|
|
29 Ağustos 2020 Diyanet Haseki Eğitim Merkezleri S.O.S Veriyor Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde çeşitli illerde 10 adet Hizmet İçi Eğitim veren Dinî Yüksek İhtisas Merkezi bulunmaktadır. İlki İstanbul’da Haseki ismiyle açılmıştır (1976). Diğerleri de İstanbul’a izafetle hangi şehirde olursa olsun “Haseki Eğitim Merkezi” olarak isimlenmektedir. Buralarda verilen yüksek seviyedeki eğitim, Tefsir, Hadis, Akaid ve Fıkhı gibi, Temel İslâmî İlimleri kapsamaktadır. Bu merkezlerden mezun olanlar, daha ziyade Müftü, Vaiz ve Başkanlık Merkez teşkilatında bir ihtisas elemanı olarak görev yapmaktadırlar. Yine DİB’na bağlı çeşitli illerde 19 adet Hizmet İçi Eğitim veren Eğitim Merkezi vardır. İlki Bolu’da açılmıştır (1972-73). Bu merkezlerde Kurum’un personeli, bir program dahilinde eğitime tâbi tutulmaktadır. Diyanet, kuruluşundan itibaren Selçuklu ve Osmanlının sahip olduğu Ehl-i Sünnet’e karşı, başta Vahhâbîlik ve Selefîlik olmak üzere, FETÖ, Ehl-i Salîp, Misyoner Müsteşriklik gibi yabancı ideolojilerin istilâsına uğramıştır. Bunların en etkilisi 1970’li yıllarda Başkanlığa kadro halinde gelen Mason tabanlı Türk ve Ehl-i Sünnet düşmanı Reşid Rıza zihniyetinin temsilcileri olmuştur. Başkanlığı adeta arka bahçe gibi kullanmışlardır. Senelerce Diyanetin bütün kurs ve dini faaliyetlerinde Afganî – Abdüh - Reşid Rıza üçlüsünün fasit ve sapkın görüşleri esas alınmıştır. Dört mezhep İmamı ve bunlara bağlı bütün Müctehid ve âlimler, İslam’ın önünde en büyük engel olarak gösterilmiştir. Ecdadımızın Akaid, Fıkıh ve Şer’î Tasavvuf uygulamalarına aykırı icraatlarını kabul etmeyen ve kendilerine destek vermeyenler, “Diyanet düşmanı” ilan edilerek FETÖ gibi en gayri ahlâkî ve hain tuzaklarla - temiz ehl-i sünnet inancındaki Müftü, Vaiz, İmam ve diğer görevliler - damgalanmış (S, T. gibi), cezalandırılmış ve sonunda meslekten ihraç edilmişlerdir. Şimdi bu batıl ve sapkın zihniyet bağımlılarının Eğitim Merkezlerinde İslam’ı nasıl tahribata giriştiklerini, bazı canlı tanıklardan dinleyelim:
HASEKİ HOCASININ İFŞAATISenelerce İstanbul Haseki Dinî Yüksek İhtisas Merkezi’nde hocalık yapmış, binlerce Diyanet erbabının ihtisas yapmasına katkıda bulunmuş hocaların hocası Mehmet Savaş Hoca Efendi, şöyle anlatıyor: İlahiyat Fakülte ve Diyanet Eğitim Merkezlerinde yeni Mutezile ön plana çıktı. Akılcılık ismi altında. Tefsir hocaları kolay anlaşılsın diye “Meal” okutuyor. Bazı meal veren hocalar, Peygamberin sünnetinden bahsetmiyorlar. Peygamberin hadisleri, 2500’ü geçmez diyenler var. Bunlar, çeşitli taktikler kullanarak epeyce taraftar da topladılar. Ancak bu hocalar, bazılarının gönüllerinde taht kurabilmek için hadislere dil uzatmaya başladılar. Elbette bütün hocaları bu çerçevede düşünemeyiz. Diğer tarafta özel TV’lerde Kur’an ilimleriyle meşgul olanlar, “sünnet” bizim için delil değildir. Hadisler, bizi bağlamaz, dediler. “Kur’an Bize Yeter”, iddiasında bulundular. Sonra tenkitler gelmeye başlayınca da, “sünnet delildir, ama, iyi bir ayıklama yapmak gerekir” dediler. Bu fikirde olanlar, şehirlere, hatta