yakın çevre ve topluma göre bir inanışa sahip olurlar. Hrisyanlarda bu inanış, Müslümanların aksine, günahkârlık üzerine dünyaya gelmeleri şeklindedir. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde buyruluyor: (Resûlüm,) sen yüzünü hanîf olarak (Allah’a yönelerek) dine – Allah, insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise, ona - İslam’a çevir (ona davet et). (Rûm,30.) Her çocuk (tertemiz, günahsız, İslâm’ı kabul edebilecek bir) fıtrat/yaratılış üzerine doğar. Sonra onu anne ve babası, yahûdileştirir veya hristiyanlaştırır ya da mecûsîleştirir. Bk. Buhârî, Cenâiz 80, 93; Müslim, Kader 22, (2658); Muvatta’, Cenâiz. 52, (1, 241); Tirmizî, Kader 5, (2139); Ebû Dâvud, Sünnet 18, (4714). Madde 5İnsanın fizik varlığına dönük dayak, işkence, tecavüz ve öldürme gibi saldırılar, yasaktır. İnsanın fizik varlığı dokunulmazdır; ona yapılacak her türlü saldırı, suç olup cezayı gerektirir. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde buyruluyor: Kim, bir kimseyi - bir nefis karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın - (haksız yere) öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir nefsi/insanı kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur (Mâide,32). (Savaş, mahkeme ve terörü cezalandırma gibi) haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın haram kıldığı bir cana kıymayın (İsrâ,33). (Peygamber aleyhisselâm buyurdu:) İşte, kanlarınız, mallarınız ve namuslarınız, yüce Rabbinize kavuşuncaya kadar, mukaddestir ve dokunulmazdır; bunlara tecavüz yasaklanmıştır. Allah'a yemin ederim ki, bu sözler muhakkak Resûlüllah'ın ümmetine vasiyetidir. Buna göre, burada hazır bulunan kimse, burada bulunmayana (ve gelecekteki nesillere) bunu tebliğ etsin: "Benden sonra birbirinizin boyunlarına vurarak (bunu meşru ve helâl sayarak) kâfirlere dönmeyiniz" (Buhârî, Hacc 133). Kim bir köleyi/câriyeyi döverse, onun kefareti, onu azat etmektir (Müslim, Eymân,29). Ebû Mes’ûd hazretleri anlatıyor: Ben değnekle bir kölemi dövüyordum. Arkadan bir ses: “Ebû Mes’ûd! Ebû Mes’ûd!” diyordu. Kızgınlığımdan önce sesi alamadım. Yaklaşınca, bir de gördüm ki, Hazret-i Peygamber aleyhisselâm. Şöyle buyurdu: Ey Ebû Mes’ûd! Şunu bil ki: - ben hemen değneğimi yere bıraktım - senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla, Allah’ın gücü sana yeter.” Bunun üzerine ben: “Ya Resûlellah! Onu Allah için azat ettim.” dedim. “Eğer öyle yapmasaydın, muhakkak ateş sana dokunurdu.” buyurdu (Müslim, Eymân, 34-35). İslam’da bu muamele, o dönemde köleye dahi yapılamazken ve dinimiz bunu yasaklamışken, bu gün - kadınlara, çocuklara ve güçsüz durumda olanlara – bazıları tarafından bunun uygulandığını görmek ve duymak, insanı dehşete düşürmektedir. Bir kadın evindeki kediyi hapsetti, yedirmedi, içirmedi, hayvanın kendi kendine yiyecek bulması için onu salıvermedi, böylece ölümüne sebep oldu. İşle bu kadın, bu yüzden Cehennem'e gitti (Buharî, Enbiyâ, 54; Müslim, Sayd, 11). Dünyada insanlara işkence edenlere, Allah, ahirette azap verir (Müslim, Birr, 33; Ebu Davud, Harac, 32). Kim insanlara meşakkat ve zahmet yüklerse, Allah da Kıyamet gününde ona meşakkat yükler (Buhârî, Ahkâm 9). Madde 6İnsanın manevî varlığını oluşturan kişiliğine yönelik her türlü, hakaret, iftira, gıybet ve aşağılama gibi saldırılar, yasaktır. İnsanın manevî valığını oluşturan şahsiyetine/kişiliğine, toplumdaki mevki ve onuruna yönelik, aşağılama, hakaret ve iftira gibi bütün saldırılar yasaklanmıştır. Ayet-i kerimelerde buyruluyor: Ey iman edenler! Bir topluluk, diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi (biriniz diğerini, kardeşlerinizi) ayıplamayın, birbirinizi kötü lâkaplarla çağırmayın (Hucurât 49/11). Ey iman edenler! Zannın (başkaları hakkında kötü düşünmenin) bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok merhamet edendir (Hucurât,12). İnsanları arkadan çekiştirip, kaş göz hareketleriyle alay edenlerin (hümeze/dil ve lümeze/el, göz, dil ve işaretle alay edenin) vay hâline (Hümeze,1)! Madde 7İnsanlar arasındaki üstünlük, takva iledir. İnsanlar arasında şeref ve üstünlük; ırk, cinsiyet ve soya değil, takva ölçüsüne bağlanmıştır. İnsandaki takva derecesini de ancak Allah bilir. Ayet-i kerime ve hadis-i şerifte buyruluyor: Ey insanlar! Şüphesiz biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah katında en değerli ve en üstününüz, ondan en çok korkanınız (Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınan takva sahibi olanınız)dır. