Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

14 Mart 2020

Dört Mezhep Okulu Ve Temel Ortak Özellikleri

c.ahmetakisik@gmail.com

Yüce Allah, son din İslâm’ı tebliğ etmek üzere Muhammed aleyhisselam’ı Peygamber olarak göndermiştir. Kendisine son ilâhî kelâm olan Kur’an-ı kerim’i indirmiştir. 23 sene gibi bir zaman diliminde Kur’an âyetleri çeşitli ihtiyaç, soru ve hikmetlere binâen peyder pey inzal olmuştur. Bu âyetlerin bir kısmı, muhkemât, bir kısmı da müteşâbihâttandır. Müteşâbih âyetlerin manaları, kapalıdır. Diğer bir ifadeyle şifrelidir. Bunların manaları, Kelâm’ı gönderen ile gönderilen arasında kalmıştır. Ancak bazı İslam âlimlerine göre bu manalar, kesin olmamakla beraber râsih ilim sahiplerine de bildirilmiştir (Al-i İmran,7). İmam-ı Rabbânî hazretlerinin beyanına göre, Müteşâbihât, Kur’an’ın özüdür (Mektubât,I,276.Mek.).

Muhkemât’a gelince, bu âyetler, açıktır, manaları kapalı değildir. Ancak bunların manalarını bilebilmek ve doğru anlayabilmek için, Tefsir Usûlü âlimlerine göre, lügat, sarf, nahiv; iştikâk, meânî, beyân, bedî’; kırâat, usûlu’d-dîn, usûlu’lfıkh, esbâbu’n-nüzûl ve’l-kasas; nâsih ve’l-mensûh; fıkıh; mücmel ve mübhemin tefsiriyle ilgili ehâdîs ve ilmiyle amel edenlerin kazanabildikleri “mevhîbe” ilimlerinin elde edilmiş olması gerekmektedir (Bk. Zerkeşî, Burhân). Çünkü Muhkem âyetler, “mücmel”, kısa ve öz olarak bildirilmiştir. Meselâ, Arapça’nın bütün ilim dallarına vâkıf olunsa dahi, namaz, oruç, hac ve zekât ile ilgili âyetleri doğru anlayabilmek ve tefsir edebilmek için mutlaka hadis ve sahâbe nakillerine ihtiyaç duyulmaktadır.

Sahâbe-i Kiram’ın tümü ile Tabiîn’nin ileri gelen “sika/güvenilir” âlimlerine, selef-i sâlihîn denir. Bunlar, Hazret-i Peygamber’in vârisleridir. Kur’an-ı Kerim’i ve bütün sünnet-i seniyye’yi söz, fiil ve takrir olarak nakleden ve hadis-i şerifle övülen nesil, bunlardır. İmam-ı A’zam Ebu Hanife, İmam-ı Mâlik, İmâm-ı Şafiî ve İmâm-ı Ahmed b. Hanbel’i yetiştiren, bu selef-i sâlihîn neslidir. İslâm uleması, İmân ve Akâid temeliyle birlikte Dört Mezheb’in yolunu Ehl-i Sünnet olarak nitelendirmiştir. Başka bir ifadeyle Peygamber aleyhisselâm’ın tebliğ ettiği, Sahâbe-i kiram ve Tabiîn’in naklettikleri İslam, asırlar boyunca Dört Mezhep imamı ve bunlara bağlı âlimlerce temsil edilmiştir. Kural ve esasları belirlenen bu “Ehl-i Sünnet Mezhebi”, İslam’ın Esasları söz konusu olduğunda “hâkim ve doğru görüş” olarak kabul edilmiştir. Böylece Ehl-i Sünnet’e uymayan bütün Akâid ve görüşler, kaynağı ne olursa olsun hepsi bid’at ve dalâlet/sapkınlık olarak tanımlanmış ve açıklanmıştır.

Dört Mezheb”in temel ortak özellikleri, şu başlıklar altında ele alınabilir:

 

CEMÂATTE OLMA

Hadislerde buyrulmuştur: Bir karış da olsa cemâatten ayrılan kişi, İslâm bağını boynundan çözmüş olur (Tirmizî, Edeb 78).

Yüce Allah ümmetimi sapıklık üzerinde birleştirmez. Allah’ın “yed”i (rahmet ve bereketi) cemâatle birliktedir. Kim cemâatten ayrılırsa, cehennem yoluna girmiş olur (Tirmizî, Fiten 7).