köylere kadar yayılarak Ehl-i Sünnet’e aykırı çalışma yapmaya başladılar. Selefî denilen bir akım var. “Kur’an İslâm’ı”nı savunuyorlar. Sünneti tamamen inkâr ediyorlar. Bu bir “Ilımlı İslam” projesidir. Bu proje, Amerika, İsrail ve İngiltere tarafından desteklenmektedir. Batı’nın ortaklaşa yürüttükleri bu hareketteki hedef, Kur’an’ı kendi düşüncelerine (dini algılarına) göre yorumlamak ve Müslümanlara “işte sizin inandığınız Kur’an budur!” demektir. Sünnet’in üç temel kavramı vardır. 1) Sünnet-i Müekkide (Müekkede değil), 2) Sünnet-i Mufassıla, 3) Sünnet-i Müessise. İslâmî ilim tedrisatında bunları iyi bilmek gerekir. Sünnet’e baş vurmadan Kur’an-ı Kerim, kesinlikle tefsir edilemez. Ancak bu sapkın inanca sahip olanlar, bu önemli kaynağı kullanmıyorlar. Ben çeşitli toplantılarda ve meslek hayatımda bu sapkın düşüncede olan hocalarla karşılaştım. Bunları biliyorum. Fakat isimlerini açıklamıyorum. Ancak İslam’a yaptıkları tahribatı açıkça söylüyorum. (Mehmet Savaş, “Hadis ve Sünnetin Önemi”, 9 Kasım 2018 konferansı. Videoları, internette mevcut.)
DİNÎ ÇOĞULCULUKDinlerin çeşitliliği karşısında Batı’da Felsefe ve Dinler Tarihi’nde üç farklı görüş vardır: 1) Dışlayıcılık: Tek bir din doğrudur, diğer dinlerin hiçbirisi kabul edilemez. 2) Kapsayıcılık: Tek bir din haktır, fakat bu din, diğer dinleri de kapsar. 3) Çoğulculuk: Hiçbir din, diğerlerini dışlayacak ya da kapsayacak şekilde doğruluk iddiasında bulunamaz. Bütün dinlerin, kendilerine göre hakikatleri vardır. İslam, Batı’nın dinî kavram ve standartlarına göre tanımlanamaz. O, baştan aşağı vahyî hakikatler bütünüdür. Onun dışında kalan ya da ona aykırı olan her şey, (tesliste olduğu gibi) Tanrı inancı olsa da o batıldır. DİB tarafından Dinî Yüksek İhtisas Eğitim Merkezleri’de Kelam Dersi için Yardımcı Ders Notu olarak programa konan ve 2015 yılı itibariyle de programda yer alan, Prof. Dr. Mahmut Aydın’a ait “Dinsel Çoğulculuk Üzerine” hazırlanan makale, geçmiş yıllarda yardımcı ders notu olarak öğrencilere dağıtılmıştır. Mahmut Aydın, şu anda Samsun Üniversitesi Rektörü olarak görev yapmaktadır. (Mahmut Aydın, “Dinsel Çoğulculuk Üzerine Bir Müslüman Mülahazası”, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2005.) Bu makalede yazar, İslam’a aykırı şu fasid ve batıl fikirlere yer vermiştir: 1. Yanlış: İslâm, merkeze alınarak diğer dinler değerlendirilemez (s.92). Doğru: İslam dini, son din ve son ilâhî hakikatler bütünüdür. İtikad, Amel/ibadet, iş ve Ahlâkla ilgili bütün doğrular, onda mevcuttur. İslam’a aykırılık; küfür, haram, zulüm, dalâlet ve bid’at kavramlarıyla hükme bağlanır. Tahrife uğrayan semâvî/vahyî olan ve olmayan hiç bir din ve inanç sistemi, İslam’da olmayan bir hakikati ortaya koyamaz. 2. Yanlış: Kurumsal İslâm, tek ve mutlak doğru bir din değildir (s. 95). Doğru: Tamamen yanlış bir ifadedir. İslam dininin, Kitap/Kur’an, Nübüvvet ve Vahiy gibi temel unsurları vardır. Hadis/Sünnet, İcma’ ve İctihatlarla İslâm, kurumsal hâle gelmiştir. Hiçbir din ve inanç sisteminde bu yapı bulunmaz. Ayet-i kerime’de buyrulmuştur: Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, o asla kabul edilmez (Al-i İmran,85). 