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, herşeyden haberdar olandır (Hucurât,13). Rabbiniz bir, babanız da birdir; hepiniz, (Hazret-i) Âdem’in soyundansınız. Âdem ise, topraktandır (Ahmed, Müsned, Hadis No. 22391). Bu durumda kibirlenmeniz ve başkalarını küçük görmeniz, insanlığınıza yakışır mı? Madde 8Suçu kim işlemişse, ceza ona verilir. Suçu kim işlemişse, o ceza görür. Böylece cezada şahsîlik, temel bir kuraldır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde buyruluyor: Herkesin kazandığı, yalnız kendisine aittir. Hiç kimse başkasının suçunu yüklenmez (En’âm,164). Kim bir kötülük yaparsa, onun cezasını görür (Nisâ,123). Kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa, kendi aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir (Fussılet,46). Bilmiş olunuz ki, her cânî/cinayet işleyen, ancak şahsının işlediği günahtan sorumludur. Hiç bir baba, oğlunun günahından ve hiç bir oğul, babasının günahından sorumlu tutulamaz (İbn Mâce, Diyat 26 [2771]). Hiç bir şahıs, başka bir şahsın günahından sorumlu tutulamaz (İbn Mâce, Diyat 26 [2774]). Madde 9Yargılama, adalet ilkeleri esas alınarak yapılır. Hüküm; müşteki, zanlı ve şâhitler dinlenerek, delil ve belgelere dayanılarak verilir. Yargılama olmaksızın kimseye ceza verilemez. Hakimin görevi, duygusallıktan uzak, belge ve şahitler çerçevesinde adaleti gerçekleştirmektir. Şahitlerin, doğruluk üzere şehâdette bulunmaları esastır. Rüşvet ve yalancı şahitliği, maddi ve manevî cezayı gerektirir. Kişisel ve yargısız infaz, yasaklanmıştır. Adalet, hakkı, ikâme etmek/yerine koymaktır. Bunun gerçekleşmesi, şahitlerin doğru beyanı ve hakimin tarafsızlığına bağlıdır. Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde buyruluyor: Allah, size emaneti mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verirken, adâletle hükmetmenizi emreder (Nisâ,58). Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz - Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız - onu Allah ve Resûlüne arz edin (dinî hüküm veren mercilere götürün) (Nisâ,59). Ey iman edenler! Kendiniz, ana‐babanız ve en yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik yaparak, adâleti ayakta tutan kimseler olunuz. (Şahitlik ettiğiniz kişiler,) zengin ya da fakir de olsalar, (adâletten ayrılmayın.) (Nisâ,135) Peygamber aleyhisselâm, hükümde/yargıda rüşvet alan ve rüşvet veren (ve bu konuda aracılık eden) kimseyi lânetlemiştir. Bk. Tirmizî, Ahkâm 9, (1336); Ebû Dâvud, Akdiye 4, (3580). En büyük günahları size bildireyim mi? (Şunlardır): Allah'a şirk koşmak, ana babaya itaatsizlik etmek, iyi belleyin, bir de yalan söylemek, yalancı şâhitlik yapmaktır" buyurdu. (Bu son cümleyi; birkaç defa tekrarladı.) (Buhârî, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, Îmân 143.) Şam ehlinden bir kimse, hanımının yanında bir erkek yakalamıştı. Erkeği de kadını da öldürdü. Halife Hazret-i Muâviye, katil hakkında hüküm vermekte zorlandı. Konuyu, Ali b. Ebi Tâlib’e sorması için Ebû Mûsa el-Eş’arî’ye yazdı. Hazret-i Ali: Ben Ebu’l-Hasan’ım! Eğer katil, dört şahit getiremezse, ölüm cezasıyla cezalandırılır.” buyurdu. Bk. Muvatta’, Akdiye 18, (2, 737). Bu günlerde tartışma gündeminin ilk sıralarında yer alan İstanbul Sözleşmesi, şahitlik ve yargılama gibi dünya hukuk normları açısından bile gerekli şartları taşımadığı halde, bazı kesimlerce içerik olarak benimsenmekte ve müdafası yapılmaktadır. Hukukta kurallar vardır. Bu kuralların uygulanmasında soy sop ve cinsiyet ayırımı yapılamaz. Şahit ve zanlıyı dinlenmeden, hiçbir delil ve belgeyi dikkate almadan, sadece müşteki durumunda olan kadının beyanına dayanılarak verilen bir ceza, hukukî değil, tamamen zulümdür. Hukuk adına işlenen bir cinayettir. Not: İslam’da İnsan Hakları konusunun ancak 9 maddesi işlenebildi.
Kaynak: https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/618202.aspx
|