Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

11 Nisan 2020

Küresel Korona

Allah’a İsyan ve Zulmün Cezası mıdır?

c.ahmetakisik@gmail.com

Yüce Allah, insanı, akıl, irade ve nefis özellikleriyle diğer varlıklardan farklı ve üstün yaratmıştır. Buna karşılık ona bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukların başında O’nu tanıması, birlemesi ve O’na ibadette bulunması gelmektedir. Aklını ve iradesini doğru yolda kullanabilmesi için de peygamberler ve kitaplar göndermiştir.

Ancak tarihî süreç içinde peygamberlere uyanlar olduğu gibi onlara isyan edenler de olmuştur. Peygamberleri dinlemeyenler, nefis ve şeytana tâbi olarak Allah’a karşı gelmiş, gönderilen peygamberi yalanlamış ve kendi akıllarına göre bazı varlıkları, ilâh edinmişlerdir. Bu taptıkları ilâhların bazıları, canlı, bazıları da cansız varlıklardan olmuştur. Ancak hepsi, bütün uyarılara rağmen Peygambere ve Allah’a isyan ettiklerinden dolayı Ahiret’e ilâveten dünyada da cezalandırılmışlardır.

Kur’an-ı kerim’de açıklanan bu kavim ve toplulukların başlıcaları ve uğradıkları cezalar şunlardır:

Nûh kavmi. Hazret-i Nûh’un tebliğ ettiği tevhid dinini kabul etmediler. Onunla alay ettiler. Çok az kişi iman etti. Karısı ve oğlu da dahil iman etmeyenlerin hepsi tûfan ile (suda boğularak) cezalandırıldılar. (Bk. Nûh,25; Ankebût,14)

Âd kavmi. Yemen bölgesinde yaşayan bu kavme Hazret-i Hûd, peygamber olarak gönderildi. Fakat şirk ve küfürde ısrar ettiler. Peygambere inanmadılar. Görkemli binalar yapmışlardı. Fakat Allah’a iman etmeyip isyanda ileri gittiklerinden dolayı şiddetli bir rüzgârla helâk edildiler. (Bk.A’râf,73-78)

Semûd kavmi. Medine ile Şam arasında Vâdilkurâ da denilen Hicr bölgesinde yaşayan bir topluluktu. Taş oymacılığında çok ileri sevide idiler. Bu kavme Hazret-i Sâlih, peygamber olarak gönderildi. Kendilerine “deve”, bir mu’cize olarak verildi. Fakat hem peygamberi dinlemiyerek, hem de yasaklandığı halde “deve”yi keserek Allah’a isyan ettiler. Sonunda şiddetli bir ses (gök gürültüsü) ile helâk edildiler. (Bk.Şems,13-14)

Lût kavmi. Filistin bölgesindeki (Sodom ve Gomore şehirleri ile civarındaki) halka, Hazret-i Lût, peygamber olarak gönderildi. Bu topluluk, peygamberi tanımadıkları gibi, ahlâken de cinsel bir sapıklığa düşmüşlerdi. Erkekler, kadınlarla evlenmeyi bırakıp erkeklerle beraber olmuşlardı. Peygamber çok nasihat etti, fakat dinlemediler. Lût aleyhisselâm’ın karısı da iman etmeyenler içinde yer almıştı. Küfreden bu ahlâksızların hepsi, karısı da dahil, üzerlerine fırtına ile taş yağdırılarak helâk edildiler. (Bk.Neml,54-55;Enbiya,74; A‘râf,83-84)

Medyen ve Eyke halkı. Bu topluluğa Hazret-i Şuayb peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan bir kavimdi. Aynı zamanda ölçü, tartı ve alışverişte haksızlık yapmak, ülkede bozgunculuk çıkarmak, tehditle insanları Allah’ın yolundan alıkoymak gibi olumsuz fiillerde bulunmuşlardı (bk. A‘râf, 85-86; Hûd, 84-87). Peygamberi yalancılıkla itham etmişlerdi. Bunun üzerine şiddetli deprem ve korkunç bir gürültü ile helâk edildiler. (Bk. A‘râf, 85-92; Hûd, 84-95)

Fir’avn’a uyan Mısır halkı. Mısır hükümdarlarından Fir’avn, gördüğü bir rüya üzerine yeni doğan bütün erkek çocuklarını öldürtüyordu (bk.Kasas,3-4). O sıralarda ileride peygamber olacak Musa bebek de doğmuştu. Hak teâla annesine bir sanduka içinde bebeği Nil nehrine bırakmasını ilham etti (bk.Kasas,7). Bu sanduka Fir’avn’un sarayının önünden geçerken Fir’avn ile karısı sanduka ile ilgili “canlı – cansız şeklinde” bir bahse girmişlerdi. Bahsi, karısı kazandı ve çocuk öldürülmedi. Allah’ın hikmeti, Fir’avn’un karısı “Mü’mine Hâtun” ilâhlık iddiasında bulunan kocasının batıl itikadında değildi. Tevhid inancına sahipti. Fakat kocasından gizliyordu. Musa bebek, Fir’avn’nun sarayında “el bebek - gül bebek” büyüyordu. Zaman zaman “taht ve tacımı yıkacak çocuğun bu olabileceği” hatırına gelse de Allah’ın yardımı ve karısının zekice teklifleriyle planlar alt üst oluyordu.