3. Yanlış: Kur’an’ın çoğulcu anlayışı ile fıkıhçıların dar kapsamlı din anlayışları arasında açık bir çatışma bulunmaktadır (s. 109). Doğru: Bu ifadeler, Kur’an-ı Kerim’e ve Müctehidlere bir iftiradır. Batı, zaten İslam’a ve Müslümanların inandığı şekilde Allah’a inanmıyor. Kur’an’da tevhid inancı vardır. Hazret-i Adem’den son Peygamber Muhammed aleyhisselâm’a kadar gelen bütün peygamberler, aynı iman esaslarını tebliğ etmişlerdir. Batı’nın inandığı dini çoğulculuk ile İslam’ın imanda tevhid birliği aynı değildir. Batı, Budizm, Konfüçyanizm ve Hinduizm’deki gerçeklerle İslam’daki hakikatleri bir tutmakta ve eşitlemektedir. Bu eşitleme, batıldır. Sonra Fukaha, diğer bir deyimle Müctehidler, nakle dayanarak, deliller çerçevesinde âyetleri açıklamışlardır. Dört Mezhep imamı ve onlara bağlı Müctehidler, bazan farklı usûl ölçüleri kullandıklarından farklı hükümlere varmışlardır. Bu farklılık, hadislerde beyan edildiği şekliyle bir rahmettir, bir çatışma değildir. Batı, İslam Fukahasını İncil yazarları gibi düşünmektedir. İslam’ı algılamada yanlışlık, bundan kaynaklanmaktadır. 4. Yanlış: İslâm’ın sahip olduğu kutsal kitap Kur’an, kendisini “en doğruya ileten ilahi rehber” olarak tanımlamaktadır. Ancak bu iddia, “dinsel çoğulculuk” çerçevesinde yeniden mütalaaya sevk eden bir meydan okumadır (s. 95). Doğru: Bu ifade çok doğrudur. Çünkü İslam, serâpa hakikattir. Bütün dinlere meydan okumakta ve “en doğruya ileten ilâhi bir rehberdir (İsra,9)”. Ancak yanlış olan ifade şudur: Bir Müslüman, Kur’an’dan bahsederken asla “iddia” kelimesini kullanamaz. Çünkü iddialı cümlelerde yanlış olma ihtimali bulunmaktadır. Kur’an-ı kerim için bu, söz konusu olamaz. Kur’an’ın iddiasına göre “durum şöyle şöyledir” denilmez. 5. Yanlış: Geleneksel inancımızı yeniden mütalaa etmeliyiz (s. 101). Doğru: İfade, tamamen yanlıştır. İnanç/iman, zaman ve mekâna bağlı değişmez ve farklılık göstermez. Meselâ, imanın altı esası, rukûn olarak her peygamber döneminde aynıdır. 6. Yanlış: Müslümanlık inancımızı diğer dinlerden izole edilmiş bir şekilde değil, onların öngördüğü vizyonla yeniden gözden geçirmemiz gerekir (s. 102). Doğru: Çok yanlış bir ifadedir. Bu teklif, Yahûdiler, Hristiyanlar ve diğer din salikleri için doğrudur. Çünkü kitapları değişmiş ve değiştirilmiştir. Din adamları oturup kitap yazmışlar ve “bu Allah’ın kitabıdır” demişlerdir. Müslamanlar, inançlarını/imanlarını kendileri belirlemiyor. Hiç değişikliğe uğramıyan İslam’ın kitabı Kur’an’a Peygamber’in açıklamalarına göre inanıyorlar. 7. Yanlış: Kur’an, hitabını tarihsel bir bağlam içinde yapmıştır. Dolayısıyla Kur’an, öncelikle o devirdeki Arapların ahlaki ve dini durumlarını düzeltmek için indirilmiştir. Kur’an’ı anlamada bu tarihsel olgu göz ardı edilmemelidir (s. 98). Doğru: Bu iddia, Batı’dâ Misyoner Oryantalistler’e aittir. Bir Müslüman, Kur’an’ın haram, helal, kasas gibi bütün küllî hüküm ve bilgilerine inanır. Bu hüviyetiyle Kur’an, Kıyamet’e kadar bâkidir. Kur’an’ın cihad, miras ve kadın şehâdetiyle ilgili hükümleri, o devir ve milletle sınırlı değildir. Sınırlı olduğuna inanan zaten Kur’an’a inanmamış olur. “Kur’an’da Tarihsellik” görüşü, daha çok Fazlurrahman ve İslam ülkelerindeki tâbiîleri tarafından savunulmaktadır. Yüce Allah’ın insanlara “dünya ve Ahiret saadetiniz için Müslüman olunuz” emri vardır, ihtiyacı yoktur. 