Cemâatten ayrılmayın, zira sürüden ayrılanı kurt kapar (Ebû Dâvûd, Salât 46).

Cemâatten ayrılmayın, ayrılıktan sakının. Şüphesiz şeytan, tek başına kalanlarla birliktedir, iki kişiden ise uzaktır. Kim cennetin ortasını isterse, cemâatte bulunsun” (Tirmizî, Fiten 7).

Cumhûr âlimlerinin beyanına göre, bu cemâat, Hazret-i Peygamber’in tebliğ ettiği ve şanlı Eshâbı’nın içinde bulunduğu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâattir.

 

EHL-İ SÜNNET İTİKÂDI

Salih bir Müslümanın itikâdı ve iman esasları, İmam Mâturîdî ve İmam Eş’arî’nin Sahâbe-i kiram ve güzide Tâbiîn kanalıyla Resûlüllah’tan naklettikleri ve kitaplarına geçirdikleri bilgilere dayanmalıdır. Bu sağlam ve doğru bilgilere ters düşen her bilgi ve inanış, tamamen dalâlet ve itikâden sapıklıktır (Bk. Akâd-i Nesefî ve Taftazânî Şerhi).

 

İSLAM’IN BEŞ VE İMANIN ALTI ESASI

Bunlar, hadislerde ismen bir bir sayılmıştır:

İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak (Buhârî, Îman 1, 2; Müslim, Îman 19-22).

İman: Allah’a Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Hayır ve Şerrin Allah’tan geldiğine iman etmektir (Müslim, İman 1).

Başta İmam-ı A’zam Ebu Hanife, İmam-ı Mâturîdî ve İmam-ı Eş’arî olmak üzere Müslümanların sahih iman esasları, “Ehl-i Sünnet Akâidi” olarak Fıkh-ı Ekber, Akâd-i Tahâvî, Akâd-i Nesefî ve Emâli gibi eserlerde toplanmıştır. Sonra bunların şerhleri yapılmıştır. Böylece asırlar boyunca İslam coğrafyasındaki Müslümanlar, bu Akâid sayesinde her türlü küfür, dalâlet ve bid’at inanışlardan kendilerini korumuşlardır.

Hanefî mezhebinde İslâm’ın beş şartını ayrıntıya girmeden açıklayan kitaplardan biri ve çok kıymetli Muhtasar-ı Kudûrî’dir.

 

ESHÂB-I KİRAM’A SAYGI

Güzide Sahâbe, âyet ve hadislerle övülmüşlerdir:

Muhâcir ve Ensar'dan İslâm'a ilk girenlerin önde gelenleri ve iyi amellerle onlara uyan mü'minler (var ya), Allah onlardan râzı olmuştur. Onlar da Allah’dan râzı olmuşlardır (Tevbe,100).

Siz ümmetlerin en hayırlı olanlarısınız (Âl-i İmrân,110)

Eshâbım (gökteki) yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayeti (doğru yolu) bulursunuz (Beyhakî, el-Medhal, s.164; Kenzü’l-ummâl,H.No.1002).

Sünnî Müslüman, sahâbe arasındaki ihtilafları, içtihatlarındaki farklılıklara hamlederek ve hiçbir ayırım yapmadan hepsine engin hürmet ve saygı duyar. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i ve İslâm’ın uygulanmasını gösteren Hadis Külliyatını kendilerinden sonraki nesillere ulaştıran bu “altın nesil” olmuştur. Onlar hakkında en küçük bir garaz ve kin, İslam bünyesine yapışan bir “virüs” gibidir ki, zamanla bütün bünyeyi kaplar ve felç olmasına sebep olur.

Şia Mezhebi mensupları, Hazret-i Ebû Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Osman ve Hazret-i Aişe’ye galiz ifadeler kullanır ve söverler. Modernist Müslümanların hiçbiri bir vahiy kâtibi olan Hazret-i Muâviye‘yi sevmez. Bunlar arasında Hayrettin Karaman da vardır.

 

FIRKALARDAN UZAK DURMA

İslam dini, ana cadde olan “Cemâat”ten ayrılarak fırkalara bölünmeyi yasaklamıştır. Ayet-i kerime’de şöyle buyrulur:

Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'ân'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin (fırkalara ayrılmayın) (Al-i İmran,103). 