Nihayet olgunluk yaşına gelince Hazret-i Musa’ya peygamberlik verildi. İnsanları tevhide ve Allah’a kulluğa çağırmaya başladı. Epeyce peygamberliğini kabul eden Mü’minler oldu. Fir’avn kendisini ilâh ilan etmişti. Gelişmelerden çok rahatsız oluyordu. Halka da zulmediyordu. Hazret-i Musa, açıkça Fir’avn ile mücadeleye başladı. Fir’avn taraftarı sihirbazlar ile Hazret-i Musa’nın halka açık geniş bir alanda yaptıkları gösterilerde sihirbazlar malup oldular. Hazret-i Musa’nın mu’cizesi karşısında hepsi Müslüman olarak Hazret-ı Musa’nın tarafına geçtiler. Fir’avn ne yapacağını şaşırdı. Bu durumda Fir’avn, Hazret-i Musa ile beraber bütün İsrailoğullarının Mısır’dan ayrılması için plan yaptı.

Bunun üzerine Hazret-i Musa, İsrailoğullarıyla birlikte Mısır’dan ayrıldı. Ancak arkadan Fir’avn ordusu takipteydi. İsrailoğulları Kızıl denize varınca, bir mu’cize olarak deniz yarıldı (bk.Şuara,63). Hazret-i Musa ve Müslümanlar, karada yürür gibi denizde açılan yoldan yürümeğe başladılar. Bunu gören Fir’avn ve ordusu da aynı yola girdiler. Fakat bir müddet sonra o su yolunun iki yakası birleşti ve hepsi boğuldu (bk.Şuara,63-66).

Eshâbü’s-sebt. Dâvud aleyhisselâm zamanında İsrailoğulları, kutsal ilân edilen Cumartesi’yi ihlâl ettiklerinden dolayı cezaya çarptırılarak “maymun”a dönüştürüldü. (Bk. Bakara,65)

Yahûdilerden isyanları sebebiyle Allah’ın lânetine ve gazabına uğrayanlar olmuştur. Hak teâlâ da onların bir kısmını maymun ve hınzır şekline çevirdi. (Bk. Mâide,59-60)

Eshâbü’l-karye. Antakya bölgesinde yaşayan putlara tapan bir kavme, Yahyâ ile Yûnus peygamberler veya Yuhanna ile Pavlos, peygamber/elçi olarak gönderilmişti. Bu iki peygamber/elçi, putlara tapmamalarını, Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Allah’ın bir olduğunu söylemiş ve onları tevhîde, hak dine davet etmişlerdi. Fakat oranın halkı bu iki peygamberi/elçiyi dinlememişler, dövmüşler ve hapse atmışlardı. O halktan biri olan Habîbü’n-Neccâr, gelen elçilere arka çıkmıştı. Onların bir ücret istemediklerini ve doğru söylediklerini söylese de halkı ikna edemedi. Halk onu feci şekilde döverek öldürdü. Neticede o “karye halkı”, bir sayha/çığlıkla helâk edildiler. (Yasîn, 13-29)

Eski ümmetlerde görülen bu isyan, zulüm, işkence ve haksızlık, zamanımızdaki millet ve topluluklarda ne şekilde ortaya çıkmıştır?

 

DÜNYANIN GÜNDEMİNDEKİ KORONA

Şu anda dünyanın gündeminde Korona salgını vardır. Altı kıtaya yayılmış durumdadır. Bu salgın karşısında insanlar, çaresiz ve perişan durumdadırlar. Ölüm vak’aları her gün artmaktadır. Dünyada ölüm sayısı, 100 bine ulaşmıştır.

Dünya hayatında insanı acze düşüren ve çaresiz bırakan iradesi dışındaki her acı, keder, hastalık, ister canlı, ister cansız şekilde gelsin, İslam’a göre bir belâ ve musibettir. Ancak bütün belâlar, insanın aleyhine tecelli etmez, sonuçlanmaz. Bu insanın iman, sabır ve ihlas durumuna göre şekillenir. Zaten dünya hayatının karakteri de budur! Çünkü bütün insanlar dünyada imtihandadır. Bazıları Mü’min, bazıları da kâfir olmaktadırlar. Bu iki sınıfın da çeşitli dereceleri bulunmaktadır. Bu konuda önemli olan insanın “akl”ını, zamanın peygamberinin tebliğ ettiği ve Müctehid âlimlerin açıkladığı şekilde “dinin emri”nde kullanmasıdır. Bu bir şifredir. Bunu çözen ve gerektiği gibi hareket eden kişi, bu dünyada kazanmakta, çözemeyen de kaybetmektedir. Bu kadar basit, basit olduğu kadar da karmaşıktır.