8. Yanlış: Kur’an günümüzde sahip olduğumuz şer’i sistem olan İslâm’ı değil, kişinin benliği ile Allah’a teslim olmasını kastetmiştir (s. 116). Doğru: İslam, değiştirilen Yahûdilik ve Hristiyanlık gibi değildir. Onun, beşer hayatının bütün boyutlarını kapsayan, odağında hak, adalet ve merhamet olan bir Şer’at-i İslamiyesi vardır. 9. Yanlış: Kur’an, Hazret-i Peygamber tarafından tebliğ edilen İslâm’ı, tek kabul edilebilir yol iddia etmek suretiyle, diğer yollarla niza eden ve onları lanetleyen bir din olarak nitelendirmemiştir (s. 121). Doğru: Allah kelâmı Kur’an ile Peygamber aleyhisselâm’ı ayıran ve farklı gösteren bu iddia, âyetle reddedilmiştir (Nisa,150). Hazret-i Peygamber, vahiy ve ilhamla hareket eder, günah işlemez, onun tebliğ (Mâide,67) ve beyân (Nahl,44) görevleri vardır. 10. Yanlış: Gerek Hristiyanlar, gerek Müslümanlar, çoğulcu din anlayışının gereği olarak, ‘herkesin dinsel gelenekleri vasıtasıyla kurtuluşa ereceği’ fikrini benimsemeleri gerekir. Bu konuda her iki din mensuplarının da din anlayışlarını gözden geçirmeleri gerekir (s. 123). Doğru: Her şeyden önce “çoğulcu din anlayışı”, Batı’nın tahrif edilen dinlerini temize çıkarma “tebrie etme” gayretinden doğmuştur. İslam gibi pür hakikat olan bir dinle eşitlenme çabası görülmektedir. Onun için çok mulâk ve temelsiz bir gerekçeyle “dinlerin ortaya koydukları “Nihâî Hakikat” hepsinde mevcuttur” diyerek, bir meşrûiyyet ve itibar arayışı içindedirler. Bu yaklaşım, tamamen batıldır. Son din İslam, bütün semâvî/vahyî dinleri yürürlükten kaldırmış ve geçersiz kılmıştır. Diğer beşerî dinler ise, zaten gerçek anlamda bir din değil, felsefî sistemlerdir. Ahirette kurtuluş, ancak Hazret-i Peygamber’in tebiğ ettiği İslam’ı - altı esas başta olmak üzere – tereddütsüz, şart koşmadan bütün esaslarını gönülden kabul eden, ona iman eden Müslümanlar için olacaktır. SONUÇDİB (Haseki) Eğitim Merkezleri Programı çerçevesinde Eğitim ve Öğretimde: Son 15 yılda Kur’ân-ı Kerim, Arapça, Tefsir, Hadis ve Kelam gibi Temel İslam İlimleri dersleri azaltılmış, Mantık ve Felsefe gibi dersler, ağırlık kazanmıştır. Selefî, (Yeni) Mutezilî, Tarihselci, Diyologçu, Dinî Çoğulcu, Hadis ve Sünni Tefsir Münkiri gibi Dört Mezhep karşıtı ve Müsteşrik Sevdalısı Modernist İslamcılara ait kitap ve makaleler, referansta öne çıkmıştır. Müsteşrik sevdalısı Modernist İslamcılar arasında Mehmet Emin Özafşar, Mahmut Aydın, Ali Bardakoğlu, Mehmet Görmez, Mustafa Öztürk, İlhami Güler, Ömer Özsoy, Ömer Faruk Harman, Mehmet Aydın, M. Saim Yeprem, H. Kırbaşoğlu gibi daha çok “Ankara Okulu” ve “Marmara Okulu” mensupları bulunmaktadır.
Kaynak: https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/615070.aspx
|