Ancak çeşitli sebeplerle Müslümanlar, itikat konularında bir çok sapkın fırka ve yollara ayrılmışlardır. Bu durum, hadis-i şerifte şöyle açıklanır:

Yahûdiler 71 fırkaya, Hristiyanlar da 72 fırkaya bölündü. Ümmetim ise 73 fırkaya bölünecektir. Biri dışında hepsi (72’sinin akideleri, imanları Sahâbe-i Kirâm’ın bildirdiği İslâm’a uymadığı için) ateşte (cehennemde) olacaktır. Kurtulan cemâat, benim ve ashâbımın yolundan gidenlerdir (Tirmizi, İman,18; İbn Mâce, Fiten, 17; Ebû Dâvud, Sünne 1).

Bu 72 fırka içinde Şia, Hariciler, Mu’tezile, Mürcie, Mücessime ve Müşebbihe gibi Ehl-i Sünnet’e göre yanlış itikade sahip “dalâlet/sapkınlık” ve “bid’at” ehli bulunmaktadır.

72 Fırka arasında insanı ilâh (Gulât) ve Peygamber ilân eden tamamen İslam dışı akımlar görüldüğü gibi; İslam’ın temel esaslarına aykırı olarak Kur’an’a bâtınî manalar veren ilhâdî fırkalar (Zenâdıka) da bulunmaktadır. 72 dalâlet fırkasının tümü, Kur’an âyetlerinin yanlış ve bâtıl tefsirinden/yorumundan kaynaklanmıştır. Kur’an âyetlerinin tefsirinde “doğruluk ölçüsü” Enbiya’nın vârisleri olan Eshâb-ı Kiram’ın naklettiği İslam‘dır. Ehl-i Sünnet uleması, bu ölçüyü kullanarak, Akâid ve Fıkıh’daki temel esasları belirlemişlerdir.

72 Fırkanın hiç biri bu “doğruluk ölçüsü”ne uymadığı gibi, Ülkemiz içinde ve dışındaki Modernist İslamcılar da bu ölçüyü kullanmazlar. Hatta İslam düşmanı Misyoner Oryantalistlerle birlikte, ama aynı konu ve gerekçelerle İslam’ı ve Ehl-i Sünnet’i eleştirirler. Bu konuda birkaç örnek verecek olursak şunları söyleyebiliriz:

Fazlurrahman (vahyi inkâr ederek), Abduh, Reşid Rıza, Hayrettin Karaman ve bütün FETÖ’cüler (bâtıl te’villerle Ehl-i Salib’i cennete koyarak), Mustafa Öztürk (İslam düşmanı R.P.A. Dozy’nin bir adım ilerisinde Kur’an’a Peygamber sözlerini karıştırarak), Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu, her konuda Ehl-i sünnet’e kılıç sallayan meşhur idrar teşhircisi Caner Taslaman ve şürekâsı (Kader, Hadis ve Müctehid inkârcılığı yaparak) çağdaş 72’nin içinde yerlerini almışlardır.

 

KUR’AN’I DOĞRU TEFSİR ETME

Ehl-i Sünnet âlimleri, Tefsir Usûlü ilminin öngördüğü şart ve kurallar çerçevesinde Kur’an’ı tefsir etmişlerdir. Bu konuda şu yol izlenmiştir:

Kur’ân-ı Kerîm tefsirinde en doğru metot, aslında “Kur’ân’ı Kur’ân’la tefsir”dir. Ancak, bu üsûlün tatbik edilemediği yerlerde “sünnet”e; sünnetin bulunmadığı yerlerde “sahâbe kavilleri”ne müracaat edilir. Çünkü sahâbe-i kirâm Resûlüllah aleyhisselâm ile sohbet etme şerefine ererek, imanın kemal noktasına ulaşmış ve Kur’ân-ı Kerîm’de övülmüş mümtaz şahsiyetlerdir. Hadis ilmince, hepsi âdil ve sika (güvenilir) kabul edilmiştir. Sahâbe kavillerinden sonra sıra Tâbiîn kavillerine gelir. Bu nakillerde uygun bir mana bulamayan Müfessir, ancak bundan sonra İslam’ın esaslarını dikkate almak suretiyle re’yini açıklar.