Korona”ya dönecek olursak, bu salgın hangi sebeple ortaya çıkarsa çıksın, İslâm’a göre bunu yaratan yüce Allah’tır. Hak teâlâ’nın hiçbir işi, “hikmet”siz değildir. Ancak insanlar irade sahibidirler. İradelerini kullanmakta serbesttirler. Bunun karşılığında da sorumludurlar. Eğer hayır yönünde kullanırlarsa, Ahirette kazançlı çıkacaklar, şayet şer, kötülük ve zulüm yönünde kullanırlarsa, bunun cezasını Ahirette çekeceklerdir. Yalnız bazı kötülük, isyan ve zulümlerin cezalarını ayrıca dünyada da çekerler. Bu O’nun takdirine bağlıdır. Bu cezalar, bazan şiddetli kasırga, sel, deprem şeklinde geldiği gibi, bazan da salgın hastalıkları şeklinde gelir. Fakat âyetlerde beyan edildiğine göre bu belâ ve musibetler, insanların zulüm, işkence, kötülük ve Allah’a isyanları sebebiyle ortaya çıkmaktadır.

Acaba:

Çin’nin, senelerden beri Müslüman Uygurlar’a, uyguladığı insanlık dışı zulüm ve işkencelere devam ettiği; namaz, oruç, hac, zekat, tesettür ve Kur’an’ı yasakladığı; camileri kapattığı; Müslüman kızların kâfirlerle evlenmesine zorladığı için mi,

Amerika’nın Afganistan ve Irak’ta yüz binlerce Müslüman’ın ölümüne sebep olduktan sonra, Suriye’de terör örgütlerine binlerce silah ve malzeme yüklü tırlarla yardım ettiği; yüz binlerce Müslüman çoluk çocuk, kadın, yaşlı sivillerin katline; evlerini, yurtları terketmesine; milyonlarca insanın sakat kalmasına; bir çok göçmenin denizde boğulmasına sebep olduğu için mi,

İran’ın Suriye ve diğer Arap ülkelerinde Ehl-i Sünnet karşıtlığı yaptığı; Şiîlik ideolojini yayabilmek için Hazret-i Ebu Bekir, Ömer, Osman, Muaviye “radıyallahü anhüm” ve Hazret-i Aişe’ye küfürler ve lânetler yağdırdığı; araba kiralar gibi kadın kiralamanın adı olan Mut’a nikâhını pazarladığı; 1980’li yıllarda Ülkemizde dini bir partide epeyce sempatizana sahip olduğu, fakat bu İranî itikadın batıl olduğunu açıklayan Sünnî Esat Çoşan hocanın öldürüldüğü; Cuma namazlarının Ehl-i sünnet karşıtlığı mitinglere dönüştürüldüğü; İslam’la bir ilişkisi bulunmayan Esed rejiminin şartsız desteklendiği; Vahhabî ideolojisi ile Sünnîlik karşıtlığında birleşerek yüz binlerce Müslümanın ölümüne sebep olduğu için mi,

Rusya’nın bir yayılma politikasının neticesi olarak Suriye üzerinde hakim ve baskın bir etki ile milyonlarca Müslümanın kanına girdiği için mi,

Avrupa devletleri, başta İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya olmak üzere 16. Yüzyıldan beri Okyanus ülkelerini, Uzak doğuyu, Afrika’yı iktisaden sömürmekte ve bu ülkelerde akla gelmeyecek katliamlar yaptıkları ve halen sömürmeye devam ettikleri için mi,

Birleşmiş Milletler, bütün bu katliam, işkence, zulüm ve zorbalıklara seyirci kaldığı ve müdahale etmediği için mi,

Bu “Koronavirüs”ün küresel bir âfet şeklinde bütün dünya ülkelerine yayıldığı kesin bilinmemektedir.

Ancak kesin olarak bilinen bir gerçek vardır. O da teknolojisine güvenen Güçlü Devletlerin güçsüz gördükleri, özellikle İslam ülkelerinde zülüm, katliam, işkence, cebir ve hukuk dışı muamele yaptıklarıdır.

 

SONUÇ

Yüce Allah’ın bütün Peygamberlerine bildirdiği “tevhid dini”ni esası: Allah’a ortak koşmamak, putları ilâh edinmemek, yüce Zât’ını birlemek, gönderdiği Peygamber’lerinin tebliğine göre ibâdet ve tâatte bulunmaktır.

Peygamberleri yalanlayanlar, şüphesiz Ahiret’te sonsuz azap ile cezalandırılacaklardır.

Zulüm ve haksızlık yapanlar, dünyada da ilâhî bir belâ ve musibetle karşılaşabilmektedirler.

 

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/613103.aspx

Ana Sayfa