Tarihte Bâtınîler ve Hurûfîler gibi bir çok itikaden sapık fırka, Tefsir Usûlü ilmini dikkate almadan kasıtlı olarak Kur’an’ı, dolayısıyla İslam’ı tahrip ve tahrife yeltenmişlerdir. Çağımızda bu fasit yöneliş, bir ideoloji halinde iç ve dış Modernistlerde görülmektedir.

Yahudî ve Hristiyanlar, yüce Allah’a oğul “ibnüllah” isnat ederler. Bundan dolayı Kur’an’da “ehl-i kitab”ın açıkça kâfir oldukları bildirilir. Buna rağmen bazı Modernistler, bu “ibnüllah” kavramını, kitaplarında “Allah’ın rahmeti”yle te’vil ederler (Bk. Polemik Değil Diyalog, Hayrettin Karaman, Ö. Faruk Harman, Faruk Tuncer, s.37).

Halbuki Allahü teâlâ, “ibnüllah”ı, Kur’an’da “oğul” olarak açıklamakta ve yüce Allah’a oğul isnat edenlerin de kâfir olduğunu beyan etmektedir (Bk. Mâide,17).

Karaman devam ediyor: Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitapla ilgili devamlı vurgulanan şey; Allah’a iman, âhirete iman ve amel-i sâlihtir. Kur’ân birçok âyette bunu söylüyor; yani “Peygambere iman edin’ demiyor” (Aynı eser,s.37).

Halbuki Nisâ sûresi, kendisini şu âyetle yalanlamaktadır:

Ey iman edenler! Allah’a, Resûlüne ve indirdiği Kitab’a iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve âhiret gününü inkâr ederse (bunlara iman etmezse), derin bir sapıklığa (küfre) düşmüştür (Nisâ’, 136).

Karaman, “ehl-i salib”e hayranlığını devam ettirerek onların kâfirliğini şu sözleriyle ibra etmektedir:

Şimdi bir adam hem ehl-i kitap olur, hem de kâfir olmayabilir mi? Evet, bu mümkün. Bunun delili, Bakara, 62. ayettir. Bu ayete göre Allah’a şirksiz inanan, ahirete iman eden kâfir değildir (Aynı eser,s.37).

Ancak Abdüh, Reşid Rıza ve Misyoner Oryantalistler dışında hiçbir Müslüman Müfessir, bu âyeti Karaman gibi anlamıyor ve te’vil etmiyor (Bk. Beydâvî, Celâleyn, Kurtubî, Taberî ve diğerleri ). Karaman’ın bu âyetten çıkardığı “küfrü ibra” inancının batıl olduğunu diğer âyetler açıklıyor:

“Allah, Meryem’in oğlu Mesîh’dir” (İsâ, Allah’ın oğludur) diyenler muhakkak kâfir oldular (Mâide,72).

“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyenler (Hristiyanlar), muhakkak kâfir oldular (Mâide,73).

 

SONUÇ

Dört Mezhep, Müctehid ve âlim kadrosu ve bu kadronun oluşturduğu usûl ve kuralları içeren müfredatıyla bir “okul/ekol”dür. Bu Müfredatın temelinde, Enbiyânın vârisleri olan Eshâb-ı Kiram’ın naklettiği İslam bulunmaktadır.

Eshâb-ı Kiram’ın naklettiği bu İslam, bir müddet sonra Ehl-i Sünnet olarak nitelenmiştir.

Ehl-i Sünnet’e uymayan ve ters düşen her inanç, fikir ve amel; derecesine göre, küfür, dalâlet ve bid’at kabul edilmiştir.

Tarih boyunca Kur’an ve İslam’ı hedef alan Bâtınîlik ve Hurûfîlik başta olmak üzere bir çok dalâlet fırkası doğmuştur.

Son zamanlarda küresel Misyoner Oryantalizm güdümünde Ülkemizde özellikle dinî kurumlarda açıktan Kur’an ve Hadisler, saldırıya maruz kalmıştır.

Ancak Ecdadımız Selçuklu ve Osmanlının temsil ettiği “Ehl-i Sünnet Akâid ve Fikriyatını öldü, bitti” sanarak, İslam’a her yönden saldırıya geçenler, Çanakkale’de ehl-i salib gibi hezimete uğrayacaklardır.

Kaynak:

https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/dr-c-ahmet-akisik/612680.aspx

Ana Sayfa